Nezih
BİLECİK
Deniz
ve Balıkçılık Bilimcisi
23 Aralık 2011 günü
meslektaşım Ömer Faruk Kara beni telefonla aradı. “- Bugünkü Milliyet
Gazetesi’nde Fikret Bila’nın yazısını okudun mu? Anayasa ile ilgili bu makaleyi
okumadıysan okumanı tavsiye ederim” dedi. Ben de hemen söz konusu makaleyi internette
buldum ve okudum.
Makale “Çiçek: Yeter ki anayasa yapalım, kavağa
bile çıkarım” başlığını taşımaktaydı. Bazı satırbaşları itibariye yazı şu
şekilde: “TBMM Başkanı Cemil Çiçek, yeni anayasa yoluna
baş koymuş gibi görünüyor. Heyecan içinde canla-başla çalışıyor. Ama
dertli... İlgisizlikten yakınıyor: O kadar ki, dönüp dolaşıp “163 üniversiteden
hâlâ ses yok” diyor. Turgut Özal Üniversitesi
ve Sabancı Üniversitesi hariç henüz anayasa konusunda
görüş bildiren üniversite olmamış. TBMM Başkanı en çok buna içerlemiş ama
umudunu yitirmemiş, bekliyor! Vatandaşı da ilgisiz buluyor; 73 milyonluk Türkiye’den bugüne
kadar 3 771 kişi görüş bildirmiş.”
Fikret Bila yazısında Meclis
Başkanının vatandaşı yeni anayasa konusunda görüş bildirmeye teşvik edecek,
akılda kolay kalacak bir cümlelik sosyal sorumluluk bağlamında spot istediğine
değinerek, bazılarına da yer veriyor. Örneğin: “ - Vatandaş yeni anayasaya
Fransız kalma!”. “ - Kendi anayasanı kendin yap!”. “ - Görüş bildirmekten
korkma, geç kalmaktan kork!” gibi...
Makalenin devamı “TBMM Başkanı, siyasi partilerin kırmızı çizgilerinin basında sürekli ön planda
tutulmasının doğru olmayacağını savunuyor. Önce uzlaşılacak konuların ele
alınması ve işlenmesinden yana. 30 Nisan’a kadar görüşlerin bildirilmesini
istiyor” bilgisini vermekte.
Profesyonel Balıkçı Forumu’nu
izleyenlerin yakından bildiği, aşağı yukarı 45 yıldır aynı ortamlarda mesleki
birlikteliğimizi paylaştığımız sevgili arkadaşım Ömer Faruk Kara’da bu makale
doğal olarak bir çağrışım yaptırıyor ve düşüncelerini şu şekilde yansıtıyor: “-
Anayasa değişikliği ile ilgili gündem aslında büyük bir fırsat ve
öngörülen yeni anayasa bünyesinde balıkçılığa mutlaka yer verilmelidir. En
azından bunun nedenlerini biliyorsun. O yüzden söylemesi benden, yazması
senden.” dedi ve olayı noktaladı.
Ne uyanık adam değil mi? Topu bana
attı. Peki, ben topu kime atacağım? Top elde kaldı, bu nedenle bu konudaki
olası düşünceleri ekrana yansıtmak için bilgisayarımın başına geçtim; istersen
geçme. Akıldan geçenleri özümsenmiş haliyle bir çırpıda belirtmeye yönelmek ve
bir çıkış yolu bulmak, işin en doğru şekli olsa gerek.
OKYANUS
GEZEGENİ VE TÜRKİYE
Yeryüzünün % 70,8‘ini denizler,
%29,2’sini karalar teşkil etmekte. Bu nedenle bilimcilerce dünyamıza “Okyanus Gezegeni”
tanımlaması yapılmakta. Fiziki olarak Türkiye bir yarım ada konumunda.
Birbirinden çok farklı ekolojik özellikleri olan denizlere sahip bir ülke. 8333
km uzunluğunda hatırı sayılır bir kıyı varlığına, ayrıca bu denizlerde ve iç
sularda hüküm ve tasarrufu altında olan 77 176 km2’lik bir alana sahip olan
Türkiye, bu özelliğini göz ardı edemez. Çünkü bu ortamda gerek bitkisel ve
gerekse hayvansal kökenli onbinlerce canlı türüne ve bunların azımsanmayacak
bölümünü de ekonomik yönden değerlendirme şansına sahip. Üstelik bu konuda
sucul ortam kaynaklarını ülke olarak dikkate almama gibi bir lükse de sahip
değil.
Teknik ayrıntılara geçmeden önce
anayasa kavramını özümseyelim..
ANAYASA
Anayasa devletin temel kanunudur.
Bir devletin nasıl yönetileceğini belirleyen, kişi hak ve özgürlüklerini
düzenleyen yasalar bütünüdür. Anayasa toplumun üzerinde anlaşmaya vardığı, tabi
olmayı kabul ettiği temel ilkeleri ifade eden bir hukuki metindir. Anayasada
genellikle devletin temel siyasi ve idari organizasyonu ile vatandaşın temel
hak ve hürriyetleri, devlete karşı vazife ve mükellefiyetleri belirlenir.
Netice olarak anayasa, devletin kişilerle ve kişilerin birbirleriyle olan
münasebetlerindeki temel hak ve hürriyetleri belirten, tanınan bu hak ve
hürriyetlerinin kısıtlanmasını engelleyecek yasama ve yargı sistemini kuran
temel kanundur.
DOĞAL
KAYNAKLARIN KONUMU
Genel oluşum böyle olmakla beraber
insan ve toplum yaşamını doğrudan ilgilendiren ekonomik hükümler de anayasa da
belirgin bir ağırlığa sahiptir. Buna paralel olarak anayasamızda doğal
kaynaklarımızın konumu, işletilmesi, korunmasına da yer verilmiştir. Nitekim “Tabiî servetlerin ve kaynakların aranması
ve işletilmesi” 168. madde ile hükme bağlanmıştır. Yine
benzer şekilde 169. madde ormanların korunması; 170. madde ise orman köylüsünün
korunmasını öngören hükümleri içermektedir.
Bunların dışında 45. madde Tarım, hayvancılık
ve bu üretim dallarında çalışanların korunmasını kapsamaktadır. Söz konusu
madde aynen: “–
Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve
tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel
ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların
işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.
Devlet, bitkisel ve
hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline
geçmesi için gereken tedbirleri alır” hükmüne amirdir.
Burada üzerinde
durulması gereken bir boşluğu ve uygulamada yaşanan bir tenakuzluğa değinmekte
yarar var. Anayasamızın 45. maddesi salt tarım ve hayvancılığı kapsamaktadır.
Burada balıkçılığa herhangi bir atıfta bulunmamaktadır. Bu madde herhangi bir
yanlışlığı veya noksanlığı içermemektedir. Bu konuyu devlet adına bünyesinde
toplayan resmi otorite Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıdır. Oysa Bakanlık uygulamada
bağımsız bir sektör olan balıkçılığa Tarım sektörünün bir alt dalı olarak işlem
yapmakta ve bu sektörden kaynaklanan ekonomik gücü de tarıma dahil ederek
değerlendirmekte, böylelikle balıkçılığın yüksek düzeydeki ekonomik gücünü
kamufle etmektedir. Anayasanın 45. maddesinde balıkçılığa yer verilmemekte ise de
uygulamada balıkçılığın tarım sektörünün içerisinde belirtilmesi yanlışlığın ta
kendisi olmaktadır. Daha açık anlatımla Türkiye’nin genel konumu ve öncelikli
hedefi AB’ye üye olmaktır ve kapısından içeri girmek için beklemektedir. Oysa
üyesi olmak için can attığı AB bünyesinde tarım ve balıkçılık ayrı birer sektör
olarak tanımlanmaktadır. Nitekim AB’nin 1957 Roma Antlaşmasının 33.’üncü maddesi ile oluşturduğu Ortak Tarım Politikası’nın (Common
Agricultural Policy) yanı sıra salt balıkçılıkla ilgili olarak 1983 yılında
yürürlüğe koyduğu Ortak Balıkçılık
Politikası (Common Fisheries Policy) bulunmaktadır. Yani tarım ve balıkçılık
birbirleriyle bağlantılı olmayan bağımsız faaliyet alanlarıdır. AB bünyesindeki
bu oluşum Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndaki yanlış uygulamayı
sergileyen bir görüntüdür.
YENİ
ANAYASA’DA BALIKÇILIĞA YER AÇALIM
Burada dikkat edilmesi
gereken ve değinmek durumunda kalınan husus şöyledir. Denizler ve göller karasal
ortamdan çok farklı yapı ve özelliktedir. Bu ortamların bünyesinde barındırdığı
tek hücrelisinden en gelişmiş canlısına kadar tüm türlerinin korunması,
muhafazası ve devamlılıklarının sağlanması ve bu kaynağın ekonomik olarak
insanlığın yararına kullanılmasını sağlayacak uygulamalara da zemin
oluşturabilmek açısından balıkçılık kaynaklarının madencilik, hayvancılık, tarım ve ormancılık
konularında olduğu gibi anayasa ile güvence altına alınması bir gerekliliktir.
Çünkü, sucul canlı kaynaklar toplumların besin güvenliği açısından önemlidir.
Bu kaynakların en önemli özelliği disiplin altına alınmış şekliyle kaynak
yönetimi şayet sürdürülebilirlik modeli üzerine yapılandırıldığında kaynağın verimliliği sınırsızdır. Anayasamızda
fosil kaynaklar diğer bir deyimle maden kaynakları devlet tarafından öncelikli
bir konu olarak ele alınmış ve bununla ilgili hususlar güvence altına alınmıştır. Oysa bu kaynaklar
zamanla tükenecek kaynaklardır, buna karşın balıkçılık kaynakları doğa
kurallarına uygun olarak işletildiğinde
getirisi sınırsız olan kaynaklardır. Bu nedenle söz konusu kaynakların
korunması ve devamlılıklarının sağlanması özellikle güvence altına alınması bir
gerekliliktir. Hazırlanacak yeni anayasa kapsamında bu boşluk giderilmelidir.
Özellikle sucul ortamdaki canlı doğal kaynakların korunması yeni anayasa da
kayıt altına alınmalı ve bu husus bir devlet politikası olarak benimsenmelidir.
Anayasamız insanımızı,
toplumumuzu ve karasal kökenli doğal kaynaklarımızı her yönüyle nasıl güvence
altına alıyorsa; sahip olduğu sucul ortamdaki tüm canlıların normal kurallar
çerçevesinde geleceğini de güvence altına almalıdır. Ayrıca bu kaynakların
sürdürülebilir kalkınma modeli çerçevesinde işletilmesi de prensip olarak benimsemeli,
bunun için gerekli olan tüm bilimsel
kriterlere öncelik verilmeli, sektörün öngörülen hususlara riayet etmesine ön
ayak olmalıdır.
Belirtilen bu
hususlardan sonra anayasaya balıkçılıkla ilgili nasıl bir hüküm eklenebilir. İşte özümsenmiş bir taslak metin örneği.
TASLAK
METİN
“Balıkçılık
ve bu üretim alanında çalışanların korunması” alt başlığı altında şu
şekildeki bir öneri olasıdır.
Madde: Balıkçılık sucul
ortamdaki canlı kaynakların sürdürülebilir kullanımını gerçekleştiren bağımsız
bir uygulama alanıdır. Bu amaca doğrudan veya dolaylı katkıyı sağlayan tüm
unsurlar da “Balıkçılık Sektörü”nü temsil eder.
·
Devlet
sucul ortamların ve canlı kaynaklarının korunması ile devamlılığının sağlanması
konusunda gerekli önlemleri alır. Bunu özerk balıkçılık kuruluşu ve bünyesindeki
balıkçılık araştırma enstitüleri oluşturarak gerçekleştirir.
·
Devlet
balıkçılık sektörünün (balıkçı, balıkçılık kooperatifi, balık yetiştiriciliği)
alt yapısını teşkil eden araç, gereç ve diğer donanımları ile ilgili girdilerin
sağlanmasını kolaylaştırıcı önlemleri alır.
·
Balıkçıların
ve balıkçılıkla ilgili örgütlerin kalkınması için gerekli tedbirleri alır.
·
Devlet
endüstriyel balıkçılığı canlı kaynakların sürdürülebilirliğine paralel olacak
şekilde balıkçı filosunu organize eder ve bununla ilgili gerekli düzenlemeleri
yapar.
·
Devlet
ilgili yasanın (1380 Sayılı Kanun) öngördüğü kısıtlayıcı hususlara uyulması
koşuluyla “Küçük balıkçı – Kıyı balıkçısı – Mesleki balıkçılığı” himaye eder,
mali açıdan teşvik unsurlarını kolaylaştırıcı şekilde düzenler, bununla ilgili
gerekli önlemleri alır.
·
Devlet
sürdürülebilir besin güvenliğine katkı sağlayan her türlü balıkçılık
yatırımcısını özendirir ve teşvik eder.
·
Devlet
balıkçı ve balıkçı kuruluşlarını, sucul ortamdaki bitkisel ve hayvansal
ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi
için gerekli tedbirleri alır.
·
Sucul
canlı kaynaklarını yasal olmayan çerçevede avlayan ve canlı kaynağın geleceğini
olumsuzluğa yönlendirenler hakkında işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına
alınamaz.
İŞİMİZİ
KENDİMİZ YAPALIM
50 000 kişilik insan gücüyle
Gayri Safi Milli Hasılaya % 0,5-1.0 oranında güçlü bir katkı sağlayan ve aşını
denizlerden, göllerden temin eden balıkçılarımız; Meclis Başkanımızın beklediği
şekilde tüm balıkçılar birlik ve beraber
olarak yeni anayasa metnine katkı sağlamaya, haklarınızı güvence altına almaya,
en önemlisi dahil olduğunuz sektörü tarım sektöründen arındırarak bağımsız
kılmaya ve bu konuda hazırlanacak tasarı metnini onbinlerinizle imza altına
almaya var mısınız? Unutulmamalıdır ki
öngörülen yeni anayasa gelecekte balıkçılıkla ilgili yapılanmanın da
özerkliğini sağlayabilecektir. 2012 yılının ilk üç ayında balıkçılık sektörü
olarak kenetlenmenin tam zamanıdır. Yaşlısı, genci, endüstriyel balıkçısı,
mesleki balıkçısı ayırımı yapmadan tüm balıkçılar olarak yeni anayasamızda
kendimize yer açmaya koşalım. Haydi
koşalım kendi işimizi kendimiz görelim.
Not: Bu makale “Vira Dergisi”nin
Ocak 2012, sayı 63, sayfa 50-54 de yayınlanmıştır.