Türkiye’de
tüm toplumumuzun beslenme gereksinimi ve bunun sürdürülebilirliğinde başı çeken
temel konularından biri ulusal ekonomiye yaklaşık % 1 dolayında katkı sağlayan
balıkçılıktır. Balıkçılığın ana etmenini oluşturan sucul canlı kaynakların en
belirgin özelliği kendini her yıl yenileyen üreme özelliğidir. Bu özellik doğa kurallarına uyulması halinde
onun sonsuza değin insanoğlunun gıda gereksinimine cevap verme kapısını açık
tutar. Ne var ki bu kaynak avcı konumundaki insanoğlunun sucul canlıların üreme
fonksiyonelliğine aykırı tutumu nedeniyle büyük bir tehlike içerisindedir. Bu tehlikeyi
önlemek için de tüm sucul canlılarımız Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
bünyesindeki Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen
“Ticari Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğ” ile güvence altına alınmaya
çalışılır. Hal böyle olmakla beraber 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu ve gerekse
söz konusu tebliğ aracılığı ile alınan önlemlerin çağdaşlığı yeterli olamamaktadır.
Gerekli yeterliliği oluşturmak ise ancak dengeli ve devamlı denetim mekanizması
ile sağlanabilir.
Ulusal
balıkçılığımızın yakın zaman tarihine göz attığımızda 1971 yılında 1380 Sayılı
Su Ürünleri Kanununun kabul edildiği, arkasından da 1972 yılında Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı bünyesinde bir Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulduğu
görülür. Böylelikle devletin hüküm ve tasarrufu altındaki denizlerimiz,
göllerimiz, baraj göllerimiz ve nehirlerimizdeki tüm sucul canlıların toplum
yararına düzenlenmesi, işletilmesi ve ülke ekonomisine kazandırılması hususunda
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yükümlü kılınmıştır. Ne var ki bakanlığın
ilgili kuruluşunun ülkesel düzeyde teknik eleman sayısı, alt yapı ve mali
olanakları kısıtlıdır. Bu nedenle 1380 Sayılı Kanunun 33. maddesi uyarınca çok
sayıda teşkilatın mensupları bu kanun ile yükümlü kılınmışlar ise de 2692
Sayılı Kanunla kurulan Sahil Güvenlik Komutanlığı hariç beklenen yarar
sağlanamamıştır.
Neden Yarar
Sağlanamadı
Bunun
ana nedeni karasal ortamda balık giriş ve satış noktalarında yasak kapsamındaki
balıkların denetlenememesi ve caydırıcı özellikteki cezai yaptırımların
hayatiyet bulamamasıdır. Bu boşluktan yararlanan sorumlu balıkçılık ilkesini
benimsemeyen kesimce yapılan avcılıkların önünün alınamamasına neden olmuş ve
avlanabilir boyun altında kalan ve avlanmaması gereken balıklar yıllarca
avlanarak stokların çöküşünde etkin bir rol oynamışlardır. Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığının denetim mekanizmasının devreye girebilme şansı
eşantiyon düzeyinde kalabilmiş, bu da merkezi otoritenin otorite kavramının
askıda kalmasının da nedenini oluşturmuştur.
Belediye Kanunu’nda
Ek Düzenlemeye Gereksinim Bulunmakta
Türkiye
balıkçılığında kaynakların geleceğini çok sade bir uygulamayla esenliğe
kavuşturmak mümkündür. Bunu yerel yönetimler aracılığı ile sağlamak işten bile
değildir. Yeter ki bu sese kulak verilsin ve gerekleri yerine getirilsin. Şöyle
ki; 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu ile aslında “belediye zabıtası amir ve
mensupları” yükümlü kılınmışlardır. Ne var ki bu sorumluluk bir noksanlığı
içermektedir. Ayrıca Belediye Kanununda 1380 sayılı Kanunda yasa dışı avlanan
ürünlere müdahale ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Belediyelerin
balıkçılıkla ilgili olarak bünyelerinde yaptıkları iki temel uygulama
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Belediye Kanununun 15. maddesinin (j) bendi
uyarınca balık hali kurabilme hükmü ile ilgili husustur. İkinci husus ise Belediye Zabıta Yönetmeliğinin 10. maddesi içeriğince
belediye zabıtasını bağlayan sağlık ile ilgili görevdir. İlgili tüzük ve
yönetmelikler gereğince balığa bir gıda maddesi olmasından kaynaklanan bir
müdahalenin söz konusu olmasıdır. Bu durumda belediye zabıta görevlilerinin yasa
dışı balıklara önlem alabilmeleri söz konusu olamamakta, müdahaleleri ise
sadece halk sağlığı açısından gerçekleşebilmektedir.
Balıkçılık
konusunda şu aşamada belediyeleri bağlayan ana yükümlülük balık hallerinin
yönetimidir. Belediyelerin balık halleri bünyesinde yaptıkları işlemleri şu
şekilde detaylandırmak mümkündür. Bunlar; a) Deniz ve karayoluyla gelen su
ürünlerinin tespitini yaparak kayıtlarının tutulması, b) Su ürünlerinin insan
sağlığı açısından kontrolünün yapılması, c) Su ürünlerinin müzayede veya toptan
satışının sağlanması, d) Satılan su ürünlerine ait beyannamelerin kontrolünün
yapılması, e) Satılan su ürünlerinin satış bedeli üzerinden % 3 belediye
rüsumunun tespitinin gerçekleştirilmesi, f) Halkın taze ve sağlıklı balık
tüketmesinin sağlanması, g) Su ürünleri alım ve satımını yapan esnafın
uygulamalarının kayıt altına alınmasının gerçekleştirilmesidir.
Oysa bu hizmetlerin yanı sıra, yasa
dışı balık satışının kontrol altına alınabilmesinde yerel yönetimlerin
bünyesindeki belediye zabıtasına gerçekten gereksinim bulunmaktadır. Çünkü
Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün zaten yoğun programlarından ve iş
hacminden dolayı sayıca yetersiz personeliyle ülkesel düzeyde verimli bir
denetim uygulamasını gerçekleştirebilme olanağı yoktur. Bu konudaki boşluğu doldurmak ve
otoriter bir uygulama modelini belediyeler ve bünyelerindeki zabıta görevlileri
aracılığı ile yaşama geçirmek her zaman olasıdır. Bunun için yapılması gereken
ilk adım Belediye Kanununa “balıkçılığın ilgi alanına giren av yasaklamalarının
sucul canlılarını ilgilendiren hususlarında belediyelere yetki verilmesi”
hükmünün eklenmesidir. Burada önemli olan balığın karaya çıkış noktası
konumundaki balıkhaneler zaten belediyelerin kontrolü altındadır. Haliyle
görevli zabıta personeli yasa dışı addedilen ürünlere anında yasal müdahale
etme durumunda olabilecektir. Ayrıca zabıtanın kentlerde esnafı denetleme
yetkisi vardır. Buna bir de balıkçı esnafın yasa dışı balık satışı uygulamasına
müdahale yetkisi verildiğinde durumun kontrol altına alınması da çok rahat bir
şekilde gerçekleşebilecektir.
Zorunlu
Uygulama: Balıkçılık Eğitimi Gören Personelin Görevlendirilmesi
Durumun bu kadar sade ve anlaşılabilir olmasına karşın belediyelerimizin
bugünkü kadro yapılanmasıyla öngörülen tasarımın uygulamada başarı elde
edebilme şansı bulunmamaktadır. Bunu başarılı kılabilmek için yapılması gereken
öncelikli iş hem teknik hem de biyolojik oluşumlarına istinaden belediye zabıta
sistemi içerisinde bir balıkçılık biriminin oluşturulmasıdır. Haliyle bu
birimde konu ilgilisi eğitimi görmüş su ürünleri fakülteleri, deniz bilimi
fakülteleri, fen ve ziraat fakültelerinin ilgili bölümleri, balıkçılık eğitimi
veren yüksek okul ve meslek liseleri mezunlarının belediyeler bünyesinde görev
almalarının sağlanması girişimin esenliği açısından bir gerekliliktir.
Özetle günümüz
Türkiye’sinde özellikle denizel canlı kaynaklarımızın ticari avcılık yönünden
işletilmesi ve değerlendirilmesi konusunda son derece olumsuz bir süreçten
geçilmektedir. Kaynak yönetiminde avcılık ile ilgili olarak doğru kararların
alınması yeterli olamamaktadır. Avın tüketiciye kadar ulaşan halkasının da izlenmesi
esastır. Diğer bir ifade ile yapılan avlanmalarda olası suiistimallerin ortaya
çıkarılması ve bunların bir daha oluşmamasını sağlayacak caydırıcılık unsurunu
yaşama geçirtecek ana etmen de denetimdir. Balıkçılık konusunda yıllardır çözüm
bekleyen birincil düzeydeki konu avın tüketime giden süreçte sağlıklı denetim
oluşumundan yoksunluğu olmuştur. Bu yoksunluk beraberinde sucul canlı
kaynakların sürdürülebilirliğine gölge düşürmüş ve avcılıkları verimli olmaktan
arındırmıştır. Haliyle balıkçılık sektörünün bir bütün olarak yıllardır
yakınmasının temelinde yatan neden budur. Bu gelişim sucul kaynaklarımızın
sürdürülebilirliğini tehdit eden en olumsuz nedendir. Bu olumsuzluğu ülke
çapında tüm yerel yönetimlerle olumluluğa çevirmek mümkündür ve buna da
şiddetle gereksinim vardır.
Bir Sivil Toplum
Kuruluşunun Ortak Kampanya Çağrısı
Nitekim
bu gereksinimi hayata geçirebilmek için bir sivil toplum kuruluşu olarak “Geleneksel
Balıkçılığı Yaşatma Derneği” (GELBARDER) tarafından Başbakanlık nezdinde
girişim için düğmeye basılmıştır. Söz konusu derneğin ve girişimdeki
paydaşlarının amacı balıkçılık kaynaklarımızın bugününü ve geleceğini ek
tedbirlerle daha da güvence altına aldırmaktır. Bunu gerçekleştirebilmek için
de konunun parlamento çatısı altında çözüm bulabilmesi öngörülmektedir.
Tasarımlanan, mevcut Belediye Kanununa sucul canlılarla ilgili yasa dışı
avcılık ürünlerinin denetlenmesi ve bununla ilgili yasal uygulamalar
yapabilmesi hususunda Zabıta Teşkilat ve Sorumluklarını tanımlayan yönetmelikte
değişiklik yapılarak belediye zabıtası görevlilerine yetki veren maddenin
eklenmesidir. Girişimin diğer bir felsefesi de bu işlevselliği hatasız yerine
getirebilecek balıkçılık eğitimi almış bireylerin de belediyeler bünyesinde yer
almalarının sağlanmasıdır.
Var mısınız, Yok
musunuz?
Bu
nedenle Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği kamuoyunu başta sivil toplum
kuruluşları, üniversiteleri, balıkçılık sektörünü “Yasadışı Balık Satışını Sonlandırma Girişimi”
konusunda ortak kampanyaya davet etmiş bulunmaktadır.
Hiç
şüphesiz bu kampanyada insanlığın ortak iyeliği olan sucul ortamlar ve canlı
kaynakları konusunda yerel yönetimlere öncelikli olarak evrensel bir sorumluluk
payı düşmektedir. Bu nedenle tüm yerel yönetimlerin çağrıyı gündemlerine
almaları ve sağduyulu davranarak girişimi askıda bırakmamaları temenni edilir. Çünkü
sucul ortamdaki canlı kaynakların sürdürülebilirliğini sağlayacak en pratik, en
verimli ve en ucuz uygulama belediyelere yasa dışı sucul organizmalar konusuna
müdahalede kendilerinin yetkili kılınmasıdır. Doğaseverlerin ve sorumlu balıkçılık
ilkelerine sadık olanların umudu Belediye Kanununa yasa dışı sucul ürünlerinin
denetlenmesi ve cezai yaptırımlarla ilgili ek hususların konulmasıdır. Yerel
yönetimler ve toplum olarak sucul canlı kaynaklarımızın korunmasında yepyeni
çağdaş bir sayfa açmak için el ele hep beraber bu girişimi parlamentoya
taşımaya var mısınız? Yok musunuz?
Not:
Bu makale “Vira Dergisi” Ocak 2013, sayı
75, sayfa 60-63’te yayımlanmıştır.
www.gelbalder.org