Doğa
bilimcilerinin söylemlerinin doğa kanunları ile birebir örtüşmesi tek
seçenekleridir. Zaten bilim, herhangi bir biçimde düzenlenmiş doğru bilgiler bütünü
değil midir? Bilimci ise gerçekleri ve doğruları ortaya
koyan, gerçek ve doğrulardan sapmayan ve taviz vermeyen kişilikte olması
gerekmez mi? Bilimci, olgu ve olayları bilimsel düzlemde inceleyip analiz eden,
değerlendiren kişi olarak tanımlanmaz mı? Bilimcinin mantıklı olması, kendisini her türlü çelişkiden uzak tutması
ve kendi içerisinde de tutarlı olması gerekmez mi?
Bu yüzeysel tanımlamayla bile örtüşmeyen kişiler hangi ekolden gelirlerse gelsinler veya hangi akademik kuruluşun mensubu olurlarsa olsunlar konularının bilimcisi olarak yorumlanamazlar. Daha açık bir ifade ile bir akademisyen bilimci tanımlaması için öngörülen hasletlerin herhangi birinden yoksun ise zaten bilimci olarak tanımlanamaz. Çünkü bilimci doğruyu arayan, evrensel düşünen ve doğaya karşı mutlak sorumluluğu olan kişidir. Öz olarak bilimci, bilimsel sonuçlarını çıkarsız olarak insanlığa sunan kişidir. Etik olan budur.
Bu nedenle mesleki etik veya sektörel etik hiç bir şekilde meslektaşını veya sektörünü korumak için değildir. Etik bir zümrenin değil sadece ve sadece toplumun yani insanlığın menfaatlerini korumak için vardır. Bu menfaatlerin temelinde yatan ana etmen ise doğanın insanlık yararına korunarak sürdürülebilirliğidir. Burada esas olan doğadır. Dikkate alınması gereken ana olgu ise doğa kanunlarının ta kendisidir. Fizik başta olmak üzere, maddeyi inceleyen kimya, canlıyı inceleyen biyoloji, gök cisimlerini inceleyen astronomi ve yerbilim doğa bilimlerinin alt dallarıdır. Bu nedenle doğa bilimlerinin bir alt dalı olan biyolojinin üyesi olan biyolojik bilimciler (örneğin; hidrobiyologlar, balıkçılık biyologları, veteriner hekimler, ziraat mühendisleri, su ürünleri mühendisleri) bu hususu özellikle göz ardı edemezler. Aksine bir durumda bilimci olma özelliği zaten yitirilmiş demektir.
Balıkçılığın ilgi alanına giren yani hidrobiyoloji, balık bilimi, balıkçılık biyolojisi, deniz biyolojisi v.b. konularında gerek resmi kurum ve gerekse akademik kuruluşların bünyesinde görevli olan bireylerin özellikle doğanın işlevselliğini dikkate almaları ve bu düzene uygulamalarda ters düşmemeleri esas olmaktadır. Biyolojik bilimcinin asli görevi tüm insanlığın yararına olacak şekilde doğanın korunarak sürdürülebilmesine katkı sağlamaktır. Canlı doğanın kaynak yönetimi açısından yozlaştırılmasının önünü kesmektir.
Biyolojik bilimciler sorumluluk alanlarına giren konularında canlı doğanın işlevselliğine ve onun sürürülebilirliğine ters düşemezler ve ters düşmemeleri de gerekir. Biyolojik bilimciler için öncelik daima doğadadır.
Bu yüzeysel tanımlamayla bile örtüşmeyen kişiler hangi ekolden gelirlerse gelsinler veya hangi akademik kuruluşun mensubu olurlarsa olsunlar konularının bilimcisi olarak yorumlanamazlar. Daha açık bir ifade ile bir akademisyen bilimci tanımlaması için öngörülen hasletlerin herhangi birinden yoksun ise zaten bilimci olarak tanımlanamaz. Çünkü bilimci doğruyu arayan, evrensel düşünen ve doğaya karşı mutlak sorumluluğu olan kişidir. Öz olarak bilimci, bilimsel sonuçlarını çıkarsız olarak insanlığa sunan kişidir. Etik olan budur.
Bu nedenle mesleki etik veya sektörel etik hiç bir şekilde meslektaşını veya sektörünü korumak için değildir. Etik bir zümrenin değil sadece ve sadece toplumun yani insanlığın menfaatlerini korumak için vardır. Bu menfaatlerin temelinde yatan ana etmen ise doğanın insanlık yararına korunarak sürdürülebilirliğidir. Burada esas olan doğadır. Dikkate alınması gereken ana olgu ise doğa kanunlarının ta kendisidir. Fizik başta olmak üzere, maddeyi inceleyen kimya, canlıyı inceleyen biyoloji, gök cisimlerini inceleyen astronomi ve yerbilim doğa bilimlerinin alt dallarıdır. Bu nedenle doğa bilimlerinin bir alt dalı olan biyolojinin üyesi olan biyolojik bilimciler (örneğin; hidrobiyologlar, balıkçılık biyologları, veteriner hekimler, ziraat mühendisleri, su ürünleri mühendisleri) bu hususu özellikle göz ardı edemezler. Aksine bir durumda bilimci olma özelliği zaten yitirilmiş demektir.
Balıkçılığın ilgi alanına giren yani hidrobiyoloji, balık bilimi, balıkçılık biyolojisi, deniz biyolojisi v.b. konularında gerek resmi kurum ve gerekse akademik kuruluşların bünyesinde görevli olan bireylerin özellikle doğanın işlevselliğini dikkate almaları ve bu düzene uygulamalarda ters düşmemeleri esas olmaktadır. Biyolojik bilimcinin asli görevi tüm insanlığın yararına olacak şekilde doğanın korunarak sürdürülebilmesine katkı sağlamaktır. Canlı doğanın kaynak yönetimi açısından yozlaştırılmasının önünü kesmektir.
Biyolojik bilimciler sorumluluk alanlarına giren konularında canlı doğanın işlevselliğine ve onun sürürülebilirliğine ters düşemezler ve ters düşmemeleri de gerekir. Biyolojik bilimciler için öncelik daima doğadadır.
Duracağın yeri bilmek Nezih
Bilecik
Son birkaç yıldır bilim camiasından anlamaya çalıştığımız
ama bir türlü de anlamlandırmayı başaramadığımız görüşler yada söylemler
düşüyor medyaya. Deniz, balık, balıkçılık ve benzer konuların dışındakileri
fark etmiyoruz ama hayatımızın, faaliyetimizin ve mücadelemizin ana eksenini
ilgilendiren bu söylemlerden ciddi ölçülerde etkileniyoruz. Yukarıda
alıntıladığım bölüm Nezih hocanın son makalesinden. İzin almadan yazımın içine
aktardığım bu bölümde ki birkaç satırı bold
(kalın karakter ) yaptım. Umarım hocamı kızdırmam ve beni mazur görür. Amacım
her nekadar bir bilimci ile polemik yapmak olmasa da bu yazının sebebi olan
Cemal Saydam hocamızın söylediği bazı sözlere cevap vermek için tutunacağım
yegane dal yine bilim ve bilimcidir.
“DENİZ bilimci Prof. Dr. Cemal Saydam Marmara Denizi’nde ilk 25 metrede
hayat bulunduğuna dikkat çekerek “Daha sonrasında oksijen de yok hayatta yok.
Siz kıyıları doldurarak bu hayatı yok ediyor ekolojik dengeyi alt üst
ediyorsunuz. Tek iç deniziniz burası. Karadeniz ve Akdeniz gibi değil. Özel bir
deniz. Doldurduğunuzda denizdeki sirkülasyona ne tür etkiler ettiğinizi
incelediniz mi? Miting alanı denizi doldur, yol ihtiyacı denizi doldur, inşaat
alanı denizi doldur, Marmara’yı kapatmak mı niyetleri. Uzun vade planları
olmadığı gibi bu tür durumlarda da bilimsel bir araştırma yapmıyorlar. Ataköy
sahil Tekirdağ’a kadar balık üreme alanıdır. İlk 25 metre derinlikten sonra
hayat yok zaten. Bunun adı denizi hoyratça kullanmaktır” diye uyardı.”
Cemal SAYDAM Hürriyet
Konu Ataköy’de yapılacak olan dolgu üzerine Cemal Saydam
hocanın Marmara’ya ilişkin söyledikleri ve bu söylediklerinin sonucunda kendi
itibarına ve bizlerin verdiği mücadeleye yaptığı olumsuz etkidir. Leven Artüz
tarafından sistematiğe bağlanmış olan Marmara’da yaşam bitti söylemine Cemal
Saydam hoca da katılmış gözüküyor. Levent Artüz 5 metreden sonra hayat yok
derken Cemal hoca 25 metreden sonra yok diyor. Gerçeklikle uzaktan yakından
alakası olmayan bu söylemdeki ortak yanları nedir bunu bilemiyorum. Neden bı
kadar büyük risk alarak gerçek olmayan bu cümleleri uluorta ediyorlar bunu da
bilemiyorum. Bildiğim tek şey Marmara’da canlı yaşamının devam ettiği ama aşırı
avcılık, yasa dışı avcılık, plansız ve düzensiz avcılık nedeni ile stokların
bazı türlerde önemini yitirdiği bazı türlerde ise yitirmek üzere olduğudur.
Bunları neden söyledikleri üzerine spekülasyon yapmak yerine
söylediklerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bunu da “denie
çıkan” her kesin bildiği sıradan örneklerle yapacağım.
Armutlu Bozburun
hatının doğusu;
Bu bölge dip balıkları açısından hala en zengin
bölgelerimizden birisidir. Bölgenin tamamında 50 metreden daha derin sularda
Pembe Karides, Bakalyaro, Kocagöz İstavrit, Dülger, Patlakgöz Mercan, Camgöz, 6
yarıklı Camgöz, Domuz balığı, Lipsoz, Fener, Yabani Kalamar ( bilimsel adını
bilmiyorum biz Bülbülya diyoruz ) Kalamar senenin tümünde yaşamaktadır.
Yüzey sularının soğuyup balıkların termoklin tabakasının
altına indiği kış aylarında ise;
Bu listeye ilave olarak, Tekir, Sinarit, Çipura, İstavrit,
Lüfer, Kırlangıç, Dil, Pisi, kıi aylarında avlanmaktadır. Örneğin Gırgır
avcılığı yapan motorlar yasal ağ derinliklerini ihlal ederek 100-130 kulaç
arası ağlarla kışın dibe yapışık halde yaşayan İstavrit balığının avcılığı
yapmakta ve çok şikayetlere sebep olmaktadırlar. Yine İstanbul Adaları
eteklerine dayanan Akdeniz suyunda tüm kış boyunca uzatma ağları ile Lüfer ve
Sarı Kanat avcılığı yapılmaktadır. Ambarlıdan çıkıp ada arkasından geçerek
Pendik’e inen boru hattının bulunduğu 80-100 metre arasında ki güzergah tüm kış
boyuca gerek tür gerekse miktar olarak zengin bir yaşama sahiptir. Okuyucunun
bir çok türü atladığımı düşündüğünü tahmin etmek zor değil. Ben en yaygın olan
ve hemen hemen herkesin bildiği türlere değindim.
İstanbul Boğazından
Tekirdağ’a kadar olan saha;
Yukarıda saydığım türler birkaç eksiği ile burada da
varlığını ve yaşamını sürdürmekte yine tüm kış boyunca av vermektedirler. Aynen
Kuzey Doğu Marmara’da olduğu gibi, derinleştirilmiş ağlarla yılbaşından sonra
40-60 kulaç derinliklerde İstavrit avcılığı devam etmektedir. Yine Algarna ile
Karides avcılığına açık olan bu sahada ciddi sayılabilecek miktarlarda hedef
dışı av yapılmaktadır.
Gerek Leven Artüz’ün gerekse de Cemal hocanın Marmara’nın
derin sularında hayat yok iddiası içi boş bir söylemden başka bir şey değildir.
Cemal hoca herkesten iyi bilir ki
Marmara’da hayatın bitmesi için önce Akdeniz ve Karadeniz’de ki hayatın su kalitesi
nedeni ile bitmesi gerekir. Marmara denizi alttan Akdeniz suları ile beslenen
yüzeyden ise Karadeniz’den çok büyük miktarda su girişi olan bir denizdir. Akdeniz ve Karadeniz yaşadığı sürece Marmara
yaşamaya devam edecektir. Marmara’da ki türlerin stoklarının ekonomik
büyüklüğünün yitirilmesinin sebebi aşırı ve düzensiz avcılıktır ve adı bilimci
olan birinin dikkatleri başka (içi boş ) alanlara çekmeye hakkı yoktur.
Dolgu meselesine gelince. Şüphesiz aklı başında hiç kimse
acil ihtiyaçlar dışında deniz dolgusunu savunmaz savunamaz. Aynen Cemal hoca
gibi bende bu dolguya karşıyım fakat zaten daha önceden doldurularak kıyısı
kumsalı yok edilmiş bu bölgelerin rant merkezli eleştirilerine bilimin alet
edilmesine karşıyım.
Nezih hocayla
başladık Nezih hocayla bitirelim.
Nezih hoca Duracağın yeri bilmek başlığını atmıştı yazısına.
Ben de “Durduğun yeri bilmek” diye bitireyim.
Bilimin mi yanında mısınız yoksa siyasi polemiklerin mi?
Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin mi yanında mısınız yoksa
plansız ve aşırı avcılık için en geniş özgürlüğü talep edenlerin mi.
Bu söyledikleriniz en çok onların işine yarar.
Bizim değil.