7 Eylül 2019 Cumartesi

Derinlik yasağı kilit taşıdır.


“Kilit taşı: Köprü, kemer ve benzeri taş yapılarda dizilmiş taşların birbirine tutunmasını ve yapının çökmemesini sağlayan bir taştır.”

Arkadaşlar!

Ülkenin içinde bulunduğu kaotik durumu fırsat bilerek siyasi ilişkileri sayesinde ciddi ve tehlikeli bir hamle ile hem büyük uğraşlarla korumaya çalıştığımız kıyı ekosistemi hem de topyekun balıkçılık yönetimi büyük bir tehlikeyle yüz yüze. Bu söz konusu tehlike (aslında yükseltilmesi gereken) 24 metre gırgır avlanma derinliğinin 18 metreye düşürülmesi girişimi nedeniyledir.

Benim tereciye tere satmaya niyetim yok lakin bazı konuları hatırlatmakta fayda görüyorum.

Biz balıkçılar ve toplumun büyük bir bölümü kıyılardaki Trol avcılığına haklı olarak itiraz ederken aynı sahalarda (ağ mukavemetlerinin aşırı artması, donamdaki ilişken dip yapısında çalışmaya uygun donam değişiklikleri ve makine güçlerindeki büyük artış sayesinde) bir nevi yuvarlak Trol gibi çalışan Gırgır avcılığının yaptığı tahribatı uzun zaman fark edemedik. Ortalama 5 ton olan bir kurşun yakasını 1000 HP makine ve 25-30mm istinga halatı ile basarken aşağıda olanları uzun zaman fark edemedik. Navigasyon sistemlerindeki gelişme ve düşük hata payları sayesinde en büyük en çetrefilli taşlara bile ağ sarar hale geldi Gırgırlar. Bakanlığın yaptığı Hayalet Ağların Temizlenmesi projesine baktığınızda denizden çıkarılan ağların ezici büyük bir bölümünün Gırgır ve kısmen trol ağı olduğunu görürsünüz. Küçük bir oran olarak çıkan uzatma ağlarının sorumluluğu küçük balıkçıya yüklemeye çalışanlar ise ya küçük balıkçılığı hiç bilmemekte yada tanımamaktadırlar. Küçük balıkçı denizde ağ bırakmaz. Bizler başlıkları kopsa bile ağlarımızı denizde bırakmayız. İşin bı kısmını uzatmayayım. Merak edenlere bilahare anlatırız.

Küçük balıkçının kaderi dip balıklarına bağlıdır. Göç zamanı birkaç ay yapılan balıkçılık suların soğuması ile biter ve (özellikle Marmara’da) bizler artık kanal suyu altına inen balıkları avlayarak geçinmeye başlarız.

İyi de son 20 yıldır Gırgır ağları tarafından neredeyse bir süpürge gibi süpürülmüş ve bırakın taşları kekamoz, ilişken vb. kalmamış bir deniz tabanında yem durur mu? 

Yemin durmadığı yerde büyük balık olur mu?

Kışın uzatma atamaz ise uzatmacı neyle yaşar nasıl geçinir.

Taşta balık olmaz ise oltacı ne yapar. 

Mesele Gırgır avcısı ile rekabet yada ona düşmanlık meselesi değildir. Mesele bu avcılık sisteminin (esasen su üstü ve orta su balıklarının büyük ölçekli avcılığında kullanılmak üzere geliştirilmiş olmasına rağmen) dip balıklarını avlayacak şekilde modifiye edilmiş ve özellikle de Marmara denizinde büyük tahribata sebep olması meselesidir.

Mesele Marmara’da Trol avcılığı yasak iken başı kıyıda daha büyük tahribat yapan bir av aracının serbest kalması meselesidir. Trol’ün bile 3 mil yasağı var iken üstelik.

Şimdi gelelim işin en az bu anlattıklarım kadar önemli diğer boyutuna.

Geçmişte balıkçılık ile ilgili kararların nasıl alındığını bilen bilir burada tekrar anlatmaya gerek yok. Bu düzen yaklaşık 10 yıl önce büyük bir mücadelenin ardından değişmeye başladı. Balıkçılık kararlarında tek başına etkili olan bazı balıkçı grupları resmi otorite üzerindeki etkilerini yitirmeye başladılar. Geçmişte yaptıkları gibi kendi taleplerini kaleme alıp altına da 3-5 kooperatif ismi yazarak karar aldıramaz hale geldiler. Ülkenin içine girdi AB süreci ve tarihte ilk defa gerçekleşen küçük balıkçı sivil toplum işbirliği ile resmi balıkçılık otoritesi de rahatlayarak önemli adımlar attı.
Balık avlama boylarındaki düzenlemeler, koruma alanları, derinlik sınırlamaları ve benzer kararlar hep bu dönemin ve bu dönemdeki mücadelelerin sonucunda gerçekleşti.

Bütün bu mücadelenin sonucunda tarihte ilk defa küçük balıkçının varlığı kabul edildi ve adı kitaba yazıldı. Kitaba yazıldı dememin sebebi küçük balıkçının varlığının devlet tarafından kabul edilerek verilen mikro hibedir. Bu rakamların düşük olduğunu biliyorum. Lakin bu noktada parasal büyüklüğün bir önemi yok. Siz bakmayın günümüzde Geleneksel Balıkçılık savunucuların çoğalmasına. Daha 10 yıl önce bu lafı ettiğimizde bulunduğumuz her ortamda şeytan taşlanır gibi taşlandığımızı herkes bilir.

Şimdi hiç değilse bir adınız bir adımız var.

Kilit taşı.

Bu yazının başına koyduğum Kilit Taşının ve onun ne olduğu açıklamasının sebebini anlatayım.
Derinlik yasağı kıyı ekosistemini ve küçük ölçekli geleneksel balıkçılığın korunması mücadelesinin kilit taşıdır. Bir kemerden bir köprüden sadece o taşı çektiğinizde yapı bir anda nasıl yıkılırsa bunca yıldır verdiğimiz mücadele ve elde ettiğimiz küçük (ama çok kıymetli) kazanımlarda öyle yıkılacaktır.

Eğer derinlik sınırı düşürülürse sırasıyla koruma İzmit Körfezi, Adalar bölgesi ve Gemlik körfezi gırgır avcılığına tekrar açılacaktır. Ve kaynakların korunması konusunda Gırgır avcılarını etkileyen diğer kural ve sınırlamalar da bir bir yok olarak her şey başa saracaktır.
Biliyorum ki küçük balıkçının çok sorunu var. Hem de çok önemli sorunlar bunlar. Yasa dışı avcılık, devasa boyutlara ulaşmış amatör avcılık adı altında ticari balıkçılık yapanların haksız rekabeti, ekonomik ve sosyal sorunlar. Neredeyse saymakla bitmeyecek kadar sorunumuz var. Lakin eğer derinlik yasağını ve kıyı ekosistemini koruyamazsak bütün bu sorunlar anlamını yitirmeye başlayacak.

Çünkü ortada küçük ölçekli geleneksel balıkçı diye bir şey kalmayacak.

İşte bu nedenle kilit taşıdır derinlik yasağı.
İşte bu nedenle o taşın yerinden sökülmemesi için var gücümüzle mücadele etmeliyiz.
İşte bu nedenle şu anda bütün fikir ayrılıklarını, küskünlük ve kırgınlıkları bir kenara bırakmalıyız.

Hayat bize mücadele etmekten başka bir olanak bırakmıyor ve vakit gerçekten çok az.

Anibal’in dediği gibi;
Ya bir yol bulacağız yada bir yol açacağız.
Kenan

Resmi otoriteye küçük bir not düşmek istiyorum;
Balıkçılık yönetimi tarihinin en önemli reformundan böylesi bir gerekçeyle geri adım atarak balıkçılığı yönetmeye nasıl devam edeceksiniz. Mevcut durum “Reis böyle istiyor” diyerek izah edilebilecek bir durum değildir. Türkiye balıkçılığının yönetiminden sorumlu olan bir kurum yürütmenin başına gerçekleri (kelimenin tam anlamıyla gerçekleri) anlatarak bu kararın yanlış olduğunu anlatamıyorsa daha da ötesi anlatacak cesareti yoksa gelecekte balıkçılığı nasıl yönetileceklerini şimdiden düşünmeye başlamalıdırlar.

İstanbul ziyaretinde Sayın Bakanımıza söylediğim bir lafı burada tekrarlayarak bitireceğim.

Tarihe geçmek sizin elinizdedir.

Yaptıklarınızla yada yapmadıklarınız la …”



4 Eylül 2019 Çarşamba

Bir öteki küçük balıkçı ve bir öteki Garipçe




Rumeli Feneri ve Kavak arasında kalan en küçük yerleşim birimlerinden birisidir Garipçe köyü. Yaklaşık 500 civarı nüfusu olan ufak tefek işleri saymaz isek tek geçim kaynağı balıkçılık olan kelimenin gerçek anlamı ile bir kıyı topluluğu.
90 aktif balıkçısı yaklaşık 40 ruhsatlı balıkçı teknesi 120 ortaklı Su Ürünleri Kooperatifi ile tipik bir balıkçı köyü. Mahzun ve makus kaderine terk edilmiş garipler köyü.
İstanbul’un nüfusuna oranla en fazla balıkçı teknesi ve balıkçısı olmasına rağmen balıkçılık kıyı tesisi olmayan buna rağmen balıkçılık ekonomisini ve kültürünü yaşatmayı başarabilen tek köyü.
Bizlere ilk okullarda öğrettikleri bir şarkıda olduğu gibi.
“Orada bir köy var uzakta gitmesek de görmesek de bizi köyümüz” dediğimiz türden.

Bu köyde geçtiğimiz günlerde polisiye bazı olaylar yaşandı. Muhtarın arabası kurşunlandı. Kooperatif başkanı ise köyün balıkçılarını ve balıkçıların kullandığı kahve ve iskeleyi korumaya çalıştığı için tehdit ediliyor.

Bütün bunların sebebi yasa değişikliğinden önce köy ortak malı olan balıkçı kahvesinin ve önündeki iskelenin işgal edilerek restoran haline getirilmesine yaptığı itiraz ve hukuki mücadele.

Daha önce köy ortak malı olan kahve önün ağ bakımları yapılan alan yasa değişikliği ile köy ihtiyar heyetinin tasarrufundan çıkarılıyor ve ardından da “birileri tarafından” işgal edilerek restoran yapılıyor.

Şu an ne kayık bağlayacak yer ne oturulacak bir mekan ne de ağların yapılacağı bir alan var.

Balıkçılar teknelerini Rumeli Fenerine bırakmak zorunda kaldılar ve orada da limanın aşırı kalabalıklaşması nedeni ile sorun yaşıyorlar.

Ve yine Garipçe balıkçıları köylerinde oturacakları bir mekan kalmadığı için her gün belediye otobüsü ile oturmaya Rumeli Fenerine gidiyorlar.

Gelelim bu yazının amacına;

Bu yazının konusu bu hadisenin polisiye boyutu değil.

Bu yazı Garipçe köyü kooperatifini, onun başkanını ve balıkçılarını yalnız bırakmamam için bir çağrı amaçlıyor.

Bu yazı Garipçe’nin makus kaderini değiştirmek için bir çağrı amaçlıyor.

Bu çağrının muhatabı merkezi balıkçılık otoritesidir.

Bu çağrının adresi Ankara’dır.

Gelin Garipçe’nin kaderini değiştirelim.

Gelin yaşayan bir balıkçılık müzesi olarak Garipçe’nin gelecekte de var olmasının temellerini bu günden atalım.

Gelin köyün balıkçılık alt yapısının inşası için devletin bütün kurumlarını harekete geçirelim.

Gelin köyün tarihsel dokusuna uygun bir balıkçı barınağı yapıp Garipçe’li balıkçılara hediye edelim.

Her şeyden önemlisi onlara yalnız olmadıklarını hissettirelim.

Kenan KEDİKLİ