GELENEKSEL BALIKÇILIK KORUNMALIDIR
NEZİH BİLECİK
10 yıldır
sürekli yakınma içerisinde olan ülkemizin tüm balıkçı kesimlerindeki
hoşnutsuzluklar son üç yıldır tavan yapmış durumda. Büyük balıkçı da küçük
balıkçı da av verimliliği açısından gelinen noktadan yakınmakta. Bu neden böyle
oldu? Sektörden sorumlu merkezi otoritenin kaynak yönetimini bilimsel ve
disiplinli bir sistem üzerine oturtamamasını bir kenara bırakıp, avcılıkları
gerçekleştiren balıkçıların temel oluşumları açısından konuyu masaya yatırmak
ve bir analize tabi tutmak gerekli. Balıkçı, sucul ortamda bulunan her türlü
canlıyı çeşitli yöntemlerle avlayan bireylere verilen sıfattır. Balıkçılar
konumlarına, sahip oldukları altyapı donanımına göre amatör balıkçılar, küçük
ölçekli balıkçılar ve endüstriyel balıkçılar olarak yorumlanırlar. Amatör balıkçılık,
ticari amacı olmadan tamamen dinlenmek ve boş zamanı değerlendirmek gayesiyle
yapılan balık avcılığı olduğundan ve bunların stoklar üzerinde herhangi bir
etkisinin olmaması nedeniyle dikkate alınma konumları söz konusu değildir.
Ülkemizde ticari anlamda balıkçılık kıyı ve kıyı ötesi avcılıklarıyla
gerçekleştirilir. Kıyı balıkçılığı iki ayrı özellikli balıkçı kesimince
yapılır. Bunlar küçük ölçekli balıkçılar ile endüstriyel balıkçılardır. Küçük
ölçekli balıkçılar sadece kıyısal bölgede, endüstriyel balıkçılar ise hem
kıyısal hem de kıyı ötesi bölgelerde avcılık yaparlar.
Balıkçılık uygulama modelleri ve altyapıları
Küçük
ölçekli balıkçılık diğer tanımlamayla geleneksel veya mesleki balıkçılık
kıyıdan fazla uzaklaşmadan günü birlik mesafe içindeki av bölgesinde avlanıp
limana dönülme biçiminde yapılır. Bu avcılık modelinin en karakteristik
özellikleri tek başına veya 2-3 birey taşıyabilen 6-12 metre boylarında ve
10-40 HP gücünde teknelerle yapılmasıdır. Balık avcılığında geleneksel ağ
takımları egemendir. Bunlar yemli olta (parakete), yemsiz çapari, zoka, sade
ağ, fanyalı dip ağları, yüzey ağlarıdır. Küçük ölçekli olarak gerçekleştirilen
bu balık avcılığı düşük teknoloji, az sayıdaki personel nedeniyle “geçimlik”
olarak da yorumlanan bir balıkçılık uygulamasıdır. En belirgin dominant
karakteri ise buradaki sınıflamaya giren tekne sayısı ile balıkçı sayısının
fazlalığıdır. Denizlerimizde mesleki balıkçılık yapan tekne sayısı 15 bini
aşkın olup balıkçı sayısı ise 35 bin dolayındadır. Her ne kadar yapılan balık
avcılığının verimliliği “geçimlik” hüviyetinde ise de istihdam ettiği balıkçı
sayısı yoğundur. Bu özelliği onu sosyal açıdan son derece önemli kılar.
Geleneksel balıkçılıkta kullanılan tekneler ortalama 3.6 GRT ve 15 HP veya 11
kW’a sahiptir. Toplam denizel üretimin yaklaşık yüzde 10’u geleneksel
balıkçılıkla yapılmakta ve ortalama üretim ise yıllık 45 bin ton
dolaylarındadır
(*) . Buna
karşın avcılık yoluyla yapılan toplam denizel üretimin yüzde 90’ı endüstriyel
balıkçılıkla sağlanır. Endüstriyel balıkçılığın da ana ağırlığını pelajik
balıklar açısından gırgır, demersal (dip) balıkları açısından ise trol avcılığı
oluşturur.
Gırgır
balıkçılığı ile yüzey ve orta su balıkları avcılığı gerçekleştirilir. Bu grupta
yaklaşık 952 tekneden oluşan filonun yapısını; ana tekne, peş kayığı, taşıma
teknesi, Ege ve Akdeniz’de ise bunlara ek olarak ışık tekneleri oluşturur. Bir
gırgır takımı ortalama 200 GRT ve 1275 HP veya 937.5 kW’a sahiptir. Ortalama
insan gücü 13-15 bin dolayındadır. Gırgır tekneleri büyüklüğüne, donanım
özelliklerine ve gereksinimlere göre günü birlik av yapabilecekleri gibi,
haftalık veya daha uzun süreçli olarak av mahallerinde de faaliyetlerini
sürdürebilirler. Filonun avladığı ortalama ürün miktarı ise yıllık 330-350 bin
tondur. Diğer yandan 670 dolayındaki ve dip balıkları avcılığının yapıldığı
trol teknelerindeki ortalama groston ise 60 GRT ve 335 HP veya 246 kW’a
eşittir. İnsan gücü ise 3.500 kişiye yakındır. Denizde kalma süreleri de günü
birlik olabileceği gibi teknenin lojistik donanımına bağlı olarak haftalık da
olabilir. Trol tekneleri ile yapılan ortalama yıllık üretim ise 70 bin ton
dolaylarındadır.
Av bölgeleri itibarıyla genel değerlendirme
Türkiye’de
temel olarak hüküm süren avcılık kıyı balıkçılığı özelliğindedir. İstisnai
olarak kıyı ötesi avcılıklar da söz konusudur. Geçmişte kuzeybatı Karadeniz’de
yoğun olarak yapılan kalkan balığı avcılığı ile günümüzde Akdeniz’de yapılan
orkinos avcılıkları örnek olarak verilebilir. Gerek endüstriyel balıkçı gerekse
geleneksel balıkçı kıyı bölgesini ortaklaşa olarak kullanırlar. Konuyu
netleştirmek için ayrıntılara girmek gerekli. Kıyısal bölgeden kastedilen nedir?
Yazanın kişisel görüşü Marmara Denizi haricindeki kendi ulusal sularımız yani
altı deniz mili açığa kadar olan bölgedir. İstisnai durum ise Ege Denizi’nde
Yunan adalarından dolayı orta hatta kadar olan kısımdır. Özetle ulusal
sularımız ana kara ile açık denize doğru olan yaklaşık 11 km eninde olan
alandır. Bu bölgenin ilk yarısı yani 3 millik, diğer yaklaşımla yaklaşık 5.5
km’lik bölümü trol avcılığına karşı korumaya alınan bölgedir. Doğal olarak üç
milin dışında her balıkçı kesimi rahatlıkla av yapabilir. Üzerinde durulması
gereken husus kıyısal bölgenin ana kara ile açığa doğru olan üç millik yani 5.5
kilometrelik bölümüdür. Bu bölüm derinlik itibarıyla karmaşık bir yapı
gösterir. Bunun temel nedeni ülkesel çerçevede kıta sahanlığımızın genelde
olumsuz konumundan ileri gelmektedir. Bu nedenle bazı sığ derinliklere
(banklara) kıyıdan uzaklarda rastlanabileceği gibi bazen de ana karaya yakın
mesafelerde çukurlara (löngözlere) rastlanılmaktadır. Denizlerimiz kıta
sahanlığının homojen olmayan konumu üç millik mesafe içerisindeki alanda gırgırla
yapılan avcılıkları da tartışma konusu içerisine taşımaktadır. Özellikle sığ
sularda yapılan avcılıklara ağın derinliğinin denizin derinliğinden çok daha
fazla olması başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkar. Sığ sularda gırgır
ağları ile yapılan avcılıklar onu zararlı av faaliyeti konumuna düşürmektedir.
Nasıl mı, bir de ona bakalım!
Kıyıya yakın bölgelerin özel konumu
Denizlerin
her bölgesi, her derinliği, her noktasının yaşamsal bir önemi vardır. Fakat
kıyısal bölgelerin ayrıcalıklı olarak özellikle ilk 50 metre derinliği kapsayan
ortamın “özellikli yoğunluk” gösteren yapısı bulunmaktadır. Doğal olarak kıyıya
yakın bölgeler denizlerin en verimli bölgesini teşkil eder. Bu bölge denizlerde
yaşayan omurgasız hayvanlar ile bitkilerinin asli yaşam ortamıdır.
Omurgalılardan olan balıkların da özellikle dip balıklarının üreme göçü yaparak
yumurta döktükleri ve nesillerini devam ettirdiği diğer bir tanımlama ile adeta
bir doğumhane ortamıdır. Beri taraftan yavru balıkların ergin hale gelene kadar
kaldıkları ve besin deposu olarak kullandıkları yerdir. Deniz bilimi açısından
incelendiğinde tüm artı değerlerin bu ortamda yoğunlaştığı dikkati çeker. Ne
yazık ki insan-doğa ilişkileri çerçevesinde insanoğlu avcılık yoluyla bu ortamı
hoyratça kullanmaktadır. Onun bu tutumu denizlerin biyolojik yönden en zengin
kesimi için ileri düzeyde bir tehlike yaratmaktadır.
Kıyısal
bölge zenginliğinin sürdürülebilir konumda olmasını temin için endüstriyel
balıkçılığın asli özelliğini teşkil eden gırgır av filosunu kontrol altına
almak kaçınılmazdır. Bunun için hiç bir şekilde 3 mil ile ana kara arasında
kalan özellikle 50 metre ve daha sığ sularda deniz tabanına temas eden
derinlikteki gırgır ağlarının kullanılmaması gerekir. Çünkü sığ sularda derin
sulara uygun olan gırgır ağlarının kullanılması deniz tabanında yaşayan tüm
hayvansal ve bitkisel organizmalar topluluğunu yıpratmaktadır. Ayrıca sığ
sularda aşırı avcılık yapılarak stokların dengesini altüst edecek seviyede avlanma
yapılmaktadır. 50 metre ve daha sığ sularda gırgır teknelerinin av yapmasına
merkezi otorite tarafından mutlaka bir kısıtlama getirilmelidir. İlk 50 metre
derinliği kapsayan bölge sadece meslekigeleneksel balıkçılık yapan kesime
tahsis edilmelidir. Bunun temel nedenini şu şekilde belirtmek olasıdır.
Her ne
kadar mesleki balıkçılık yapan tekne sayısı ile mesleki balıkçılık yapanların
sayısal yoğunluğuna karşın bu grubun stoklar üzerinde oluşturduğu av baskısı
son derece kısıtlıdır. Haliyle onun bu özelliğinin balıkçılığın sürdürülebilirliği
üzerinde en küçük bir olumsuzluğu söz konusu değildir.
Türkiye
balıkçılığının kurtuluşu endüstriyel balıkçılığın disiplin altına alınmasında
yatmaktadır. Trol avcılığı kanunda öngörülen hususlar çerçevesinde yapılmalı ve
bu sağlanmalıdır. Gırgır avcılığında ise merkezi otorite iki hususu önemle
dikkate almalıdır. Türkiye balıkçılığını ayakta tutan en önemli özellik Atlantik
kökenli balıkların sularımıza giriş ve çıkışlarındaki yoğun av verişleridir.
Bunun nedeni ise palamut ve lüfer gibi balıkların Akdeniz’den Karadeniz’e
yaptıkları üreme ve beslenme içerikli göçleridir. Ne var ki endüstriyel balıkçı
filosunun yoğun av baskısı ve buna bağlı olarak avcılıklarda da görülen
düşüşler dikkat çekicidir. Özellikle lüfer avcılığında sergilenen tablo dramatikliğin
de ötesindedir. Atlantik kökenli balıklarda avlanma verimliliği ile bunun devamlılığını
sağlamak açısından Çanakkale Boğazı ile İstanbul Boğazı; ayrıca her iki boğazın
giriş ve çıkış ağızlarının belirlenmiş bir açıklığına kadar olan ortamları salt
endüstriyel gırgır filosunun avcılığına tamamen kapatılmalı ve bu ortamlar “balıkçılık
koruma bölgesi” ilan edilmelidir. Bunun haricinde ise tüm kıyılarımızda gırgır avcılığına
50 metre derinlik tahdidi konularak kıyı bölgesinin biyolojik zenginliği ve
onun devamlılığı güvenceye alınmalıdır. Gerek kıyısal bölgenin ve gerekse
geleneksel yani küçük ölçekli balıkçılık yapanların esenliğini sağlamak için
AB’nin Ortak Balıkçılık Politikası çerçevesinde konuya çeki düzen vermek
merkezi otoritenin görevidir.
Onur kırıcı yaptırımlar
Türkiye
insan kaynakları açısından zengindir. Ama ne yazık ki ülke bilimcilerinin,
bürokratlarının ve konu ilgilisi bireylerin görüşlerini, önerilerini ülke
yönetimleri olarak dikkate almama hastalığımız bulunmakta. Oysa benzer konular AB
tarafından önümüze konulduğunda ülke olarak bunları gözü kapalı uygulamaya koymak
rencide edici olmuyor mu? Bunun örneklerini balıkçılıkta yoğun bir şekilde
yaşıyoruz. En son ki somut örneklerinden biri dayatma ile Balıkçılık ve Su
Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıdır. Aslında AB’ye gereksinim duyulmayacak
kadar önemli olan bu konuda böyle bir yapılanmayı ülke olarak geçmişte göz ardı
etmemiz hiç bir şekilde mazur görülemez. Ama
bu
dayatmaların bazen faydası da olmuyor değil. Gönül arzu ediyor ki AB’nin Ortak Balıkçılık
Politikası’nın temel özellikleri de benimsenir ve kaynakların yönetimi
açısından ülke olarak düzlüğe çıkılır.
Nasıl mı?
Şimdi de bir ona bakalım;
Ortak
Balıkçılık Politikası’nın içerisinde yer alan bazı temel hususlar şu şekildedir.
“Stoklarla balıkçılık arasında bir denge kurulmasını sağlamak; balıkçıların
geçim kaynağını garanti altına almak; balık stoklarını koruyacak şekilde
sürdürülebilir balıkçılığı sağlamak için kapasite sınırlandırılmasına yönelmek
ve bunun içinde kapasite fazlası olan endüstriyel balıkçı tekne sayısını devlet
yardımı ile sınırlandırmak ve yeniden yerine konulmasını yasaklamak; balık
neslinin korunması için zarar verici avlanma şekillerini yasaklamak;
balıkçıların geleceğini garanti edebilmek için endüstri içindeki balıkçılık filolarının
balık tutma kapasitelerinin eldeki balık stoklarına uygun bir düzeye
indirilmesini sağlamak; küçük ölçekli balıkçılığı korumak ve geleceklerini
güvenceye almak” şeklinde özetlenebilir. Ülke balıkçılığındaki uygulamalarda en
belirgin sorun yakın kıyı sularında gırgır balıkçılarının derinlik sınırlaması
yapmadan, derin sular için kullanılması gereken çevirme ağları ile hem
hedefledikleri pelajik balıkları avlamanın yanı sıra küçük ölçekli balıkçıların
kullandıkları sahalardaki her çeşit balık türü üzerinde av baskısını
yoğunlaştırmalarıdır. Endüstriyel balıkçıların yüksekteknoloji, kıyı
balıkçılarının ise düşük teknoloji kullanmaları sonucu, tüm olumsuzluklar
tamamen mesleki balıkçılıkla yaşamını sürdüren bireylere olmaktadır.
Tüm
balıkçılık kesimleri açısından konuyu şu şekilde toparlamak olasıdır. Amatör
balık avcılığı da bir ruhsata bağlanmalı ve bununla ilgili olarak devlete
sembolik bir bedel ödeme konumunda olmalıdırlar. Trol avcılığı yasada öngörülen
şekilde uygulanmalıdır. Marmara Denizi ve Boğazlarında trol teknelerinde kati
olarak av takımlarının bulunmaması sağlanmalı ve bu konuda gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır. Denizlerimizde stoklar üzerinde yoğun av baskısı yaratan gırgır
avcılığı kesin olarak 50 metreden sığ sularda yapılmamalıdır. Gırgır tekneleri,
ağ derinliklerinin en az 3/4’ü derinlik ve daha derin sulara ağ dökebilirler
olmalı. Ege ve Akdeniz’de 50 metreye kadar olan sularda, ışığa yönelme
durumunda olan tüm canlı organizmaların varlığına ve yoğunluğuna olumsuzluk yaratmaması
açısından, 60 metre derinden daha sığ sularda gırgır teknelerinin ışıkla balık
avcılığı yapmaları söz konusu olmamalıdır. Ayrıca Marmara Denizi Boğazlarının
giriş-çıkış ağızlarını kapsayan ortamların güven verici bir mesafesi gırgır
balıkçılığına kapatılmalıdır.
Sonuç
itibarıyla, kıyısal bölge sığ sularının endüstriyel balıkçı filosunun av
baskısından arındırılmasıyla hem biyolojik kaynakların sürdürülebilirliğine hem
de geleneksel balıkçılığın kalkınmasına olanak sağlanmalıdır.
(*): Üretim ile ilgili olarak verilen rakamlar TÜİK’in Su
Ürünleri İstatistikleri (Fishery Statistics) 2010 yılı verilerinden derlenmiştir.
Yazarın notu: “Bu makale kendilerini geleneksel kıyı
balıkçılığını
yaşatmaya adayan balıkçı Kenan Kedikli ve balıkçının dostu
Halit
Konanç’a ithaf
edilmiştir.”