Yeni bir sezon başlarken
genellikle yapılan muhabbetler Lüfer, Palamut, İstavrit ve Hamsi üzerine döner.
Her sezon yeni bir umuttur ve temenniler de avcılık, hava koşulları ve kazançlar
ile sınırlı kalırdı. Uzun sayılabilecek
bir dönemdir bu durum değişti. Her ne kadar adet olduğu üzere geleneksel
tartışmalar yapılsa da, yasaklar, sürdürülebilirlik mücadelesi ve büyük
balıkçıların bu yeni durumlar üzerine yapması muhtemel hamleler etrafında
dönüyor artık yeni sezon tartışmaları. Kasıtlı kasıtsız yalan haberler
yayılıyor ortalığa. Bir gurup bir bölgede Başbakanla konuşulduğu derinlik yasağının kalkacağını yayarken bir
başka gurup Lüfer’de boy yasağının 18 santim olduğunu anlatıyor balıkçılara.
Kimisi inanmak istiyor seviniyor kimisi inanmak istemiyor kızıyor.
Sürdürülebilir balıkçılık için
mücadele yükseldikçe, küçük balıkçılar içinde başlayan “sucul kaynakların hakça
paylaşımı” tartışması büyükler içinde de dile gelmeye başladıkça gelenekler
alışkanlıklar ve adetler bir bir değişiyor.
Geçtiğimiz yılı hatırlarsınız,
resmi otoritenin aldığı bazı kararlar üzere sezon Endüstriyel Avcı guruplarının
oluşturduğu “yapay” bir gerilim ile başlamış ama kısa zamanda iyi geçen sezonun
da etkisi ile Genel Müdürlük ile “bir
kısım” Endüstriyel avcı gurubu arasında oluşan gerilim kısa zamanda
yumuşamıştı. Bütün bağırış çağırış kuvvetli bir Palamut avcılığı ve peşinden devam
eden yine kuvvetli Lüfer avı sayesinde Türk balıkçılığının bittiği haykıran, boğazda
Bakanın kararlar nedeni ile protesto eyleminde hakaret içerikli pankartlar
açanlar geçtiğimiz yıldan başlayarak duruşlarını ve söylemlerini değiştirmeye
başlamışlardır.
Stratejide önemli bir değişiklik
olmasa da taktiklerde değişikliğe gittiği görülen bu odaklar bu yıl sezon
açılışına ortamı germek yerine, siyasal ilişkileri ve “mağduriyet söylemini”
kullanarak bir kez daha uygulamalarda geriye dönüşü denediler. Sayın Başbakanın
Rize’de katıldığı törendeki markaj girişimleri her ne kadar boşa çıkmış gözükse
de “başbakanlığa konu ile ilgili bir dosya” vermek ve problemleri tekrar
konuşmak üzere bir söz alındığına dair ortalıkta bazı rivayetler dolaşması, bu
denemelerinden uzun bir dönem daha devam
edeceğini göstermektedir.
Ben şimdilik bu spekülasyonları
bir kenara bırakıp, geçtiğimiz yıl yapılan değişikleri ve yıl içindeki
sonuçları, bu değişikliklerin kuvvetli ve zayıf yanları ve yeni sezona dair
olası problemleri tartışmak istiyorum.
2013 Haziran Türk balıkçılık tarihinde yeni bir başlangıç
Hala bazı çevreler tarafından
Danışma Kurulunda ortaya konulan “yeni” perspektif ve hemen arkasından gelen
3/1 sayılı Tebliğ küçümsense de uygulamadaki bu değişiklikler Cumhuriyet Tarihi
boyunca resmi balıkçılık otoriteleri tarafından ortaya konmuş en ciddi duruş
değişikliği idi. Kendi taleplerini (çoğu zaman kişisel yada gurupsal) Türk
Balıkçısının ortak talepleri gibi Ankara’ya taşıyanların faaliyet alanları
daralmış, Resmi Otorite Bilim İnsanları ve diğer paydaşların da görüşlerini
uygulamalara yansıtmıştı. Danışma kurulunda yapılan feryat figanın arkasında
yatan temel neden bir devrin kapanıp yeni bir devrin başlamış olduğunu
görmeleriydi.Bence ; Son tebliğ milat
yapan en büyük özellik ise, sürdürülebilir balıkçılık ve avcılıkta adalet
arasında kurduğu bağ kadar balıkçılık yönetiminde paydaşlığın önemine yaptığı
sağlam vurguydu. Geleneksel kıyı balıkçıları ilk defa balıkçılık
politikalarının belirlenmesinde talepleri ve söyleyecekleri olduğunu ortaya
koymuş, Genel Müdürlük ise bu durumun meşruiyetini tescil etmişti.
Kesin olan bir şey vardı; Genel
Müdürlük henüz kuruluşunun birinci yılında elini taşın altına koymuş,
balıkçılık yönetiminde amacın sürdürülebilirlik ve kılavuzun bilim olacağını
açıkça ortaya koymuştu.
Son Danışma Kuruluna kadar
gelinen süreçte, her ne kadar sezon uzatmaları ve balık boyları konusunda sert
görünen (zaman zaman gerçekten sertleşen) mücadeleler yaşansa da dananın
kuyruğu “Derinlik yasakları ve gırgır avcılığına yasak sahalarda” koptu. Geleneksel
Kıyı balıkçısının ve örgütlerinin ısrarlı tutumu, Sivil Toplum Örgütlerinin
sabırlı ve kararlı duruşu ile tartışılmaya başlanan Türk Gırgır avcılığı ilk
defa kapsamlı bir şekilde gözler önüne serildi.
Kapalı kapılar ardında
sorunlarını çözmeye alışmış bu kesimler, sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi
veren ve balıkçılık gelirlerinde hakça
paylaşım talep eden sivil toplum unsurlarına ve küçük balıkçılara karşı aldıkları
çirkin tutumlar giderek Genel Müdürlük
bürokrasisine hatta Bakanımızın şahsına yönelmeye başlamıştı.
Balık boyu, ağ boyu, tekne boyu
yada benzer konular gibi esasen bu kesimi çok fazla rahatsız etmeyen (nasıl olsa
bir yolunu bulup halledebileceklerine dair sağlam inançları vardı) konular
yerini derinlik ve bölge yasaklarına bırakınca “Türk Endüstriyel avcısının
yanlış uygulamalar ve kontrolsüzlük palazlanmış kesimini” çıldırtmaya
yetmişti. Eğer olayları belli bir seviyede dikkat ile takip
etmişseniz en çok bağırıp çağıran ve saldırgan tavırlar sergileyenlerin ( birkaç lümpen unsur dışında)
aslında balıkçılık gelirlerinden en yüksek payı alanlar olduğunu ve bu kesimin
sezon verimliliği nasıl geçerse geçsin yüksek bir avcılık gelirini her yıl için
sağlamış olan kesimler olduğunu fark etmişinizdir.
İşte Genel Müdürlük elini taşın
altına koydu derken anlatmak istediğim tam olarak budur. Türk avcı filosu 1990'lardan itibaren yanlış uygulamalar ve kontrolsüzlük nedeni ile dikine
büyümüştür. Bu dikey büyümenin en doğal sonucu da kaçınılmaz olarak gelirlerde
dikey büyümesine sebep olmasıdır. Yatırım sermayesi, işletme sermayesi, avcılık
teknolojisi ve av kapasitesi olarak dikine büyüyen bu kesim kendi çıkarları doğrultusunda
balıkçılık rejimini ve ekonomisini tehlikeye sürüklemekten çekinmemektedir.
Balık pazarda yıllardır neredeyse
aynı fiyatlarla satılırken her türlü girdi artmaya devam etmiş, üstelik filonun
küçük bir azınlığı toplam avcılık içindeki gelirlerini artırmaya devam etmiştir. Bu mevcut durumda piramitin
tabanını oluşturan avcı filosunun ayakta kalmasını yüksek maliyetli kabzımallık
finansı ile sağlamaktadır. Balık spekülatörlerinden
sağlanan yüksek maliyetli bu kaynak sorunu
çözmemekte sadece kaçınılmaz sonu ertelemektedir.
1990 lı tılların sonunda ortaya
çıkan bu dikey büyüme balıkçılık rejimimizde 3 büyük kara delğin oluşmasına
sebep olmuştur. Bu karadeliklerden ikisi ihracat yapıyor ülkeye döviz
getiriyoruz maskesi ile kendini kamufle etmeyi başaran Orkinos avcılığı ve
semirticiliği sektörü ile balık unu ve yağı sektörüdür. Her iki sektörün
ayrıntılı tartışılması bu yazının amacı dışındadır. Bu konuda şimdiden söyleyebileceğim yegane şey, bu tartışıma
kaçınılmaz bir tartışmadır ve çok uzak bir zamana ertelenmesi mümkün değildir.
Balıkçılık rejimizde ki üçüncü
kara delik ise çağ dışı kabzımallık sistemidir. Filonun büyük bir bölümünü borç
stoku sayesinde elinde tutan neredeyse tam kontrol sahibi olan bu kesim tasfiye
edilmedikçe ne kayıt dışı ile başa çıkabiliriz ne de yasa dışı avcılıkla.
Bu gün içinde bulunduğumuz durumu
ve mücadelenin önümüzde ki günlerde karşılaşacağı sorunların kavranabilmesi
için yaşadıklarımızın bir kez daha altını çizmek zorunda kaldım.
Bu uzun giriş bölümü için sabırlı
okuyucuya teşekkür ederim.
İçinde bulunduğumuz sürecin kuvvetli ve zayıf yanları
Bu bölüme başlamadan bir tespitin
altını net bir şekilde çizmek ve mücadelenin geleceğine dair uyarıda bulunmak
istiyorum.
Sürdürülebilir balıkçılık
mücadelesinde son başlayan 6 yıllık dalga ve bu sürecin çetin geçen son 2 yılı
balıkçılık camiasında bölünmelere sebep olmuştur. İlk başlangıçta bir yanda
sürdürülebilir balıkçılıktan çıkarı olanlar ve savunucuları toplanırken öte yanda
mevcut sistemin korunmasından yana olanlar hatta var olan etkisiz korumacı
yasaların bile tasfiyesini savunanlar toplanmıştı. Endüstriyel avcı gurubu
içinde (şimdilik sayıları az olsa bile) durumun farkına varmaya başlayan ve yavaş
yavaş dillendiren balıkçı arkadaşların çıkmaya başladığını söylemek istiyorum.
Bu arkadaşların sayıları şimdilik az ve
sesleri yeterince yüksek çıkmıyor olabilir ama önemli olan yumurtanın
çatlamasıdır. Bu arkadaşlar sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde yakın bir gelecekte saflarını
açıkça ortaya koyacaklardır.
Uyarmak istediğim konu ise elde
edilen kısmı başarıların ve avcılık uygulamalarında yapılan memnuniyet verici
değişikliklerin kimseyi rahatlatmaması ve rehavete kapılmamız konusudur.
Sürdürülebilir balıkçılık
konusunda kesin kazanılmış mevzilere sahip değiliz. Yaklaşık 2.000.000.000
dolarlık bir Pazar ve bu Pazar üstüne hesabı olan tehlikeli ve güçlü gruplar
var. Hem unutmayın; biz İstanbulu Bizans’tan aldık, Bizans’ta ise oyun bitmez.
Sürecin Kuvvetli yanı
Balıkçılık yönetimimizin
“sürdürülebilir avcılık” konusunda aldığı her karar ve attığı her adım ortaya
çıkan yeni problemler ve bu problemlerin çözümleri konusunda yeterli donanımlara
sahip olup olmadığı konusunda çetin tartışmalara sebep olmaktadır.
Çoğu insan itiraz etse de Türk
Balıkçılık Yönetimi bir reform süreci içerisindedir ve Genel Müdürlük bu süreci yönetmektedir.
Genel Müdürlüğün ve Bakanlığın Sürecin arkasında durma konusunda verdiği
kararlı işaretler, kendi yok oluşlarını durdurmanın yolunun stokların
korunmasında yattığını fark eden Küçük Ölçekli Geleneksel Kıyı Balıkçıları, sürecin
sahiciliğine giderek daha fazla inanmaya başlayan ve sorunların çözümüne
bilimsel destek sağlama konusunda geçmişe göre daha istekli olan Akademik Cami
ve giderek daha sağlıklı koşullarda ve faaliyetlerini realize etmeye başlayan
Sivil Toplum Örgütleri bu sürecin hen en kuvvetli yanı hem de gerçek
güvencesidir.
Üstelik süreç bu güne kadar görülmemiş bir paydaşlık hukukunun
temellerinin atılmasına sebep olmuş, ticari balıkçılık ve sorunları konusunda
çekimser olan Amatör Balıkçı çevrelerini ve Çevreci orgütleri kendi manyetik
alanı etrafında toparlamaya başlamıştır.
Daha düne kadar Sivik Toplum Faaliyetini balıkçılık haklarının genişlemesi için
mücadele etmek ve sosyal faaliyetlerde bulunmak olarak algılayan Amatör Balıkçı
örgütleri Canlı Sucul Kaynakların Korunması faaliyetlerine ilgi duymaya
başlamış, bir kısım örgütler daha ileri giderek bu faaliyetlerin samimi
paydaşları olmaya başlamışlardır.
Ortak paydanın “Canlı sucul
kaynakların korunması” kabul eden bu çevreler arasındaki ilişkiler henüz gençlik
çağını yaşasalar da ileriye dönük ciddi potansiyele sahiptir.
Sürecin en kuvvetli yanlarından
birisi ise Siyaset Kadrolarının ikili ilişkiler nedeni ile geçmişte aldıkları
bazı tutumları terk etmeleri ve Balıkçılık Yönetiminin aldığı karalara müdehale
etmeme konusunda gösterdikleri olumlu tutumdur. Bu konu sürecin belki de en
önemli ayağıdır. Siyaset balıkçılığın yönetimine ve aldığı kararlara karışmama
konusundaki tutumunu devam ettirdiği sürece ufak tefek yol kazaları olsa da
sürecek hedefine doğru sağlıkla ilerleyecektir.
Sürecin Zayıf
Yanları;
Bir zincir en zayıf halkası kadar kuvvetlidir.Diğer halkalar
ne kadar kuvvetli olursa olsun taşıyamayacığı bir yükün altında kalan zayıf halka
koparak zincirin işlevsiz hale gelmesine sebep olacaktır.
İçinde bulunduğumuz bu sürecin en zayıf yanı ise denetim
konusundaki yetersizlık ve cezaların caydırıcı olmayışıdır. Sistem ceza
konusunda o kadar yetersizdir ki balıkçı kar zarar hesabı yaparak denizde av
operasyonu yapabilmektedir.
Denetim mekanizmamız yasal boşluklar, hukuki eksiklikler ve
denetim lojistiği (kadro ve mobilizasyon ) konusunda aşırı zayıftır. Bu konu
çoklu başlıklar altında ayrı ve uzun uzun tartışılması gereken bir konudur.
Marmara’da yasa dışı trol avcılığı engellenememekte, her üreme göçü mevsiminde
boğazda kurulu ağ dalyanlarında avlanan havyarlı palamut ve torikler aşikare
pazarlanmakta, av sezonu döneminde yasak sahalarda gırgır avcılı adeta alay
edercesine devam etmektedir.
İstanbul balık hali denetim ve yasa dışı balık ticaretinin
engellenebilmesi açısından işlevli bir hale getirilememekte, olay su ürünleri
kanunun ihlalinin de ötesine geçerek kriminal bir hal almaktadır.
Balıkçılık ve su ürünleri genel müdürlüğü hem kadro sayısı
açısından hemde mevcut örgütlenme modeli nedeni ile bu sürecin ihtiyaçlarına
cevap verecek durumda değildir.
Balıkçılık ve su ürünleri il müdürlükleri şeklinde
örgütlenmeden ve de taşra teşkilatlarının buna uygun yapılandırılması
sağlanmadan bu işin yürümesi zor gözükmektedir. Son iki yıldır insan üstü bir
çaba ile görev yapmaya çalışan (İstanbul’da bizzat şahidim) personel bu şekilde
görev yapmaya devam ederse mesleğine olan inancını ve güvenini yitirme
tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ne yazık ki bu görevli arkadaşlar sadece
maaşlarını hak etmenin manevi hazzı ile yetinir hale gelmişlerdir.
İçinde bulunduğumuz sürecin bir diğer zayıf yanı ise mevcut
Su Ürünleri Kanunun Sürdürülebilir Balıkçılık Yönetimi için yetersiz
yanlarıdır. 1971 yılında yayınlanan kanun çeşitli zamanlarda muhtelif
değişikliklerle yeniden yeniden düzenlemeye çalışılmış ama bu yamalı bohça hali ile “ne İsa’ya nede
Musa’ya” yaranamamaktadır.
Su ürünleri Kanunu Yasa Tasarısı artık kamu oyuna açılmalı,
yeterli bir bir tartışma süresinin ardın geçiktirilmeden komisyona
iletilmelidir.
Yeni yasanın işlevli bir hale gele bilmesi için görev ve
sorumluluk alanları yeniden ve gerçekçi bir şekilde düzenlenmeli, diğer kanunlar
ve kurumlarla çatışmalı noktalar hukuki
yeterliliği olan bir komisyon tarafından yeniden düzenlenmelidir.
Yetki karmaşası yasal alan tecavüzleri nedeni ile ne yazık ki
kanuna muhalefet eden eylemelerde bulunanlar cezalandırılmaz duruma
gelmişlerdir.
Su Ürünleri Kanuna muhalefet nedeni ile müsadere edilmiş bir
balıkçı gemisi Kabahatler kanunu kapsamında geri verilmekte, kesilen para
cezaları ilse iptal edilmektedir. Mevcut durum neredeyse yasa dışı balık
avcılığını kanun ile korur hale gelmiştir.
Kanun ihlallerinde el konulması gereken av araçları (gırgır
ağları ) lojistik yetersizlikler nedeni balıkçıya yeddi emin yapılmakta, kanuna
rağmen balıkçı bu av aracı ile avlanmaya devam etmektedir.
Evrensel Balıkçılık Yönetimi parametreleri Tebliğ
kapsamından çıkarılmalı yeni düzenleme ile kanun güvencesi altına alınmalıdır.
İstanbul Balık hali sorunu acilen çözülmeli, perakende satış
noktalarının su ürünleri kanunu kapsamınsa görevlendirilen belediyeler
tarafından denetlenebilmesi için gerekli hukuki ve idari düzenlemeler acilen
yapılmalı Genel Müdürlük personeli pazar, market ve balıkçı dükkanlarının
peşinde koşmaktan kurtarılarak asli görevlerine yoğunlaşmaları sağlanmalıdır.
Balık boyu, derinlik ve yasak saha denetimlerini işlevli
hale getiremezsek büyük bir sinerji yaratarak hepimizi motive eden bu süreç
heba edilebilir.
Sürecin önümüzdeki
dinamikleri ve olası sorunlar
Türk balıkçılığının 3 büyük kara deliği var. Orkinos
avcılığı ve semirticiliği, Balık Unu ve Yağı Sanayi ve Çağ dışı kabzımallık
sistemi. Bu kara deliklerden beslenenler filo içinde dikey büyümenin en üst
dilimini oluşturmakta ve avcılık gelirlerinde sezon nasıl giderse gitsin hatırı
sayılır bir dilimi kesmektedirler. Bu gün bu olgunun çıplak bir şekilde
görünmemesinin sebebi kayıt dışı avcılık ve sistemin şeffaf olmamasıdır. Reform
sürecinin başarısındaki en temel etkenlerden biri avcılık gelirlerinin adil
paylaşımının sağlanamamasıdır.
Mevcut sistem ile avcılıkta eşit olmayan bir rekabet ortamı
yaratılmıştır. Orkinos avcılığı semirticiliği ile balık unu ve yağı sanayinde
palazlanmış avcı filoları; öz kaynak kullanımı, üstün teknoloji ve aşırı
yüksek av kapasiteleri nedeni ile avcılık gelirlerinden adil olmayan çok büyük bir
pay almaktadır.
Üstelik bu kesimler mevcut durumun yarattığı dikey büyüme
sayesinde kendi pazarlama organizasyonlarını oluşturmuş, inşa ettikleri büyük
soğuk saklama tesisleri ile de kendilerini kabzımallık sisteminin mali
baskısından da kurtarmışlardır.
Bir yanda av sezonunun verimliliği ne düzeyde geçerse geçsin
yüksek karları garantilemiş filonun küçük
bir azınlığı diğer yanda ise kabzımallık rejiminin ağır baskısı altında av
yapan ve avladığı balığın Pazar değerinin
%20 sini ancak alabilen büyük çoğunluk. Bu mevcut durum ile avcılık rejimimizin
devam edemeyeceği her aklı selimin kabul edeceği bir gerçektir.
Mevcut durumun bir diğer sonucu ise içine düştükleri bu
durumu ve sebepleri bilince çıkaramayan endüstriyel avcı gurubunun tabanının bu haksız rekabetle baş edebilmenin yolunu bireysel
kurtuluşta aramaya çalışmasıdır. Sadece kabzımallık rejiminin devamı ve
karlılığını garanti altına almaktan başka bir işlevleri kalmayan bu gurupları
oluşturan takım sahipleri (önemli bir kısmı artık takımının tek sahibi bile
değilken) çözümü daha fazla av çabasında görmekte bu bakış açısı ile av
çabasını kısıtlayan her türlü korumacı girişime muhalefete yönlenmektedir.
Bu kesimler mevcut düzen içinde bir poker masası etrafında
toplanmış kumarbazlar görünümündedirler. Kendilerine her oyuncunun kazandığı
bir kumar oyununun olmadığını bir kişinin kazanma şansı olduğunu bu oyunda
kazanmanın bir mucize batmanın ise neredeyse garanti olduğu anlatıldığında “alacağınız
cevap “ya kazanan ben olursam”
olacaktır.
Oysa üzerine oynadıkları kamusal kaynaklardır. Bu oyun
sadece kendilerini ve geleceklerini değil adil ve güvenli gıda olarak canlı
kaynaklarımızın da yok oluşu ihtimalini içermektedir.
Şimdiden söyleyebiliriz ki, 2013-2014 sezonu sürdürülebilir
balıkçılık ve canlı sucul kaynakların hakça paylaşımı mücadelesinde yeni
pozisyonları ortaya koyacak bir süreç gibi gözüküyor. Yaklaşıl 2.000.000.000
dolarlık bir pazarda köşe başlarını kolayca bırakmayacaklarını ve yeni
senaryolar temelinde bu mücadeleyi değişik alanlara taşıyacaklarının
işaretlerini vermekteler. Bu yeni mücadele odaklarını yazının son bölümüne
bırakarak devam edelim.
Sürece direnen
odaklar ve yeni girişimleri
Sürece en büyük direnci gösteren odaklar İstanbul boğazı ve
etrafında konumlanmış olan avcı gurupları ile İstanbul balık halinde konuşlanmış komisyoncular dır. Daha
düne kadar balıkçılık gelirleri ve bu gelirler üzerindeki çıkarları nedeni ile
bir birleri ile çatışan mücadele eden guruplar birleşerek “sürdürebilir
balıkçılık uygulamalarına karşı direnmek ve yeni kurulacak olan balık halinin
işletmesini ele geçirmek” amacı ile işbirliklerine gitmektedirler. Kendi
aralarında çatışmasızlık ve her türden değişim talebine karşı direnç göstermeye
başlayan bu iş birliği eski hatalarından
ders çıkarmaya başlamış bir görüntü içerisindedir.
Bundan sonraki süreçte sürdürülebilir balıkçılık için mücadele
edenlerin karşısında daha örgütlü, daha profesyonel ve daha planlı bir güç
olacağı kesin gibi gözükmektedir. Bu güç bundan böyle kamusal alanda
kaybedeceği tartışmalar içerisine girmek yerine siyaset alanları ve bürokratik
zeminler içinde sıkı ve merkezi bir faaliyete hazırlanmaktadır.
Bu yeni süreçte geçmiş dönemin komik sözcülerinin
olmayacağını biliyoruz. Akademik camiadan ticari faaliyete geçmiş yeni yeni
kadrolar ve bu süreçte kendilerine sahip çıkacak siyaset üzerinde başkı
uygulamaya çalışacak “basın mensupları” ile karşılaşacağız.
Bu yeni koalisyonun ömrü muhtemelen mücadele ile
geçecek olan iki yıl olacaktır. Bu iki yıl ise temel iki çatışma noktasına
sahne olacak gibi gözüküyor. Bu çatışma noktalarından birincisi bu yıl içinde
parlamento gündemine geleceğini düşündüğümüz yeni “Su Ürünleri Kanunu” diğeri ise
Gürpınarda yapımı devam eden ve 2014 yılında bitmesi beklenen yeni balık hainin
işletilmesi konusudur.
Her iki çatışman noktasında da hem ahlaken hem de bilimsel
olarak haklı konumda olan bizleriz. Dolayısı ile bu mücadelenin sonucunda en
büyük faktör de biz olacağız. Burada kullandığım biz lafı bir dernek etrafında toplanmış olan gurubumuzu
değil; "balıkçı kooperatiflerinden Sivil Toplum Örgütlerine, Merkezi Balıkçılık
Otoritemiz den Akademisyenlere" kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu
tarife bizlere sempati ile bakan halkımızı ve basını da eklediğimizde
gerçek resim ortaya çıkacaktır.
2013-2014 sezonunun balıkçılık açısından verimli geçeceğine
dair çok işaret var, ben “sürdürülebilir balıkçılık
ve sucul kaynakların hakça paylaşımı” mücadelesi açısından da verimli bir
yıl geçireceğimize inanıyorum.