“Herkesin
paylaştığı yanlışlarla yetinmemizi istiyor, çünkü hiç olmazsa bunlar bizi araştırmaktan
alıkoyar”.
Pascal
Her sezon
başı tekrarlanan tartışmalar kısa bir süre gündemi etkiler ama gerçeklere
dayanmadığı için zaman içinde söner gider. Uzunca bir zamandır bizm ülkemizde
her endsütriyel avcılık sezonu başında deniz kirliliği üzerine yapılan
kampanyalar artık gelenekselleşöiştir dersek çokda haksız sayılmayız.
Belli
çevreler ve belli kişiler tarafından tekrarlanan bu girişim tamda kabak tadı
vermeye başladığında, bu konuda sivil toplum nezdinde gerçekler açığa çıkmaya
başadı dediğimiz bir zamanda oyun yeniden sahneye konmaya başlandı.
İçine
düştükleri rating sefaletinden kurtulmak için aynı senaryoyu farklı sahnelerde
farklı oyuncularla oynaya başlıyorlar.
Tamda ratingleri düşen bir dizi filmin senaryoya popülaritesi yüksek bir
şarkıyı oyuna dahil etmesine benzer bir şekilde yapıyorlar bunu.
Bizi
Türkiye balıkçılığının gerçeklerinden bu gerçeklerim sonucunda başlatılan
mücadelen uzaklaştırmak istiyorlar.
Bu
mücadeleye duyulan sempati ve oluşan desteğin kırılmasına bu mücadelenin ortaya
koyduğu değerlerin ve alınan sonuçların yok hükmünde sayılmasına uğraşıyorlar.
Daha düne
kadar birbirlerinin ve yaptıklarının aleyhine duruş sergileyenler bir
birlerinin aleyhine konuşanlar bu gün bir araya gelerek yeni bir izdivacın
temellerini atıyorlar.
Başkalarının
ilişkileri ve neden bir araya geldikleri neden işbirliği yaptıkları esasen
çokta umurumuzda değil. Bu ilişkinin mutlu sonla bitip bitmeyeceği gibi bir
süre sonra bu ilişkinin neden olacağı hüsran ve
ve hasar da umurumda değil açıkçası.
Benim
umurumda olan bu kirli oyunların ve şer ittifaklarının sürdürülebilir
balıkçılık mücadelesi ve geleneksel balıkçılığın korunmsaı konusunda oluşan
umutlara bu umutların yarattığı sinerjiye zarar verme potansiyelidir.
Bu kadar
uzun bir girizgahın peşinden yeter artık kimlerden bahsediyorsun dediğinizi
duyar gibiyim. Aslında sürecin tarafları yada yakın takipçileri neden ve
kimlerden bahsettiğimi hemen anlayacaklardır. Balıkçılık mücadelesinin içinde
bulunduğumuz bu son periyodunun artuk uzun sayılabilecek bir tarihi ve bu
tarihinden popüler aktörleri oluşmuş durumda.
Ben yine de
konu hakkında yetersiz bilgisi olanlara aktörlerden birinin ismini vereceğim
diğerinin ismini ise okuyucunun zekasına hatta araştırmacılığına bırakacağım.
Bu yazının konusu
bir kez daha ne yazık ki bir kez daha Levent Artüz ve ben bir kez daha bu şahıs
hakkında yazmak zorunda kalıyorum.
Babasından
devraldığı bir proje üzerinden gündem yaratmaya çalışan üstelik gündem yaratmak
için bırakın bilimsel ahlakı genel ahlak kurallarını bile hiçe sayan, gözümüzün
içine baka baka büyük bir özgüven ile yalan söyleyen Levent Artüz’den
bahsediyorum.
Bu arkadaş
yaklaşık 4 yıl önce sezon kampanyasının uzatılmasına karşı verdiğimiz
kampanyayı küçümseyerek hatta karşı çıkarak kendini gösterdi.
Bu
kampanyadan 1 yıl bile geçmeden FSD'nin Lüfer kampanyası başladı. Levent Artüz
önce basına kampanya aleyine demeçler verdi sonrada İstanbul merkezli
endüstriyel avcı gurubu ile işbirliği yaparak “sözde bir Lüfer araştırmasını”
birlikte gündeme alarak bakanlığın getireceği olası bir boy yasağını en az 5
yıl ertelemeye çalıştılar.
Aynı
dönemde biz bu araştırma projesine karşı çıkıp aleyhine konuşmaya başlayınca
Leven Artüz görüşme talep etti ve buluştuk. Bu görüşmede var olan Lüfer
araştırmalarını ret edip Lüfer’in 18 cm
boy erişiminde yumurtladığını savundu.
Yani Levent
Artüz İstanbul gırgırcıları ile güdümlü bir araştırma yapacaktı. Biz bir tek
koşulla projeyi destekleyeceğimizi belirttik. Araştırma sonuçlana kadar
(araştırma için verdikleri tarih en az 5
an fazla 10 yıl idi ) avlanma boyunun 24 cm çekilmesi gerektiği
konusunda açıklama yapmalarını araştırmanın sonuçlarına göre yeniden düzenleme
gerekirse destek olacağımızı beyan ettik.
Bütün
bunları anlatmakta bir amacım var elbet süreci ve olayları bilenler ne demek
istediğimi anlayacaklardır. Anlayanlar da anlamayanlara anlatır.
Gelelim Sn.
Artüz’ün dediklerine; aslında zırvalıklarına demek isterdim ama kamu oyu önünde
fikir beyan ediyoruz diye nezaketi elden bırakmak istemiyorum.
Sn. Artüz
araştırmanın geçen yılki ayağında Marmara’da 5 metreden sonra yaşam olmadığını
ve yaşayan balık türü sayısının 5 olduğunu iddia etmişti. Bu sene işi daha da
ileriye götürmüş 1.5 tür olduğunu iddia ediyor. Buçuk türün muhtemelen bilimsel
bir açıklaması vardır elbette muhtemelen ben cehaletimden bilmiyorum.
Bir başka
hoşluk ise sanayi işletmelerinin denizi kirletmediği iddiası, acaba bu
iddianın sebebi projenin bu yılki ayağına sponsor olan deniz kenarında kurulu
bir kimya fabrikası sebep olabilirmi? Hem nasıl oluyorda çevre ve deniz
kirliliği üzerine araştırma yapan biri deniz kenarında kurulu bir kimyasal
üretim tesisinden fon sağlayabiliyor.
Türkiyede
pek yaygın olmayan ama yurt dışında çevre mücadelesi arasında yaygın olan bir
terim vardır. Buna “Yeşil Yıkama” diyorlar.
Biz Artüz’ün
bir yıkama işi yapıp yapmadığını bilmiyoruz ama daha önce çevreci gurupları
mahkemeye veren bu işletmenin sponsorluğunu kabul etmenin “bilim” camiası
içinde nasıl karşılandığını elbette merak ediyoruz.
Ben şahsım
adına bu araştırma projesine adı bulaşan her kişinin bu konuda ki fikrini almak
ve paylaşmak konusunda kararlıyım.
Geçen Marmara
konusunda peş peşe iki olay yaşadık. Levent Artüz'ün popüler raporu ( sansasyon
yaratmaktan başka amacı olmadığı her halinden belli olan ve içinde bilimsel hiçbir
parametre olmayan) bir rapor ve bir TV kanalı aracılığı ile uyduruk bir ağır
metal raporu etrafında koparılmaya çalışılan fırtına.
Bu
fırtınanın rüzgarına kapılıp gündemden düşme korkusu ile hareket eden ve
sahnede rol kapmaya çalışan uvertürler.
Artüz’ün
açıklamalarına TUBİTAK MAM sert ve güncel değerler içeren bir açıklamayla cevap
verdi, balıkta ağır metal iddialarına ise İstanbul Üniversitesi raporu ile
gecikmeden cevap verildi. Ne yazık ki ülkemizde bu alanda ki hukuki boşluklar
nedeni ile bu konular yargıya taşınıp cezalandırılmaları mümkün olmuyor. Bu
tarz insanları ve kurumları ancak vicdanlarımızda yargılayıp mahkum
edebiliyoruz.
Benim esas
gelmek istediğim nokta ise bu gün Taraf gazetesinde çıkan haberin zamanlaması
ile ilgili. Bu haber proje ve sponsor kuruluşun lansmanı amaçlı bir haber
değil. Elbette bu konuyu araştırıp haberi yapan gazeteci arkadaştan haberin
öncesi ve gelişimini öğreniriz.
Hatta bu
konuda daha da iddialı bir söylemde bulunup bu konunun ısrarlı takipçisi
olacağımı şimdiden söyleyebilirim. Muhtemelen gazeteci arkadaşın bu haberi
yapması bir yönlendirme sonucu oldu. Bunu da öğreneceğimizden kimsenin şüphesi
olmasın.
Şimdi
gelelim esas konuya.
Marmara
tedricen de olsa bir temizlenme sürecine girmişken, her geçen yıl tür sayısı
artarken kim hangi nedenlerden dikkatleri başka bir noktaya üstelikle ucuz
yalanlarla savunulan bir noktaya çekmek ve dikkatleri dağıtmak ister. Uzun
yıllardır Marmara’da görülmeyen Sinarit, Çipura, Ahtapot, Kalamar, Kılıç Balığı ve hatta Orkinos içeriği girmeye
başlamışken bir insan neden itibarını şaibeli bir ismin peşine takıp tehlikeye
atar.
Ama Midye
mi dedin, bana bu konuda malzememi lazım dedin ?
Neyse ;
Ben yazıma
bir soruyla başladım ve bir başka soruyla bitirmek istiyorum.
Marmara giderek temizleniyor peki ya
siz?
Yoklukla boşluk doldurulmaz, yine olmayan şeylerle boşluk sandıkları bir alanı doldurma ve buradan nemalanma kokuları geliyor.
YanıtlaSil