Her balıkçılı yönetiminin bir merkezi balıkçılık politikası
vardır ve kaçınılmaz olarak bu politikanın tek bir hedefi olmalıdır. Bu hedef tüm denizlerde ve
iç sularda “Sürdürülebilir Balıkçılık” hedefidir. Bütün eleştirileri bir kenara bırakarak ben
mevcut balıkçılık yönetimimizin bu hedefi sahiplendiğini biliyorum. Lakin ülkemizdeki
devasa büyüklükteki balıkçılık sorunları ile başa çıkmak ve temel hedeften
sapmadan balıkçılığın yönetilebilmesinin mümkün olmadığını da görüyorum.
2010 yılından bu yana verilen mücadelelerin ve merkez
balıkçılık yönetiminin 1 ileri 2 geri yapmasının nedeni kişilerin kararları bu
kararların yanlışlığı değil tarihsel ve yapısal bozukluk nedeniyle mevcut yönetimlerde
hareketleri engelleyen prangalar haline gelmesidir.
Hareket etmiyor ve yürümüyorsanız ayağınızın bağlı olduğunu
fark etmezsiniz. Biz bu prangaları yürümeye başladığımız 2010 yılında fark
ettik. Elbette hemen ve ilk adımda değil ama ayaklarımızdaki zincirin kalaması
bittiğinde yürüme hızımız yavaşladı ve biz prangaları sürüklemeye çalışan
bireyler, örgütler ve kurumlar haline geldik.
O yıllarda başlayan mücadele çok şeyi değiştirdi. Mesela
neredeyse tüm toplantılarda balıkçılık sorunu olarak “deniz kirli ve filo küçük”
iddiasından başka (neredeyse) bir şey konuşulmazken yükselen mücadele ile
birlikte; aşırı avcılık, plansız avcılık, yasa dışı avcılık, başta olmak üzere
balıkçılığın içinde bulunduğu durumun sebepleri masaya gelmeye başladı. Ve yine
(benim açımdan en önemlisi) küçük ölçekli geleneksel balıkçının varlığı ve
korunmasının önemi bu yıllarda ortaya kondu ve ve zor mücadelelerle kabul ettirildi.
Geçmişte bizim balıkçı olmadığımızı amatör olduğumuzu iddia
edenler toplantılarda “benim peş botum sizin barınağınızdaki teknelerin
tamamını satın alır” diye bağıranlar bu varlığımızı kabul ediyorsa bunun tek
sebebi erilen mücadeledir.
Bu dönemi ve nereden nereye (en önemlisi) nasıl geldiğimizi
hatırlamak zorundayız. Ancak nasıl başardığımızı hatırlar ve o günlerde elde
ettiğimiz tecrübeyi geliştirirsek tekrar kazanabiliriz.
O sürecin en kısa özeti küçük balıkçının birlikte mücadelesi
ve amatör balıkçı forumlarının mücadeleye
verdikleri desteğin sayesinde kazandığımızdır.
İlk kazanımın hemen peşine gelen Greenpeace kampanyaları ve
Fikir Sahibi Damaklar’ın (evet birçok sorun yaşadık ama bu eylemlerinin önemini
azaltmıyor) Lüfer kampanyası tüm ülkenin önüne balıkçılık sorunlarının
büyüklüğünü ve önemini koyarak yürüdüğümüz yolun açılmasını sağlamıştı. Sözü
açılmışken hakkını yememek adına SAD SÜMDER ve WWF’i de anmamız gerekir. Bu
sivil toplum kuruluşları 2012 danışma kurulu öncesinde yayınladığımız deklarasyona
imza atarak mücadele bayrağının daha da
yukarı çekilmesini sağlamıştı. Ve isimlerini burada sayamayacağım bir çok
akademisyen yayınlanan deklarasyonu imzalamıştı.
Başlangıçta sadece fikirlerimiz vardı sonra eylemimiz geldi sonra da paydaşlarımızla birlikte fikirlerimizi bir maddi güce dönüştürdük.
Bu uzun girişin yani geçmiş
hatırlatmasının sebebi bir fikri güç ve eylemin inşası daveti içindir.
Bölgesel balıkçılık ve Bölgesel Danışma kurulu yolunda
bölgesel balıkçılık platformu inşasının önemi!
10 yılı aşkın bir süredir mücadele eden o toplantı senin bu
toplantı benim koşturan arkadaşlar iyi bilir. Biz bu toplantılara bölgemizden
30-40 sorun ile gider ve ancak 3-5 tanesini tartışarak dönerdik. Yine bu
toplantılarda elenerek ortaya çıkan sorunların ancak 10-15 tanesi balıkçılık
yönetiminin önüne konabilirdi. Yazının başında bahsettiğim “yapısal bozuklukların”
en önemlilerinden birisi budur. Bu sorunu aşmanın yolu ise bölgesel balıkçılık
yönetimidir. Sorunları lokalize etmemiz ve lokal sorunları lokal çözümlerle
aşmamız gerekiyor.
Eğer bu fikri zeminde anlaşabilirsek yapmamız gerek bir “Marmara
Balıkçılık Platformu” inşa etmektir. Bu platform, Marmara bölgesi
kooperatifleri birliği (bir kooperatif bölge birliğinden bahsetmiyorum) Marmara
denizinin gerçek sorumlu amatör balıkçıları ve örgütleri, Marmara denizinde
çalışan araştırmacılar ve akademisyenler, öznesi Marmara denizi olan Sivil
Toplum Örgütleri (ve grupları) ve Marmara denizi etrafında bulunan il ve
ilçelerin belediyelerinden oluşmalıdır.
Kolay ve hemen tamamlanabilecek bir projeden bahsetmiyorum
ama altından kalkamayacağımız bir öneride de bulunmuyorum. Biz son 10 senede
çok şey öğrendik. Yapmamız ve yapmamamız gereken şeyleri biliyoruz. Ve yine
biliyoruz ki bu ve benzer projelerin motor gücü küçük balıkçılar ve onların
örgütleridir. İşte başlayacağımız yer tam da burasıdır.
Seçimler ve kooperatif genel kurullarının tamamlanmasının
ardında Marmara denizinin balıkçı örgütleri bir araya gelerek önce kendi
platformları için adım atmalı ve hızla “Marmara denizi balıkçı kooperatifleri
platformunu” inşa ve ilan etmelidirler. Bu platformun açığa çıkaracağı enerji
kelimenin gerçek anlamıyla nükleer enerjinin benzeri olacaktır. İçinde
bulunduğumuz anda bagajımızda buluna güvensizlik ve kişisel sorunları bir
kenara bırakarak hızla işe koyulmalıyız.
Marmara gözümüzün içine baka baka ölüyor.
Balıkları ölüyor.
Kaçılmaz olarak bizde ölüyoruz.
Bu kader değil ve tüm bu yaşananların sorumlusu da biz küçük
balıkçılar değiliz.
Biz değiştirecek olanlarız.
Marmara denizini ve kendini kurtaracak olanlarız.
Balık yoksa balıkçıda yok.
Balıkçı yoksa kooperatifte yok.
Geçmişte birlikte başardık.
Tekrar başarabiliriz.
Rasgele
Kenan