30 Eylül 2013 Pazartesi

Kirli olan sadece Marmara’mı


“Herkesin paylaştığı yanlışlarla yetinmemizi istiyor, çünkü hiç olmazsa bunlar bizi araştırmaktan alıkoyar”.
                                                                                                                      Pascal
Her sezon başı tekrarlanan tartışmalar kısa bir süre gündemi etkiler ama gerçeklere dayanmadığı için zaman içinde söner gider. Uzunca bir zamandır bizm ülkemizde her endsütriyel avcılık sezonu başında deniz kirliliği üzerine yapılan kampanyalar artık gelenekselleşöiştir dersek çokda haksız sayılmayız.
Belli çevreler ve belli kişiler tarafından tekrarlanan bu girişim tamda kabak tadı vermeye başladığında, bu konuda sivil toplum nezdinde gerçekler açığa çıkmaya başadı dediğimiz bir zamanda oyun yeniden sahneye konmaya başlandı.

İçine düştükleri rating sefaletinden kurtulmak için aynı senaryoyu farklı sahnelerde farklı oyuncularla oynaya  başlıyorlar. Tamda ratingleri düşen bir dizi filmin senaryoya popülaritesi yüksek bir şarkıyı oyuna dahil etmesine benzer bir şekilde yapıyorlar bunu.
Bizi Türkiye balıkçılığının gerçeklerinden bu gerçeklerim sonucunda başlatılan mücadelen uzaklaştırmak istiyorlar.
Bu mücadeleye duyulan sempati ve oluşan desteğin kırılmasına bu mücadelenin ortaya koyduğu değerlerin ve alınan sonuçların yok hükmünde sayılmasına uğraşıyorlar.

Daha düne kadar birbirlerinin ve yaptıklarının aleyhine duruş sergileyenler bir birlerinin aleyhine konuşanlar bu gün bir araya gelerek yeni bir izdivacın temellerini atıyorlar.
Başkalarının ilişkileri ve neden bir araya geldikleri neden işbirliği yaptıkları esasen çokta umurumuzda değil. Bu ilişkinin mutlu sonla bitip bitmeyeceği gibi bir süre sonra bu ilişkinin neden olacağı hüsran ve  ve hasar da umurumda değil açıkçası.

Benim umurumda olan bu kirli oyunların ve şer ittifaklarının sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi ve geleneksel balıkçılığın korunmsaı konusunda oluşan umutlara bu umutların yarattığı sinerjiye zarar verme potansiyelidir.
Bu kadar uzun bir girizgahın peşinden yeter artık kimlerden bahsediyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Aslında sürecin tarafları yada yakın takipçileri neden ve kimlerden bahsettiğimi hemen anlayacaklardır. Balıkçılık mücadelesinin içinde bulunduğumuz bu son periyodunun artuk uzun sayılabilecek bir tarihi ve bu tarihinden popüler aktörleri oluşmuş durumda.

Ben yine de konu hakkında yetersiz bilgisi olanlara aktörlerden birinin ismini vereceğim diğerinin ismini ise okuyucunun zekasına hatta araştırmacılığına bırakacağım.
Bu yazının konusu bir kez daha ne yazık ki bir kez daha Levent Artüz ve ben bir kez daha bu şahıs hakkında yazmak zorunda kalıyorum.

Babasından devraldığı bir proje üzerinden gündem yaratmaya çalışan üstelik gündem yaratmak için bırakın bilimsel ahlakı genel ahlak kurallarını bile hiçe sayan, gözümüzün içine baka baka büyük bir özgüven ile yalan söyleyen Levent Artüz’den bahsediyorum.
Bu arkadaş yaklaşık 4 yıl önce sezon kampanyasının uzatılmasına karşı verdiğimiz kampanyayı küçümseyerek hatta karşı çıkarak kendini gösterdi.
Bu kampanyadan 1 yıl bile geçmeden FSD'nin Lüfer kampanyası başladı. Levent Artüz önce basına kampanya aleyine demeçler verdi sonrada İstanbul merkezli endüstriyel avcı gurubu ile işbirliği yaparak “sözde bir Lüfer araştırmasını” birlikte gündeme alarak bakanlığın getireceği olası bir boy yasağını en az 5 yıl ertelemeye çalıştılar.
Aynı dönemde biz bu araştırma projesine karşı çıkıp aleyhine konuşmaya başlayınca Leven Artüz görüşme talep etti ve buluştuk. Bu görüşmede var olan Lüfer araştırmalarını ret edip Lüfer’in 18 cm  boy erişiminde yumurtladığını savundu.

Yani Levent Artüz İstanbul gırgırcıları ile güdümlü bir araştırma yapacaktı. Biz bir tek koşulla projeyi destekleyeceğimizi belirttik. Araştırma sonuçlana kadar (araştırma için verdikleri tarih en az 5  an fazla 10 yıl idi ) avlanma boyunun 24 cm çekilmesi gerektiği konusunda açıklama yapmalarını araştırmanın sonuçlarına göre yeniden düzenleme gerekirse destek olacağımızı beyan ettik.

Bütün bunları anlatmakta bir amacım var elbet süreci ve olayları bilenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Anlayanlar da anlamayanlara anlatır.
Gelelim Sn. Artüz’ün dediklerine; aslında zırvalıklarına demek isterdim ama kamu oyu önünde fikir beyan ediyoruz diye nezaketi elden bırakmak istemiyorum.

Sn. Artüz araştırmanın geçen yılki ayağında Marmara’da 5 metreden sonra yaşam olmadığını ve yaşayan balık türü sayısının 5 olduğunu iddia etmişti. Bu sene işi daha da ileriye götürmüş 1.5 tür olduğunu iddia ediyor. Buçuk türün muhtemelen bilimsel bir açıklaması vardır elbette muhtemelen ben cehaletimden bilmiyorum.
Bir başka hoşluk ise sanayi işletmelerinin denizi kirletmediği iddiası, acaba bu iddianın sebebi projenin bu yılki ayağına sponsor olan deniz kenarında kurulu bir kimya fabrikası sebep olabilirmi? Hem nasıl oluyorda çevre ve deniz kirliliği üzerine araştırma yapan biri deniz kenarında kurulu bir kimyasal üretim tesisinden fon sağlayabiliyor.

Türkiyede pek yaygın olmayan ama yurt dışında çevre mücadelesi arasında yaygın olan bir terim vardır. Buna “Yeşil Yıkama” diyorlar.
Biz Artüz’ün bir yıkama işi yapıp yapmadığını bilmiyoruz ama daha önce çevreci gurupları mahkemeye veren bu işletmenin sponsorluğunu kabul etmenin “bilim” camiası içinde nasıl karşılandığını elbette merak ediyoruz.
Ben şahsım adına bu araştırma projesine adı bulaşan her kişinin bu konuda ki fikrini almak ve paylaşmak konusunda kararlıyım.

Geçen Marmara konusunda peş peşe iki olay yaşadık. Levent Artüz'ün popüler raporu ( sansasyon yaratmaktan başka amacı olmadığı her halinden belli olan ve içinde bilimsel hiçbir parametre olmayan) bir rapor ve bir TV kanalı aracılığı ile uyduruk bir ağır metal raporu etrafında koparılmaya çalışılan fırtına.
Bu fırtınanın rüzgarına kapılıp gündemden düşme korkusu ile hareket eden ve sahnede rol kapmaya çalışan uvertürler.

Artüz’ün açıklamalarına TUBİTAK MAM sert ve güncel değerler içeren bir açıklamayla cevap verdi, balıkta ağır metal iddialarına ise İstanbul Üniversitesi raporu ile gecikmeden cevap verildi. Ne yazık ki ülkemizde bu alanda ki hukuki boşluklar nedeni ile bu konular yargıya taşınıp cezalandırılmaları mümkün olmuyor. Bu tarz insanları ve kurumları ancak vicdanlarımızda yargılayıp mahkum edebiliyoruz.
Benim esas gelmek istediğim nokta ise bu gün Taraf gazetesinde çıkan haberin zamanlaması ile ilgili. Bu haber proje ve sponsor kuruluşun lansmanı amaçlı bir haber değil. Elbette bu konuyu araştırıp haberi yapan gazeteci arkadaştan haberin öncesi ve gelişimini öğreniriz.
Hatta bu konuda daha da iddialı bir söylemde bulunup bu konunun ısrarlı takipçisi olacağımı şimdiden söyleyebilirim. Muhtemelen gazeteci arkadaşın bu haberi yapması bir yönlendirme sonucu oldu. Bunu da öğreneceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.

Şimdi gelelim esas konuya.
Marmara tedricen de olsa bir temizlenme sürecine girmişken, her geçen yıl tür sayısı artarken kim hangi nedenlerden dikkatleri başka bir noktaya üstelikle ucuz yalanlarla savunulan bir noktaya çekmek ve dikkatleri dağıtmak ister. Uzun yıllardır Marmara’da görülmeyen Sinarit, Çipura, Ahtapot, Kalamar, Kılıç  Balığı ve hatta Orkinos içeriği girmeye başlamışken bir insan neden itibarını şaibeli bir ismin peşine takıp tehlikeye atar.

Ama Midye mi dedin, bana bu konuda malzememi lazım dedin ?

Neyse ;
Ben yazıma bir soruyla başladım ve bir başka soruyla bitirmek istiyorum.


Marmara giderek temizleniyor peki ya siz?

9 Eylül 2013 Pazartesi

Yeni balık hali; yeni umutlar ve tehlikeli gelişmeler


  Bilindiği üzere 2014 yılından  itibaren Kumkapı balık halinin kapatılması ve Gürpınar’da yapılan modern ve gerçekten ihtiyaç duyulan özelliklere sahip olan yeni Balık Halinin devreye alınması bekleniyor. Yapılan lansman toplantılarında ve yeni hal konusunda alınan bilgilere göre sürecin işleyişinde hiçbir terslik yok. Gerek balıkçılık yönetiminin ihtiyaçları gerekse hijyen koşulları açısından ve balık ticaretindeki kronik olumsuzlukları tasfiye etme potansiyeli açısından her türlü beklentiye cevap vereceğini şimdiden söyleyeceğimiz yeni bir balık halimiz olacak.

  Ama;
Bu hal konusunun bir aması var.Yapılan yarı resmi görüşmeler ve hal konusunda camiada dolaşan söylentilere göre yeni hal sistem oturana kadar Büyük Şehir Belediyesi tarafından işletilecek ve sistem oturduktan sonra da özelleştirilerek özel sektöre devredilecek.

  İşte camiada kaygı uyandırak nokta tam da burası. Halin işleticisine dair söylenenler umutla beklenen yeni hal hakkında şüphelerin temel kaynağı durumunda. “Yeni balık halinde komisyonculuk sistemi olmayacak ve mezat elektronik ortamda işletici tarafından yapılacak”. İlk bakışta cazip gibi gözüken bu önerme, işleticinin kim olacağı işaret edildiğinde bütün olumlu düşüncelerin, yeni halüzerine yeşeren umutların ortadan kaybolmasına  sebep oluyor.

  Hali kimin işleteceği konusu, balıkçılık sistemimizin dinamikleri ve balıkçılık ekonomisinin güncel gerçekleri göz önüne alındığında büyük bir tehlikeyi içinde barındırmaktadır. Bu tehlike, var olan sistemdeki ekonomik çarpıklığın yeni sistemde meşrulaşarak devamının garantı altına alınması anlamına gelebilir. Ekonomik olarak en güçlü olan kabzımal (kabzımallar) ekonomik olarak en güçlü olan (zaten uzun zamandır kabzımallık rejiminden kurtulup kendi balığını pazarlayanlar) balıkçılar ile birlikte yeni halin işletmecileri olur.

  Böyle bir yapının tüm avcı filosunun ekonomik çıkarlarını temsil edebileceğini söyleyebilirmiyiz? Balık ticaretinde ihtiyacımız olan rejim arz ve talebin dengelendiği, balık fiyatların tüketici ve üretici ortak paydasında belirlendiği rejimdir. Hem avcılık yapıp hem de balık unu-yağı sanayi sahibi olanların, hem ithalat hem avcılık yapanların ve avcılığın yanı sıra çiftlik sahibi olanların yeni balık halinin işleticisi olmaları durumunda ortaya çıkacak sonuçları tahmin etmek için her halde ekonomist veya sosyolog olmaya ihtiyaç yoktur.

Avrupa Birliği uyum sürecinin gerekleri doğrultusunda (bundan da önemli olan, balıkçılığımızın çıkarları ve geleceği açısından) hem balıkçılık politkalarında hemde balıkçılık yönetimi ve kurumlarında bir eşleştirmeye gittiğimiz her kesin malumu. Peki AB sistemi içinde balık pazara nasıl sürülüyor? Avrupada toptan balık satış noktalarında ki ilk satış üretici örgütlerinindir. Balık fiyatlarında tavan ve taban fiyat uygulaması vardır ve birincil satışı yapma hakkına sahip olan balıkçı örgütleri taban fiyatın altına düşen balığı pazardan çekecek hem mali hemde hukuki güce sahiptirler.

Balık halinin özelleştirilmesi demek günümüz dünyasında çok değerli bir gıda ve önemli bir ticaret metası olan deniz ürünlerini üreticininelinden alarak her türlü spekülasyonun batağına atmak demektir. Üstelik; zaten çetin bir yolda yürümekte olan Türk balıkçılık reformunun ihtiyaçları düşünüldüğünde böyle bir karar hem denizel kaynakların heba edilmesi hemde bu kaynaklar üzerinde faaliyet yapan avcı guruplarının imhası ile sonuçlanmasına sebep olur.

  Bu konuda ortalıkta dolaşan bir başka spekülasyon daha var. Ağırlıkla Gırgır avcıları olmak üzere bir gurup endüstriyel balıkçı tarafından kurulan “Üretici Birlikleri Merkez Birliğinin” yeni balık haline talip olması. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesinin sonuçları birinci ihtimalden daha vahim olacaktır. Türk balıkçılık rejimi korumacı politikaları hayata geçirmeye başlamış ve bu adımların sonucu olarakta çatışmalı bir sürece girilmiştir. Bu sürecin tarafları bellidir. Bir gurup balıkçı her türlü korumacı poltikaya ve bu doğrultuda alınan kararlara itiraz etmektedir. İşte yeni balık halinin işletilmesine talip olduğu söylenen üreticibirlik bu korumacı politikalara karşı çıkanların oluşturduğu bir balıkçı örgütüdür. Oysa Türk balık filosunun tartışmasız ve kıyaslanma çoğunluğunu temsi eden (üretici birlikleri kuranlar aynı zamanda bu örgütlerinde üyesidirler ) Su Ürünleri Kooperatifleri, Bölge Birlikleri ve Merkez birlik var iken yeni halın balıkçı azınlığını temsil eden bir guruba devredilmesi balıkçı caimamızı yeni bir çatışmaya ve kaosa sürükleyecektir. İhtiyacımız kaos ve çatışma değildir, ihtiyacımız olan şey balık ticaretimizin günün ihtiyaçlarına uygun bir şekilde (hukuki ve mali destek sağlanarak) devredilecek hallerin büyüklüklerine göre SURKOOP ve/veya bölge birliklerine devredilmesidir.

  Balıkçılığımız sırtında taşıdığı çağ dışı kabzımallık sisteminden kurtulmalı, üretici ve tüketici merkezli yeni bir model inşaa edilmelidir. Mevcut sistemden kurtulmanın yolu ise balık ticaretini balıkçı oligarklarına teslim etmek değildir.

Yapmamız gereken halleri gerekli düzenlemeler yapılarak balıkçıların gerçek örgütlerine devretmektir.

2 Eylül 2013 Pazartesi

2013-2014 av sezonu ve sürdürülebilir balıkçılık mücadelesine dair


Yeni bir sezon başlarken genellikle yapılan muhabbetler Lüfer, Palamut, İstavrit ve Hamsi üzerine döner. Her sezon yeni bir umuttur ve temenniler de avcılık, hava koşulları ve kazançlar ile sınırlı kalırdı.  Uzun sayılabilecek bir dönemdir bu durum değişti. Her ne kadar adet olduğu üzere geleneksel tartışmalar yapılsa da, yasaklar, sürdürülebilirlik mücadelesi ve büyük balıkçıların bu yeni durumlar üzerine yapması muhtemel hamleler etrafında dönüyor artık yeni sezon tartışmaları. Kasıtlı kasıtsız yalan haberler yayılıyor ortalığa. Bir gurup bir bölgede Başbakanla konuşulduğu  derinlik yasağının kalkacağını yayarken bir başka gurup Lüfer’de boy yasağının 18 santim olduğunu anlatıyor balıkçılara. Kimisi inanmak istiyor seviniyor kimisi inanmak istemiyor kızıyor.
Sürdürülebilir balıkçılık için mücadele yükseldikçe, küçük balıkçılar içinde başlayan “sucul kaynakların hakça paylaşımı” tartışması büyükler içinde de dile gelmeye başladıkça gelenekler alışkanlıklar ve adetler bir bir değişiyor.
Geçtiğimiz yılı hatırlarsınız, resmi otoritenin aldığı bazı kararlar üzere sezon Endüstriyel Avcı guruplarının oluşturduğu “yapay” bir gerilim ile başlamış ama kısa zamanda iyi geçen sezonun da etkisi ile  Genel Müdürlük ile “bir kısım” Endüstriyel avcı gurubu arasında oluşan gerilim kısa zamanda yumuşamıştı. Bütün bağırış çağırış kuvvetli bir Palamut avcılığı ve peşinden devam eden yine kuvvetli Lüfer avı sayesinde Türk balıkçılığının bittiği haykıran, boğazda Bakanın kararlar nedeni ile protesto eyleminde hakaret içerikli pankartlar açanlar geçtiğimiz yıldan başlayarak duruşlarını ve söylemlerini değiştirmeye başlamışlardır.
Stratejide önemli bir değişiklik olmasa da taktiklerde değişikliğe gittiği görülen bu odaklar bu yıl sezon açılışına ortamı germek yerine, siyasal ilişkileri ve “mağduriyet söylemini” kullanarak bir kez daha uygulamalarda geriye dönüşü denediler. Sayın Başbakanın Rize’de katıldığı törendeki markaj girişimleri her ne kadar boşa çıkmış gözükse de “başbakanlığa konu ile ilgili bir dosya” vermek ve problemleri tekrar konuşmak üzere bir söz alındığına dair ortalıkta bazı rivayetler dolaşması, bu denemelerinden uzun bir dönem  daha devam edeceğini göstermektedir.
Ben şimdilik bu spekülasyonları bir kenara bırakıp, geçtiğimiz yıl yapılan değişikleri ve yıl içindeki sonuçları, bu değişikliklerin kuvvetli ve zayıf yanları ve yeni sezona dair olası problemleri tartışmak istiyorum.

2013 Haziran Türk balıkçılık tarihinde yeni bir başlangıç

Hala bazı çevreler tarafından Danışma Kurulunda ortaya konulan “yeni” perspektif ve hemen arkasından gelen 3/1 sayılı Tebliğ küçümsense de uygulamadaki bu değişiklikler Cumhuriyet Tarihi boyunca resmi balıkçılık otoriteleri tarafından ortaya konmuş en ciddi duruş değişikliği idi. Kendi taleplerini (çoğu zaman kişisel yada gurupsal) Türk Balıkçısının ortak talepleri gibi Ankara’ya taşıyanların faaliyet alanları daralmış, Resmi Otorite Bilim İnsanları ve diğer paydaşların da görüşlerini uygulamalara yansıtmıştı. Danışma kurulunda yapılan feryat figanın arkasında yatan temel neden bir devrin kapanıp yeni bir devrin başlamış olduğunu görmeleriydi.Bence ;  Son tebliğ milat yapan en büyük özellik ise, sürdürülebilir balıkçılık ve avcılıkta adalet arasında kurduğu bağ kadar balıkçılık yönetiminde paydaşlığın önemine yaptığı sağlam vurguydu. Geleneksel kıyı balıkçıları ilk defa balıkçılık politikalarının belirlenmesinde talepleri ve söyleyecekleri olduğunu ortaya koymuş, Genel Müdürlük ise bu durumun meşruiyetini tescil etmişti.
Kesin olan bir şey vardı; Genel Müdürlük henüz kuruluşunun birinci yılında elini taşın altına koymuş, balıkçılık yönetiminde amacın sürdürülebilirlik ve kılavuzun bilim olacağını açıkça ortaya koymuştu.
Son Danışma Kuruluna kadar gelinen süreçte, her ne kadar sezon uzatmaları ve balık boyları konusunda sert görünen (zaman zaman gerçekten sertleşen) mücadeleler yaşansa da dananın kuyruğu “Derinlik yasakları ve gırgır avcılığına yasak sahalarda” koptu. Geleneksel Kıyı balıkçısının ve örgütlerinin ısrarlı tutumu, Sivil Toplum Örgütlerinin sabırlı ve kararlı duruşu ile tartışılmaya başlanan Türk Gırgır avcılığı ilk defa kapsamlı bir şekilde gözler önüne serildi.
Kapalı kapılar ardında sorunlarını çözmeye alışmış bu kesimler, sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi veren ve  balıkçılık gelirlerinde hakça paylaşım talep eden sivil toplum unsurlarına ve küçük balıkçılara karşı aldıkları çirkin tutumlar giderek  Genel Müdürlük bürokrasisine hatta Bakanımızın şahsına yönelmeye başlamıştı.
Balık boyu, ağ boyu, tekne boyu yada benzer konular gibi esasen bu kesimi çok fazla rahatsız etmeyen (nasıl olsa bir yolunu bulup halledebileceklerine dair sağlam inançları vardı) konular yerini derinlik ve bölge yasaklarına bırakınca “Türk Endüstriyel avcısının yanlış uygulamalar ve kontrolsüzlük palazlanmış kesimini” çıldırtmaya yetmişti.  Eğer  olayları belli bir seviyede dikkat ile takip etmişseniz en çok bağırıp çağıran ve saldırgan tavırlar sergileyenlerin ( birkaç lümpen unsur dışında) aslında balıkçılık gelirlerinden en yüksek payı alanlar olduğunu ve bu kesimin sezon verimliliği nasıl geçerse geçsin yüksek bir avcılık gelirini her yıl için sağlamış olan kesimler olduğunu fark etmişinizdir.
İşte Genel Müdürlük elini taşın altına koydu derken anlatmak istediğim tam olarak budur. Türk avcı filosu 1990'lardan itibaren yanlış uygulamalar ve kontrolsüzlük nedeni ile dikine büyümüştür. Bu dikey büyümenin en doğal sonucu da kaçınılmaz olarak gelirlerde dikey büyümesine sebep olmasıdır. Yatırım sermayesi, işletme sermayesi, avcılık teknolojisi ve av kapasitesi olarak dikine büyüyen  bu kesim kendi çıkarları doğrultusunda balıkçılık rejimini ve ekonomisini tehlikeye sürüklemekten çekinmemektedir.
Balık pazarda yıllardır neredeyse aynı fiyatlarla satılırken her türlü girdi artmaya devam etmiş, üstelik filonun küçük bir azınlığı toplam avcılık içindeki gelirlerini artırmaya  devam etmiştir. Bu mevcut durumda piramitin tabanını oluşturan avcı filosunun ayakta kalmasını yüksek maliyetli kabzımallık finansı ile sağlamaktadır.  Balık spekülatörlerinden sağlanan yüksek maliyetli bu kaynak sorunu  çözmemekte sadece kaçınılmaz sonu ertelemektedir.
1990 lı tılların sonunda ortaya çıkan bu dikey büyüme balıkçılık rejimimizde 3 büyük kara delğin oluşmasına sebep olmuştur. Bu karadeliklerden ikisi ihracat yapıyor ülkeye döviz getiriyoruz maskesi ile kendini kamufle etmeyi başaran Orkinos avcılığı ve semirticiliği sektörü ile balık unu ve yağı sektörüdür. Her iki sektörün ayrıntılı tartışılması bu yazının amacı dışındadır. Bu konuda şimdiden  söyleyebileceğim yegane şey, bu tartışıma kaçınılmaz bir tartışmadır ve çok uzak bir zamana ertelenmesi mümkün değildir.
Balıkçılık rejimizde ki üçüncü kara delik ise çağ dışı kabzımallık sistemidir. Filonun büyük bir bölümünü borç stoku sayesinde elinde tutan neredeyse tam kontrol sahibi olan bu kesim tasfiye edilmedikçe ne kayıt dışı ile başa çıkabiliriz ne de yasa dışı avcılıkla.
Bu gün içinde bulunduğumuz durumu ve mücadelenin önümüzde ki günlerde karşılaşacağı sorunların kavranabilmesi için yaşadıklarımızın bir kez daha altını çizmek zorunda kaldım.
Bu uzun giriş bölümü için sabırlı okuyucuya teşekkür ederim.

İçinde bulunduğumuz sürecin kuvvetli ve zayıf yanları

Bu bölüme başlamadan bir tespitin altını net bir şekilde çizmek ve mücadelenin geleceğine dair uyarıda bulunmak istiyorum.
Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde son başlayan 6 yıllık dalga ve bu sürecin çetin geçen son 2 yılı balıkçılık camiasında bölünmelere sebep olmuştur. İlk başlangıçta bir yanda sürdürülebilir balıkçılıktan çıkarı olanlar ve savunucuları toplanırken öte yanda mevcut sistemin korunmasından yana olanlar hatta var olan etkisiz korumacı yasaların bile tasfiyesini savunanlar toplanmıştı. Endüstriyel avcı gurubu içinde (şimdilik sayıları az olsa bile) durumun farkına varmaya başlayan ve yavaş yavaş dillendiren balıkçı arkadaşların çıkmaya başladığını söylemek istiyorum. Bu arkadaşların  sayıları şimdilik az ve sesleri yeterince yüksek çıkmıyor olabilir ama önemli olan yumurtanın çatlamasıdır. Bu arkadaşlar sürdürülebilir balıkçılık  mücadelesinde yakın bir gelecekte saflarını açıkça ortaya koyacaklardır.
Uyarmak istediğim konu ise elde edilen kısmı başarıların ve avcılık uygulamalarında yapılan memnuniyet verici değişikliklerin kimseyi rahatlatmaması ve rehavete kapılmamız konusudur.
Sürdürülebilir balıkçılık konusunda kesin kazanılmış mevzilere sahip değiliz. Yaklaşık 2.000.000.000 dolarlık bir Pazar ve bu Pazar üstüne hesabı olan tehlikeli ve güçlü gruplar var. Hem unutmayın; biz İstanbulu Bizans’tan aldık, Bizans’ta ise oyun bitmez.

Sürecin Kuvvetli yanı

Balıkçılık yönetimimizin “sürdürülebilir avcılık” konusunda aldığı her karar ve attığı her adım ortaya çıkan yeni problemler ve bu problemlerin çözümleri konusunda yeterli donanımlara sahip olup olmadığı konusunda çetin tartışmalara sebep olmaktadır.
Çoğu insan itiraz etse de Türk Balıkçılık Yönetimi bir reform süreci içerisindedir ve Genel Müdürlük bu süreci yönetmektedir. Genel Müdürlüğün ve Bakanlığın Sürecin arkasında durma konusunda verdiği kararlı işaretler, kendi yok oluşlarını durdurmanın yolunun stokların korunmasında yattığını fark eden Küçük Ölçekli Geleneksel Kıyı Balıkçıları, sürecin sahiciliğine giderek daha fazla inanmaya başlayan ve sorunların çözümüne bilimsel destek sağlama konusunda geçmişe göre daha istekli olan Akademik Cami ve giderek daha sağlıklı koşullarda ve faaliyetlerini realize etmeye başlayan Sivil Toplum Örgütleri bu sürecin hen en kuvvetli yanı hem de gerçek güvencesidir.
Üstelik süreç bu  güne kadar görülmemiş bir paydaşlık hukukunun temellerinin atılmasına sebep olmuş, ticari balıkçılık ve sorunları konusunda çekimser olan Amatör Balıkçı çevrelerini ve Çevreci orgütleri kendi manyetik alanı  etrafında toparlamaya başlamıştır. Daha düne kadar Sivik Toplum Faaliyetini balıkçılık haklarının genişlemesi için mücadele etmek ve sosyal faaliyetlerde bulunmak olarak algılayan Amatör Balıkçı örgütleri Canlı Sucul Kaynakların Korunması faaliyetlerine ilgi duymaya başlamış, bir kısım örgütler daha ileri giderek bu faaliyetlerin samimi paydaşları olmaya başlamışlardır.
Ortak paydanın “Canlı sucul kaynakların korunması” kabul eden bu çevreler arasındaki ilişkiler henüz gençlik çağını yaşasalar da ileriye dönük ciddi potansiyele sahiptir.
Sürecin en kuvvetli yanlarından birisi ise Siyaset Kadrolarının ikili ilişkiler nedeni ile geçmişte aldıkları bazı tutumları terk etmeleri ve Balıkçılık Yönetiminin aldığı karalara müdehale etmeme konusunda gösterdikleri olumlu tutumdur. Bu konu sürecin belki de en önemli ayağıdır. Siyaset balıkçılığın yönetimine ve aldığı kararlara karışmama konusundaki tutumunu devam ettirdiği sürece ufak tefek yol kazaları olsa da sürecek hedefine doğru sağlıkla ilerleyecektir.

Sürecin Zayıf Yanları;

Bir zincir en zayıf halkası kadar kuvvetlidir.Diğer halkalar ne kadar kuvvetli olursa olsun taşıyamayacığı bir yükün altında kalan zayıf halka koparak zincirin işlevsiz hale gelmesine sebep olacaktır.
İçinde bulunduğumuz bu sürecin en zayıf yanı ise denetim konusundaki yetersizlık ve cezaların caydırıcı olmayışıdır. Sistem ceza konusunda o kadar yetersizdir ki balıkçı kar zarar hesabı yaparak denizde av operasyonu yapabilmektedir.
Denetim mekanizmamız yasal boşluklar, hukuki eksiklikler ve denetim lojistiği (kadro ve mobilizasyon ) konusunda aşırı zayıftır. Bu konu çoklu başlıklar altında ayrı ve uzun uzun tartışılması gereken bir konudur. Marmara’da yasa dışı trol avcılığı engellenememekte, her üreme göçü mevsiminde boğazda kurulu ağ dalyanlarında avlanan havyarlı palamut ve torikler aşikare pazarlanmakta, av sezonu döneminde yasak sahalarda gırgır avcılı adeta alay edercesine devam etmektedir.
İstanbul balık hali denetim ve yasa dışı balık ticaretinin engellenebilmesi açısından işlevli bir hale getirilememekte, olay su ürünleri kanunun ihlalinin de ötesine geçerek kriminal bir hal almaktadır.
Balıkçılık ve su ürünleri genel müdürlüğü hem kadro sayısı açısından hemde mevcut örgütlenme modeli nedeni ile bu sürecin ihtiyaçlarına cevap verecek durumda değildir.
Balıkçılık ve su ürünleri il müdürlükleri şeklinde örgütlenmeden ve de taşra teşkilatlarının buna uygun yapılandırılması sağlanmadan bu işin yürümesi zor gözükmektedir. Son iki yıldır insan üstü bir çaba ile görev yapmaya çalışan (İstanbul’da bizzat şahidim) personel bu şekilde görev yapmaya devam ederse mesleğine olan inancını ve güvenini yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ne yazık ki bu görevli arkadaşlar sadece maaşlarını hak etmenin manevi hazzı ile yetinir hale gelmişlerdir.
İçinde bulunduğumuz sürecin bir diğer zayıf yanı ise mevcut Su Ürünleri Kanunun Sürdürülebilir Balıkçılık Yönetimi için yetersiz yanlarıdır. 1971 yılında yayınlanan kanun çeşitli zamanlarda muhtelif değişikliklerle yeniden yeniden düzenlemeye çalışılmış ama bu  yamalı bohça hali ile “ne İsa’ya nede Musa’ya” yaranamamaktadır.
Su ürünleri Kanunu Yasa Tasarısı artık kamu oyuna açılmalı, yeterli bir bir tartışma süresinin ardın geçiktirilmeden komisyona iletilmelidir.
Yeni yasanın işlevli bir hale gele bilmesi için görev ve sorumluluk alanları yeniden ve gerçekçi bir şekilde düzenlenmeli, diğer kanunlar ve kurumlarla çatışmalı  noktalar hukuki yeterliliği olan bir komisyon tarafından yeniden düzenlenmelidir.
Yetki karmaşası yasal alan tecavüzleri nedeni ile ne yazık ki kanuna muhalefet eden eylemelerde bulunanlar cezalandırılmaz duruma gelmişlerdir.
Su Ürünleri Kanuna muhalefet nedeni ile müsadere edilmiş bir balıkçı gemisi Kabahatler kanunu kapsamında geri verilmekte, kesilen para cezaları ilse iptal edilmektedir. Mevcut durum neredeyse yasa dışı balık avcılığını kanun ile korur hale gelmiştir.
Kanun ihlallerinde el konulması gereken av araçları (gırgır ağları ) lojistik yetersizlikler nedeni balıkçıya yeddi emin yapılmakta, kanuna rağmen balıkçı bu av aracı ile avlanmaya devam etmektedir.
Evrensel Balıkçılık Yönetimi parametreleri Tebliğ kapsamından çıkarılmalı yeni düzenleme ile kanun güvencesi altına alınmalıdır.
İstanbul Balık hali sorunu acilen çözülmeli, perakende satış noktalarının su ürünleri kanunu kapsamınsa görevlendirilen belediyeler tarafından denetlenebilmesi için gerekli hukuki ve idari düzenlemeler acilen yapılmalı Genel Müdürlük personeli pazar, market ve balıkçı dükkanlarının peşinde koşmaktan kurtarılarak asli görevlerine yoğunlaşmaları sağlanmalıdır.
Balık boyu, derinlik ve yasak saha denetimlerini işlevli hale getiremezsek büyük bir sinerji yaratarak hepimizi motive eden bu süreç heba edilebilir.


Sürecin önümüzdeki dinamikleri ve olası sorunlar

Türk balıkçılığının 3 büyük kara deliği var. Orkinos avcılığı ve semirticiliği, Balık Unu ve Yağı Sanayi ve Çağ dışı kabzımallık sistemi. Bu kara deliklerden beslenenler filo içinde dikey büyümenin en üst dilimini oluşturmakta ve avcılık gelirlerinde sezon nasıl giderse gitsin hatırı sayılır bir dilimi kesmektedirler. Bu gün bu olgunun çıplak bir şekilde görünmemesinin sebebi kayıt dışı avcılık ve sistemin şeffaf olmamasıdır. Reform sürecinin başarısındaki en temel etkenlerden biri avcılık gelirlerinin adil paylaşımının sağlanamamasıdır.
Mevcut sistem ile avcılıkta eşit olmayan bir rekabet ortamı yaratılmıştır. Orkinos avcılığı semirticiliği ile balık unu ve yağı sanayinde palazlanmış avcı filoları; öz kaynak kullanımı, üstün teknoloji ve aşırı yüksek av kapasiteleri nedeni ile avcılık gelirlerinden adil olmayan çok büyük bir pay almaktadır.
Üstelik bu kesimler mevcut durumun yarattığı dikey büyüme sayesinde kendi pazarlama organizasyonlarını oluşturmuş, inşa ettikleri büyük soğuk saklama tesisleri ile de kendilerini kabzımallık sisteminin mali baskısından da kurtarmışlardır.
Bir yanda av sezonunun verimliliği ne düzeyde geçerse geçsin yüksek karları  garantilemiş filonun küçük bir azınlığı diğer yanda ise kabzımallık rejiminin ağır baskısı altında av yapan ve avladığı balığın Pazar değerinin  %20 sini ancak alabilen büyük çoğunluk. Bu mevcut durum ile avcılık rejimimizin devam edemeyeceği her aklı selimin kabul edeceği bir gerçektir.
Mevcut durumun bir diğer sonucu ise içine düştükleri bu durumu ve sebepleri bilince çıkaramayan endüstriyel avcı gurubunun tabanının  bu haksız rekabetle baş edebilmenin yolunu bireysel kurtuluşta aramaya çalışmasıdır. Sadece kabzımallık rejiminin devamı ve karlılığını garanti altına almaktan başka bir işlevleri kalmayan bu gurupları oluşturan takım sahipleri (önemli bir kısmı artık takımının tek sahibi bile değilken) çözümü daha fazla av çabasında görmekte bu bakış açısı ile av çabasını kısıtlayan her türlü korumacı girişime muhalefete yönlenmektedir.
Bu kesimler mevcut düzen içinde bir poker masası etrafında toplanmış kumarbazlar görünümündedirler. Kendilerine her oyuncunun kazandığı bir kumar oyununun olmadığını bir kişinin kazanma şansı olduğunu bu oyunda kazanmanın bir mucize batmanın ise neredeyse garanti olduğu anlatıldığında “alacağınız cevap “ya kazanan ben olursam” olacaktır.
Oysa üzerine oynadıkları kamusal kaynaklardır. Bu oyun sadece kendilerini ve geleceklerini değil adil ve güvenli gıda olarak canlı kaynaklarımızın da yok oluşu ihtimalini içermektedir.
Şimdiden söyleyebiliriz ki, 2013-2014 sezonu sürdürülebilir balıkçılık ve canlı sucul kaynakların hakça paylaşımı mücadelesinde yeni pozisyonları ortaya koyacak bir süreç gibi gözüküyor. Yaklaşıl 2.000.000.000 dolarlık bir pazarda köşe başlarını kolayca bırakmayacaklarını ve yeni senaryolar temelinde bu mücadeleyi değişik alanlara taşıyacaklarının işaretlerini vermekteler. Bu yeni mücadele odaklarını yazının son bölümüne bırakarak devam edelim.

Sürece direnen odaklar ve yeni girişimleri

Sürece en büyük direnci gösteren odaklar İstanbul boğazı ve etrafında konumlanmış olan avcı gurupları ile İstanbul  balık halinde konuşlanmış komisyoncular dır. Daha düne kadar balıkçılık gelirleri ve bu gelirler üzerindeki çıkarları nedeni ile bir birleri ile çatışan mücadele eden guruplar birleşerek “sürdürebilir balıkçılık uygulamalarına karşı direnmek ve yeni kurulacak olan balık halinin işletmesini ele geçirmek” amacı ile işbirliklerine gitmektedirler. Kendi aralarında çatışmasızlık ve her türden değişim talebine karşı direnç göstermeye başlayan bu iş birliği eski hatalarından  ders çıkarmaya başlamış bir görüntü içerisindedir.
Bundan sonraki süreçte sürdürülebilir balıkçılık için mücadele edenlerin karşısında daha örgütlü, daha profesyonel ve daha planlı bir güç olacağı kesin gibi gözükmektedir. Bu güç bundan böyle kamusal alanda kaybedeceği tartışmalar içerisine girmek yerine siyaset alanları ve bürokratik zeminler içinde sıkı ve merkezi bir faaliyete hazırlanmaktadır.
Bu yeni süreçte geçmiş dönemin komik sözcülerinin olmayacağını biliyoruz. Akademik camiadan ticari faaliyete geçmiş yeni yeni kadrolar ve bu süreçte kendilerine sahip çıkacak siyaset üzerinde başkı uygulamaya çalışacak “basın mensupları” ile karşılaşacağız.
Bu yeni koalisyonun ömrü muhtemelen mücadele ile geçecek olan iki yıl olacaktır. Bu iki yıl ise temel iki çatışma noktasına sahne olacak gibi gözüküyor. Bu çatışma noktalarından birincisi bu yıl içinde parlamento gündemine geleceğini düşündüğümüz yeni “Su Ürünleri Kanunu” diğeri ise Gürpınarda yapımı devam eden ve 2014 yılında bitmesi beklenen yeni balık hainin işletilmesi konusudur.
Her iki çatışman noktasında da hem ahlaken hem de bilimsel olarak haklı konumda olan bizleriz. Dolayısı ile bu mücadelenin sonucunda en büyük faktör de biz olacağız. Burada kullandığım biz lafı  bir dernek etrafında toplanmış olan gurubumuzu değil; "balıkçı kooperatiflerinden Sivil Toplum Örgütlerine, Merkezi Balıkçılık Otoritemiz den Akademisyenlere" kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu tarife bizlere sempati ile bakan halkımızı ve basını da eklediğimizde gerçek resim ortaya çıkacaktır.

2013-2014 sezonunun balıkçılık açısından verimli geçeceğine dair çok işaret var, ben  “sürdürülebilir balıkçılık ve sucul kaynakların hakça paylaşımı” mücadelesi açısından da verimli bir yıl geçireceğimize inanıyorum.

26 Mayıs 2013 Pazar

Sorumlu balıkçılık ilkeleri nedir? FAG



Balıkçılık (bunun içinde avlama, işleme, yönetim ve balık stokunun pazarlanması bulunuyor) ve sucul tarım (kültür balıkçılığı) tüm dünya insanları için önemli bir gıda, istihdam, gelir kaynağı olmuştur. Milyonlarca insan geçim yolu balığa dayanır. Balık stokları gelecek nesillere aktarılacaksa, balıkçılıkla ilgili herkes dünya balıkçılığını korumak ve iyi yönetmek için gayret göstermelidir.
Bu gerçeği göz önünde bulundurarak, 170'ten fazla üyesi bulunan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 1995 yılında Sorumlu Balıkçılık İlkeleri'ni uygulamaya koydu. Bu ilkeleri uygulama mecburiyetten ziyade gönüllük esasına dayandı ve iç deniz, okyanus fark etmeden balıkçılık ve sucul tarımla uğraşan, ilgilenen herkese ulaşmayı hedefledi. İlkeler gönüllülük esasına dayandığı için, balıkçılık sektöründe çalışanların bu prensiplere ve amaçlarına bağlılık göstermesi ve onları uygulamak için pratik yöntemler üretmesi gerekiyor.
Prensiplerden, amaç ve eylem maddelerinden oluşan Sorumlu Balıkçılık İlkeleri iki yıldan fazla süren bir çalışmanın ürünü. FAO temsilcileri, resmi örgütler, balıkçılık sektörü ve sivil toplum kuruluşları uzun ve meşakkatli bir çalışma sonunda ilkeleri ortaya çıkardı. Dolayısıyla bu ilkeler pek çok farklı grubun ortak çalışmasının ürünü. Bu açıdan ilkeler küresel bir uzlaşmayı ve balıkçılık ve sucul tarım meselelerinde geniş bir anlaşmayı temsil ediyor.
Hükümetler balıkçılık sektörü ve balıkçılarla işbirliği içinde bu ilkeleri uygulamaya koyma sorumluluğunu taşır. FAO'nun rolü ise bu çabaya teknik destek vermektir. Ancak uygulama ile ilgili doğrudan bir sorumluluğu yoktur, çünkü FAO'nun ulusal politikalar geliştirmek ve uygulamak gibi bir sorumluluğu yoktur.
İlkeler en etkin şekilde yerel hükümetlerin onları ulusal politika ve kanunlara adapte etmesiyle uygulamaya konulacaktır. Hükümetlerin ilkelerin hukuki ve siyasi olarak uygulanması konusunda destek sağlayabilmesi için sektöre ve diğer ilgili gruplara danışması ve onların rızasını sağlamalıdır. Ek olarak, hükümetler balıkçıları ve sektörü ilkelerle doğru orantılı ve onun amaç ve niyetlerini destekleyecek uygulamalar yapmaya teşvik etmelidir. Bu uygulamalar ilkelerin hayata geçirilebilmesi için bir başka önemli yoldur.
BU kitapçığın amaçı Sorumlu Balıkçılık İlkeleri'nin önemli noktalarını teknik detaylardan arındırılmış bir şekilde tarif etmektir. Öyle umuyoruz ki, bu bilgiler ilkelerin amaç ve niyetleri konusunda insanları aydınlatacak ve onları büyük veya küçük, doğal ya da sucul tarım balıkçılığı ile uğraşıyor olsun bu ilkeleri uygulamak konusunda cesaretlendirecektir. BU kitapçık Sorumlu Balıkçılık İlkeleri'nin yerine geçmemekle birlikte onunla ilgili daha fazla bilgi vermeye çalışmaktadır.

Arka plan

Gelecek nesiller için olabilecek en iyi balık stokunu sağlayabilmek için Sorumlu Balıkçılık İlkeleri ülkeleri ve balıkçılık ve sucul tarımla ilgilenen herkesi balık kaynakları ve yaşam alanlarını korumak için iş birliği yapmaya çağırıyor. Balıkçılıkla uğraşan herkes, balık stoklarını bugün ve gelecekte makul bir av sağlayacak seviyede tutmak ya da o seviyeye doğru iyileştirmek için gayret göstermelidir. Maksimum sürdürülebilir mahsul kavramı bu miktarı tanımlamak için sıklıkla kullanılır. Bu bir ülkenin balıkçılığının ve ilgili politikalarının, kaynakların korunması, devamlı gıda arzının sağlanması ve balıkçı toplumundaki yoksulluğun azaltılması gerekçeleriyle, uzun vadede balık stoklarının sürdürülebilirliği çerçevesinde oluşturulmalıdır.
Öyleyse, Sorumlu Balıkçılık İlkeleri'nin esas amacı ülkelere bu hedefe uygun politikalar geliştirmelerinde yardımcı olmaktır.
İyi balıkçılık politikalarının geliştirilmesi için finansal kaynak, kabiliyet ve deneyim gerektiği bilinen bir gerçek. Bunlar gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerde ve özellikle küçük ada ülkelerinde bulunmayabilir. İlkeler FAO gibi uluslararası örgütleri bu ülkeleri ulusal kapasitelerini artırmaları konusunda desteklemek için teşvik ediyor.
İlkeler balıkçılığı sorumlu bir şekilde nasıl yönetilmesi gerektiğini tanımlar ve avcılığın nasıl yapılması gerektiğini açıklar. Ardından sucul tarımın geliştirilmesine, balıkçılıkla ilgili diğer kıyı aktivitelerine ve avın işlenmesi ve satılmasına değinir. İlkeler ülkelerin balıkçılıkla ilgili her konuda iş birliği yapmasının önemine de dikkat çeker.

Balıkçılık Yönetimi

Sorumlu Balıkçılık İlkeleri balıkçılığın yönetilebilmesi için ülkelerin açık ve iyi organize olmuş politikalara sahip olması gerektiğini savunur. BU politikaların balıkçılık endüstrisi, balıkçılar, işçiler ve çevre örgütleri dahil balıkçılıkla ilgilenen her grupla iş birliği içinde oluşturulması gerekir.
Balıkçılığın korunması ve yönetilmesi konusunda ülkeler arasında iş birliği yapılması gerekir çünkü kaynaklar ülkeler arasında paylaşılır, bu açıdan ilkeler yeni bölgesel balıkçılık örgütleri kurulması ya da mevcut olanların güçlendirilmesi için çağrıda bulunur. Bu şekilde bir iş birliği uzun vadeli hedeflere ulaşılması için tek gerçekçi yoldur.
Balıkçılığın, avlanma ve balık işlemenin çevreye en az zararı verecek, israf azaltılarak ve avlanan balığın kalitesinin korunacağı şekilde yönetilmesi gerekir. Balıkçılar avlanma kayıtlarını tutmalılar. Hükümetler ihlal edenleri tespit edip, cezalandıracak uygulanabilir yasalar çıkarmalılar. İhlal durumunda, ciddiyetine göre, para cezası ve hatta balıkçılık lisansının alınması şeklinde olmalı.

Ülkeler balıkçılık politikalarını geliştirirken en güncel bilimsel bilgileri kullanmalı bir yandan da geleneksel balıkçılık bilgi ve tekniklerini gerektiği yerde kullanmalıdır. Yeterli bilimsel çalışmaların olmadığı durumlarda avlanma limitleri konusunda daha hassas davranılmalıdır.

Balıkçılık ile ilgilenen tüm organizasyon ve insanların görüşlerini paylaşmasına imkân tanınmalı. Geçimini balıkçılıktan sağlayan yerel halkın ihtiyaçlarına özellikle dikkat edilmelidir. Balıkçılar ve sucul tarımla uğraşan insanlar eğitilmelidir, böylece bu kişiler sürdürülebilir balıkçılık konusunda bugün ve gelecekte politika geliştirme sürecine katılabilirler.

Balık stoklarını korumak için dinamit, zehir ve diğer yıkıcı tekniklerin kullanılmasına tüm ülkelerde son verilmesi gerekir.

Ülkeler kendi denizlerinde sadece lisanslı balıkçı teknelerinin avlanmasına izin vermeliler. Bu şekilde bir avlanma düzeni ise sorumluluk duygusu içinde, yasa ve düzenlemelerle uyumlu biçimde icra edilmeli.

Aşırı avlanmanın önüne geçmek için balıkçılık filosunun doğadaki balık stokuna uygun bir büyüklükte olması gerekir. Ayrıca av araçlarının çevreye etkisi henüz sahada kullanılmaya başlamadan önce tespit edilmelidir. Avlanma araç ve teknikleri hedef dışı avı miktarının düşürülmesi ve avdan kurtulan balıkların yaşamını sürdürebilmesi açısından seçici olmalıdır. İsrafa ve hedef dışı avlanmaya sebep olan avlanma teknikleri derhal terk edilmelidir.

Tekne içinde kullanılacak erzak atık miktarı azaltacak şekilde seçilmeli. Tekne sahibi ve mürettebat ortaya çıkan atıkların ciddi bir çevre kirliliğine sebep olmamasını sağlamalıdır.

Hava kirliliğini engellemek ve atmosfer kalitesini korumak için balıkçı teknelerinin ozon tabakasına zarar verecek nitelikte zararlı gazlar salması engellenmeli, bunun için gerekli yönlendirme yapılmalıdır.

Sulak alanlar, resifler ve lagünler gibi önemli balık yaşam alanlarının kirlilikten ve yıkıcı etmenlerden korunması gerekiyor. Doğal afetlerin sucul kaynaklara zarar verebileceği bölgelerde acil durum koruma ve idare planlarının hazırlanmalıdır.

Bayrak Ülkeleri

Balıkçı tekneleri kendi kara suları dışında avlanan ülkeler bu tekneler için gerekli belge ve lisansın alınmasından sorumludur. Ülke kara suları dışında avlanan tekneler için detaylı kayıtlar tutulmalıdır.
Bayrak ülkeleri (balıkçı teknelerine bayrak tahsis eden ülkeler) teknelerinin güvenlikli ve sigorta sahibi olduğundan emin olmalıdır. Ek olarak, tekne ve teçhizat ulusal ve/ya da uluslararası düzenlemelere uygun şekilde tasdik edilmeli. Yabancı ülke vatandaşlarının dahil olduğu kazalarla ilgili malumat ilgili yabancı ülke hükümetine aktarılmalıdır.

Liman Ülkeleri

Ülkeler, yabancı balıkçı tekneleri limanlarına giriş yaptığında inceleme yapmak gibi ve benzeri prosedürler geliştirmelidir. Acil durum için giriş yapmış tekneler istisna olarak kabul edilebilir. Liman ülkeleri bir bayrak ülkesinden muhtemel bir lisans ihlali durumu ile ilgili destek talebi geldiğinde yabancı teknenin kayıtlı olduğu ülke (bayrak ülkesi) ile iş birliği yapmalıdır.

Limanlar ve yanaşma yerleri balıkçılar için güvenli sığınaklar olmalıdır. Bu yerler tekne, satıcı ve alıcılar için gerekli hizmet olanaklarını barındırmalıdır. Taze su, hijyen gereçleri ve atık boşaltım sistemleri ayrıca tedarik edilmelidir.

Sucul Tarımın Geliştirilmesi

Sucul tarımın gelişiminde esas amaç bir yandan tüketim ihtiyacı karşılamak için üretimi artırırken diğer yandan genetik çeşitliliği korumak ve besi balıkçılığının doğal yaşamdaki balıklara zararının en aza indirilmesi olmalıdır. 

Su gibi kaynakların ve koyların çoğunlukla birden çok kullanıcısı bulunmakta ya da farklı amaçlar için kullanılmaya uygun potansiyel barındırmaktadır. Bu kaynakları kullananlar arasında doğabilecek anlaşmazlıklardan kaçınmak için ülke yönetimleri bu kaynakların adil bir şekilde kullanımını sağlayacak düzenleme ve planlar yapmalılar.

Balık alanlarına erişim ve bu alanların verimliliği dikkate alınarak yerel halkın geçim kaynaklarının sucul tarımın gelişiminden olumsuz anlamda etkilenmemesi sağlanmalıdır. Sucul tarımın çevreye etkilerinin görüntülenmesi ve saptanması için gerekli prosedürler işletilmelidir. Kullanılan besin ve gübrenin dikkatle incelenmesi gerekir. Çevreye ciddi etkileri olabileceği için ilaç ve kimyasal kullanımı en alt düzeyde tutulmalıdır. Sucul tarım ürünlerinin güvenli ve kaliteli olmasına ayrıca özen gösterilmeli.
Besi balıkçılığının etkilerinin ülke sularını aşabileceği durumlarda ülkeler yerli olmayan türleri sucul tarımda kullanmadan önce komşu ülkelere danışmalıdır. Yeni türlerden yayılabilecek hastalıkların önüne geçmek ve etkisini en aza indirmek için ülkeler sucul bitkiler ve hayvanların bir yerden diğerine nakledilmesi ya da yeni bir doğal çevreye sunulması konusunda ortak hareket etmek için kurallar belirlemeliler. Sucul tarımla ilgili projeler geliştirilirken soyu tehlikede olan türleri yenilemek üzere teknikler kullanılmalıdır.

Balıkçılığın Kıyı Bölgeleri Yönetimine Entegre Edilmesi

Kıyı kaynaklarının (örneğin su, arazi vs.) nasıl kullanılacağına ya da erişileceğine karar verilirken balıkçılar da dahil bölgede yaşayan tüm kişiler ve onların yaşam biçimleri değerlendirmeye alınmalı ve planlama aşamasında düşünceleri dikkate alınmalıdır.

Kıyı bölgelerinin birden çok kullanım alanı olduğu yerlerde balıkçılık uygulamaları balıkçılar ile diğer kullanıcılar arasında anlaşmazlıkları engelleyecek şekilde olmalı ve eğer anlaşmazlık meydana gelirse adil bir prosedüre göre çözülmelidir. Ek olarak, başka kıyı bölgeleri ile komşulukları bulunan ülkeler kıyı kaynaklarının korunması ve düzgün yönetilmesi konusunda iş birliği içinde olmalılar.

Hasat Sonrası Uygulamalar ve Ticari Sorumluluklar

Ülkeler vatandaşlarına balık yemeyi özendirmeli, balık ve diğer deniz ürünlerinin güvenli ve sağlıklı olmasını sağlamalı. Balık kalitesindeki standartları belirlemek için hükümet tarafından uygulanacak ve denetlenecek düzenlemeler tüketici sağlılığını korumalı ve ticari hileleri (örneğin satışa sunulan balık hakkında yanıltıcı bilgiler vermek) engellemelidir. Bunun dışında ülkeler sağlıkla ilgili ortak ölçütler koymak ve belgeleme çalışmaları yapmak için iş birliği içinde olmalılar.

İşleme, nakil ve depolama için kullanılan yöntemler çevreye etki açısından uygun olmalı. Hasat sonrası zayiat ve balık yakalandıktan sonra yapılan israf en alt düzeyde tutulmalı; hedef dışı avlanan balıklar mümkün olduğunca kullanılmalı; balık işlenirken su, enerji ve özel olarak ağaç dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır. Eğer mümkünse daha değerli ürünlerin üretilmesi ve işlenmiş gıdalar özendirilmelidir çünkü bu ürünler balıkçılar için daha fazla gelir getirir.

Balık ve balık ürünleri için düzenlenen ticaret kanunları açık, basit ve uluslararası kurallarla uyumlu olmalıdır. Ülkeler ticaret kanunlarını ve düzenlemeleri periyodik olarak gözden geçirir ve yeniden formüle ederken balıkçılara, çevre örgütleri ve tüketici gruplarına danışılmalıdır. Kanun ve düzenlemeler değiştikçe diğer ülkeler bilgilendirilmeli ve ithalat ve ihracat prosedürlerinde değişlik olabileceği düşünülerek yeni düzenlemeler konusunda zaman tanınmalıdır.

Erimiş balık stoklarından avlanmış balığın uluslararası ticarete sunulmaması önemlidir ve ülkeler soyu tehlikede olan balık türlerinin korunması için ticareti düzenleyen uluslararası uygulamaları gözlemek ve iş birliğinde bulunmalıdır. Ek olarak, balık ve balık ürünlerinin ticareti balıkçılığın korunmasını ve sürdürülebilirliğini engellememelidir.

Balıkçılık Araştırmaları

Ülkeler kabul etmelidir ki sorumlu bir balıkçılık politikası sağlam bilimsel temellere dayanmalıdır. Bu sebeple ülkeler araştırma tesisleri kurmalı ve genç araştırmacıları teşvik etmelidir. Çeşitli teknik ve uluslararası örgütler ülkeleri bu konuda desteklemeli ve az gelişmiş ülkeler ile küçük ada ülkelerine özel önem vermeliler.

Araştırma çalışmaları yürütülürken balıkların ortamı ve doğal yaşam alanları gözlenmeli, bu koşullarda her hangi bir değişiklik izlenmeli, farklı balıkçılık teçhizatının balık nüfusuna ve genel olarak çevreye etkisine ilişkin veriler toplanmalıdır. Bu tür bir araştırma özellikle ülkeler ticari olarak yeni balıkçılık alet ve yöntemleri kullanmaya karar veren ülkeler için önemlidir.
Ülkeler uluslararası araştırma faaliyetlerine birlikte iştirak etmeliler. Araştırma başka bir ülkenin denizlerinde yapıldığı durumlarda araştırmacıların ev sahibi ülkenin balıkçılıkla ilgili düzenlemelerine uygun davranması önemlidir. Balıkçılık üzerine ve destekleyici bilimsel araştırmaların sonuçları tüm bölgesel balıkçılık örgütlerine ve ilgili tüm ülkelere vakit kaybetmeden dağıtılmalıdır.

Bölgesel ve Uluslararası İş Birliği

Ülke yönetimlerinin ve balıkçılıkla ilgili bölgesel organizasyonların pek çok konuda iş birliği içinde olması gerektiği açık bir gerçek. Bir ülke tarafından uygulanmak istenen balıkçılık yönetimiyle ilgili kurallar özellikle aynı balık stokundan avlandıkları durumlarda diğer ülkelerin kuralları ile uyum içinde olmalıdır. Ek olarak, bölgesel kurumlar arasında yapılacak iş birliği ülkeler arasında balıkçılıkla ilgili meselelerde çıkabilecek anlaşmazlıkları azaltmalıdır. Anlaşmazlık ortaya çıktığı zaman mümkün oldukça kısa bir sürede ve barışçıl yöntemlerle çözümlenmelidir.

Bölgesel balıkçılık organizasyonları koruma, yönetme ve araştırma faaliyetlerinden doğan maliyeti üyeleri aracılığıyla karşılama yolunu denemeliler. Ayrıca, yerel balıkçılık örgütlerinden katılan temsilcilerin bölgesel organizasyonların çalışmalarına katılabilmesi sağlanmalıdır.

Bütün bunlar ne anlama geliyor?

Yenilenebilir bir doğal kaynak olarak balık ülkeler akıllıca hazırlanmış politikalar uyguladıkça ve sorumlu balıkçılık ilkeleri ve pratikleri benimsendikçe her sene yeterli bir şekilde hasat edilebilir. Benzer şekilde çevreye zarar vermeyen sucul tarım uygulamaları desteklenmelidir çünkü bu tür bir faaliyet hem ekonomik hem de sosyal olarak ülkelere katkıda bulunmaktadır.
Sorumlu Balıkçılık İlkeleri balıkçılık sektöründeki bütün aktörler tarafından başarılı bir şekilde uygulandığı takdirde balık ve balık ürünlerinin bugün ve gelecekte de tüketim için yeterli seviyede olacağı beklenebilir. Esas olarak bugünkü neslin gelecek kuşakların kullanımı için balık stoklarını dikkatsizce ve aşırı avlamamak gibi bir sorumluluğu bulunuyor.
Sorumlu Balıkçılık İlkeleri ülkeleri ve vatandaşlarını kapsamlı ve bütünleşik politikalar üretmeye çağırıyor, böylece daha sağlıklı bir balıkçılık sektörü ortaya çıkacaktır. Uzun vadede böylesi sorumlu davranışlar balık stokunun iyileşmesi, gıda sektörüne yapılan olumlu katkı ve sürdürülebilir bir gelir kaynağı oluşturma konularında müspet sonuçlar verecektir.

Bütün dünya ülkeleri sorumlu balıkçılık uygulamalarını takip etmek konusunda birleşirse gelecek nesiller için de yeteri kadar balık olacaktır.

Çeviri :
F. Gökhan Diler
GELBALDER

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Serçodan... Adalarımız Çevresindeki Mercan Türleri









Adalarımız çevresindeki doğa harikaları Yumuşak Mercanlar,
KORUMA altındaki türlerden olmalarına rağmen bulundukları bölgelerde ki güzel taşlar yasak bölgenin dışında, ağlar çoğunu tahrip etti ve etmeye devam ediyor. 

16 Mayıs 2013 Perşembe

Balıkçılıkta gerçek reform üzerine



15 Ağustos 2012’de Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından 3/1 sayılı Ticari Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğ yayınlandı. Söz konusu tebliğ ilk defa endüstriyel balıkçı kesimine karşı alınan önlemler paketi olma hüviyetindeydi. Alınan bu kısmi radikal kararlar büyük balıkçı olarak tanımlanan kesimde sert tepkimelere neden oldu. Bunun sonucu olarak 1 Eylül’de başlayan balıkçılık sezonuna giriş yapmadılar ve 3 gün sonra da eylemlerine son verdiler Buna karşın daha sonra ayni kesim tarafından denizlerimizde yasa dışı balık avcılığı da ısrarla sürdürülmeğe devam edildi. Diğer taraftan Balıkçılık ve Su ürünleri Genel Müdürlüğü’nün ilgili birimlerince ağırlıklı olarak karasal ortamda yapılan denetimler ve cezai uygulamalar da dikkat çekici boyuta ulaştı.

Endüstriyel balıkçı kesiminin sınır ve kural tanımazcasına yaptığı aşırı avcılığın olumsuzluğu yakın zamana kadar doğal olarak kıyı balıkçısını diğer bir ifade ile geleneksel balıkçılığı da olumsuzluğa itelemiştir. Haliyle merkezi otorite tarafından alınan ve endüstriyel balıkçılığa derinlik itibariyle getirilen kısıtlamalar ile bölgesel yasaklamalar doğal olarak mesleki balıkçılık yapan kesimde büyük bir memnuniyet uyandırdı. İlk defa merkezi otoritenin, balıkçılığın ağır topunu oluşturan kesime karşı almış olduğu koruyucu önlemler bazı balıkçı kesim temsilcilerince de reform olarak tanımlandı.

Gerçekten alınan kararlar bir reform mudur ve gerçekten bu bir reform süreci midir? Evvela onu masaya yatırmakta yarar var.

Türkiye balıkçılığının panoramasına bakıldığında görüntünün tamamen aşırı balık avcılığı ile yasa dışı avcılık üzerine yoğunlaştığı görülür. Denizel ortamdan getiri elde etmek adına doğanın bilançosuna zarar kaydeden uygulamalar dikkat çekicidir. Bunda hiç kuşkusuz ana etmen genel anlamda balıkçı kesiminin bir bütün olarak “deniz etiği” kavramından yoksun olmasıdır. Oysa “deniz etiği”, denizleri bir ham madde kaynağı değil, hepimizin hakkı olan bir bütün olarak görme esasına dayanır. “Deniz etiği” kavramında en önemli husus şudur; denizlerdeki canlı kaynakların yönetiminde cereyan eden bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine konulması; neyin yapılacağı ya da yapılamayacağının; neyin isteneceği veya istenilemeyeceğinin; neye sahip olunacağı ya da olunamayacağının bilinmesidir. Diğer taraftan “Deniz etiği” balıkçı-toplum-deniz ilişkilerinde gerçekleştirilebilecek doğru eylem ve yaşantı olanakları olarak da tanımlanabilir. Bu alandaki etik kavramı, insanın hem deniz, hem de toplumsal kurumlar ile durmadan artan denetleme ve yönetme yeteneği ile de daha da genişleme gösterir.

“Deniz etiği” kavramını daha derinliğine yorumlamaya gidildiğinde aslında bunun tam anlamıyla uygulamalı bir etik alanı olduğu görülür. Onun bu özelliği balıkçı kesimini hem denize ve denizdeki canlı kaynaklara, diğer taraftan bu ortamın işletilmesinde kendisini memur kılan kamu kuruluşu ile tüketici konumundaki topluma sorumlu kılar.
Oysa görüntü bunun tam tersidir. Aşırı balık avcılığının getirdiği verimsizlik tablosu; avcılıklarda elde edilen balıklardaki küçülen boylar; avlanma döneminin gitgide kısalması; endüstriyel balıkçı kesiminin daha fazla av yapma kaygısıyla geleneksel balıkçı kesimini dikkate almama durumu. Sonuç, bütünüyle mutsuz bir balıkçılık sektörü.
Bu mutsuzluğu merkezi otoritenin payına düşenleri bir kenara bırakıp salt balıkçı üzerinden yorumlamaya çalışalım. Mesleğini balıkçı olarak icra eden, bunun yanı sıra ikincil düzeyde nafakasını denizden sağlayan bireylerin, nimetinden yararlandıkları deniz ve onun ortamındaki sayısız denilebilecek canlılar ve onların kendileri arasındaki ilişkiler hakkında bilgisi nedir acaba! Bir yanda doğru kullanılmayan bilgi, diğer yanda deniz etiği kavramının olmadığı ortamda işler yolunda gitmez. Nitekim gitmiyor da, gidemez de.

Avcılıklarda avlanmaması gereken boylardaki balık avcılıkları tüm şiddetiyle sürüyor. Kimsenin gıkı çıkmıyor. Tek tük sivil toplum kuruluşlarının feryatları, uyarıları zaman zaman görsel medyada ve basında yer almakta. Ama etkisi nereye kadar? Sonra zaman geçince herkes kulağının üzerine yata gelmekte. Toplum aradan bir süre geçince o da olanları kanıksamakta ve işin hazin tarafı haklılıklar, heyecanlar, destekler yerini duyarsızlığa terk etmekte. Günümüze kadar bu böyle olmadı mı?

Ben genelde haftada iki kez Kadıköy’deki pazar yerine uğrar ve balık alırım. Her pazara inişimde benliğimi çoğu kez bir hayal kırıklığı, hayret, öfke ve üzüntü kaplar. Çünkü pazar yerindeki balıkçı tezgahlarında satılan balıkların en az yüzde sekseni avlanılmaması gereken balıklardır. Hele tezgahlardaki tepelemesine defne yaprağı, çinakop, sarı kanatları gördüğümde bir burukluk içerisinde yapılan balıkçılıktan tiksinirim. Kendi kendime de söylenirim “-Günyüzü görmemiş balıklar ağlamadığı için mi onları toplum olarak algılamakta zorlanıyoruz; yine o balıklar can çekişirken inlemedikleri için mi çok şeyin farkında olamıyoruz. Denizlerin süt kuzusu konumundaki balıkları avlamanın bir cinayetten ne farkı var ki. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan denizlerimizi ve canlı kaynaklarını “deniz etiği” açısından bu kişi ve kişilere nasıl teslim edebiliriz.”

Balıkçılıkta ekmek kapısına saygı esastır ve öyle olmalıdır. Ekmek kapısına saygı doğaya saygının da bir göstergesidir. Ne var ki günümüzde balıkçıyı da yoldan çıkaran üstün bir teknoloji döneminden geçiyoruz. Bu bir anlamda son teknolojiyle donatılmış bir balıkçı teknesinden, balığın kaçacak delik bulabilmesinin bile olanaksızlaştığını gösterir. Bu süreç aynı zamanda balıkların özgür ortam diye adlandırdığımız denizlerde özgürlüklerini de yitirdiği anlamını taşır. Özgür ve uçsuz bucaksız denizler artık yüksek teknolojinin acımasız üstünlüğü ile devasa sucul bir kafese dönüúmüştür. Kendimi bazen o balıkların yerine koyar ve içimden “-Özgür ortamda özgürlüğümü kısıtlayan bu yüksek teknoloji kahrolsun” derim. Balıkların özgürlüğünü kısıtlayan, üremelerine bile fırsat vermeyen, sonu gelmeyen vahşi avlanmalarla yaşadığı ortamın yaşanabilir olma özelliğini yitirten teknolojiyi üreten insanoğluna daha başka ne denebilir ki.

Kağıt üzerinde yazılı ve kısmi radikal önlem içeren her doğru bir reform olarak yorumlanmamalıdır. Kağıt üzerinde yazılı olan doğrular uygulama alanlarında da hayat bulur ise reform tanımlamasına dahil olurlar. Bu nedenle gerçek reform ancak “balıkçının zihninde reform” yapmaktan geçer. Gerçek reform alanı “balıkçının zihnidir”. Bu da ancak balıkçı camiasında deniz etiği kavramını işlemekle olasıdır. Bu kavram sabırla işlenir ve sektör bu konuda bilinçlendirilirse o zaman balıkçılıkta reform yapmanın kapısı da kendiliğinden açılır. Bu kapıyı açmaya “çam sakızı, çoban armağanı” kabilinden bir balıkçı andı ile oluşturulacak yapıya bir tuğla koymayı benimsedim.


BALIKÇI ANDI

Denizlerin, göllerin ve nehirlerin ekmek kapım olduğunu kabul ederek; Onu ve bünyesindeki tüm canlıları olası her türlü olumsuzluklardan arındıracağıma; Devletin koyduğu koruyucu kurallara riayet edeceğime; Balıkçılık yasasına aykırı davranan sorumsuz kişileri camiamızda barındırmayacağıma; Neslini devam ettirme durumunda olmayan balıkları avlamayacağıma; Devletin ve yerel yönetimlerin denetleme görevlilerine her koşulda yardımcı olacağıma; Yaradan’ın bizlere emanet ettiği mavi dünyadaki canlıları sonsuza dek koruyacağıma; Balıkçı sözü olarak namusum ve şerefim üzerine ant içerim. 


Balıkçılığımızın aydınlık olması için tüm balıkçılar olarak geleceğimizin inşasına elbirliği ile birer tuğla koymaya ne dersiniz? 



Not: 
Bu makale “Vira Dergisi”nin şubat 2013, Sayı 76, Sayfa 52-55’te yayımlanmıştır.