Çatışmalı ve bu çatışmaların ardında kazanımları itibari ile
kısmi ama geleceğe dair yarattığı umutlar açısından büyük sinerji yaratan bir
sürecin sonunda 2013-2014 av sezonuna girdik. Bu yeni av sezonu aynı zamanda “sürdürülebilir
balıkçılık mücadelesi” açısından yeni duruşları bu mücadelenin tarafları açısından
ise yeni pozisyonları işaret ediyor mücadelenin sürprizlere gebe olduğunun ip uçları veriyordu. Nitekim
dediğimiz gibi oldu, önce yeni “Su Ürünleri Kanun Taslağı” ardındanda Lüfer
avlanma boyundaki yeni düzenleme ta sezon başında paylaştığımız kaygılarımızın
ne kadar da doğru olduğunu gösterdi.
Birilerine yada camiamızın bir bölümüne sürpriz bir şok
etkisi yapan bu iki gelişme gerçekten de sürpriz olarak mı algılanmalı.
Yeni sezona dair durum değerlendirmesi yapmaya çalıştığım 2 eylül
tarihli (2013-2014 av sezonu ve sürdürülebilir balıkçılık mücadelesine dair) yazımda içinde
bulunduğumuz ve tehlikeye gelmekte olan karşı saldırıya işaret etmeye
çalışmıştım. Bu yazının “içinde
bulunduğumuz sürecin kuvvetli ve zayıf yanları başlıklı bölümünde “Uyarmak istediğim nokta ise elde edilen kısmı
başarıların ve avcılık uygulamalarında yapılan memnuniyet verici
değişikliklerin kimseyi rahatlatmaması ve rehavete kapılmamız konusudur.
Sürdürülebilir balıkçılık konusunda kesin kazanılmış
mevzilere sahip değiliz. Yaklaşık 2.000.000.000 dolarlık bir Pazar ve bu Pazar
üstüne hesabı olan tehlikeli ve güçlü gruplar var. Hem unutmayın; biz İstanbulu
Bizans’tan aldık, Bizans’ta ise oyun bitmez.” Diye yazarak saflarımızdaki rehavet duygusuna ve mücadele
ettiğimiz unsurların potansillerine işaret etmeye çalıştım.
Bu yazının son bölümü olan “Sürece direnen odaklar ve yeni girişimleri” başlığı altında
“Sürece en büyük direnci gösteren
odaklar İstanbul boğazı ve etrafında konumlanmış olan avcı gurupları ile
İstanbul balık halinde konuşlanmış komisyoncular dır. Daha düne kadar
balıkçılık gelirleri ve bu gelirler üzerindeki çıkarları nedeni ile bir birleri
ile çatışan mücadele eden guruplar birleşerek “sürdürebilir balıkçılık
uygulamalarına karşı direnmek ve yeni kurulacak olan balık halinin işletmesini
ele geçirmek” amacı ile işbirliklerine gitmektedirler. Kendi aralarında
çatışmasızlık ve her türden değişim talebine karşı direnç göstermeye başlayan
bu iş birliği eski hatalarından ders çıkarmaya başlamış bir görüntü
içerisindedir.
Bundan sonraki süreçte sürdürülebilir
balıkçılık için mücadele edenlerin karşısında daha örgütlü, daha profesyonel ve
daha planlı bir güç olacağı kesin gibi gözükmektedir. Bu güç bundan böyle
kamusal alanda kaybedeceği tartışmalar içerisine girmek yerine siyaset alanları
ve bürokratik zeminler içinde sıkı ve merkezi bir faaliyete hazırlanmaktadır.
Bu yeni süreçte geçmiş dönemin komik
sözcülerinin olmayacağını biliyoruz. Akademik camiadan ticari faaliyete geçmiş
yeni yeni kadrolar ve bu süreçte kendilerine sahip çıkacak siyaset üzerinde
başkı uygulamaya çalışacak “basın mensupları” ile karşılaşacağız.
Bu yeni koalisyonun ömrü muhtemelen
mücadele ile geçecek olan iki yıl olacaktır. Bu iki yıl ise temel iki çatışma
noktasına sahne olacak gibi gözüküyor. Bu çatışma noktalarından birincisi bu
yıl içinde parlamento gündemine geleceğini düşündüğümüz yeni “Su Ürünleri
Kanunu” diğeri ise Gürpınarda yapımı devam eden ve 2014 yılında bitmesi
beklenen yeni balık hainin işletilmesi konusudur.
Her iki çatışman noktasında da hem
ahlaken hem de bilimsel olarak haklı konumda olan bizleriz. Dolayısı ile bu
mücadelenin sonucunda en büyük faktör de biz olacağız. Burada kullandığım biz
lafı bir dernek etrafında toplanmış olan gurubumuzu değil; "balıkçı
kooperatiflerinden Sivil Toplum Örgütlerine, Merkezi Balıkçılık Otoritemiz den
Akademisyenlere" kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu tarife
bizlere sempati ile bakan halkımızı ve basını da eklediğimizde gerçek resim
ortaya çıkacaktır.
2013-2014 sezonunun balıkçılık açısından
verimli geçeceğine dair çok işaret var, ben “sürdürülebilir balıkçılık ve
sucul kaynakların hakça paylaşımı” mücadelesi açısından da verimli bir yıl
geçireceğimize inanıyorum.” Diye bitirmiştim. (http://dokuluk.blogspot.com/2013/09/2013-2014-av-sezonu-ve-surdurulebilir.html
)
Bu gün olanları görmek için ne
kahin olmaya gerek vardı nede bizlere ve karşı mücadele edenlerden bilgi
sızdırmaya. Halkımızın da dediği gibigörünen köy kılavuz istemiyordu yada
perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Bir bölüm okuyucunun tamam da neden
böyle oldu dediğini duyar gibiyim. Elbette verilecek bir cevabım yapacağım bir
tarif var. Bu yaznın amacıda zaten bu, nerede hata yaptığımızı hatırlamak ve
silkinerek kendimize gelmek.
Neden böyle olduğunu anlamak için
son yıllarda elde edilen kazanımların
hangi dinamikler sayesinde olduğunu anlamak gerek. Bunu anlar ve ezberimize
yazarsak aynı hatayı tekrarlamaz geleceğe doğru daha güvenli daha sağlam
adımlarla yürüyebiliriz.
Balıkçılık mücadelesinde ki son
yıllarda elde edilen kazanımlar yakalanan bir bir konjonktür sayesinde oldu.
İstanbul merkezli endstriyel avcı
guruplarının balıkçılık yönetimine şımarıkça yaptığı müdehaleler ve denizlerin
patronu benimanlayışına artık yeter noktasında başlayan öfke bu sürecin
başladığı yerdi. İstediği zaman sezon kapattıran buguruba duyulan bu öfke küçük
balıkçı ve örgütleri içinde kendiliğinden sayılabilecek bir hareketlenmeye ve
ardından da ilk defa büyük boyutlu bir itiraza sebep oldu. Akabinde GreenPeace
tarafından başlatılan küçk balık yoksa büyük balıkta yok” kampanyası ve hemen
sonrasında FSD tarafından başlatılan “İstanbul Lüfere hasretkalmasın kampanyası”
ile de balıkçılık ve sorunları bir anda popülerleşerek medya aracılığı ile kamu
gündemine taşında. Esasen bir plan dahilinde olmayan bu gelişmeler mcadelenin
yarattığı çekim gücü ile bir araya gelerek merkezileşemese de senkronize
hareketlere dönüştü. İşte bu senkronize hareketin yarattığı çekim gücü
balıkçılık reformu konusunda umutlarını yitirmiş bir çokçevreyi yeniden
hareketlendirdi ve biz balıkçılık sorunları ve olası çözümleri konusunda tarih
boyunca görülmedik ölçüde hareketli bir döneme girdik.
Kooperatifler, birlikler,
akademisyenler, sivil toplum ve medya balıkçılık reformunun dinamosu haline
gelmeye başladı. Bunun sonuçlarını ise
kısa zamanda almaya başladık. Önce 2 sayılı tebliğde ek maddelerle balık
boylarında (yetersiz de olsa) düzenlemeye gidildi ve 3/1 sayılı tebliğile
reform konusunda ilk sahici adımlar atıldı. Endüstriyel avcılığa kapalı alanlar
ve derinlik yasakları yetersizde olsa bu sürecin ürünüydü.
Tamda kazandığımızı düşündüğümüz
yer aslında kaybetmeye başladığımız yerdi. Balıkçılık sorunlarının popülerleşmesi
ne kadar bu ivmeye katkı sağlasa da bu
popülerleşme bu mücadelenin yumuşak karnı haline gelmeye başladı. Uzun zamandır
ısrarla bu tehlikenin altını çizmeye çalıştık.
Tabiri caizse gerilla savaşının
mücadele araçları ile devam etmek mümkün değildi. Tüm dikkatimizi ve enerjimizi
küçük balıkçı örgütleri ve sorunlarının çözümüne yöneltilmeli, bu örgütlenmeler
hem fiziksel olarak hem de bilinç olarak sıçramalıydı. Bu yeni süreç aynı zaman
bilim dünyası ve genel müdürlük düzeyinde ilişkilerin daha genişleyeceği ve bu
ilişkilerde verimliliğin hedef alınacağı bir süreç olmalıydı.
Ben
paydaşlık hukukuna saygı ve işbirliği çerçevesinde kalmak istediğim için buraya
kadar yezdıklarımı yeterli görüyor ve bu bağlamdaki eleştirileri bireysel ve
kurumsal düzeyde paydaşlarımıza bırakıyorum.
Bundan sonra ?
Bu
mücadelede sahici bir duruşa sahip olanların bilmesi gereken iki temel gerçek
vardır. Bunlardan birincisini bu mücadelenin motor gücünün kooperatifler olduğu
ikincisi ise siyasal erki kullanarak pres yapan endüstriyel avcılarla, bilimsel
gerçekler ışığında görev sorumluluğunu yerine getiren yada getirmeye çalışan
genel müdürülüğün paydaşımız olduğudur.
Elbette
ortaya konan kanun taslağı konusunda hayal kırıklığı yaşadık ve yine lüfer
konusunda getirilen yeni düzenlemenin şaşkınlığı içerisindeyiz. Elbette bu kararı
eleştirmek hakkımız ve eleştirmeliyiz. Bütün bunları yaparken sadece ve sadece
paydaşlık hukukuna riayet etmeliyiz.
Biz bu
mücadelede sadece bir cephe savaşı kazandık karşımızdakiler ise şimdilik küçük
bir mevzii kazandılar.
Esas savaş
“su ürünleri kanunu” cephesinde olacak ve biz bu savaşı kazana biliriz.
Her şey
bize bağlı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder