Yeni kanun tasarısı paylaşıldı ve görüş almak için ön
görülen kısa süre de doldu. Geçtiğimiz bir ay (26 gün ) tek gündem, tek çaba ve
faaliyet kanun taslağı çevresinde oluşan tarışmalar ve fikir alış verişleri ile
geçti. Gerek bireysel düzeyde gerekse
kurumsal düzeyde bu taslağın balıkçılığımızı, balıkçılık yönetimini ve sektçrü
oluşturan sosyoekonomik gurupların bu kanundan nasıl etkileneceğini tartıştık. Zamanın darlığı ve
fikir üretme ürettiğimiz fikirleri tartışma konusunda verimli geçtiği
söylenemez. Umarım 2 Aralık tarihi kanun
hakkındaki tartışmalar açısından bir son
değil tartışmaların yayılması açısından bir başlangıç olur.
Maddeler düzeyinde birçok dernek, fakülte ve koop/birlik görüşlerini
hazırladı ve yolladı. Ben maddeler dışında, kanunun temel meselelere yaklaşımı
konusunda bir iki laf edip çok tehlikeli gördüğüm bir gelişmeye dikkat çekmek istiyorum.
Önce merkezi otoritenin bu kanunun hazırlanmasındaki
temel yaklaşımına değinmek ve sonrada bu
kanunda gördüğüm en temel tehlikeler hakkındaki düşüncelerimi paylaşacağım.
Merkezi otorite balıkçılık yönetiminin temel esaslarını belirlediği bir yasa hazırlamak ve
bu temel çerçeve esas alınarak hazırlanacak yönetmelik ve tebliğlerle
balıkçılığı yönetmeyi ön görmektedir. Balıkçılık yönetiminden sorumlu kurumun
kendisine her türlü kararı alabileceği bir yasal zemin istemesinde bir terslik
yok. Benim baktığım yerden ve mücadele ile geçen son 5 yıldan sonra bu anlaşılabilir bir şey. Yalnız bu
yaklaşımda çıkarılacak bir yasa ile balıkçılığın ve balıkçılık yönetiminin
nasıl sürdürülebileceği ciddi bir tartışma konusudur.
Mücadele ile geçen son 5 yıl göstermiştir ki “sürdürülebilir
balıkçılık ve canlı sucul kaynakların hakça paylaşımı” için çıktığımız bu yolda
yolun henüz başındayız. Bu mücadele dönemimde Genel Müdürlük kaynaklarım
korunması ve sürdürülebilir avcılık konusunda samimiyetini ve kararlılığını ispat etti ama zaman zaman
siyaset ilişkilerini kullanarak kendisine baskı yapan odaklara da direnme
konusunda zorluklar yaşadı. Bu mücadelede henüz yolun başında olduğumuz
konusunda anlaşıyorsak Genel Müdürlüğe müdahale girişimlerinin devam edeceği
konusunda da anlaşmamız gerek. Genel Müdürlüğü sürdürülebilir balıkçılık
konusunda ancak sağlam bir kanunla koruyabiliriz. Bu nedenle bu yasa sadece
balıkçılığın sürdürülebilirliği açısından değil, balıkçılık yönetiminin sürdürülebilirliği
açısından da temel bir öneme sahiptir.
Gelelim bu kanun taslağında yer alan ve gelecek açısından
bizi büyük bir kaosa taşıma potansiyeli olan konulara.
Genel Müdürlüğümüzü
kırmak pahasına da olsa bazı konuları konuşmak bizim görevimiz. Üstelik bu
konuları koşurken de açık açık konuşmak hem Merkezi Balıkçılık Bürokrasisine hem
de Balıkçılara ve sivil topluma karşı sorumluluğumuz. Bu nedenle haklı da olsak
hatalı da olsan eleştiri ve düşüncelerimizi aile hukuku içinde yaptığımızı bir
kez daha hatırlatmak isteriz.
Bu kanun tasarısındaki en tehlikeli (nasıl bu taslağa
girdiği belli olmayan) maddelerden birisi Üretici Birliklerin kanun içerisinde
Kooperatif ve birliklerin alternatifi, eşiti daha da vahimi “rakibi” bir
konumda yer almasıdır. Daha açık bir söylemle Üretici Birliklere balıkçı kıyı
yapılarının kiralanması ve işletilmesi hakkında öncelik tanınması anlaşılır bir
durum değildir.Anlaşılır bir durum değildir derken dayandığımız iki temel noktayı belirtmek ve bu maddenin yasalaşması
durumunda doğacak kaostan bahsetmek istiyorum.
5200 sayılı üretici birlikler kanunu 1. Maddesinde üretici
birliklerin amacını “Bu Kanunun amacı; üretimi talebe göre
plânlamak, ürün kalitesini iyileştirmek, kendi mülkiyetine almamak kaydıyla
pazara geçerli norm ve standartlara uygun ürün sevk etmek ve ürünlerin ulusal
ve uluslararası ölçekte pazarlama gücünü artırıcı tedbirler almak üzere tarım
üreticilerinin, ürün veya ürün grubu bazında bir araya gelerek, tüzel kişiliği
haiz tarımsal üretici birlikleri kurmalarını sağlamaktır.” diye tanımlar.
Kooperatiflerin amaçları ise1163
sayılı kanunda “Tüzel kişiliği haiz olmak
üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya
geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım,
dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel
kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif
denir.” Diyerek tanımlanmaktadır.
Yasalarda durumun bu kadar
net bir şekilde tanımlanmasına rağmen üretici birliklerin barınak kiralamasına
cevaz ven madde taslağa nasıl girebilmiştir.
Üretici Birlikleri balıkçılık yönetiminde elbette paydaştır.
Üretici Birlikleri balık ticaretinde de paydaş olabilir ama toplam balıkçı
filosunun küçük bir dilimini oluşturan üretici birliklerin kooperatifler ve
birliklerin alanına girmesi bu alanda yasal meşruiyet elde etmesi mümkün
değildir. 3-4 barınak dışında bu büyük avcıların yoğun olarak tekne
bağladıkları bir barınak bulunmadığına göre Üretici Birlikler neden ve nasıl
barınak kiralayacaklar ve bu barınaklarda ne gibi faaliyetler yapacakları açık
değildir.
Mademki başta aile
içinde konuşuyoruz dedik bu konuyu daha açık seçik ve anlaşılır
konuşmakta faydavar.
Üretici birlikleri AB mevzuatlarında bulunan, pazara arz
dengesinde örgütsel alt yapı ihtiyacının giderilmesi için gündeme gelmiş ama büyük
avcı gurupları tarafından mali destekler
(kredi ve hibe gibi) hedeflenerek gündeme alınmıştır. İlk dönem tartışmalarını
bilenler SÜRKOOP’a örgütlenme, sürdürülebilir balıkçılık faaliyetleri ve
uluslar arası ilişkilerin finansmanı için Orkinos kotasından pay bile
istendiğini hatırlayacaktır. Büyük parası olanlar, büyük ölçekli balıkçılık
yapanlar yeni büyük projelerin finsmanında bir araç olarak gördükleri Üretici birlikleri
hızla kabullenip sahiplenmişlerdi.
Yine de Üretici Birliklerin kurulmasında ki büyük hamle son
3 yıla dayanır. Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin yükselmesi, Merkezi
otoritenin balıkçılığımızın sürdürülebilirliği konusunda önemli adımlar atması
karşısında SÜRKOOP’a bir alternatif arayışına
giren büyük avcı gurubu bu sefer başka bir amaçla yüzlerini tekrar
üretici birliklere döndüler ve hızla birlik ve merkez birliklerini kurdular.
Biz üretici birliklerinin de büyük avcıların
bağımsız örgütlenmelerinin de karşısında değiliz. Hatta kısa vadede
bazı sıkıntılar olsa bile uzun vadede bu tarz girişimleri doğruda buluyoruz.
Avcılığı büyük ölçekte yapanlar pazara balık arzını dengelemek ve fiyatlarda
istikrar sağlamak zorundadır. Bu tüketicinin çıkarına olduğu kadar büyük avcıların ve balıkçılığımızın ticari
geleceğinin de çıkarına bir durumdur. Fakat, bu
üretici birlikleri kooperatiflerin ve birliklerin alternatifi olarak
görmek hele hele yasal bir düzenlemeyle bu durumu kanunlaştırmak yapacağımız en
büyük hata olacaktır.
Dedik ya açık konuşalım diye, büyük balıkçıların küçük
balıkçılara ve onların örgütlerine karşı açtığı bu savaşta kooperatiflerin
elinden barınakları almak mevcut koşullarda kooperatiflerin tasfiyesi anlamına
gelecektir.
Bu duruma ne kooperatifler olarak nede sivil toplum olarak
izin veremeyiz. Genel müdürlüğümüzün ve Bakanlığımızın da bu durumu taslak
komisyona göndermeden düzelteceğini umuyoruz. Aksi durumda Türk balıkçılığı
mahkeme kapılarına taşınır ve bu bizim hiç arzu etmediğimiz bir durum
olacaktır.
Yeni kanun taslağı ile gündeme gelen bir başka husus ise
cezaların caydırıcılığı konusunda bildik yanlışlarımızın bu taslağa da yansımış olmasıdır.
Hepinizin bildiği gibi yürürlükte olan kanunda ruhsata
geçici el koyma ve av araçlarının yeddi-emine alınması pratikte uygulanmayan bir durumdu. Geçici el
koyma cezaları yasak dönemde
uygulanıyor, av araçlarında ise yeddi-emin olarak tekne sahibi sorumlu tutulup
av araçları motorda tutuluyordu.
Yeni taslakta sanki bu durumda bir iyileşme yapılmış gibi
gözükse de durum gerçekte böyle değil. Yeni kanun taslağında ruhsata geçici el
koyma cezaları “av sezonu içinde el konulur” diyerek gerçekte bir önceki gibi işlevsiz
hale getirilmektedir. Bu yeni düzenleme suçu işleyenin cezayı ne zaman çekeceğini
kendisinin belirlemesinden başka bir
anlam taşımamaktadır. Bu durumun çok tartışılacak bir yanı olmadığı aşikar. Kontrol ve denetim
alt yapımızın yeterli olmadığı konusunda anlaştığımıza göre anlaşmamız gereken
yegane konu cezaların caydırıcı olması gerektiği konusudur. Eylül, Ekim ve Kasım aylarında yoğun göç varken yasakları ihlal eden bir avcı seve
seve cezasını Mart ayında çekecektir. Bu durumun kanun taslağında kesinlikle
düzeltilmesi ruhsata geçici el koyma cezalarının suç tarihinden itibaren
geçerli olması gerekir.
Bu kanunda can sıkan
hatta şahsım adına beni üzen bir başka husus Genel Müdürlük, İl ve Taşra
teşkilatları personelleri hakkındaki üzücü ifadedir. Bir kanun taslağında denetleme
görevleri tarif edilirken “çıkar
ilişkisine gönderme yapılarak” personel itham edilemez. Ben bu ifadenin
sıradan bir hata olduğuna inanmak istiyor ve bu satırların taslaktan hemen
çıkarılacağını umuyorum. Yeterince zor koşullar altında koruma ve kontrol yapan
personeli bu söylem üzer ve motivasyonunu kaybetmesine sebep olur.
Tanımlardaki eksikler ve cezalarda adalet gibi bir çok
konuda eksikler olduğunu biliyoruz. Bu
konularda çok sayıda önerinin genel müdürlüğe ulaştığını da biliyoruz.
Ben sadece çok temel üç konuya dikkat çekmek istedim. Diğer konulardaki
önerilerimiz ve eleştirilerimiz bakidir.
Bu süreç aceleye gelecek
bir süreç değildir. Çıkması beklediğimiz kanun balıkçılığımızın 40-50
yılını belirleyecek bir kanundur. Genel
Müdürlük kanunun tartışılmasında sadece yazılı görüşlerle yetinmemeli mümkün
olan en kısa zamanda yasa taslağının tartışılacağı bir platform düzenlemeli ve
bu platformun verimli olması içn gereken önlemleri de almalıdır.
Mesele Lüferin kuyruğundan boğazın suyundan daha önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder