14 Nisan 2012 Cumartesi

Lüfer Koruma Timi'nin 2011-2012 Balık Sezonu Değerlendirmesi

13 Nisan 2012 Cuma, 13:15 · tarihinde Slow Food Türkiye / Fikir Sahibi Damaklar tarafından eklendi
Biz, Fikir Sahibi Damaklar, Slow Food'un İstanbul'da yapılanan bir birliği olarak,
ortak kaynağımız olarak gördüğümüz İstanbul Boğazı
ve onun doğal parçası Karadeniz ve Marmara Denizi'ne dair bir hassasiyet ifade etmeye başlayalı,
tasalarımızı dillendirmeye ve çözüm aramaya başlayalı henüz iki yıl oldu.

Sadece bizim değil, tüm dünyanın denizlerinin,
sucul kaynaklarının kriz yıllarına denk gelmesi sebebiyle,
parçası olduğumuz bu sürecin önemli olduğuna inanıyor
ve 2011-2012 yılı balık avı sezonuna dair değerlendirmemizi ilginize sunuyoruz:


Henüz balıkçılığımızı, göllerimizi, akarsularımızı ve denizlerimizi bir politika çerçevesinde yönetecek tek bir bakanlık kurulmamış olmakla birlikte, Haziran ayında kurulan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, 2011-2012 balık avı sezonunun kanaatimizce en önemli belirleyenlerinden biri oldu.

Sezonun ilk yarısını yapılanmasını tamamlamakla geçiren genel müdürlük, 1380 sayılı Su Ürünlerinin Avlanması ve Ticaretine Düzenleyen Kanun ve 2012 Tebliğ Toplantısı'na giden süreci balıkçı STK'ları ile birlikte yürütmekte. 2012 Tebliğ Toplantısı'nda neticelerini yaşayarak göreceğimiz bu işbirliği, biz Fikir Sahibi Damaklar için heyecan verici bir tecrübe olacak.

Aşırı avcılığın kaynaklarımızın tükenmesinde, balığımızın, denizlerimizin sürdürülebilirliğinde fevkalde olumsuz bir etken olduğunun idrakıyla, filo küçültme konusunun gündeme geldiği ve 2012 yılı içerisinde filodan 200 teknenin gönüllülük esası ve devlet desteği çerçevesinde çekileceği, bu rakamın önümüzdeki üç yılda filonun yüzde 35'ini kapsayacağı söylentileri bile... umutlarımızı besliyor. Denizlerimize, balığımıza, balıkçımıza dair politikaların elbirliği ile kurulduğunu görmeyi diliyoruz.

Sezonun bir diğer önemli belirleyeni lüfer oldu. Bilindiği üzere 2010-2011 yılında 14 cm olan lüfer av alt boyu, bakanlıkça Ağustos 2011'de ilan edilen bir değişiklikle 20 cm'e çıkartıldı.

Lüferin avlanma alt boyunda gerçekleşen değişiklik, Fikir Sahibi Damaklar olarak kampanyamızda talep ettiğimiz "sularımızdaki varlığının devamı için, avlanma alt boyu en az 24 cm olmalı" önermemizle denklik içermemekle birlikte, önemli bir ilk adımdır. Bu ilk adım, bundan böyle her Ekim ayının 3. Cumartesi'si kutlayacağımız İstanbul'un Lüfer Bayramı'na ilham verdi. İstanbullu'nun denizinin, balığının, balıkçısının idrakına varma ve doğasına sahip çıkma sürecinde önemli bir katkısı olacağına inandığımız bu bayramı bizzat Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı'mız Mehdi Eker'in açmasını önemli bir işaret olarak değerlendiriyor ve balığımıza, denizimize sahip çıkma sürecinde bakanlığın desteğinin devamını diliyoruz.

Bizler bakanlığın 20 cm kararını olumlu sayar ve bu başlangıcı bayram vesilesi yaparken, tüm sezon boyunca tezgahlardan boy altı balıklar eksik olmadı ve İstanbullu gırgır balıkçılarımız da Kasım ayında tarihte görmediğimiz boyutta bir gövde gösterisi ile lüferde gerçekleşen avlanma boy değişikliğini protesto ettiler.

Sebebi kanaatimizce aşikar! İstanbullu balıkçılarımız 80'li yıllardan bu yana devam eden büyüme odaklı, kapasite arttırımı odaklı ve sürdürülemezliği net politikaların neticesi varılan bir çıkmaz sokakta!

TURMEPA'nın rakamlarından hareketle, özetleyelim:

Marmara Denizi'nde 143 canlı türü yok oldu. Son kırk yılda barbunya yüzde 73, çipura yüzde 48, palamut yüzde 90, uskumru yüzde 95, lüfer yüzde 58 oranında yok oldu. Karadeniz ve Marmara Denizi'nde akya, çipura, kırlangıç, uskumru, orkinos, mercan, minekop, sinarit, lipsos dahil, birçok tür çok azaldı.

Denizde para edecek ve tüm tükenmeye karşın hala bulunan neredeyse tek balığın, yani lüferin, avlanma boy limitlerinde yapılan değişiklikle başlayan 2011-2012 balık avı sezonu da, haliyle, İstanbullu balıkçı için verimli, bereketli ya da tatmin edici olmaktan bir hayli uzak gerçekleşti. Son beş yıldır olduğu gibi bu yıl da balıkçımız sezona borçlu girdi. En iyimser hesaplamalarla 70-80 milyon Türk Lirası civarında olduğuna inanılan bu borcun muhattabı bankalar ya da devlet değil, büyük oranda kabzımallardır. Yasağa ve geçen yılların fevkinde gerçekleşen denetimlere rağmen, tezgahlarda boy altı lüfer balıklarını görmemizin asıl nedeninin bu borçlar olduğu bellidir ve balıkçıların var olan dar koşullarda borçlarını geri ödemesi de kanaatimizce imkansızdır.

Çıkmaz sokaktan kastımız, budur:

İstanbul Yenikapı Su Ürünleri Hali'nde faaliyet gösteren onlarca kabzımala borcu olan yüzlerce İstanbullu balıkçı teknesi, borçlarını ödeyebilmek ve balıkçılığa devam edebilmek için av yasaklarına uymaksızın, büyük riskler alarak, yasa delerek avlandıkları halde, gene de borçlarını ödeyemeden sezonu tamamlamak üzere. Gelecek sezon balığa çıkacak tekneler de bu yılın borcu üzerine yeni borç alarak avlanıyor olacaklar!

Bakanlığın Kasım ayında tertiplenen ve eşi benzeri görülmemiş bu protestoya rağmen lüferde aldığı karara sahip çıkması, geri adım atmaması, oy uğruna yüzlerce taviz verildiğine tanık olduğumuz tarihimiz adına önemlidir; ancak yukarıda ifade ettiğimiz dar ekonomik koşullar ve borç baskısı altındaki balıkçının tepkisinin doğru değerlendirilmesi en büyük arzumuzdur:

Balıkçımızın refahını sağlanmadan denizlerimizin sürdürülebilirliğinin sağlanması güçtür. Kabzımalların borç baskısı altında faaliyet gösteren balıkçımızdan yasaklara uymasını beklemek adil değildir. Denizlerimizin sürdürülebilirliği adına adil koşulların sağlanması Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın, bünyesinde kurulu Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü'nün ve tüm yerel yönetimlerin öncelikli konusu olmalıdır.

Bu bağlamda gelecek sezon yerel yönetimlerden beklentilerimiz:

- kabzımalların tahakkümünden kurtulabilmeleri amacıyla, İstanbullu balıkçılarımızın, altında toplandıkları kooperatifler aracılığı ile balıklarını satabilmelerinin Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nca organize bir şekilde, sürdürülebilir bir politika dahilinde ve ivedilikle desteklenmesi, teşvik edilmesi...

- İstanbul'un tüm balık tezgahlarında, her bir balığın yasal boyunun yazılı olduğu fiyat etiketleri altında teşhir edilmesi ve zabıtaların satılan balığın boyunun yasal olup olmadığını bu etiket aracılığı ile denetleyebilmesi..

- İstanbullu'nun semt pazarları ve seyyar balık tezgahlarının denetimine katılabilmesi amacıyla zabıtaya ulaşabileceği tek ve ortak bir numaranın tayin edilmesi...

- İstanbul dahilinde işletilen kollektörlerin kapasitelerinin kontrol edilmesi, işlerliklerinin denetlenmesi ve sayılarının Marmara Denizi'nin sucul hayatını desteklemek üzere arttırılması..

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'ndan beklentilerimiz:

- 1380 sayılı Su Ürünlerinin Avlanması ve Ticaretini Düzenleyen Kanun ve bağlantılı tüm yönetmeliklerin akademisyenler, bürokratlar ve balıkçı STK'larının yanı sıra tüketici STK'ları ve ekolojinin sürdürülebilirliğine hassas STK'ların da işbirliği ile ve ivedilikle gözden geçirilmesi bağlamında:
(i) balıkların avlanma alt boyularının gözden geçirilmesi ve korumacı bir yaklaşımla değerlendirilmesi..
(ii) av filosunda küçülmeye gidilmesi..
(iii) avlanma araçlarında seçiciliğin arttırılması..
(iv) av yasaklarının korumacı bir yaklaşımla arttırılması..
(v) denetimlerin maksadına ulaşabilmesi için cezaların caydırıcı kılınması..
(vi) rezerv alanların tayini ve oluşturulması..

- İstanbul Boğazı'nı önemli ve bereketli kılan balık göçünün hedefi Karadeniz'in, Karadeniz'e akan suların ağzında oluşmuş meraların balıkçılığımıza katkısının hızla kavranması ve HES'ler bağlamında politikaların yeniden gözden geçirilmesi..

- gene Karadeniz'e akan ve pek çok başka ülkenin, hükümetin de yönetiminde olan suların Karadeniz'e akıttığı kirliliğin uluslararası platformlara taşınarak bir an önce önlenmesi..

- dalyanların av mevsiminin, genel av mevsimi ile denklik içermesi; yani av yasağının herkes için aynı olması ve bu suretle stokların kendilerini yenileyebilmeleri için çok değerli olan üreme mevsiminin hakkının verilmesi..

- bakanlığımızın balık avcıları ile yetiştiricilerini bir sektörün eşit parçaları gibi görmekten vazgeçmesi ve su ürünlerini bir ekonomik büyüme alanı, bir kapasite arttırım projesi olarak değerlendirmek yerine, bir sürdürülebilirlik politikası dahilinde yönetilmesi; yani endüstriyel balıkçılığı, avlanma kapasitesi ve teknolojilerini geliştirmek yerine, geleneksel kıyı balıkçılığını kuvvetlendirmek, kaynakları korunmak ve stokların kendilerini yenileyebilmesi için destek sağlaması..


Her alanda daha iyi, daha adil, daha temiz ve sürdürülebilir politikalar geliştirilebilmesi için
desteğini, gayretini esirgemeyen tüm dostlarımızın bilgisine...

Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar





                                                         Balıkçılık ve denizler için yol ayırımındayız!



2012 yılı için balıkçılık sezonu 15 Nisan Pazar günü kapanıyor. Greenpeace, denizlerimizdeki balık türlerimizin devamlılığı için av yasağına uyulmasını ve denetimlerin artmasını talep ediyor.





14 Nisan 2012, İstanbul – Her yıl olduğu gibi endüstriyel balıkçılık için avlanma yasağı bu yıl da 15 Nisan Pazar günü başlıyor. Greenpeace, yasal olarak 1 Eylül 2012 tarihine dek sürecek olan bu dönemde yasağa uyulmasının ve denetimlerin daha da artırılmasının üreme dönemindeki pek çok balık türünün devamlılığı için önemini hatırlatıyor. Ayrıca bu dönemin balıkçılık yönetiminde yapılması gereken acil değişimlerin hazırlanması için fırsat olarak görülmesi gerektiğinin altını çiziyor.



Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu Banu Dökmecibaşı, ''Tüm dünyada denizel yaşam çok büyük bir hızla tükeniyor. Türkiye de artık bir yol ayırımında olduğunu anlamalı. Gerek ulusal balıkçılık yönetimi gerekse denizlerimizdeki yaşamın devamlılığını korumak adına acil bir reform gerekiyor. 1 Eylül 2012'ye dek sürecek olan av yasağı dönemi, böyle bir reform hazırlığının yapılması için fırsattır. Bunun ilk adımı ise Tarım Bakanlığı bünyesinde bu konuda çalışacak bir bilimsel komisyon oluşturulmasıdır'' dedi.



Balıkçılıkta reforma ihtiyaç var



Greenpeace, 2007'den beri yürüttüğü, 'Küçük balık yoksa büyük balık da yok' ve yeni avlanma boyları önerdiği 'Seninki kaç santim' kampanyaları kapsamında, yavru balık avının durdurulması, yasadışı avcılığın önlenmesi ve sürdürülebilir balıkçılık için çalışmalarına devam ediyor. Kampanya kapsamında kamuoyundan 600 binden den fazla imza, bakanlığa binlerce faks, yüzlerce telefon ve bakana binlerce kalem toplandı. Greenpeace, yeni dönem (2012-2014) suürünleri tebliğine yönelik hazırladığı 'Balıkçılık Yol Ayırımında' raporu ile şubat ayında Tarım ve Gıda Bakanlığı'na öneri ve beklentilerini bildirdi.



Dökmecibaşı, ''Greenpeace olarak, 2011-2012 av sezonunun  kamuoyundan balıkçısına herkese pek.çok ders verdiği görüşündeyiz. Özellikle avlanma boyları konusunda yapılan değişiklikler (lüferin 20 cm, orfoz ve lagosun 45 cm'e çıkarılması) yetersiz de olsa önemli adımlardı. Bu yıl için de acilen kalkan ve palamutun boylarının değiştirilmesini istiyoruz. Ayrıca geçen yıl Marmara'da yasadışı trol avcılığını gündeme getiren eylemlerimiz bugün yavaş da olsa meyvelerini veriyor. Her ne kadar uygulamalarda hala ciddi sıkıntılar yaşansa da bunlar önemli gelişmeler. Balıkçımızın da kendi geleceği için yasadışı avlanmaya geçit vermemesini ve yasak döneme uymasını bekliyoruz. Şimdi Bakanlıktan beklentimiz, yoğun sezonun bitmesini değerlendirerek bu değişim için harekete geçmesidir. Öncelikle de yeni tebliğin bilimselliğe ve ekosistemin korunmasına dayanarak hazırlanmasıdır” dedi.



Şimdi değişiklik zamanı



Greenpeace'in rapor olarak Bakanlığa sunduğu talep ve önerilerin başında gelenler;



  • Yeni suürünleri tebliğinde artık tüm ticari türlerin avlanma boylarının bilimsel gözle yeniden düzenlenmesinin gerekli olduğu aşikardır. Örneğin kalkanın yasal avlanma boyunun 40 cm den 45 cm'e çıkarılarak türün geleceği koruma altına alınmalıdır.
  • Yasadışı avcılığın önlenmesi için daha caydırıcı cezalar ve denetim mekanizmaları arttırılmalıdır. Bir karaliste oluşturulmalı ve öncelikle bu listedeki tekneler filodan çıkarılarak filo küçültülmelidir.
  • Acilen tür stok çalışmalarına ağırlık verilmeli ve ona uygun olarak avlanma kurallara yeniden belirlenmeli.
  • Devletin kıyı balıkçılarını gözeterek balıkçılık lehine yapacağı değişiklikler için balıkçılara teşvik ve hibe bütçesi ayırması da esastır.
  • Tüm kıyılarımızda tam koruma altında 'deniz rezervleri' alanları oluşturulmalı.






www.kacsantim.org adresi üzerinden imza vererek, yavru balık avını durdurmamıza yardım edebilirsiniz.



Daha fazla bilgi icin:

Banu Dökmecibaşı- Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu 0530 291 01 31

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gırgır avlanma derinliği üzerine.Gırgır avlanma derinliği üzerine yapılan tartışmalar sadece “bir hakça paylaşım” tartışması değildir. Bu tartışma “sürdürülebilir balıkçılık ve canlı kaynakların korunması” tartışmalarının mihenk taşlarından biridir” Elbette ki bu tartışmanın sınırlandırmadan yana katılımcılarının bir bölümü konuya sadece bir paylaşım sorunu nedeni ile katılıyor. Ama bizim ülkemiz de bu konuyu balıkçılık tartışmalarının tepelerine taşıyanların önemli bir bölümü sadece bir paylaşım nedeni ile yapmıyorlar bu tartışmayı. Bu nedenle de bu tartışmanın artık uzun sayılabilecek süreci içinde dönem dönem yapılan çubuk bükmeler kapılmadan tartışmak gerekir.
Ben cevap vermeye başlamadan önce bir noktaya dikkat çekmek istiyorum, biz bu konuyu yaklaşık 4 yıldır tartışmakta ve bir talep olarak gündem de tutmaktayız. Bu sürecin son 2 yılı ise tartışmanın da mücadelenin de en sert ve en yoğun olduğu dönemdir. Bütün bu dönemler boyunca, bize karşı sürülen fikirlerin en tartışmaya değeni ise bir gırgır avcısı olmayan Serdar’ın fikirleridir. Eğilmeden, bükülmeden hatta argo deyimle harbiden konuya girmiş ve bu düzenlemenin sosyo-ekonomik sonuçları üzerinden tartışmaya katılmıştır. Bilmeyenler için söyleyeyim, her ikimizin de küçük gırgır sahibi dostları arkadaşları vardır. Bu nedenle ben Serdar’ın ne dediğini ve neden söylediğini herkesten daha iyi anlayabileceğimi düşünüyorum. Bu tartışma bir arkadaşın bir arkadaşı ile yaptığı fikir tartışmasıdır, içinde duygular da aidiyetler de vardır ama gerçek ve samimi bir tartışmadır. Tartışmaya katılacakların buna dikkat ederek hareket etmeleri belki de bu güne kadar bu konuda yapılmış içeriği en zengin ve kalitesi en yüksek hatta iddialı bir ifadeyle çözüme katkı yağlayabilecek bir tartışmanın tarafı olabileceklerini unutmamalıdırlar.
Bu tartışmanın ilerleyen bölümlerinde Serdar’ın dikkat çektiği noktaya dönecek ve uygulamanın sosyo-ekonomik sonuçları üzerine konuşacağız. Kim bilir belki de bu konuda hakça çözümler üretiriz ve balıkçılık yönetimimiz bu çözüm önerilerini dikkate alır.
GIRGIR AVCILIĞI DERİNLİK YASAĞI
Daha önce yapılan tartışmalarda sıkça tekrarladığım bir söz var. Biz Türk balıkçılığını ve sorunların olası çözümlerini yanlış ezberlerle tartışıyoruz. Bu yanlış ezberler gerek balıkçı gerekse bürokrasi içinde o kadar yaygın ki çözüm konusundaki en yüksek niyetlerle yapılan tartışmalar bir yere kadar geldikten sonra tıkanıyor ve bir ilerleme sağlayamıyoruz. Bunun tek bir sebebi var, yaptığımız tartışmalarda tıkanmamızın sebebi bize karşıt fikirler ve argümanlar değil, bir aşamadan sonra kendi düşüncelerimizin önüne çıkan yanlış ezberimizdir. Bu yanlış ezber o kadar yaygın ve etkilidir ki zaman zaman aynı durumu akademik camiamızda yaşamaktadır.
Biz bu ülkede av araçları ve avcılık modelleri hakkında yanlış bir ezbere sahibiz. İşte bu yanlış ezber nedeni Marmara’da trolü yasaklayıp algarnayı ya da gırgır avcılığını serbest bırakabiliyoruz. Bir Allahlın kulu çıkıp “Marmara’da trol yasak peki kirişli trol olan algarna nasıl serbest oluyor , bari mevzuatta düzeltme yapın” demiyor, diyemiyor. Şimdi algarnacılar ayaklanıp konuyu başka yere çekmeye çalışmasın, amacım iddialarıma delil göstermekten, hem de komik bir delil göstermekten başka bir şey değildir. Bana kalsa ben kontrollü bir karides trolünü algarnaya tercih ederim.
Dedik ya ezber yanlış diye devam edelim, gırgır hangi derinliklerde hangi tür balıkları avlamak için geliştirilmiş bir av aracıdır? Bu sorunun cevabı çok basittir. Gırgır orta su ve su üstü balıkları avlamak için geliştirilmiş bir av aracıdır. Bizde ise durum böyle değildir. Biz 9, 12, 14 mm göz açıklıklarına sahip ağlarla her tür balığı her bölge ve her derinlikte avlamayı başaran, bu ağda yaptığımız modifikasyonla literatüre geçen bir ülkeyiz. Derinlik tartışmasını sağlıklı yapabilmek ve doğru sonuçlara ulaşabilmek için tek yol Gırgır avcılığının külliyen yanlış olduğunu (veya olmadığını) anlaşmak zorundayız.
Ben bir kez daha (çoğu okuyucuyu sıkmak bahasına) bazı tekrarlar yapacağım.
Gırgır ağı ve metodu ile avlayacağımız türler orta ve su üstünde yaşayan genellikle de göçmen olan balıklardır. Gırgır avcılığı dip balıklarının endüstriyel avcılığında kullanılmaz. Dip balıkları gırgıra göre gerek ilk yatırım maliyetleri, gerekse işletme giderleri daha düşük olan ve seçicilik özelliği daha yüksek olan dip trolü ile avlanır. Trol çoğunuzun bildiği kapılar vasıtası ile kolları açılan, dibe temas ederek bir tekne tarından çekilerek dibi süpüren bir av aracıdır. Sadece bizim ülkemizde değil neredeyse tüm dünyada kıyılarda ve çok ülkede korumalı alanlarda kullanılması yasaktır. Bu yasağın sebebi ise sucul yaşamın en canlı olduğu kıyı faunası ve florasının korunması sucul ekosistemin en hassas alanları olan kıyı ve kıyı ötesinde fiziki baskının oluşmasına sebebiyet vermemektir. Balık balıkçılık gibi konuları bilen ve ilgilenenlerin neredeyse (gırgırcılar dahil) tamamının kabul ettiği ve onayladığı bir gerçektir bu. Kıyı ve kıyı ötesinde dipte sürüklenen ya da çekilen av araçları ile yapılan avcılık zararlıdır.
Gırgır av aracı ise denizde balık sürülerini dairesel olarak çevirip hapis ettikten sonra kurşun yakalarındaki mapa denilen halkalardan geçen bir çelik tel vasıtası ile büzülüp ağın son kısmına sıkıştırılmış avın çeşitli yöntemlerle tekneye aktarılması şeklinde yapılan avcılık türüdür. Günümüzde ortalama bir gırgır ağının kurşun yakası ortalama 5 ton civarındadır. Bu ağırlığın bu kadar fazla oluşunun sebebi ağın hızla batmasını sağlamak ve tel çekilirken kurşun yakanın dipten havalanmasını engellemektir.
Trol bir noktadan diğer noktaya doğru doğrusal süpürme işlemi yaparken gırgır yine dibe temas ederek dairesel bir süpürme işlemi yapmaktadır. Trol yolunun üzerine çıkan taş, batık vs. gibi her hangi bir engel nedeni ile çalışamazken gırgır dipten yukarıya doğru yükselme hareki nedeni ile takılma ve yırtılmalar olsa bile trole göre çok daha geniş bir çalışma alanına sahiptir. Trol ağları takılma ve bu takılmalar sonucundaki yırtılmalar esnasında dipteki doğal yapıya daha düşük zararlar verir ve daha düşük miktarlarda ağ parçalarının denizde kalmasına sebep olurken gırgır devasa büyük makine güçleri sayesinde dipteki yapıyı bozar, taşları kırar ve bazen tonlarla ifade edilen ağ torlarının deniz dibinde kalmasına sebep olur. Bizim burada Burgaz ada kalpazan kaya ve yelken kaya, yassı adada bulgurlu taşı, büyük adaya yönlendirilmiş doğal gaz borusu, tuzlada mercan taşı gırgır ağ torları ve kurşun yakaları ile sarılmış, tüm yuvaların giriş ve çıkışları işlevsiz hale gelmiştir. Kısa gırgır dip yapısını ya kırarak ya da ağlarla örterek bozar. Bu nedenler de kıyıda gırgır avcılığı aynı trol gibi zararlıdır.
Kıyı ve kıyı ötesi gerek ticari değeri yüksek dip balıkları gerekse biyolojik sürdürülebilirlik açısından denizlerin en hassas korunmaya en muhtaç alanlarıdır. Bu koruma sadece dip yapısının korunması fauna ve floranın zarar görmesinin engellenmesi ile bozulmamaktadır. Genellikle gece yapılan avcılıklardı pervane sesleri, birkaç bin beygirlik motorların gürültüleri ağın altının basılması esnasında oluşan sesler başka bir kirliliğe sebep olurlar ve kıyı balıklarının yaşam alanlarında huzursuzluklarına sebep olurlar. Bu kirlilik ise tahmin edeceğiniz gibi gürültü kirliliğidir.
Gırgır ve trol avcılığının kıyıdan uzaklaştırılmasının nedeni kıyı ve kıyı ötesi doğal ortamının korunması ve bio çeşitliliğin sürdürülebilirliğinin sağlanması nedeni iledir. Balıkçılığı biraz bilerek bu tartışmaya katılan yada okuyan herkesin cevap vermesi gereken soru, yasağın sosyo ekonomik sonuçlarının ne olacağından önce mevcut gırgır avcılığının kıyı ve kıyı ötesi sucul yaşamı, dip yapısı, tür çeşitliliği vs. gibi konularda bakı oluşturup oluşturmadığıdır. Bu soruya hayır böyle bir baskı söz konusu değildir diyor/diyebiliyorsanız kıyı ve kıyı ötesinde trol avcılığını da savunmalı en azından sorgulamalısınız.
Kıyıda oluşan baskıyı ve zararı kabul ediyor ve sosyal sonuçlarını düşünerek yasak talebine karşı çıkıyorsanız unutmamanız gereken tek şey sadece zaman kazanmaya çalıştığınızdır. Tüm dünyada deniz koruma alanları oluşturulup bunlara yenilerinin eklendiği bir dönemde bizim ülkemizde çok basit bir gerçeğin karmaşık ve çetrefilli bir konuya dönüştürülüp tartışılması sadece vagon sallamaktır. Yine tartışmalar içinde geçen bir konu ise yasak yerine deniz koruma alanlarının yasağa bir alternatif gibi sunulmasıdır. Trol ve gırgırın kıyıdan uzaklaştırılması deniz koruma alanlarının içinde bir ayrıntıdır. Tıpkı, manyat, trata algarna yasakları gibi. Kıyı ve kıyı ötesinin endüstriyel av araçlarına kapatılarak zaten bir deniz koruma alanı oluşturuyorsunuz. 20 metre altı gırgırlara kıyıda avlanma izni verme bu koruma alanları içinde küçük (nasıl bir küçüklükse) gırgırla ayrıcalık sağlamaktan başka bir şey değildir.
Serdarın söylediği ve düşüncelerim.

Serdarın tartışmayı başlattığı yazının ana fikri bu yasağın küçük takımları büyümeye zorlayacağı zaten aşırı büyük av takımlarımızın sayısında bir artışa sebep olacağıdır. Çok emin olamadığım bir düşünce olarak ta kıyıdan uzaklaştırılan takımların ağ derinliklerinde artış olacağına dair bir şüphedir.
Filo yönetimi ve filo küçültme üzerine yaptığımız tartışmalar zaten filonun bu hali ile bile hem sayı hem de av kapasitesi ihtiyacımızın çok üzerinde olduğu konusunda ortak bir fikre sahip olduğumuzun ispatıdır. Hatta Genel Müdürlüğün yetki ve tahsis edilen bir bütçeyle filo küçültme konusunda harekete geçeceğini de öğrenmiş bulunuyoruz. Yine mevcut yasalara göre tekne büyütme hakkını kullanmamış teknelerin büyütme hakları %20 ile sınırlıdır.
Yazının girişinde bahsettiğimiz yanlış ezber burada da ortaya çıkmakta, gırgır av takımları ile dip ve dibe yapışık balıkların nasıl avlanabileceği sorusuna cevap aranmaktadır. Sorun tamda burada dır, gırgır av ekipmanları ile Marmara’da avlanabilecek balıklar; İstavrit, hamsi, uskumru, sardalye, palamut vb. gibi orta su ya da su üstü balıklarıdır. 16-17-18-20 metre gibi tekneler bu balıkları Marmara’da rahatlıkla avlayabilirler. Üstelik bu tarz bir avcılık öncekilere göre işletme giderlerinde ciddi düşüşlere sebep olacaktır. Dipten kurtulmuş bir gırgır avcılığı daha az tayfa daha az ağ amortisman gideri demektir.
İşte burada karşımıza çıkan soru diğer büyük teknelerle nasıl rekabet edebilecekleridir. Bunun çözümü ise yine çok karmaşık bir mesele değildir. Filoda sayısal ve kapasite olarak küçülme sağlamak, tür ve tekne başına kotaya geçmek bu işi bu problemin en kolay çözümüdür. Yapmamız gereken balıkçılığa dair bildiğimiz her şeyi sıfırlayarak tartışmaktan başka bir şey değildir. Eski ve hatalı balıkçılık anlayışımız, eski bilgilerimiz “sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım” amacımızın önündeki en büyük engeldir.
Bu temel anlayıştan kurtularak konuya yaklaştığımızda EU ülkeleri ve diğer ülkelerde de uygulanan bu düzenlemeleri daha iyi kavrar bir gurup insanın talep ettiği bu düzenlemenin aslında gırgır avcılığına ya da küçük gırgırların ölümü ile sonuçlanabilecek bir savaş girişimi olmadığını anlayabilirsiniz.
Benim sona sakladığım ve dikkat çekmek istediğim bir başka husus ise küçük dediğimiz gırgırların gerçekte küçük olup olmadıklarıdır. 18-20 metre arasındaki bu takımlar ortalama 65-70 kulaç derinliğinde ağları, bu ağların kurşun yakalarındaki ortalama 2-2,5 ton ağırlıkları ile yaz balıkçılığında 6-12 kulaç derinliğin de sularda avlanmaktadırlar. Bu derinlikte ağlar, bu kadar ağır kurşun yakaları ile başı kıyıdaki dairesel trolü görmezden gelmek izah edilemeyecek bir durumdur. Devasa büyük gırgır takımları karşısında bu takımları küçük kategorisine sokup kıyılarda avcılık yapmalarına izin vermek başlı başına sürdürülebilir balıkçılık fikrine ihanettir. Bizim önümüzdeki görev kıyıları, stokları, türleri korumak ve buna geçiş sürecinde adaletin sağlanması, sonrasında da hakça bir paylaşımın gerçekleştirilmesi için mücadele etmektir.

8 Nisan 2012 Pazar


Filo yönetimi ve Filo küçültme.

Uzun zamandır balıkçılık camiasında dile getirilen avcı filomuzun aşırı büyüklüğü ve küçültülmesi gerektiği tartışmaları hepimizin malumudur. Genel bir mantıkla avcı filosunun sayısal büyüklüğü ve balık stoklarının bu filonun verimli avcılığına yetmediği ve bu nedenle de stok üzerinde aşırı av baskısına sebep olduğuna dayanan bir görüştür. Filoda bir küçülme sağlarsak düz mantık ile daha az balık tutulacağı varsayımına dayanır. Bürokratında balıkçıya kadar geniş bir kesim tarafından da kabul gören bir görüş olduğu yadsınamaz. İlk bakışta doğru gibi düşünülen bu çözüm gerçekten de balık stokları üzerinde av baskısını hafifletmeye yarar mı?  Bu sorunun cevabı ne yazık ki hayırdır. Bizim ihtiyacımız olan aşırı av baskısını düşürmek için Filo Yönetimi ve planlamasıdır. Ancak böyle bir planın hayata geçmesi ve işlemesi ile birlikte söz konusu küçülmenin hedefleri, içeriği ve miktarı belirlenebilir.

Bir filo yönetim planı olmadan sadece tekne satın alarak stoklar üzerinde ki av baskısını azaltmak mümkün değildir. Aşağıda filo yönetimi ve filo küçültme başlıkları altında konuyu tartışmaya çalışacağım.



Filo yönetimi

Türk balıkçılığının en önemli sorunlarından biri belki de en başta geleni Filo yönetimi sorunudur. Daha doğrusu bir Filo yönetim modeline ve mevzuatına sahip olmayışımızdır. Denizde motor ya da yelken ile hareket eden her su aracı Liman mevzuatına göre sefer bölgesine sahip olur. Bu sefer bölgeleri balıkçılık söz konusu olduğunda karşımıza 3 sefer bölgesi olarak çıkar. Bunlar, Liman seferi, Kıyıdan en fazla 10 mil açılarak 100 mil mesafe ile sınırlandırılmış liman seferi ve Kabotaj Seferi’dir.

Kabotaj sefer hakkına sahip olan balıkçı gemileri tebliğ ve kanunlar ile yasaklanmış yerler dışında tüm denizlerimizde avcılık hakkına sahiptirler. Filo yönetim planı için, sınırları kesin olarak belirlenmiş av sahalarında hangi tür balıkçı gemisinden hangi dönemlerde ne kadar sürelerle avcılık yapılacağının belirlenmesi gerekir. Bu sağlanmadıkça, aşağı ya da yukarı göç dönemlerinde ister istemez yığılmalar olacak, filoda yaptığımız sayısal küçültme hiçbir işe yaramayacaktır.

Filo sayısını küçültmek esasen yanlış değilse de eksik bir ifade dedir. Bizim için asıl olan av kapasitesinin düşürülmesidir ve filo küçültme sorunun çözümünde sadece bir ayrıntıdır. Soruna getireceğimiz çözüm sorunu hangi temelde tanımladığımıza ve esasen neyi çözmek istediğimize bağlıdır.

Soruna stokların sürdürülebilirliği açısından baktığımız sürece çözmemiz gereken sorun av baskısını nasıl azaltacağımızın bilimsel ve hakça çözümü sorunudur. Soruna bu noktadan bakmıyor ve gelirleri giderek düşen bir bölüm endüstriyel avcının ekonomik problemleri açısından bakıyorsak o zaman belki sayısal küçülme/küçültme bir çözüm olarak görülebilir. Belki diyorum çünkü mevcut koşullarda, mevcut anlayışla yapılacak bir sayısal küçülme de sorunu çözmeyecektir.

İster av baskısının düşürülmesi amacıyla ister gelirlerdeki düşüşü engellemek amacı yapalım, daha önce yapmamız gereken hangi parametrelere göre filo küçültmeye gideceğimizin belirlenmesidir.

Bu parametreleri belirleyebilmemiz için daha önce yapılması gerek işler vardır. Gerek endüstriyel balıkçılık gerekse küçük ölçekli kıyı balıkçılığı sonucunda yapılan avın gerçek kayıtları elde edilmeli ve bu kayıtların sonuçlarına göre her deniz ve avcılık bölgelerindeki kapasite fazlalığının ayrıntıları ortaya çıkarılmalıdır.  Örneğin Bandırma körfezi ya da Saroz’da ya da İskenderun körfezinde, hangi tonajlarda, hangi boyda teknelerle hangi türlerin ne kadar avlandığını bilmeden, bu bölgelerin ve teknelerin av kayıtlarının yıllık ortalamalarına sahip olmadan, bölgesel olarak yapılan avcılık çeşitleri ve bu avcılığı gerçekleştiren avcı gemilerinin gerçek av kapasiteleri hakkında bilgi sahibi olmadan bir filo planlaması yapmak mümkün olmayacaktır.

Filo yönetimini ve kapsamını belirleyecek bir başka parametre ise göçmen stoklar ve yerel stoklar üzerindeki avcılığa ait yapılması gereken planlamadır. Karadeniz’de hamsi, Ege’de sardalye ve kolyoz yine Marmara ve Karadeniz’de yapılacak istavrit avcılığı için kota sitemine geçilmeli ve sistem tür başına lisans ve kota uygulaması ile desteklenmelidir.

Biz gerçekten stokların sürdürülebilirliği için filo küçültmek ancak bir filo ve stok yönetimi projesinin içinde yer aldığında anlam kazanacak ve sonuç alınabilecektir.

Filo küçültme;

Sızdırılan filo küçültme kararının ayrıntıları tam belli olmasa da bile (130.000.000 Tl ödenek ile 200 teknelik bir sayısal indirimden söz ediliyor) bir zor alımın söz konusu olmadığı, balıkçının kendi rızası ile teknesini satacağı varsayımı ile hazırlanmış bir proje ile karşı karşıyayız. İlk haberde sözü edilen 12 metre üstü tekneler ibaresini bir kenara koyarsak hangi bölgelerden hangi tür tekne sayısında indirime gidileceği hala muğlaktır. Bütün feryat figana rağmen satılık tekne sayısı endüstriyel avcı filosunun %5’ini bile oluşturmamaktadır. Satılık olduğu söylenen tekneler ise bir başkasının avcılık yapmasına yönelik olarak satışa çıkan teknelerdir ve istenen ücretler göreceli olarak değerlerinden yüksektik. Bu yüksekliği meydana getiren olgu ise, teçhizat ve teknenin ederinin yanı sıra av ruhsatından doğan maliyettir. Böyle bir ortamda büyük balıkçıların tekne ve ruhsatlarının devlete devredilmesine teşvik edilmesi gerekecektir. Neredeyse hiçbir büyük balıkçı av takımını ve ruhsatını devletin öngördü fiyatlarla devretmeye yanaşmayacaktır.

Filo küçültmenin sadece tekne sayısının düşürülmesi ile sınırlandırılmaması gerekir. Motor gücü, tekne boyu, av araç ve donanımlarının küçültülmesi ve taşıyıcı gemiler ve yardımcı ekipmanlarda da bir küçülme teşvik edilmeli, görece büyük tekneler küçülmeye yönlendirilmelidir.

Sonuç olarak konuyu toparlamaya çalışırsak;

Filo küçültmeye düşüncesi ve söylemini av kapasitemizi düşürme ve filo yönetimi stratijisi ile değiştirmemiz gerekir. Meseleye buradan baktığımız andan itibarense yapmamız gereken “hadi biraz tekne alıp filodan çekelim” değil, av baskısının düşürülmesi için bir mastır plan hazırlamak ve o planı hayata geçirebilmek için bilim insanları, balıkçılık bürokrasisi ve balıkçı örgütleri ile birlikte süreci yönetecek yapı ve yapıları inşa etmektir.

Ben gerçekten yanlış anlamış ve yanlış yorumlamış olmayı umuyorum. Aksi taktir de “hiç te küçük olamayan bir kaynak israf edilmiş olacak”, hukuki değilse de vicdani ve ahlaki sorumluluğu sırasıyla, Siyasi irade, İcracı bakanlık ve Genel Müdürlüğümüzün omuzlarına yüklenmiş olacaktır.

20 Mart 2012 Salı



İlyas Torlağ'a cevaptır.

Yazınıza başladığınız cümle ile bitirirken kullandınız ifade arasında büyük bir çelişki var. Bir yandan benim meslek hayatımda “denizde büyük küçük yoktur” derken yazınızı bitirirken, Lafa geldiği zaman küçük balikçı olarak çoğunluktan bahsediyosunuz,neyin çoğunluğu bu,ülkenin ekonomisine ne faydanız var,yüzde kaçınız bu işi gerçekten profesyonel olarak yapıyosunuz belli değil.” Diyerek, büyük balıkçımızın gerçek bizlere gerçek bakışını ifade ediyorsunuz. Türkiye’deki gırgır avcıları artık bu konuda bir karar vermeli, işine geldiği zaman hepimiz balıkçıyız, işine gelmediği zaman siz balıkçımısınız demekten vaz geçmelidir. Babalarınızın ve dedelerinizin nereden geldiğini unutmayınız, ayrıca bu gidişi durduramaz ve geri çeviremez isek kaçınılmaz olarak saflarımıza katılacağınızı da hatırlatmak isterim.



Savaş çığırtkanlığı iddialarınıza gelince;

İnsanların haklarını aramaları ve varlıklarını korumaları için mücadele etmeleri hem ahlaken hemde hukuken meşru bir olaydır. Yıllardır ötekileştirilen yok sayılan küçük balıkçı kaderinin stokların kaderine bağlı olduğunu fark etmeye başlamış, kendisi ve sucul yaşamın korunması için örgütlenme çabasına girmiştir. Daha şimdiden yayılan ve giderek yükselen bu mücadelenin sebebi, birilerinin bu insanları mücadele etmeye çağırması değildir. Bu mücadelenin sebebi, sucul yaşamı giderek yok eden ve sucul kaynakların paylaşımında haksızlıklara sebep olan balıkçılık rejimimizdir. Eğer bir sürtüşme itişme ortamına girdiğimizden bahsederek bunları söylüyorsan, bununda nedeni küçük balıkçı değil, denizde kıyı balıkçısına hayat hakkı tanımayan gırgır avcılarıdır. Bunları söylerken elbette tamamınızı kast etmiyorum. İçinizde vicdan ve adalet duygusunu henüz kaybetmemiş reislerde var. Bütünü ile camiamıza baktığımızda genel duruş ve egemen olan ortak eğilimlerden bahsediyorum.

Bu gün yaşanan sorunların ve gelmekte olan çatışmanın sebebi Gırgır avcılarının denizde kendilerinden başka kimseye hayat hakkı tanımayan bakış açıları ve balıkçılığımızın probleri denildiğinde kendilerinin problemlerinden başka hiç probleme yüz dönmeyişleridir.

Biz küçük balıkçılar, balıkçılığımızdaki aşırı ve kontrolsüz avcılığın, filonun içine girdiği dikey büyüme sürecinin sadece bizi değil, gırgır av filosunun tabanını da uçuruma sürüklediğini anlatıyoruz. Sadece kendimiz için değil, herkes için sürdürülebilir bir balıkçılık ve hakça paylaşım talep ediyoruz. Sizlerin en büyük probleminiz, gözünüzün önünde olup biteni kavraya maşınızdır.  Endüstriyel avcı camiası içindeki belli guruplar gelirlerini sürdürebilmeyi ve istikrarlı bir şekilde büyüme trendlerini neden nasıl devam ettiriyorlar? Bu soruyu sorup doğru cevabı veremediğiniz sürece içine girmiş bulunduğunuz krizden kurtulmanız mümkün olmayacaktır. Balıkçılık kaynağın üretimine insan katkısı olmadığı için ekonominin temel parametreleri ile yönetilemez. Balıkçılıkta liberalizm olmaz. Balıkçılık ancak denizdeki yaşam devam ediyorsa var olacaktır. Denizdeki yaşamın güvenliği ve sürdürülebilirliği borçlarımızdan, hayallerimizden, gelecek beklentilerimizin hepsinden önemlidir. Üstelik mevcut sorumlusu da biz balıkçılar ve yıllardır bilimsel gerçeklerden uzak icra edilen balıkçılık yönetimidir. İklim değişikliği, kirlilik yada her hangi bir bahane bu durumu değiştiremez. 4 kulaç suya bot düşürüp bir çelikte 80.000 lüfer avlamak liberal bir hak değildir. Sucul kaynaklar kamunun ortak malıdır ve o kaynakların paylaşımı adil bir şekilde yapılmak zorundadır.

Gırgır av filomuzun içine düştüğü mali dar boğazın nedeni bu kontrolsüz büyüme ve kontrolsüz teşviktir. Yıllık 1.000.000 ton av yapılan denizlerimizde yüzdürdüğümüz avcı filomuzun av kapasitesi ise 30.000.000 tonun üzerindedir. Bu düzen devam ettiği sürece her yıl için sürdürülebilecek yegane olgu maddi zarar ve birim av üzerindeki birim maliyetin artışıdır.

Buradaki avcılığın rasyonel olmadığı konusunda aklı başında olan herkes ile anlaşabileceğimi zannediyorum. Eğer bu gerçekten anlaşıyorsak yapılması gerekenlerde de anlaşmamız geriyor olmaz mı?  Ama iş yapılması gerekenlere gelince anlaşmazlıklar başlıyor. Bunun nedenlerinin başında ise balıkçılık yönetimimiz geliyor. Bilimsel gerçeklere başvurmayan, su ürünleri mühendislerini sahada kullanmayan, denizi, stokları ve av kayıtlarını bilmeyen bir balıkçılık yönetimimiz var. Ne yönetebiliyor ne de denetleyebiliyor. Hal böyle olunca da gırgır avcısı suyun içindeki servetten en büyük payı almanın(kimisi borcunu ödemek, kimisi de daha da zenginleşmek için) daha hızlı motor, daha büyük motor ve daha büyük takım peşine düşüyor. Sistem ufalarak kontrole doğru gideceğine, büyüyerek mali ve biyolojik yok oluşa doğru her geçen gün daha da hızlanarak gidiyor.

Bu içine girdiğimiz durumdan etkilenmeyen hatta tam tersine gelir ve büyümelerinin sürdürülebilirliğini sağlayan bazı guruplar ise yok olmakta olan gırgır avcısı tabanını da kuyruğuna takarak değişime karşı çıkıyor. Ya sopa gösteriyorlar yada havuç. Arada bir kendi içlerinde çıkan homurtular ise ne bütünlüklü fikirler ne de gerçekçi talepler haline dönüşemeden yok oluyor.

Borç bulan, satacak malı olan mutlak sonu erteliyor ve zaman kazanıyor. Artık satacak bir şeyi kalmayan, borçlanma yeteneğini tüketmiş olanlar ise her türlü yasadışı avcılığın ve sucul tahribatın failleri olarak denizde dolaşmaya devam ediyor. 1 Aydır Marmara’da 130-140 kulaç derinliğinde ağlarla avlananları herkes biliyor, görüyor ama ağzını açmıyor. Süt kıraçayı Hamsi ağları ile avlayıp elek vuranları her kes görüyor biliyor ama ağzını açmıyor.

Tam bu noktada bana yapılan eleştiriyi kullanarak cevap vermek istiyorum. Bütün bunları yapanlar, toplantılarda yada sosyal medyada tartışmaya başladığında ya demagojiye başlıyorlar yada kişisel saldırılara hakaretlere. Hiçbir şey değişmesin, hiçbir kısıtlama gelmesin hatta var olan avcılık kontrolü ve kısıtlamaları da hafifletilsin istiyorlar.

Küçük balıkçılık ve neden korunması gerektiği konusuna gelince;

Küçük balıkçılığın doğal avcılık faaliyet alanları olan kıyı ve kıyı ötesi, sucul yaşamın en hassas olduğu ve ticari değeri yüksek değerli dip balıklarının en çok bulunduğu alanlardır. Bu balıklar ömürleri ve üreme yaşları uzun olan türler olduğu için pelajik stoklara göre korunması ve avcılıklarının daha ciddi kontrol edilmeleri gerekir. Ortalama ömrü 4 yıl olan  bir Hamsi stoğu 1 yıl içinde aldığı zararı telafi etmeye başlarken, mercan, dil, pisi, kalkan vs. balık stoklarının böyle bir şansları yoktur. Bu nedenle de seçicilik ve dip yapısına verdiği çok düşük zarar nedeni ile kıyı alanlarındaki avcılık tüm dünyada endüstriyel av teknelerine ve araçlarına kapalıdır. Bizim ülkemizde de trol avcılığının 3 milden kıyıda yasak olmasının sebebi budur. 0-1 YAŞ gurubu onlarca türü yaşamlarına bu alanlarda başlarlar, hem beslenmek hem de korunmak için bu alanları kendilerine yaşam alanları olarak seçerler.

Kıyı ve kıyı ötesinde yapılacak evcılığın av araçları ve yöntemlerinin buradaki yaşamın sürdürülebilirliğine zarar vermemesi gerekir.

İşte bu nedenle de gerek av araçlarının seçiciliğinin kontrol edilmesinin kolaylığı gerekse dip yapışa zarar vermemeleri nedeni ile kıyı ve kıyı ötesinin zararsız tek balıkçılığı geleneksel balıkçılıktır. Bizim ülkemizde 4 kulaçlardan başlayarak yapılan Gırgır avcılığı yaklaşık 4-5 tonluk kurşun yakaları, 25-30 milimlik çelik halatları ve kor ağ gözleri ile kıyı yaşamının en büyük yok edicisidir. Kıyılarda yapılan bu avcılık nedeni ile dip yapısı büyük oranda değişmiş, taşlık kırmalık yerler çöle dönmüş, soküp alamadıkları büyük kayalar ise üzerine sarılıp kalan gırgır torları nedeni ile dip balıklarına saklanaca, beslenecek yerler neredeyse kalmamıştır.

Tüm dünyada Dip balıklarının endüstriyel avcılığı trol, orta suve su üstü balıklarının endüstriyel avcılığı gırgır ile yapılırken bizim ülkemizde ağlardaki ve donamlardaki bazı değişiklerle gırgır ağı bir yuvarlak trol gibi kullanılmaya başlamıştır.

AB balıkçılık kanunları kendi denizlerinde 50 metreden sığ sularda gırgır avcılığını yasaklamıştır. Komşumuz Yunanistan’da 2 bölge (30m) hariç 50 metreden sığ sularda gırgır ile avlanmak yasaktır. İspanya ve Portekiz’de avlanma derinliği 50 metreden başlar ve ağlar 80 kulaçtan derin olamaz. Türk balıkçısı artık bu gerçeği görmek ve yüzleşmek zorundadır. Gırgır ağı ile orta su ve su üstü balıkları tutulur ve kıyı yaşamını koruyamaz isek denizlerimiz kalacak balık  sayısı muhtemelen 2 yada 3 pelajik türe düşecektir. Gırgır kıyıda avlanırken Trol’e 3 mil yasağı ya akıl tutulmasıdır yada insanlarla alay etmekten başka bir şey değildir.



Küçük ölçekli balıkçılığın korunması için uluslar arası girişimler;

Balıkçılık endüstrisindeki teknolojik ve ekonomik gelişmeler geleneksel balıkçılığı tüm dünyada tehdit etmektedir. Dünya toplam av içinde küçük balıkçığın payı % 35, AB ülkelerindeki payı ise %27 dir. Bizim ülkemizdeki payımız ise sadece % 8’dir.

Aradaki bu büyük farka rağmen, diğer ülkelerdeki küçük balıkçıların durumu bizlerden kat kat iyi olmasına rağmen küçük balıkçılığın korunması ve geliştirilmesi için çaba gösterilmektedir. Bankong’ta 35 ülkenin katılımı ile toplanan “Dünya Küçük Ölçekli Balıkçılık Kongresi” La Coruna’da128 büyük STK girişimi olan ve “geleneksel balıkçılığın korunması için” AB’yi göreve çağıran deklarasyon, Beyrut konferansı, FAO’nun geleneksel balıkçılığın korunması içi onlarca ülkede yaptığı çalışmalar hep bir tek gerçeğin altını çizmek içindir.

Bir ülkede geleneksel balıkçılık bitmişse orada kıyı yaşamı bitmiş demektir, kıyı yaşamının bitmesi ise tümden balık stoklarının bitmesinden başka bir şey değildir.

İşte sevgili kardeşim,

Yaptığımız bu tartışmalar 3-5 küçük balıkçının gırgırcılara savaş açmasından daha derin anlamlar içermektedir.





 Lafa geldiği zaman küçük balıkçı olarak çoğunluktan bahsediyosunuz, neyin çoğunluğu bu,ülkenin ekonomisine ne faydanız var, yüzde kaçınız bu işi gerçekten profesyonel olarak yapıyosunuz belli değil.” Diyerek ortak bilincinizin arkasındaki gerçeği ifade ediyorsunuz.

Size anlatayım;

Gırgır motoru sayımız son rakkamlara göre 540 civarıdır, ortlama 20 tayfa çalıştırdığını var sayarsak (çünkü bu rakamın içinde kıyılarda avcılık yapan çok sayıda küçük gırgır motoruda vardır) Gırgır sektöründe istihdam edilen tayfa sayısı 10.000 civarındadır. 18.000 küçük balıkçı motorunun 3.000 adedinin balıkçılık yapmadığını varsaydığımız da bile motor başına 2 kişilik istihdam yine de sizin sektörünüzün istihdam kapasitesini aşmaya yeter de artar bile. Üstelik küçük avcılık sektöründe motor başına istihdam ortalaması 2 kişinin de üzerindedir. Küçük balıkçıyı ötekileştiren, önemsizleştiren ve yok sayan bu bakış çağ dışıdır ve bizbu bakışı tarihin çöplüğüne göndermeye kararlıyız. Elbette bu konuyla söyleyeceklerim bu kadarla da sınırlı değildir. Bu sektörde görev almak için hamle yapan MüHendis arkadaşlarında söyleyeceklerimi dikkatle okuyacaklarını umarak devam etmek istiyorum.

Kıyı balıkçılığının ve küçük ölçekli balıkçılığın korunması sadece sosyo-ekonomik bir talep değildir. Kıyı balıkçılığının korunması için kıyının ve kıyı ötesinin korunması gerekir ki bu, ekolojik bir taleptir. Kıyı ve kıyı ötesi sucul yaşamın sürdürülebilirliğinin başladığı yerdir. Neredeyse tüm türlerin ezici çoğunluğunun 0-1 yaş arası yaşam alanlarıdır. Balık türlerimizin, çocuk odaları, yemek odaları ve çocuk bahçeleridirler. Trol avcılığını kıyı ve kıyı ötesinden uzaklaştıran temel gerçek bu dur.

Yine ticari değeri oldukça yüksek balık türlerinin büyük çoğunluğunun yaşam alanları kıyı bölgeleridir. Bahsettiğimiz bu türler, pelajik balıklara göre yaşam süreleri uzun ve üreme yaşları ise pelajikler  den çok daha fazladır. Bu nedenle de demersal stokların aldıkları hasarların telafisi daha güç ve onarım süreside daha uzundur. Kıyı ve kıyı ötesi hem ekoloji hem de ticari nedenlerle korunmak zorundadır.

4-5 tonluk kurşun yakaları, 25-30 mm çelik halatları ve 90 kulaç (oda yasal olanlar, son 1 aydır Marmara’da kullanılan ağlar 120 kulaç derinliğindeydi) ile gırgır motorları 8 kulaç suda çalışırken kıyı ve kıyı ötesini nasıl koruyacaksınız?  Seçiciliği olmayan ağlarla yavru balıkları, devasa mekanik güçleri ve her biri 50 trolün dip tahribatına sebep olan kurşun yakaları ile bu takımlar kıyılarda çalışacaksa trol’ü neden yasaklıyoruz.

Küçük avcılık söz konusu olduğunda bu resim tam tersine döner, geleneksel av araçları ileyapılan bu avcılıkta seçicilik ve metodolojisi nedeni ile de tip tahribatı sürdürülebilirlik politikalarının en verimli uygulanabileceği bir avcılık türüdür.

Bu nedenle de tüm dünyada kıyı ve kıyı ötesinde endüstriyel avcılığa izin verilmez. Ticari değeri yüksek dip balıkları geleneksel yöntemler ve geleneksel av araçları ile küçük balıkçılık tarafından ekonomiye kazandırılır.

AB balıkçılık yasaları 50 metreden sularda gırgır avcılığına izin vermez.  Örneğin, Yunanistan’da sadece iki bölgede 30 metreye kadar izin verilir ama Yunanistan’da 65 kulaçtan daha derin ağlarlar gırgır avcılığı ülkenin tamamında yasaktır.

Küçük ölçekli balıkçılığın toplam av içindeki yerini dünya örnekleri ile karşılaştırdığımızda, bizim ülkemiz içler acısı durumdadır. Dünya ortalamasında küçük ölçekli av toplam avın  %35’ine denk düşer, AB denizlerinde bu oran % 27 dir. Bizim ülkemizde ise bu oran sadece %de 8 dir.

Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada endüstriyelavcılık küçük öçekl balıkçılığı ezmekte gerek avlanma alanları gerekse Pazar politikaları ile yok oluşa sürüklememektedir. Bu leişmeler karşısında çeşitli ülkeler, bilim çevreleri ve sivil toplum kuruluşları  Küçük ölçekli geleneksel kıyı balıkçılığının korunması için çareler aramakta, ulusal ve uluslar arasıdüzeyde etkinlikler düzenlemektedir.

Bankong’ta 35 ülke katılımı ile toplanan “dünya küçük ölçekli balıkçılık kongresi”, La Corunada 128 Sivil toplum örgütünün imzası ile yayınlanan ve “AB balıkçılık reformunun merkezine küçük ölçekli balıkçılığın korunmasının konulmasını” talep eden deklerasyon, Beyrut konferansı, FAO’nun çeşitli ülkelerde yaptığı, gıdanın ve sosyal refahın korunması amaçlı faaliyetleri hepbugerçeğin karşısındaki direnme ve mücadele hareketleridir.

Sevgili kardeşim,

Senin anladığın ve anlattığın gibi bir gurup küçük balıkçının yada benim kendine eğlence aramak için yaptığı bir eylem değildir. Yok oluşa doğru sürüklenen sucul kaynakların ve bizim ülkemizde gerçekten yok olmaya başlayan küçük balıkçının geri kazanılması mücadelesidir. Bu mücadelenin var oluş sebebi bizler değiliz, forum, dernek ve bizlerin varoluş sebebi bu mücadele ve bu mücadelenin ortaya çıkmasının sebepleridir.

16 Mart 2012 Cuma

Ankaraya abim gitti (!)


Danışma kurulu ve hemen arkasından Ağustos ayında çıkacak yeni tebliğ zamanı yaklaştıkça camia içinde mücadele eden gurupların hareketlilikleri giderek yükselmeye başladı. Toplantılar, siyasi ziyaretleri, bürokrasi üzerinde press karşı tarfın bildik faaliyet tarzı. Yeni olan ise bu faaliyeti ueni taktik ve yeni kadrolar ile desteklemeleri ve kendi taleplerinin merkezde olduğu bir kamuoyu desteğini oluşturmak için çaba göstermeleridir.
Çarşamba günü belli merkez Sn. Bülent Arınç’ı ziyaret ederek kendisine balıkçılığın reformu için yapılması gerekenlerin olduğu bir “rapor” verdiler. Bu heyete hem balıkçılık hemde akademik çevrelerinde iyice itibar kaybeden Bayram Öztürk’te dahil oldu. İletilen görüşlerin hangi balıkıçı çevrelerine ve hangi akademisyenlerin referanslarına dayandığı ise tam bir muamma.
Söz konusu metin forumda paylaşıldı, sağdan soldan toplanmış görüşlerin eklektik bir biçimde bir araya getirilmesi ile oluşmuş bir yaveler dizisi. Benim amacım bu metin içindeki maddeleri tarışmak değil. Arkadaşlar gerekli görürlerse tartışır bizde arada fikirlerimizi söyleriz. İçerik tartışması ile ilgili olarak sadece bir hatırlatma yapıp geçeceğim. Sürdürülebilir bir balıkçılık için balıkçılık reformu savunan ama fikirlerde anlaşamayan insanların tartışması ile bu metin temelinde yapılacak tartışmanın farklı olduğunu unutmayınız. Karşımızda sürdürülebilir bir balıkçılık için mücadeele eden vebuna rağmen fikri ayrılıklarımız olan insanlar yok. O fotoğrafa iyi bakın, tanımadıklarınızı tanıyanlara sorup öğrenin. Son 4 yıldır daha adi daha sürdürülebilir bir balıkçılık için mücadele ederken savaştığımız insanlar. Her sene av sezonunu uzatmak için idareye baskı yapan, Ege’de uluslar arası suyun açılması için çaba gösteren, yavru balık avına karşı yapılan mücadeleye sert ve ahlaksız bir biçimde karşı çıkan, aşırı avcılığın stoklar üzerinde yarattığı tahribatı asla kabul etmeyen, benim gemim bir fabrikadır, fabrikada da tatil 1 ay olur diyenler şimdi sürdürülebilirlik savunuyor olabilirler mi? Bu tartışmada unutulmaması gereken budur. Ben bu hareketlerinin arka planını ve amaçlarını tartışmaya çalışacağım.
Bu gurup daha düne kadar (4 yıl öncesi) sorun aşırı avcılık değil deniz kirliliğidir, bizle değil kirlilikle mücadele edin diyordu. Tamamı ile hegemonyaları altındaki bir balıkçılık örgütlenmesi, siyasi ilişkileri ve günün ihtiyaçlarına uygun bir balıkçılık mevzuatının olmayışı nedeni ile de istedikleri gibi at oynatıyorlardı. Abilerin her dediğinin olduğu günlerin bitişi sezon uzatmasına karşı verilen ve başarı ile biten mücadele ile başladı. Biz bu dönemden itibaren genel teorik önermelerin yanı sıra balıkçı camiası içinde gerçekleri açıklayarak bu guruplara işaret etmeye çalıştık ve soyut talepler yerine somut hedefler göstererek bu çevreleri deşifre ve izole etme uğraşı verdik.
Sezon uzaması karşıtı kampanya, Ege’de uluslar arası suyun açılmasına karşı verilen mücadele, FSD’nin Çinekop kampanyasındaki kararlı desteğimiz, Greenpeace’in yavru balık kampanyasına gönüllü desteğimiz, İstanbul boğazındaki yeni trafik düzenlemesi ile Gırgır av alanının genişletilmesine karşı verdiğimiz mücadele, balıkçılık içindeki anlık gelişmelere karşı gösterilen refleks, denetimsiz balıkçılık isteyenlerin her türlü kitleselleşme çabalarını deşifre ederek gerçekleşmelerini engellememiz, sabırlı çabalarımız sonucunda Gırgır camiası içinde farkındalık yaratmaya başlamamız bu gurubun izolasyonunun önemli köşe taşları oldular.
Daha önceleri kişisel yada grupsal taleplerini balıkçıların talepleri olarak yansıtmalarını engelledik ve tedricen de olsa bürokrasi içindeki etkinliklerini kırmaya başladık.
Balıkçılık bürokrasisinin en alt kadrolarından en küçük balıkçıya kadar genişleyen bir yelpazede artık bir şeylerin değişebileceği umudu doğdu ve bu umut giderek gerçekçi taleplere, somut girişimlere dönüşmeye başladı. Küçük balıkçı eylemi ve düşüncesi yeniden gelişmeye ve Sivil Toplum Örgütlerine kendini fark ettirmeye başladı. Düne kadar koltuklarda oynanan oyunu izleyenler sahneye çıkarak kendileri oynamaya başladılar. Eski senaryolar, eski oyunlar ve oyuncular sahneden çekilme tehdini fark ettiler ve strateji değiştirerek hamla yapmaya başladılar.
Son dönemde yazdığım yazıların birinde “önümüzdeki dönemde bizden daha fazla sürdürülebilirlik yandaşı olurlarsa şaşırmayın” diye yazmıştım.
Bütün bunları hatırlamamın nedeni şimdi olanların anlaşılmasını kolaylaştırmaktır.
Düşüncelerimize ve bize karşı mücadele edenler aldıkları yaraları ve kaybettiklerini yerine koymaya önümüzdeki danışma kurulunda gelmesi muhtemel yeni avcılık kısıtlamalarına karşı önlem almaya çalışıyorlar.
Son 4 yıllık mücadelemiz sonucunda balıkçılık bürokrasisi içinde kaybedilen prestij ve gücü siyasi çevrelerde Lobi yaparak, balıkçı tabanı içinde kaybettikleri gücü ise bizlere saldırıp karalayarak telafi etmeye çalışıyorlar. İstihdam mücadelesi içinde olan Su ürünleri mühendislerine yakınlaşma ve şirin gözükme çabaları, düne kadar kıyı balıkçısı diye bir şey yoktur dedikleri halde “sözde kıyı balıkçısı” destekçiliğine soyunmaları, siyasilere ziyaretler, fotoğraflar, satılık “bilim adamları” düzmece balıkçılık toplantıları ve bir sürü sahtekarlığın sebebi budur.
Yayınladıkları metin bile onlar için bir önem içermemektedir. Zaten böyle bir belgenin balıkçılık bürokrasisine verilmiş olması da inandırıcı değildir. Böyle bir belgeyi olsa olsa balıkçılıkla hiçbir ilgisi olmayan birine verebilirsiniz.
Amaç konu hakkında bilgisi olmayan siyasilere kendi statüleri dayatmak, balıkçılıkla ilgilenen ama yeterince bilgi sahibi olmayan medya ve sivil toplumun kafasını karıştırmaktır. Söz konusu belgenin kendileri için hiçbir önemi yoktur ve biraz sıkışırlarsa belgeyi de üstlenmeyecekleri gün gibi aşikardır.
Metinde ki gerçek talepleri olan kota ve karşılığın da her türlü gırgır av yasağının kaldırılması talebi dikey olarak büyüyen bir gurup endüstriyel avcının varlıklarını daha da önemlisi büyümelerinin sürdürülmesini garanti altına alma çabasından başka bir şey değildir.
Küçük balıkçı bu numarayı yemez, benim merak ettiğim dikey olarak büyüyen bu gurubun uçuruma doğru sürüklediği diğer gırgır avcılarının bu oyunu görüp göremeyeceğidir     

8 Mart 2012 Perşembe

GELENEKSEL ve KIYI BALIKÇILIĞININ BALIKÇILIK SEKTÖRÜ VE BALIK STOKLARI AÇISINDAN ÖNEMİ

1- Kıyı Balıkçılığı nedir?

Balıkçılık; açıkdeniz, kıyı ötesi ve kıyı balıkçılığı olmak üzere üç ana sınıfa ayrılır.

Bu sınıflandırmanın temeli balıkçı teknelerinin avlandıkları saha ile barındıkları liman arasındaki mesafe yani “balıkçılık menzili”dir. Balıkçılık menzili kullanılan av araçlarından çok teknelerin kapasitesini ve avlanan balıkların muhafaza şeklini etkiler. Yani hem kıyı, hem kıyı ötesi hem de açık deniz balıkçılığında paraketa kullanılabilir, fakat kıyıda paraketa kullanan tekne 5-10 m arasında boya sahipken, açık deniz tekneleri 100 m ye kadar olabilir.

Kıyı balıkçıları günübirlik av yapıp, avladıkları ürünü hiçbir işleme tabi tutmadan taze olarak limana getirirler. Oltalardan trol ve gırgıra kadar her türlü av aracını kullanabilirler. Tekneleri, güverte üstü ve köprüüstü donanımları nispeten basit olup, kullandıkları av araçları diğerlerine göre daha küçük boyutlarda ve düşük kapasitelidir.

Açıkdeniz tekneleri ise aynı av araçlarının daha büyük kapasitelilerini kullanırlar. 3-6 ay denizde kalacak şekilde yakıt ve su deposu, kumanya ve yedek parça stoğuna sahip olurlar. Avladıkları balıkları tuzlayarak, kurutarak, konserve ederek veya derin dondurarak işleyebilirler ve yüzlerce ton ürünü depolayacak büyük ambarları bulunur. Bu durum açık deniz teknelerinin masraflarının karşılanması için daha verimli av sahalarında çalışmalarını ve daha çok balık avlamalarını zorunlu kılar.
2- Ülkemizde Balıkçılığın Durumu

Av sahalarının limanlara uzaklığı bakımından hemen hemen tüm balıkçılığımız kıyı ve kıyıötesi balıkçılığı kapsamına girer. Fakat kullanılan teknelerin büyüklük ve kapasiteleri açık deniz tekneleri seviyesindedir. Dün basit donanımlara sahip 20-24 m boyunda teknelerle avlanan balık bugün 50 metreyi aşan boydaki uzay teknolojisine sahip teknelerle avlanmaya çalışılmaktadır. Bu mesnetsiz büyüme, gerek endüstriyel balıkçılar arasında, gerekse endüstriyel balıkçıyla kıyı balıkçıları arasında acımasız bir rekabete neden olmuştur.
Su ürünlerinin değerlenmesi, talebin artması, takımların yüksek kapasiteli olması ve yüksek kazançlar nedeniyle hem yerleşik türlerin hem de göçmen balıkların stokları blinçsiz ve ölçüsüzce sömürülmeye başlanmıştır. Balık avcılığı 1980 li yılların ortasında sahip olunan bilgi ve yetenekler ölçüsünde erişebileceği en yüksek miktara ulaşmış ve sonraki yıllarda bazı türlerin stokları tükenmiş ve genelde av miktarı giderek azalmıştır.
3- Sorunların Temel Nedenleri

Balıkçılar yaptıkları aşırı avcılık için; ben avlamasam başkası avlar, biz avlamayalım da Yunan mı avlasın, yunuslar da aşırı çoğaldı, masrafların karşılanması gerekiyor, bu tekneden kaç boğaz doyuyor biliyor musunuz... gibi pek çok geçersiz bahane arkasına sığınmıştır. Getirilen düzenlemelere riayet edilmemiş, siyasi ve maddi güçlerini, siyasetçi, bilim adamı ve bürokratların zaafiyetlerini kullanılarak sınırlamalar sürekli delinmiş veya engellenmiştir. Kişisel hatalar, yanlış yatırımlar, kötü işletmecilik ve para yönetimi nedeniyle meydana gelen maddi kayıplar ucuz kredi ve teşvikler, yakıt sübvansiyonu gibi doğrudan ve dolaylı desteklerle savuşturulmuştur. Böylece tüm ülkeye ait doğal kaynakları tüketen araçların maddi külfeti de vatandaşın sırtına yüklenmiştir. Balıkçılığa aktarılan bu kaynaklar belli grupların daha da güçlenmesine ve haksız isteklerinin durdurulamaz hale gelmesine neden olmuştur.
Bu gidişin yanlış ve yapılanın bir tür harakiri olduğu bugün bile hala anlaşılamamıştır. Daha düşük maliyetle daha “uygun” kazanç elde etmenin yollarını aramak yerine, hâla teknelere ve ağlara boy verilmeye, ambarlara binlerce beygir gücünde makineler, köprü üstüne karşılığında aylarca çalışılan çeşit çeşit cihazlar doldurulmaya devam edilmektedir. Sonuç olarak sahip olunan maddi gücün kat kat fazlası risk ve borç hanesine yazılmaktadır.
4- Kıyı Balıkçılığının ve Hedef Türlerinin Gerilemesi

Yeni av sahaları ve stoklar devreye sokulamamasına rağmen büyüyen takımlar, artan tekne ve balıkçı sayısı ve doğal ve insan eliyle oluşan bozulmalar büyük balıkçının eskiden yüzüne bile bakmadığı balıkların ve avlakların peşine düşmesine neden olmuştur.
Kör kıyıda avlanan algarna, şebeke, trol ve gırgırlar, ince balığı alabilmek için daraltılan gözler, şalvar donam ve yumtar ipi gibi gırgırı trolleştiren uygulamalar dip balıklarının yavru ve erişkin stoklarını iyice baskı altına almıştır. Sardalya, istavrit ve hamsi gibi yem balıklarının aşırı avlanmasının da etkisiyle avcı balıklar ve dülger, bakalyaro, trança, kalkan, kırlangıç, çivisiz kalkan, iri mercanlar, köpek balığı ve camgözler, levrek ve benzeri pek çok değerli tür dolaylı olarak tükenmiştir. Hatta bu türlerden bazıları belli avlaklarda hiç görünmez olmuştur.
İşte bu noktada, kıyı balıkçısının hedef türleri olan bu balıkların azalması veya yok olması, diğer balıklar yönünden ise av miktarı ve kazanç olarak trol ve gırgırla rekabet edememesi nedeniyel pek çok geleneksel balık avlama yöntemi ve kıyı balıkçılığı gerilemeye başlamıştır.
Bu gün olta balıkçısından, trol ve gırgırına kadar her şey kıyı balıkçısının yok oluş sürecini hızlandırmakla beraber, esas sorun yasaların yetersizliği veya uygulama ve denetlemenin yetersizliğidir.
Bir türlü engellenemeyen yasa dışı balıkçılık, 1996 dan beri uygulanmaya çalışılan fakat ancak son birkaç yılda sabitlenebilmiş yeni ruhsat meselesi, kıyı balıkçısının rekabet gücünü iyice azaltmıştır. Neticede meslek değiştirme gibi nedenlerle yüzlerce yıllık bilgi ve geleneğe sahip kıyı balıkçılığı, tekne bakımı gibi baba mesleklerinde yeni nesillere tecrübe aktarımı durmuştur.
Bu gün eline tokmak alan kalafatçı, bir hızar veya kaynak makinesi sahibi olan tekne yapımcısı, fırça tutmayı beceremeyenler boyacı olarak sektöre hizmet vermektedir.
5- Neden Kıyı balıkçılığı Korunmalı ve Geleneksel Balıkçılık Teşfik Edilmelidir?

Kıyı balıkçılığı ve geleneksel balıkçılık desteklenmeli ve geliştirilmelidir;

1- Çünkü kültürel bir değerdir.
İnsanlık tarihi kadar eski yöntem ve araçların korunması, kar edemese bile devlet tarafından subvanse edilmesi gerekir.
Modern anlayışla düzenlendikten sonra, dalyancılık, manyatçılık, ığrıp ve tratacılık, sepetçilik, volicilik, dip ağcılığı ve paraketacılık gibi av yöntemlerinin ekosisteme zararı olmaz.

2- Daha fazla insana ekmek kapısı, iş kapısıdır.
3-5 kg balıkla üç hanenin kursağına sıcak çorba girer. İki tane kalkan balığı bir trol teknesinin masrafını korumaz fakat 6 m boyunda bir kıyı balıkçılığı teknesi bundan rahatlıkla kar elde edebilir.

3- Daha kaliteli üretim yapılır.
Kıy ıbalıkçılığı ve geleneksel yöntemler bin yılların tecrübesiyle ortaya çıkmış, doğayla barışık yöntemlerdir. Daha iri balıkları, daha ulaşılmaz avlakları, daha dar alanları hedefler. Genelde seçici yada seçiciliği düzenlenebilen av araçlarıyla uygulanır. Avlama zamanını, ağ gözünü, ağ boyut ve miktarını doğru ayarlamak kolaydır. Bu düzenlemeler için yeterince deneyim mevcuttur.

4- Av baskısı düşüktür.
Bir av seferinde yakalanan balık miktarı ekolojik dengenin tolere edebileceği sınırlarda kalır.


KIYI BALIKÇILIĞINI KORUMAK VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KILMAK İÇİN KULLANILMASI GEREKEN ARAÇLAR NELERDİR?

Pek çok yasal düzenleme mevcuttur. Bunlar:
  1. Zaman yasakları (üreme ve göç döneminde balıkları koruma amaçlı),
  2. Bölge yasakları (üreme - göç alanlarının ve kıyı korunması ve av ve avlakların eşit paylaşımını sağlama amaçlı),
  3. Balık türü yasakları (yok olmakta olan türleri koruma amaçlı),
  4. Boy yasakları (balıklara en az bir kere üreme şansı verme amaçlı),
  5. Av aracı miktar ve büyüklük yasaklı (Av baskısının kontrolü amaçlı) ve
  6. Av aracı göz açıklığı, kanca büyüklüğü, yem, kaçış penceresi aralığına ilişkin yasaklar (istenmeyen tür ve boydaki balıkların yaşamasına fırsat tanıma amaçlı)
olarak sayılabilir.

Bugüne kadarki tecrübeler göstermiştir ki; insan faktörü (hem avcılar hem de denetleyiciler) var oldukça yasaları tam işletmek mümkün olamamaktadır.
Öyleyse daha radikal önlemler almak, çoğu zaman işi insana bırakmamak zorundayız.Bunun için uygulanabilecek en önemli araç avlakların korunmasıdır.
Avlakların korunması için çeşitli yöntemler vardır. Mesafe ve bölge yasakları Osmanlı döneminden bu yana uygulanır ama pek başarılı olunmaz. Kıyılarda avlanan troller, sığlarda avlanan gırgırlar vs. en büyük şikayet konusudur. Bu durumda sadece yasak getirip insanların uymasını beklemek yerine radikal önlemler alınması gerekir.
Bir sahayı korumanın en önemli yollarından birisi mania tipi yapay resiflerdir. Bunlar geleneksel yöntemleri engellemeyecek fakat endüstriyel yöntemleri engelleyecek şekilde düzenlenmelidir. Avlaklar küçük balıkçı kooperatiflerine tahsis edilebilir. Bu sahalarda ayrıca mania tipi yapay resiflerden de yararlanılabilir.Geleneksel kıyı balıkçılığına diğer bir katkı da balıklandırma yoluyla yapılır.
Yok olan veya azalan türler insan eli altında çoğaltılıp avlaklara salınarak, dengenin sağlanmasına çalışılır. Bunlar üç beş bin adet balıkla olacak işler değildir. Bir saha için türe göre her 100 yada 1000 m2 ye bir balık gelecek sayılarda balık salmakla etkin bir balıklandırma yapılabilir.
---------------------------
Bu güne kadar alınan önlemlerin neden etkili olamadığı hakkında bir saptamamı aktararak yazıyı sonlandırayım.

Balıkçıyı, hele hele küçük balıkçıyı sadece kendisi kurtarır.
Fakat uzmanlık isteyen, resmi prosedürlerin takibini gerektiren konularda sırf kişisel ego tatmini için mastrubasyon yapmayla hiç bir sorun çözülmez.
35 yılı aşan profesyonel ve amatör balıkçılık hayatımda hangi konularda, neler konuşan, kimleri gördüm. Kimler geldi kimler geçti. Fakat hiç ama hiç bir şey iyiye gitmedi. Herkes ne kadar çok bildiğini ispat etmeye çalışıyor. Ama getirilen düzenlemelere uyma konusunda hiç kimseyi bulamıyoruz. Herkes kuralları delme peşinde.
Sorunlarının gerçekten farkında olan tanıdığım balıkçı sayısı üç bilemedim beş kişiden ibarettir. Bu konuda uzman akademisyen sayısı daha azdır. Balıkçıların sorunlarına gerçekten sahip çıkma isteğinde olan yetkin insan bulmak ta güçtür. Karşılığını vererek, parasını ödeyerek bile hizmet alma imkanı pek yoktur.
Çözüm; sorunların farkında olmayla başlar. İkinci aşamada resmi prosedür takibi gereklidir. Bu da akademik danışmanlık hizmeti alma, sorunları saptayan raporlar ve araştırmalar oluşturma ve son olarak oluşturulan rapor ve elde edilen verilerin ilgili mercilere, doğru yoldan iletmesiyle sonuca ulaşmak çok daha kolay olacaktır...