İlyas Torlağ'a cevaptır.
Yazınıza
başladığınız cümle ile bitirirken kullandınız ifade arasında büyük bir çelişki
var. Bir yandan benim meslek hayatımda “denizde
büyük küçük yoktur” derken yazınızı bitirirken, “Lafa geldiği zaman küçük balikçı olarak
çoğunluktan bahsediyosunuz,neyin çoğunluğu bu,ülkenin ekonomisine ne faydanız
var,yüzde kaçınız bu işi gerçekten profesyonel olarak yapıyosunuz belli değil.”
Diyerek, büyük balıkçımızın gerçek
bizlere gerçek bakışını ifade ediyorsunuz. Türkiye’deki gırgır avcıları artık
bu konuda bir karar vermeli, işine geldiği zaman hepimiz balıkçıyız, işine
gelmediği zaman siz balıkçımısınız demekten vaz geçmelidir. Babalarınızın ve
dedelerinizin nereden geldiğini unutmayınız, ayrıca bu gidişi durduramaz ve
geri çeviremez isek kaçınılmaz olarak saflarımıza katılacağınızı da hatırlatmak
isterim.
Savaş çığırtkanlığı iddialarınıza
gelince;
İnsanların haklarını aramaları ve
varlıklarını korumaları için mücadele etmeleri hem ahlaken hemde hukuken meşru
bir olaydır. Yıllardır ötekileştirilen yok sayılan küçük balıkçı kaderinin
stokların kaderine bağlı olduğunu fark etmeye başlamış, kendisi ve sucul
yaşamın korunması için örgütlenme çabasına girmiştir. Daha şimdiden yayılan ve
giderek yükselen bu mücadelenin sebebi, birilerinin bu insanları mücadele
etmeye çağırması değildir. Bu mücadelenin sebebi, sucul yaşamı giderek yok eden
ve sucul kaynakların paylaşımında haksızlıklara sebep olan balıkçılık
rejimimizdir. Eğer bir sürtüşme itişme ortamına girdiğimizden bahsederek
bunları söylüyorsan, bununda nedeni küçük balıkçı değil, denizde kıyı
balıkçısına hayat hakkı tanımayan gırgır avcılarıdır. Bunları söylerken elbette
tamamınızı kast etmiyorum. İçinizde vicdan ve adalet duygusunu henüz
kaybetmemiş reislerde var. Bütünü ile camiamıza baktığımızda genel duruş ve
egemen olan ortak eğilimlerden bahsediyorum.
Bu gün yaşanan sorunların ve gelmekte
olan çatışmanın sebebi Gırgır avcılarının denizde kendilerinden başka kimseye
hayat hakkı tanımayan bakış açıları ve balıkçılığımızın probleri denildiğinde
kendilerinin problemlerinden başka hiç probleme yüz dönmeyişleridir.
Biz küçük balıkçılar, balıkçılığımızdaki
aşırı ve kontrolsüz avcılığın, filonun içine girdiği dikey büyüme sürecinin sadece
bizi değil, gırgır av filosunun tabanını da uçuruma sürüklediğini anlatıyoruz.
Sadece kendimiz için değil, herkes için sürdürülebilir bir balıkçılık ve hakça
paylaşım talep ediyoruz. Sizlerin en büyük probleminiz, gözünüzün önünde olup
biteni kavraya maşınızdır. Endüstriyel
avcı camiası içindeki belli guruplar gelirlerini sürdürebilmeyi ve istikrarlı
bir şekilde büyüme trendlerini neden nasıl devam ettiriyorlar? Bu soruyu sorup
doğru cevabı veremediğiniz sürece içine girmiş bulunduğunuz krizden kurtulmanız
mümkün olmayacaktır. Balıkçılık kaynağın üretimine insan katkısı olmadığı için
ekonominin temel parametreleri ile yönetilemez. Balıkçılıkta liberalizm olmaz.
Balıkçılık ancak denizdeki yaşam devam ediyorsa var olacaktır. Denizdeki
yaşamın güvenliği ve sürdürülebilirliği borçlarımızdan, hayallerimizden,
gelecek beklentilerimizin hepsinden önemlidir. Üstelik mevcut sorumlusu da biz
balıkçılar ve yıllardır bilimsel gerçeklerden uzak icra edilen balıkçılık
yönetimidir. İklim değişikliği, kirlilik yada her hangi bir bahane bu durumu
değiştiremez. 4 kulaç suya bot düşürüp bir çelikte 80.000 lüfer avlamak liberal
bir hak değildir. Sucul kaynaklar kamunun ortak malıdır ve o kaynakların
paylaşımı adil bir şekilde yapılmak zorundadır.
Gırgır av filomuzun içine düştüğü mali
dar boğazın nedeni bu kontrolsüz büyüme ve kontrolsüz teşviktir. Yıllık
1.000.000 ton av yapılan denizlerimizde yüzdürdüğümüz avcı filomuzun av
kapasitesi ise 30.000.000 tonun üzerindedir. Bu düzen devam ettiği sürece her
yıl için sürdürülebilecek yegane olgu maddi zarar ve birim av üzerindeki birim
maliyetin artışıdır.
Buradaki avcılığın rasyonel olmadığı
konusunda aklı başında olan herkes ile anlaşabileceğimi zannediyorum. Eğer bu
gerçekten anlaşıyorsak yapılması gerekenlerde de anlaşmamız geriyor olmaz
mı? Ama iş yapılması gerekenlere gelince
anlaşmazlıklar başlıyor. Bunun nedenlerinin başında ise balıkçılık yönetimimiz
geliyor. Bilimsel gerçeklere başvurmayan, su ürünleri mühendislerini sahada
kullanmayan, denizi, stokları ve av kayıtlarını bilmeyen bir balıkçılık
yönetimimiz var. Ne yönetebiliyor ne de denetleyebiliyor. Hal böyle olunca da
gırgır avcısı suyun içindeki servetten en büyük payı almanın(kimisi borcunu
ödemek, kimisi de daha da zenginleşmek için) daha hızlı motor, daha büyük motor
ve daha büyük takım peşine düşüyor. Sistem ufalarak kontrole doğru gideceğine,
büyüyerek mali ve biyolojik yok oluşa doğru her geçen gün daha da hızlanarak
gidiyor.
Bu içine girdiğimiz durumdan
etkilenmeyen hatta tam tersine gelir ve büyümelerinin sürdürülebilirliğini
sağlayan bazı guruplar ise yok olmakta olan gırgır avcısı tabanını da kuyruğuna
takarak değişime karşı çıkıyor. Ya sopa gösteriyorlar yada havuç. Arada bir
kendi içlerinde çıkan homurtular ise ne bütünlüklü fikirler ne de gerçekçi
talepler haline dönüşemeden yok oluyor.
Borç bulan, satacak malı olan mutlak
sonu erteliyor ve zaman kazanıyor. Artık satacak bir şeyi kalmayan, borçlanma
yeteneğini tüketmiş olanlar ise her türlü yasadışı avcılığın ve sucul
tahribatın failleri olarak denizde dolaşmaya devam ediyor. 1 Aydır Marmara’da
130-140 kulaç derinliğinde ağlarla avlananları herkes biliyor, görüyor ama
ağzını açmıyor. Süt kıraçayı Hamsi ağları ile avlayıp elek vuranları her kes
görüyor biliyor ama ağzını açmıyor.
Tam bu noktada bana yapılan eleştiriyi
kullanarak cevap vermek istiyorum. Bütün bunları yapanlar, toplantılarda yada
sosyal medyada tartışmaya başladığında ya demagojiye başlıyorlar yada kişisel
saldırılara hakaretlere. Hiçbir şey değişmesin, hiçbir kısıtlama gelmesin hatta
var olan avcılık kontrolü ve kısıtlamaları da hafifletilsin istiyorlar.
Küçük balıkçılık ve neden korunması
gerektiği konusuna gelince;
Küçük balıkçılığın doğal avcılık
faaliyet alanları olan kıyı ve kıyı ötesi, sucul yaşamın en hassas olduğu ve ticari
değeri yüksek değerli dip balıklarının en çok bulunduğu alanlardır. Bu balıklar
ömürleri ve üreme yaşları uzun olan türler olduğu için pelajik stoklara göre
korunması ve avcılıklarının daha ciddi kontrol edilmeleri gerekir. Ortalama
ömrü 4 yıl olan bir Hamsi stoğu 1 yıl
içinde aldığı zararı telafi etmeye başlarken, mercan, dil, pisi, kalkan vs.
balık stoklarının böyle bir şansları yoktur. Bu nedenle de seçicilik ve dip
yapısına verdiği çok düşük zarar nedeni ile kıyı alanlarındaki avcılık tüm
dünyada endüstriyel av teknelerine ve araçlarına kapalıdır. Bizim ülkemizde de
trol avcılığının 3 milden kıyıda yasak olmasının sebebi budur. 0-1 YAŞ gurubu
onlarca türü yaşamlarına bu alanlarda başlarlar, hem beslenmek hem de korunmak
için bu alanları kendilerine yaşam alanları olarak seçerler.
Kıyı ve kıyı ötesinde yapılacak
evcılığın av araçları ve yöntemlerinin buradaki yaşamın sürdürülebilirliğine
zarar vermemesi gerekir.
İşte bu nedenle de gerek av araçlarının
seçiciliğinin kontrol edilmesinin kolaylığı gerekse dip yapışa zarar
vermemeleri nedeni ile kıyı ve kıyı ötesinin zararsız tek balıkçılığı
geleneksel balıkçılıktır. Bizim ülkemizde 4 kulaçlardan başlayarak yapılan
Gırgır avcılığı yaklaşık 4-5 tonluk kurşun yakaları, 25-30 milimlik çelik
halatları ve kor ağ gözleri ile kıyı yaşamının en büyük yok edicisidir.
Kıyılarda yapılan bu avcılık nedeni ile dip yapısı büyük oranda değişmiş,
taşlık kırmalık yerler çöle dönmüş, soküp alamadıkları büyük kayalar ise
üzerine sarılıp kalan gırgır torları nedeni ile dip balıklarına saklanaca,
beslenecek yerler neredeyse kalmamıştır.
Tüm dünyada Dip balıklarının endüstriyel
avcılığı trol, orta suve su üstü balıklarının endüstriyel avcılığı gırgır ile
yapılırken bizim ülkemizde ağlardaki ve donamlardaki bazı değişiklerle gırgır
ağı bir yuvarlak trol gibi kullanılmaya başlamıştır.
AB balıkçılık kanunları kendi
denizlerinde 50 metreden sığ sularda gırgır avcılığını yasaklamıştır. Komşumuz
Yunanistan’da 2 bölge (30m) hariç 50 metreden sığ sularda gırgır ile avlanmak
yasaktır. İspanya ve Portekiz’de avlanma derinliği 50 metreden başlar ve ağlar
80 kulaçtan derin olamaz. Türk balıkçısı artık bu gerçeği görmek ve yüzleşmek
zorundadır. Gırgır ağı ile orta su ve su üstü balıkları tutulur ve kıyı
yaşamını koruyamaz isek denizlerimiz kalacak balık sayısı muhtemelen 2 yada 3 pelajik türe
düşecektir. Gırgır kıyıda avlanırken Trol’e 3 mil yasağı ya akıl tutulmasıdır
yada insanlarla alay etmekten başka bir şey değildir.
Küçük ölçekli balıkçılığın korunması
için uluslar arası girişimler;
Balıkçılık endüstrisindeki teknolojik ve
ekonomik gelişmeler geleneksel balıkçılığı tüm dünyada tehdit etmektedir. Dünya
toplam av içinde küçük balıkçığın payı % 35, AB ülkelerindeki payı ise %27 dir.
Bizim ülkemizdeki payımız ise sadece % 8’dir.
Aradaki bu büyük farka rağmen, diğer
ülkelerdeki küçük balıkçıların durumu bizlerden kat kat iyi olmasına rağmen
küçük balıkçılığın korunması ve geliştirilmesi için çaba gösterilmektedir.
Bankong’ta 35 ülkenin katılımı ile toplanan “Dünya Küçük Ölçekli Balıkçılık
Kongresi” La Coruna’da128 büyük STK girişimi olan ve “geleneksel balıkçılığın
korunması için” AB’yi göreve çağıran deklarasyon, Beyrut konferansı, FAO’nun
geleneksel balıkçılığın korunması içi onlarca ülkede yaptığı çalışmalar hep bir
tek gerçeğin altını çizmek içindir.
Bir ülkede geleneksel balıkçılık
bitmişse orada kıyı yaşamı bitmiş demektir, kıyı yaşamının bitmesi ise tümden
balık stoklarının bitmesinden başka bir şey değildir.
İşte sevgili kardeşim,
Yaptığımız bu tartışmalar 3-5 küçük balıkçının
gırgırcılara savaş açmasından daha derin anlamlar içermektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder