17 Mayıs 2012 Perşembe


SÜRDÜRÜLEBİLİR VE SORUMLU BALIKÇLIK YÖNETİMİ REFORMU İÇİN GELENEKSEL KIYI BALIKÇILIĞI KORUNMALI VE DESTEKLENMELİDİR



Küçük ölçekli geleneksel kıyı balıkçılığı insanlık tarihinin en eski üretim biçimlerinden biri olup halen deniz ve iç suların kıyılarında yaşayan büyük bir insan topluluğunun geçim kaynağıdır.

Ülkemiz balıkçılığı, av verimsizliğinin kemikleşmesi nedeniyle giderek artan bir hızla uçuruma doğru yol almaktadır. Aşırı, plansız ve kontrolsüz avcılık nedeni ile balık stokları her gün biraz daha hızla erirken, deniz ekosisteminin temel özellikleri göz ardı edilerek sucul yaşam tüm canlı kaynakları ile birlikte yok edilmektedir. Bu yok oluş süreci deniz canlılarıyla sınırlı kalmamakta, deniz ekosisteminin en hassas alanlarında avcılık faaliyeti yapan geleneksel kıyı balıkçılarını da yok oluşa doğru sürüklemektedir. Küçük ölçekli kıyı balıkçılığının yok oluşu ile birlikte küçük ölçekli avcılık ekonomisine dayanan kıyı toplulukları yok olmakta, insanlık tarihinin en eski üretim biçimlerinden biri olan geleneksel balıkçılık tarih sahnesinden çekilmeye zorlanmaktadır.

Günümüzde dünya balıkçılığının içinde bulunduğu sorunların ilk nedeni endüstriyel avcılığın yarattığı aşırı av baskısıdır. Denetimsiz ve plansız yapılan endüstriyel balıkçılık tüm dünyada sucul canlı kaynakları tükenişe doğru sürüklemiş, açık deniz stoklarının % 60’ı, kıyı ve kıyı ötesi sucul yaşamın ise % 40'ı  yok edilmiştir. İlk yatırım maliyetlerinin ve işletme giderlerinin yüksekliği nedeni ile yüksek miktarlarda avcılığa ihtiyaç duyan endüstriyel balıkçılık yapısal karakteri nedeni ile sürdürülebilir avcılık politikalarıyla çelişmekte, canlı deniz kaynaklarını ve mevcut durumdan sorumluluğu olmayan küçük ölçekli kıyı balıkçılığını yok etmekte, ayrıca bu gidişin kaçınılmaz bir sonucu olarak da kendi sonunu hazırlamaktadır.

Bu gerçeğin farkında olan küçük balıkçı çevreleri ve çevre merkezli sivil toplum örgütleri ortak bir ses oluşturarak, seslerini reform talepleri doğrultusunda yükseltmektedirler. Bunun en son ki örneği La Coruna deklarasyonudur. 2010’da Bankong’ta gerçekleştirilen “Dünya Küçük Ölçekli Balıkçılık Kongresi” ve “Akdeniz Geleneksel Balıkçılar Platformu” bu süreçte söylemleri ve talepleri ile küresel çapta örnek ve güçlü bir ses olmuştur.

Geleneksel kıyı balıkçıları kendilerini korumanın yegâne yolunun kıyıları ve denizleri korumaktan geçtiğinin bilincindedirler. Bu nedenle haklı ve endişe dolu taleplerini uluslararası düzeyde merkezileştirmeye başlamışlardır.

Türkiye’de ise geleneksel kıyı balıkçılarının durumu Avrupa’daki ve dünyanın diğer ülkelerindeki meslektaşlarına göre daha da olumsuz bir durumdadır. Ticari av filomuzun % 90’ını oluşturan küçük kıyı balıkçıları toplam avın % 10’unu bile gerçekleştirememektedirler.

Mesleki balıkçılığın tarihsel av alanı olan kıyısal ortam, endüstriyel balıkçı gemilerinin aşırı ve zararlı av baskısı altındadır. Geleneksel balıkçılar 6-7 metrelik tekneleri ile bu av alanlarında 30-40 hatta 50 metrelik ticari av tekneleri ile rekabet etmeye çalışmakta, onların güçlü av araçları ile kıyısal sucul ortamı tahrip edişini çaresizlikle izlemektedirler.

Yasa dışı her türlü avcılık, zararlı avcılık, yavru balık avcılığı ve göç yolları üzerindeki büyük ölçekli avcılık küçük kıyı balıkçısını ezen ve hepimizin geleceğini tehdit eden ana faktörlerdir.

Geleneksel kıyı balıkçıları, balıkçılık ile ilgili kararların belirlenmesi süreçlerinde seslerini duyuramamış ve büyük balıkçılık gurupları karşısında gerekli platformu oluşturamamışlardır. Endüstriyel balıkçı guruplarının güçlü örgütsel yapıları, mali olanaklarının yoğunluğu ve siyasi lobileri sayesinde kıyı balıkçıları ötekileştirilmişlerdir.

Ortak kaygıyı güven ortamına dönüştürmek, sucul kaynakların sürdürülebilir konuma gelmesi için uğraş vermek, balıkçılık sektörünü hatalardan arındırarak bir bütün olarak düzlüğe çıkarmak, ülke ekonomisine olumlu düzeyde katkı sağlamak ve en önemlisi toplumumuzu balıkçılığın ilgi alanına giren tüm konularda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek amacıyla kurduğumuz Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği (GELBARDER)  olarak sizlere aşağıdaki metni bir çağrı olarak gönderiyoruz ve ortak bir deklarasyon olarak yayınlayarak birlikte ve ayrı ayrı ama aynı hedefe ulaşmayı umuyoruz.



Bizler,  doğaya karşı duyarlı olan bireyleri, sivil toplum kuruluşlarımızı, balıkçılık örgütlerimizi ve balıkçılarımızı aşağıdaki metinin tartışılarak içeriğine katkı sağlamaya ve ortak bir talep oluşturularak kamuoyuna duyurulması  için bir araya gelmeye davet ediyoruz.


GELBALDER
www.gelbalder.org

GELENEKSEL BALIKÇILIK KORUNMALIDIR
NEZİH BİLECİK


10 yıldır sürekli yakınma içerisinde olan ülkemizin tüm balıkçı kesimlerindeki hoşnutsuzluklar son üç yıldır tavan yapmış durumda. Büyük balıkçı da küçük balıkçı da av verimliliği açısından gelinen noktadan yakınmakta. Bu neden böyle oldu? Sektörden sorumlu merkezi otoritenin kaynak yönetimini bilimsel ve disiplinli bir sistem üzerine oturtamamasını bir kenara bırakıp, avcılıkları gerçekleştiren balıkçıların temel oluşumları açısından konuyu masaya yatırmak ve bir analize tabi tutmak gerekli. Balıkçı, sucul ortamda bulunan her türlü canlıyı çeşitli yöntemlerle avlayan bireylere verilen sıfattır. Balıkçılar konumlarına, sahip oldukları altyapı donanımına göre amatör balıkçılar, küçük ölçekli balıkçılar ve endüstriyel balıkçılar olarak yorumlanırlar. Amatör balıkçılık, ticari amacı olmadan tamamen dinlenmek ve boş zamanı değerlendirmek gayesiyle yapılan balık avcılığı olduğundan ve bunların stoklar üzerinde herhangi bir etkisinin olmaması nedeniyle dikkate alınma konumları söz konusu değildir. Ülkemizde ticari anlamda balıkçılık kıyı ve kıyı ötesi avcılıklarıyla gerçekleştirilir. Kıyı balıkçılığı iki ayrı özellikli balıkçı kesimince yapılır. Bunlar küçük ölçekli balıkçılar ile endüstriyel balıkçılardır. Küçük ölçekli balıkçılar sadece kıyısal bölgede, endüstriyel balıkçılar ise hem kıyısal hem de kıyı ötesi bölgelerde avcılık yaparlar.
Balıkçılık uygulama modelleri ve altyapıları
Küçük ölçekli balıkçılık diğer tanımlamayla geleneksel veya mesleki balıkçılık kıyıdan fazla uzaklaşmadan günü birlik mesafe içindeki av bölgesinde avlanıp limana dönülme biçiminde yapılır. Bu avcılık modelinin en karakteristik özellikleri tek başına veya 2-3 birey taşıyabilen 6-12 metre boylarında ve 10-40 HP gücünde teknelerle yapılmasıdır. Balık avcılığında geleneksel ağ takımları egemendir. Bunlar yemli olta (parakete), yemsiz çapari, zoka, sade ağ, fanyalı dip ağları, yüzey ağlarıdır. Küçük ölçekli olarak gerçekleştirilen bu balık avcılığı düşük teknoloji, az sayıdaki personel nedeniyle “geçimlik” olarak da yorumlanan bir balıkçılık uygulamasıdır. En belirgin dominant karakteri ise buradaki sınıflamaya giren tekne sayısı ile balıkçı sayısının fazlalığıdır. Denizlerimizde mesleki balıkçılık yapan tekne sayısı 15 bini aşkın olup balıkçı sayısı ise 35 bin dolayındadır. Her ne kadar yapılan balık avcılığının verimliliği “geçimlik” hüviyetinde ise de istihdam ettiği balıkçı sayısı yoğundur. Bu özelliği onu sosyal açıdan son derece önemli kılar. Geleneksel balıkçılıkta kullanılan tekneler ortalama 3.6 GRT ve 15 HP veya 11 kW’a sahiptir. Toplam denizel üretimin yaklaşık yüzde 10’u geleneksel balıkçılıkla yapılmakta ve ortalama üretim ise yıllık 45 bin ton dolaylarındadır
(*) . Buna karşın avcılık yoluyla yapılan toplam denizel üretimin yüzde 90’ı endüstriyel balıkçılıkla sağlanır. Endüstriyel balıkçılığın da ana ağırlığını pelajik balıklar açısından gırgır, demersal (dip) balıkları açısından ise trol avcılığı oluşturur.

Gırgır balıkçılığı ile yüzey ve orta su balıkları avcılığı gerçekleştirilir. Bu grupta yaklaşık 952 tekneden oluşan filonun yapısını; ana tekne, peş kayığı, taşıma teknesi, Ege ve Akdeniz’de ise bunlara ek olarak ışık tekneleri oluşturur. Bir gırgır takımı ortalama 200 GRT ve 1275 HP veya 937.5 kW’a sahiptir. Ortalama insan gücü 13-15 bin dolayındadır. Gırgır tekneleri büyüklüğüne, donanım özelliklerine ve gereksinimlere göre günü birlik av yapabilecekleri gibi, haftalık veya daha uzun süreçli olarak av mahallerinde de faaliyetlerini sürdürebilirler. Filonun avladığı ortalama ürün miktarı ise yıllık 330-350 bin tondur. Diğer yandan 670 dolayındaki ve dip balıkları avcılığının yapıldığı trol teknelerindeki ortalama groston ise 60 GRT ve 335 HP veya 246 kW’a eşittir. İnsan gücü ise 3.500 kişiye yakındır. Denizde kalma süreleri de günü birlik olabileceği gibi teknenin lojistik donanımına bağlı olarak haftalık da olabilir. Trol tekneleri ile yapılan ortalama yıllık üretim ise 70 bin ton dolaylarındadır.
 Av bölgeleri itibarıyla genel değerlendirme
Türkiye’de temel olarak hüküm süren avcılık kıyı balıkçılığı özelliğindedir. İstisnai olarak kıyı ötesi avcılıklar da söz konusudur. Geçmişte kuzeybatı Karadeniz’de yoğun olarak yapılan kalkan balığı avcılığı ile günümüzde Akdeniz’de yapılan orkinos avcılıkları örnek olarak verilebilir. Gerek endüstriyel balıkçı gerekse geleneksel balıkçı kıyı bölgesini ortaklaşa olarak kullanırlar. Konuyu netleştirmek için ayrıntılara girmek gerekli. Kıyısal bölgeden kastedilen nedir? Yazanın kişisel görüşü Marmara Denizi haricindeki kendi ulusal sularımız yani altı deniz mili açığa kadar olan bölgedir. İstisnai durum ise Ege Denizi’nde Yunan adalarından dolayı orta hatta kadar olan kısımdır. Özetle ulusal sularımız ana kara ile açık denize doğru olan yaklaşık 11 km eninde olan alandır. Bu bölgenin ilk yarısı yani 3 millik, diğer yaklaşımla yaklaşık 5.5 km’lik bölümü trol avcılığına karşı korumaya alınan bölgedir. Doğal olarak üç milin dışında her balıkçı kesimi rahatlıkla av yapabilir. Üzerinde durulması gereken husus kıyısal bölgenin ana kara ile açığa doğru olan üç millik yani 5.5 kilometrelik bölümüdür. Bu bölüm derinlik itibarıyla karmaşık bir yapı gösterir. Bunun temel nedeni ülkesel çerçevede kıta sahanlığımızın genelde olumsuz konumundan ileri gelmektedir. Bu nedenle bazı sığ derinliklere (banklara) kıyıdan uzaklarda rastlanabileceği gibi bazen de ana karaya yakın mesafelerde çukurlara (löngözlere) rastlanılmaktadır. Denizlerimiz kıta sahanlığının homojen olmayan konumu üç millik mesafe içerisindeki alanda gırgırla yapılan avcılıkları da tartışma konusu içerisine taşımaktadır. Özellikle sığ sularda yapılan avcılıklara ağın derinliğinin denizin derinliğinden çok daha fazla olması başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkar. Sığ sularda gırgır ağları ile yapılan avcılıklar onu zararlı av faaliyeti konumuna düşürmektedir. Nasıl mı, bir de ona bakalım!
 Kıyıya yakın bölgelerin özel konumu
Denizlerin her bölgesi, her derinliği, her noktasının yaşamsal bir önemi vardır. Fakat kıyısal bölgelerin ayrıcalıklı olarak özellikle ilk 50 metre derinliği kapsayan ortamın “özellikli yoğunluk” gösteren yapısı bulunmaktadır. Doğal olarak kıyıya yakın bölgeler denizlerin en verimli bölgesini teşkil eder. Bu bölge denizlerde yaşayan omurgasız hayvanlar ile bitkilerinin asli yaşam ortamıdır. Omurgalılardan olan balıkların da özellikle dip balıklarının üreme göçü yaparak yumurta döktükleri ve nesillerini devam ettirdiği diğer bir tanımlama ile adeta bir doğumhane ortamıdır. Beri taraftan yavru balıkların ergin hale gelene kadar kaldıkları ve besin deposu olarak kullandıkları yerdir. Deniz bilimi açısından incelendiğinde tüm artı değerlerin bu ortamda yoğunlaştığı dikkati çeker. Ne yazık ki insan-doğa ilişkileri çerçevesinde insanoğlu avcılık yoluyla bu ortamı hoyratça kullanmaktadır. Onun bu tutumu denizlerin biyolojik yönden en zengin kesimi için ileri düzeyde bir tehlike yaratmaktadır.
 Kıyısal bölge zenginliğinin sürdürülebilir konumda olmasını temin için endüstriyel balıkçılığın asli özelliğini teşkil eden gırgır av filosunu kontrol altına almak kaçınılmazdır. Bunun için hiç bir şekilde 3 mil ile ana kara arasında kalan özellikle 50 metre ve daha sığ sularda deniz tabanına temas eden derinlikteki gırgır ağlarının kullanılmaması gerekir. Çünkü sığ sularda derin sulara uygun olan gırgır ağlarının kullanılması deniz tabanında yaşayan tüm hayvansal ve bitkisel organizmalar topluluğunu yıpratmaktadır. Ayrıca sığ sularda aşırı avcılık yapılarak stokların dengesini altüst edecek seviyede avlanma yapılmaktadır. 50 metre ve daha sığ sularda gırgır teknelerinin av yapmasına merkezi otorite tarafından mutlaka bir kısıtlama getirilmelidir. İlk 50 metre derinliği kapsayan bölge sadece meslekigeleneksel balıkçılık yapan kesime tahsis edilmelidir. Bunun temel nedenini şu şekilde belirtmek olasıdır.
 Her ne kadar mesleki balıkçılık yapan tekne sayısı ile mesleki balıkçılık yapanların sayısal yoğunluğuna karşın bu grubun stoklar üzerinde oluşturduğu av baskısı son derece kısıtlıdır. Haliyle onun bu özelliğinin balıkçılığın sürdürülebilirliği üzerinde en küçük bir olumsuzluğu söz konusu değildir.
Türkiye balıkçılığının kurtuluşu endüstriyel balıkçılığın disiplin altına alınmasında yatmaktadır. Trol avcılığı kanunda öngörülen hususlar çerçevesinde yapılmalı ve bu sağlanmalıdır. Gırgır avcılığında ise merkezi otorite iki hususu önemle dikkate almalıdır. Türkiye balıkçılığını ayakta tutan en önemli özellik Atlantik kökenli balıkların sularımıza giriş ve çıkışlarındaki yoğun av verişleridir. Bunun nedeni ise palamut ve lüfer gibi balıkların Akdeniz’den Karadeniz’e yaptıkları üreme ve beslenme içerikli göçleridir. Ne var ki endüstriyel balıkçı filosunun yoğun av baskısı ve buna bağlı olarak avcılıklarda da görülen düşüşler dikkat çekicidir. Özellikle lüfer avcılığında sergilenen tablo dramatikliğin de ötesindedir. Atlantik kökenli balıklarda avlanma verimliliği ile bunun devamlılığını sağlamak açısından Çanakkale Boğazı ile İstanbul Boğazı; ayrıca her iki boğazın giriş ve çıkış ağızlarının belirlenmiş bir açıklığına kadar olan ortamları salt endüstriyel gırgır filosunun avcılığına tamamen kapatılmalı ve bu ortamlar “balıkçılık koruma bölgesi” ilan edilmelidir. Bunun haricinde ise tüm kıyılarımızda gırgır avcılığına 50 metre derinlik tahdidi konularak kıyı bölgesinin biyolojik zenginliği ve onun devamlılığı güvenceye alınmalıdır. Gerek kıyısal bölgenin ve gerekse geleneksel yani küçük ölçekli balıkçılık yapanların esenliğini sağlamak için AB’nin Ortak Balıkçılık Politikası çerçevesinde konuya çeki düzen vermek merkezi otoritenin görevidir.
 Onur kırıcı yaptırımlar
Türkiye insan kaynakları açısından zengindir. Ama ne yazık ki ülke bilimcilerinin, bürokratlarının ve konu ilgilisi bireylerin görüşlerini, önerilerini ülke yönetimleri olarak dikkate almama hastalığımız bulunmakta. Oysa benzer konular AB tarafından önümüze konulduğunda ülke olarak bunları gözü kapalı uygulamaya koymak rencide edici olmuyor mu? Bunun örneklerini balıkçılıkta yoğun bir şekilde yaşıyoruz. En son ki somut örneklerinden biri dayatma ile Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıdır. Aslında AB’ye gereksinim duyulmayacak kadar önemli olan bu konuda böyle bir yapılanmayı ülke olarak geçmişte göz ardı etmemiz hiç bir şekilde mazur görülemez. Ama
bu dayatmaların bazen faydası da olmuyor değil. Gönül arzu ediyor ki AB’nin Ortak Balıkçılık Politikası’nın temel özellikleri de benimsenir ve kaynakların yönetimi açısından ülke olarak düzlüğe çıkılır.
 Nasıl mı? Şimdi de bir ona bakalım;
Ortak Balıkçılık Politikası’nın içerisinde yer alan bazı temel hususlar şu şekildedir. “Stoklarla balıkçılık arasında bir denge kurulmasını sağlamak; balıkçıların geçim kaynağını garanti altına almak; balık stoklarını koruyacak şekilde sürdürülebilir balıkçılığı sağlamak için kapasite sınırlandırılmasına yönelmek ve bunun içinde kapasite fazlası olan endüstriyel balıkçı tekne sayısını devlet yardımı ile sınırlandırmak ve yeniden yerine konulmasını yasaklamak; balık neslinin korunması için zarar verici avlanma şekillerini yasaklamak; balıkçıların geleceğini garanti edebilmek için endüstri içindeki balıkçılık filolarının balık tutma kapasitelerinin eldeki balık stoklarına uygun bir düzeye indirilmesini sağlamak; küçük ölçekli balıkçılığı korumak ve geleceklerini güvenceye almak” şeklinde özetlenebilir. Ülke balıkçılığındaki uygulamalarda en belirgin sorun yakın kıyı sularında gırgır balıkçılarının derinlik sınırlaması yapmadan, derin sular için kullanılması gereken çevirme ağları ile hem hedefledikleri pelajik balıkları avlamanın yanı sıra küçük ölçekli balıkçıların kullandıkları sahalardaki her çeşit balık türü üzerinde av baskısını yoğunlaştırmalarıdır. Endüstriyel balıkçıların yüksekteknoloji, kıyı balıkçılarının ise düşük teknoloji kullanmaları sonucu, tüm olumsuzluklar tamamen mesleki balıkçılıkla yaşamını sürdüren bireylere olmaktadır.
Tüm balıkçılık kesimleri açısından konuyu şu şekilde toparlamak olasıdır. Amatör balık avcılığı da bir ruhsata bağlanmalı ve bununla ilgili olarak devlete sembolik bir bedel ödeme konumunda olmalıdırlar. Trol avcılığı yasada öngörülen şekilde uygulanmalıdır. Marmara Denizi ve Boğazlarında trol teknelerinde kati olarak av takımlarının bulunmaması sağlanmalı ve bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Denizlerimizde stoklar üzerinde yoğun av baskısı yaratan gırgır avcılığı kesin olarak 50 metreden sığ sularda yapılmamalıdır. Gırgır tekneleri, ağ derinliklerinin en az 3/4’ü derinlik ve daha derin sulara ağ dökebilirler olmalı. Ege ve Akdeniz’de 50 metreye kadar olan sularda, ışığa yönelme durumunda olan tüm canlı organizmaların varlığına ve yoğunluğuna olumsuzluk yaratmaması açısından, 60 metre derinden daha sığ sularda gırgır teknelerinin ışıkla balık avcılığı yapmaları söz konusu olmamalıdır. Ayrıca Marmara Denizi Boğazlarının giriş-çıkış ağızlarını kapsayan ortamların güven verici bir mesafesi gırgır balıkçılığına kapatılmalıdır.
 Sonuç itibarıyla, kıyısal bölge sığ sularının endüstriyel balıkçı filosunun av baskısından arındırılmasıyla hem biyolojik kaynakların sürdürülebilirliğine hem de geleneksel balıkçılığın kalkınmasına olanak sağlanmalıdır.
 (*): Üretim ile ilgili olarak verilen rakamlar TÜİK’in Su Ürünleri İstatistikleri (Fishery Statistics) 2010 yılı verilerinden derlenmiştir.
Yazarın notu: “Bu makale kendilerini geleneksel kıyı balıkçılığını
yaşatmaya adayan balıkçı Kenan Kedikli ve balıkçının dostu Halit
Konanç’a ithaf edilmiştir.”


23 Nisan 2012 Pazartesi


GELBALDER

Türkiye balıkçılığının içine girdiği krizin giderek derinleşmekte olmasına rağmen, krizin nedenleri konusunda bir görüş birliği sağlanamadığı için olası çözümleri konusunda da yeterli ve ciddi adımlar ne yazık ki atılamamaktadır. Tarihi daha eskilere dayanmasına rağmen 2000’li yılların başından bu yana geçen her yıl bir öncesinden daha kötü geçen av sezonları, küçük bir endüstriyel avcı azınlığı dışında avcı filolarının içine girdiği ekonomik dar boğaz gelmekte olan felaketin en büyük habercisidir. Geleneksel kıyılarımız tahrip olmuş, en değerli ticari stoklarımız belki de geri kazanılmaz bir noktaya gelmiştir. Türk balıkçılığı yaklaşık 10 yıldır 3-5 pelajik stok üzerinden varlığını devam ettirmeye çalışmakta mevcut durumun yarattığı baskılar nedeni ile bu son stoklar da yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.  İçinde bulunduğumuz bu durum sadece balık stoklarını yok etmekle kalmamakta, stoklar ve deniz tabanında baskı yaratmayan geleneksel balıkçılığı ve sosyoekonomik bir gurup olarak ta geleneksel kıyı balıkçılığını da yok oluşa zorlamaktadır. Günümüz Türkiye’sinde balık ve balıkçılık sorunları üzerine düşünce üreten, sucul kaynakların korunması adına faaliyet yapan her kişi ve kurum bilmektedir ki, yapısal bir balıkçılık reformu için zaman ne yazık ki bitmek üzeredir.

Balıkçılık bürokrasimiz sürecin ve gelmekte olan felaketin farkındadır ve içinde bulunduğumuz durumdan çıkma konusunda çaba göstermeye başlamıştır. Balıkçılık yönetiminin bilimsel gerçekleri ve büyük endüstriyel avcı guruplarının baskısı altında kalan balıkçılık yönetimi bu reform sürecinde STK’lar, akademisyenler ve küçük balıkçı gurupları dışında ne yazık ki hiçbir desteğe sahip değildir. İdare tarafından iyileştirme adına atılan her adım büyük avcı gurupları tarafından direnişle karşılanmakta, içine girdiğimiz bu süreç aynı guruplar tarafından bir çatışma ortamına dönüştürülmektedir. Mali güçleri ve siyasi ilişkileri ile merkez bürokrasiyi engellemeye çalışan bu guruplar tabanda reform talebi ile hareket eden küçük balıkçı guruplarına ve sivil toplum kuruluşlarına karşı giderek çirkinleşen bir mücadele yolunu seçmekten çekinmemektedirler.

Önümüzdeki sürecin bir reform ve bu reform için mücadele süreci olacağı artık kesinleşmiştir. Her mücadele ve onun içinden geçtiği evreler kaçınılmaz olarak düşünce, örgütlenme ve eylem alanlarında bölünmeye sebep olur. Bu gün Türk balıkçılık camiası bu bölünmeyi yaşamaya başlamış içine girdiğimiz süreç bir yanda mevcut durumun devamından yana olup avcılık düzenlemeleri ve doğal sonucu olan avcılık kısıtlamalarına karşı mücadele edenleri merkezileştirirken diğer tarafta “sürdürülebilir bir balıkçılık ve sucul kaynakların hakça paylaşımı” için reform talep edenleri birleştirmeye ve merkezileştirmeye başlamıştır. Bu bölünme karşısında tarafsız kalmak ya da görmezden gelmeye çalışmak mümkün değildir.  

GELBALDER ve dayandığı zemin

Kurulmuş olan dernek bir gurup başlatıcının fikri birliğinden değil, 4 yıldır balıkçılık reformu için verilen mücadelenin ihtiyaçlarından doğmuştur. Balıkçı forumu içinde ve çevresinde başlayan bu hareket önce fikirleri ve eylemleri ile var olmuş, dayandığı meşru zemin ve bilimsel gerçeklikler nedeni ile de gerek küçük balıkçılar gerekse akademik camianın ilgisini çekmiştir.

GELBALDER çok basit bir söylemden yola çıkarak savunduğu talepler

Sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım, geleneksel kıyının korunması, Geleneksel kıyı balıkçılığının sürdürülebilir balıkçılık yönetimi açısından önemi, endüstriyel avcılığın dikey büyümesinin yarattığı sorunlar, çok Paydaşlı mücadele ve çok Paydaşlı balıkçılık yönetimi başlıkları altında ürettiği ve savunduğu fikirlerle kısa sayılabilecek bir dönemde kabul görmüştür.

Çok paydaşlı demokratik bir balıkçılık yönetimi için çok paydaşlı bir mücadele ve tüm STK’larla işbirliği dün olduğu gibi bu gün de temel prensiplerden biridir. Canlı sucul kaynakların ortak kamu malı olduğunu savunan GELBALDER, denizlerimizin ve balıkçılığın içinde bulunduğu sorunların çözümünün ancak çok paydaşlı bir mücadele ve işbirliği ile gerçekleşebileceğine inanmaktadır.

Dernek kuruluşumuzun sevincini ve onurunu paylaşmak için 28 Nisan Cumartesi günü dernek binamızda vereceğimiz kokteylde siz değer paydaşlarımızı ağırlamaktan gurur duyacağız.

GELBAKDER

İletişim için

Kenan KEDİKLİ
kenan56@gmail.com

18 Nisan 2012 Çarşamba

Sezon değerlendirmesi

Bir endüstriyel av sezonu daha arkamızda kaldı, balık avlamak için çaba harcamak yerine “balıkları ve denizleri korumak için verilen mücadele” ile geçen bir av sezonu. Sezonun avcılık kısmı herkesin malumu, çok fazla ayrıntıya girmenin bilinenleri tekrarlamanın her halde çok anlamı yok. Türk balıkçılı son 10 yıldır Hamsi, İstavrit, Sardalye vb. gibi kısa ömürlü nispeten aldığı yaraları çabuk sarabilen stoklar üzerinden varlığını devam ettirmeye çalışıyor. Lüfer nereyse hiç olmadı, Palamut olacakmış gibi yapıp kısa zamanda ortadan kayboldu. Uskumruyu, Kolyozu Marmara’da çoktan unuttuk, Tekir bu sene trolcülerin yüzünü güldürmediği gibi küçük balıkçıya da göstermedi yüzünü, Mezgitte öyle, Kalkan av yasağı başlamak üzere ama geçen seneki avın 1 çeyreği bile yapılmadı henüz. Velhasıl avcılık açısından biraz daha kötüye giden bir yıl oldu. Endüstriyellerin umutları ise seneye kaldı, ne de olsa insan nefes aldıkça umut bitmezmiş. Rahmetli reisimde öyle demez miydi zaten “ balıkçının karnını yarmışlar içinden yarın çıkmış” ama yarın için bu günden kimse de bir şey yapmazmış.

Son 3 yıldır geçtiğimiz sezon dediğimizde aklımıza sadece balık ve avcılık gelmiyor. Son 3 yıldır bu ülkede giderek yükselen bir sürdürülebilirlik ve hakça paylaşım mücadelesi ve bu mücadelenin içinden geçtiği süreçte olanları da değerlendirmek gerekiyor. Bu nedenle geçen sezon yaşananları ve bu sezona aktarılanları hatırlamakta fayda var.

Geçen sezon bir evvelki yılın FSD ve Greenpeace yavru balık kampanyaları ardından kısmı ve yetersiz olsa da umut verici iyileştirmelerle başlandı. Hepimizin bildiği gibi Genel Müdürlük Lüfer başta olmak üzere bazı balık türlerinin avlanma boyunu yeniden düzenledi. İstanbul ve boğaz çevresi gırgır takımlarının yeni düzenlemeye karşı eylemleri, yasağı ihlal etme konusundaki ısrarlı tavırları ve bu yasağın uygulanması için mücadele eden STK ve forum çevresi faaliyetleri bu döneme damgasını vurdu. Medya için giderek popülerleşen bu mücadele ve mücadelenin karşıt tarafları daha fazla gündemde yer bulmaya başladılar. 

Diğer yandan bu süreç balıkçı camiamızın esasen bildiği bir sorunu, bu sorun karşısında çaresiz kalan bürokrasinin yetersizliğine bir kez daha şahit oldu. Yetersiz alt yapı, denetim konusunda gönülsüz personel, yerel yönetimlerin olaya baştan savmacı bakışı ve halkımızın konu hakkındaki bilgi eksikliği ve duyarsız davranması sonucunda yasa dışı avlanmış balıklar neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan satıldı. Balık halinden başlayarak balıkçı dükkânlarına hatta hiper market tezgahlarına kadar alay edercesine devam eden bu süreç mücadelenin sertleşmesi ve medyanın konuyu gündeme taşımadaki isteğinin artması üzerine tedricen azaldı ve sağdan soldan kesilmeye başlanan cezalar hakkındaki duyumlarımız artmaya başladı. Geçtiğimiz sezonun en önemli olaylarından biri olarak yasadışı çinekop avcılığı ve ticareti ortak hafızamızdaki yerini aldı.

Geçtiğimiz sezonun önemli olaylarından bir başkası ise İstanbul boğazı ve Marmara’daki yasa dışı trol avcılığının artarak devam etmesidir. Trol çekene bir şey olmadığına dair yayılan psikoljik güvence sayesinde hem yasadışı avcılık gün ve saatleri arttı hem de yasa dışı trol avcısı sayısında önemli bir artış oldu, hiç şüphesiz en büyük sorumluluk tüm sorumluluğu önce sahil güvenliğe sonrada deniz polisine yıkan idarenindir. İstanbul Boğazı ve Marmara’daki bu yasadışı avcılık kabul edilebilir miktarları çoktan aşmış önemli sayıda yasa dışı avcı tarafından önemli miktarlarda balık İstanbul balık halinde satılır hale gelmiştir. Bu yasa dışı avcılığı yapan tekne sayısının 100 adedi aştığı, balık halinde bu yasa dışı avcılığı finanse edenlerin ve halde satışını yapanların kimler olduğunu sağır sultan bile duymuştur.

Bu sürecin en önemli gelişmelerinden biri ise İstanbul Valiliğinin oluşturduğu yasadışı avcılıkla mücadele komisyonunun kurulmasıdır. Komisyon olumlu bazı adımlar atarak yasadı av araçları ve yasadışı avcı tekneleri için yeddi-emin limanlarını tespit ederek önemli bir eksikliği gidermiştir.

Geçtiğimiz sezonun bir başka yasadışı avcılık olayı ise gırgır takımlarının ağ boyutlarını yasal sınırların üzerlerine çıkarmaları ve yavru istavrit avcılığına bu yılda bütün hızıyla devam emiş olmalarıdır. Diğer olaylar da olduğu gibi bu avcılık herkesin gözü önünde gerçekleşmiş, olaylar tüm barınak ve kooperatiflerde sezonun son 2 ayı boyunca yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Konunun artık ayyuka çıkması ve gelen şikayetler üzerine yapılan zorlama denetim hiçbir işe yaramamış iki motora ihtar cezası verilerek konu kapanmıştır.

Kime sorsan her kesin rahatsız olduğu ve kesinlikle eğlenmesini savunduğu yasa dışı avcılık her yıl biraz daha artarak pervasızca yapılmakta, adeta alay edilmektedir.

Mücadelede geçen sezon

3 yıl önce giderek yükselmeye başlayan “sürdürülebilirlik ve hakça paylaşım” mücadelesinde geçtiğimiz sezon tepe noktasına ulaşmış ve İstanbul merkezli gırgır avcıları gurubu için bir hamle yılı olmuştur. Yeni tebliğ zamanının gelmesi 1380 sayılı su ürünleri kanununun bu yıl artık güncellenerek yenileneceği söylentileri tarafları iyice germiş, müstahsiller gurubu tarihinin en aktif dönemine girmiştir. Açık mücadele alanındaki başarısızlıkları ve taleplerinin bakanlık tarafından reddi karşısında savunma durumundan çıkarak karşı atağa geçen bu gurup, siyasi ilişkileri ve geçmişten gelen lobicilik alt yapılarını kullanarak gerek siyasi kadrolar gerekse bakanlık ve bürokrasi üzerinde pres yapmaya başlamış, gelmekte olan muhtemel düzenlemelere karşı direnme noktaları oluşturmaya etmeye çalışmıştır.

Müstahsillerin talepleri net ve açıktır, filo azaltılması, rezerv alanlar ve kota sistemine geçiş karşılığında her türlü avcılık sınırlamasının kaldırılmasını talep etmektedirler. Bu talep ilk bakışta sanki makul bir talep gibi gözükse de gerçekte taşıdığı anlam yeni gelecek düzenlemelerden kurtulmanın yanı sıra avcılıkta daha geniş bir serbestlik sağlamayı amaçlamaktadır. Balıkçılık sistemimiz bu günkü alt yapısı ile filo küçültme ve kota sistemine geçebilmek için minimum 3 yıllık bir zamana ihtiyaç duyacaktır. Müstahsiller balıkçı camiasında kafa karışıklığı yaratarak bürokrasiye baskı yapmak ve zaman kazanmaya çalışmaktadırlar.

Bu sezon müstahsil merkezli gurubun gerek hareketimize gerekse bizimle işbirliği yapan sivil toplum organizasyonlarına karşı tutumunu sertleştirdiği, mücadelede her türlü yola başvurduğu bir dönem olarak ta dikkat çekmektedir. Müstahsil gurubu geleceği konusunda söylentilerin ayyuka çıktığı 50 m altı avcılık yasağı uygulamasından son derece rahatsız olmuştur. Gelmekte olan bu yasağı engellemek, eğer bu mümkün olmazsa erteletmek için her yola başvurmaktan, her türlü direnişi göstermekten çekinmeyeceklerinin işaretlerini şimdiden vermiştir.

Önümüzdeki yakın ve orta vadeli dönemin esas itibari ile “endüstriyel avcılığın kıyılardan uzaklaştırılması” temelindeki çatışmalarla geçeceği şimdiden belli olmuştur. Bu mücadele ve bu mücadelenin sonuçları Türk balıkçılığının geleceğinin belirlenmesi açısından en önemli çatışma alanını oluşturmaktadır. Ya endüstriyel avcılık kıyılardan uzaklaştırılarak kıyı ekosistemi ve buna bağlı olarak stokların nefes almasın sağlanacak yada eski düzene devam edilerek bir işe yaramayan pansumanlarla balıkçılığımızın içine düştüğü hastalık tedavi edilmeye çalışılacaktır. Balıkçılık reformu iin zaman artık iyice kısalmıştır, belki de yarının bile geç olduğu bu süreçte belirleyici olan küçük kıyı balıkçısının mücadelesidir. Bu mücadele geleneksel kıyı balıkçılığı yapan küçük balıkçıların içinde ki umut ateşlerini yükseltmek la kalmamakta, gerçeklerin ve artık bir şeyler yapılması gerektiğini düşünen balıkçılık bürokrasimizin de reform konusunda itici gücü olmaktadır.  AB ortaklaştırma sürecinin de gereği olan bazı iyileştirmeler ve endüstriyel avcılık alanındaki bazı kısıtlamaları ertelemek artık mümkün değildir. Küçük balıkçının kısa vadede en önemli görevi idarenin bu konuda destekçisi olmak ve bu iyileştirmeler için bu güne kadar verdiği mücadeleyi yükseltmektir.

Bu av yılının bir başka olayı ise 4 yıldır Forum merkezli bir muhalefet ve mücadele hareketi olan küçük kıyı balıkçılarının örgütlenme hamlesidir. Küçük kıyı balıkçısını korumak için geleneksel balıkçılığın ve onun av sahası olana geleneksel kıyının korunması gerekir şiarı ile yolan çıkan bu hareket mücadele içindeki yerini dernek yapısı olarak almakta ve otonom yapısından kurtulmaktadır.

Çok Paydaşlı bir balıkçılık yönetimi için çok Paydaşlı bir mücadeleden yana olan dernek “sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım” mücadelesinde,  küçük balıkçı kooperatiflerinin, Sivil Toplum Kuruluşlarımızın ve Genel müdürlüğümüzün en büyük paydaşı olarak bu mücadeledeki görevlerini yerine yetirmeye hazırdır.

Daha sağlıklı stoklar ve daha adil bir balıkçılık dileği ile …
Balık Posteri

16 Nisan 2012 Pazartesi


 
Balıkçılığın yönetiminde uygulanan diğer bir strateji de stoklara ve özellikle ekosistemin diğer elemanlarına zarar veren av araç ve gereçlerinin yasaklanmasıdır. Örneğin AB’ye üye ülkelerde kıyı sürütme ağları, yüzer ağlar gibi ekosisteme zarar verdiği bilinen av gereçlerin
kullanımı tamamen yasaktır. Trol ve gırgır gibi av araç gereçlerinin kullanımına da önemli sınırlamalar getirilmiştir.
Genel eğilim, yakın kıyıda av miktarı ve üretkenliğinin sınırlı, fakat elde edilen ürünün pazar değerinin yüksek olduğu alanlarda endüstriyel balıkçılık sınırlanırken, geleneksel küçük ölçekli avcılık desteklenmekte ve özel koruma alanlarının oluşturulması ön plana çıkartılmaktadır.