Prensip olarak her eleştirinin işe yarayacağına inanan
birisiyim. Haksız ve hatalı eleştiriler bile benim için bu kapsamdadır. Yalnız,
gerek ülkemizde gerekse camiamızda yapılan bir hata daha doğrusu yanlış bir
algı vardır ki o da karalama ile eleştirinin sıklıkla aynı kapsamda
algılanmasıdır. Her kurum, her kişi ve her karar ya da faaliyet
eleştirilebilir. Aynı amaç ve ortak değerler için birlikte olan insanların
arasında eleştiri de özeleştiri de sıradan bir olaydır. Yeter ki eleştiri de
eleştiren de sahici olsun. Yani gerçekten eleştirdiği konuyla alakası olsun ve
eleştirdiği konu hakkında geçmişe dair bir duruşu olsun. Eğer bu kıstasa sahip
değilse kişisel nedenlerle ( örneğin kendisine karşı yapılan bir davranış ) pozisyonunu
savunmak veyahut karşısındakinin pozisyonunu zayıflatmak için başka bir alandan üstelik mesnetsiz bir
şekilde itham ediyorsa bu bir eleştiri değil suçlamadır ve daha da ötesi
içeriğine göre karalamaya kadar gider.
Bu yazıyı yazmamın sebebi Foça Su Ürünleri kooperatifinden
bir arkadaşımız olan ve aynı zamanda gazetecilik yapan Hasan Eser’in Ege
bölgesi yerel gazetelerinde çıkan bir yazısıdır. Hasan ESER gerek
sürdürülebilir balıkçılık konusunda gerekse küçük ölçekli balıkçılığın
korunması konusunda bizimle aynı saflarda duran ama son yıllarda bu alanda daha
az yazan bir arkadaşımızdır. Açıkçası ben daha az yazmasını yaşanılan bazı
olaylar nedeni ile gönül kırıklıklarına ve bir cins duygusal kopuşa
bağlıyordum. Yazmamak pasif bir tutumdur keza konuşmamakta öyle ama eğer
yazmaya veya konuşmaya devam ederseniz ve (velev ki haklı ) ajandanızda
biriktirdiğiniz eleştirilerinizi zamanlaması manidar bir takvim ile konuşmaya
başlarsanız aktif duruma geçersiniz ve söylediklerinize cevap hakkı doğar.
Hasan ESER veya başka arkadaşlar konunun seninle alakası ne
SÜRKOP ve Ramazan ÖZKAYA’yı ilgilendiriyor diyebilirler. Elbet bir kurum ve bir
şahıs ismi söz konusu olan ama sadece bununla sınırlı değil. Bizimde gerek
dernek olarak gerekse de şahıs olarak bir parçası olduğumuz bir mücadelenin
kritik bir aşamasında baştan aşağı sübjektif, katıldığı onca toplantıda dile
getirilmemiş ve en önemlisi mücadelenin kritik bir aşamasında yapılmış bu
suçlamalara şahsen benim cevap hakkım vardır ve sonuna kadar kullanacağım.
Söylediklerime verilecek her cevabı da saygıyla karşılayacağımı şimdiden kabul
edeceğimi beyan ederim. Yeter ki edep sınırları içinde kalması yeterlidir.
Hasan ESER’in
“BALIKÇILIK SEKTÖRÜ
NASIL KURTULUR? -1-“ başlıklı
yazısını defalarca okudum. Yanlış mı anlıyorum gerçekten samimi ve sahici bir
şeyler söylüyor da ben mi göremiyorum diye. Hayır bunca uzun bir yazıda
anlatmaya çalıştığı 3-5 satıra sığabilecek suçlamalardan ibaret. Okumayanlar
yazının linkini de kopyasını da ekte görebilirler.
Hasar ESER sözkonusu
yazısında;
“Balıkçılık sektörünü kurtarmak adına,
yıllardır Sür-Koop’un öncülüğünde toplantı üzerine toplantılar yapılıyor.
Peki ya sonuç? Ne yazık ki negatif..!”
Peki ya sonuç? Ne yazık ki negatif..!”
Diyerek başladığı suçlamaların birinci bölümünde
kooperatifleri;
Sahici olmamak
Samimi olmamak
Kiralanan barınak gelirleri üzerinden suiistimal yapmak ile
başlamış.
Yazısının ikinci bölümünde ise yazının temel amacı olduğu
anlaşılan SURKOOP ve Ramazan ÖZKAYA’yı
hedef almış.
Yazının temel
iddiasını “Ve Ankara’da lüks odasında oturan, altında son model makam arabasıyla gezen
ve aldığı dolgun maaşla adeta saltanat süren, üzerine bir de yıllardır bize
güzel güzel masallar anlatan, ikbal uğruna Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı’nı ya da Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nü karşısına
alamayan, yani masaya yumruğunu vuramayan bir Genel Başkanı var bu
camianın…
Evet, doğru okudunuz. Aynen şunu diyorum; sektörün en
tepesinde bulunan Türkiye Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği Genel
Başkanı Ramazan Özkaya da, işgal ettiği koltukta; 'tavşana kaç, tazıya tut'
politikasını izliyor.“
İfadesinde buluyoruz.
Satır satır polemik yapmak pek doğru değil ama bazı
yanlışları düzeltmekte fayda var. SURKOOP idari binası lüks bir bina değildir
keza ofis ortamı ve eşyaları da öyle. Gerekirse ofisin fotoğraflarını
paylaşabilirim. SURKOOP asgari çalışma standartları ile donatılmış hala bir çok
eksiği olan ama günümüz şartlarında ihtiyaca cevap veren bir ofistir. Öyle
yazıda iddia edildiği gibi lüks bir ortam yoktur. Evet temiz ve düzenlidir
birisi Su Ürünleri Mühendisi olmak üzere iki çalışanı vardır ama kesinlikle
lüks değildir. Belli ki Hasan ESER temiz ve düzenli oluşunu lüks olarak
tanımlamış ama ben değil SURKOOP’un bütün kooperatif ve bölge birliklerinde
aynı standartların sağlanmasından yanayım.
Araç mevzuuna gelince; hemen hemen her gün en az bir kamu
kurumunun ziyaret edildiği ANKARA GİBİ
BİR ŞEHİRDE ARAÇ SAHİBİ OLMAK LÜKS DEĞİL TASARRUFTUR. Sadece genel müdürlüğe
gitmenin aylık taksi maliyeti ayda yaklaşık 500 tl gibi bir rakama denk gelir ki
buna diğer kurumlara gidişleri de eklerseniz araç alınarak yapılan tasarr5ufun
ne kadar ciddi bir tasarruf olduğunu anlarsınız. Yine yazıdan aracın şahsi
kullanıldığı gibi bir anlam çıkmaktadır ki zinhar yanlıştır. Kooparatif ve
birliklerden Ankara’ya gelenler kamu kurumlarında ki işlerini çoğunlukla bu
aracın kullanımı ile halletmektedirler.
Araç Ramazan ÖZKAYA’ya ait değildir araç SÜRKOOP bağlı birliklerinin
tasarrufu altındadır ve Genel Kurulun onayı ile alınmıştır.
Maaş konusunda söyleyeceğim kısa ve nettir. Bütün
profesyonel kadrolarımıza ücret ödemeliyiz ve en küçük suiistimale izin
vermemeliyiz.
Hasan ESER söz konusu yazıda 5 yıldızlı otellerde yapılan
toplantılardan alaycı bir dille bahsediyor. Oysa bu toplantıların birçoğunda
birlikteydik ve bu konuda bir eleştirisini duymadım arkadaşımızın. Ben konunun
bu kısımlarında çok laf etmek istemiyorum. İnanıyorum ki Hasan ESER gün gelecek
bu söylediklerinden pişmanlık duyacak ve utanacak.
Yazısında cevaplanması ve açığa çıkarılması gereken tek yer
bence SURKOOP ve Ramazan ÖZKAYA’nın sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde
“tavşana kaç tazıya tut” iddiasıdır.
Arkadaşlar SURKOOP av araçları ve metotlarına göre bölünmüş
sektörün tüm unsurlarının temsilcisidir. Ne yazık ki küçük ve büyük balıkçının
aynı kooperatif çatısı altında örgütlendiği ülkemizde kaçınılmaz olarak
örgütlenmede çarpıklıklar ortaya çıkmış ve buda doğal olarak tüm balıkçı
örgütlerine yansımıştır. Bu konu kişisel sınırlar içinde tartışılması mümkün
değildir. Bu sorun yapısal ve kroniktir.
Zaten yazının ana muhtevası da topyekûn balıkçı örgütlerine
öfke ve kişisel olarak da Ramazan ÖZKAYA’ya karşı suçlama amaçlı olduğuna göre
Hasan ESER’in bu kronik yapısal sorunu tartışmayı gündeme getirmeyi
amaçlamadığı anlaşılmaktadır.
Ben kör topal yürüyen Türkiye Sürdürülebilir Balıkçılık
Mücadelesinin sürecini hatırlatarak ve b süreçte kişisel olarak Ramazan Özkaya’nın
duruşuna dikkat çekerek devam edeceğim.
Arkadaşlar eğri oturup doğru konuşalım diye söylenen bir
halk deyişi vardır. Biz de öyle yapalım. Eğri oturup doğru konuşalım ve son 7
yılı şöyle bir hatırlayalım.
Son 7 yıldır balıkçılık konusunda çatışma dinamiği oluşturan
meseleler sırasıyla şöyledir;
·
Her sezon çeşitli bahanelerle Gırgır av
sezonunun uzatılmasının engellenmesi
·
Lüfer balığında ki avlanma boyunun yükseltilmesi
·
Gırgır avlanma derinliğinin yükseltilmesi
·
Gırgır avcılığına kapalı alanların ilan edilmesi
Bu saydığım konular var olan ve aynı zamanda sürmekte olan
çatışmanın temel dinamikleridir. Gerek SURKOOP yönetim kurulunun gerekse de
Ramazan ÖZKAYA’nın bu meseleler de durduğu yer nettir. Söylediğimin
doğruluğundan şüphe (bu işin içinde olup bilmemenin tuhaflığına değinmiyorum
bile ) en yakınında ki Gırgır avcısına giderek düşüncelerini sorabilir. Eğer
Ramazan ÖKAYA bu konularda balıkçı içinde başka konuşup Genel Müdürlüğe
gittiğinde başka konuşuyor ve sürdürülebilir balıkçılık karşıtı taleplere sahip
çıkıyorsa bu konuda ortaya bilgi belge koymak zorundadırlar. Bu bilgi ve
belgelerin açıklanması durumunda pozisyonumu değiştirmeyi de Hasan ESER’den
özür dilemeyi şimdiden ve gönül rahatlığı ile taaddüt ediyorum. Benim açımdan
bir sorun olmaz ve hatta bir hatadan dönmemi sağladığı için de müteşekkir
kalırım.
Yazıyı okuduğumda ne çok şey var söylenecek diye düşündüm
ama yazmaya başladığımda dilimi de elimi kısıtladım. Baştan aşağı kişisel
baştan aşağı hiçbir kanıta dayanmayan baştan aşağı art niyetli bu yazı nasıl
oldu da Hasan ESER’in kaleminden çıktı diye düşündüm.
Elbette söylenecek daha çok şey var ama Hasan ESER’e bir
fırsat tanımak belki de içinde bulunduğumuz süreci bilmediğini hatta belki de
manüple edilerek bu yazıyı kaleme aldığını var sayarak bu yazının
zamanlamasının ne kadar manidar olduğunu anlatmak istiyorum.
Anlatayım;
Bildiğiniz gibi içinde bulunduğumuz dönem 4 sayılı Tebliğin
hazırlanarak önümüzdeki 4 ılı belirleyecek olan 4 sayılı tebliğ dönemidir. Son birkaç
aydır başta İstanbul merkezli Gırgır avcılrı arasında dolaşan ve kaçınılmaz
olarak etrafa yayılan bir söylenti var. Tebliğin değiştirilmesi ve eski mutlu
günlere dönülmesi hayalleri ile yaşayan ve bu hayalleri de kendi tabanlarına
pompalayan bu çevreler hayallerin önündeki en büyük engel (birkaç ismi
saymazsak ) olarak SURKOP yönetimi ve Ramazan Özkaya’yı görmekteler. Eğer bu
sorunu (SÜRKOOP) çözerlerse her şeyi bağlamışlar 18+18 hayallerine kavuşaklar
ve Adalarda ki yasağı kaldırtacaklarmış. İşin siyasi ayağınıda bazı birlikleri
de ayarlamışlarmış. Aklınızı seveyim mi desem aklınıza şaşayım mı desem
bilmiyorum.
Bildiğim tek şet daha doğrusu beni ilgilendiren tek şey
bunların aklına uyarak bu kukla tiyatrosunda rol kapan birlik başkanı olup
olmadığı.
Eğer varsa vay onun haline …
Bu kukla tiyatrosunda oynan oyunun senaryosunu yazanlar
kuklaların iplerinden tutarak; Derinlik 18 metre olsun, Lüfer’in avlanma boyu
18 cm olsun Adalar bölgesinde ki Gırgıra kapalı alanda açılsın diyeceklermiş/dedirteceklermiş.
İyi de nasıl olacak bu iş. SURKOOP görüşünden nasıl dönecek bu taleplere ikna
olsalar zaten kendi önerilerine yazarlardı. Bir tek yol bir tek yöntem var
herkesin bildiği gibi. Kimilerine SURKOOP başkanlığı teklif ederek Ramazan
ÖZKAYA’yı da orada duramazsın diyerek kuşatmak. Baskı altına almak ve Gırgırcıların
taleplerini bakanlığa SURKOOP üzerinden taşımak.
Son günlerde sağır sultanın bile duyduğu bildiği bu oyunları
Hasan ESER bilmeden bu yazıyı yazdıysa hem camianın tanınmış bir aktörü hem de
bir gazeteci olarak ehliyetinden de liyakatinden da şüphe etmeye başlarım. Eğer
bilerek yazıyorsa bu oyunun bir parçası olduğunu düşünürüm ki işte benim
açımdan acı olan budur.
Ben Hasan ESER’e küçük bir tüyo vereyim. Sosyal medyaya
şöyle bir baksın. Yazdıklarına sahip çıkanlar kim? Neler diyorlar? Aralarında
hiç küçük balıkçı var mı? Sahip çıkanlar bu güne kadar hiç Hasan ESER ile yan
yana durmuşlar mı? Ve yine orada sorulan kocaman bir soru ortada duruyor. Bunca
zamandır beraberdiniz de şimdi ne oldu? Sadece bakması ne yaptığını anlaması
için yeterlidir.
Bu iki şıktan hangisinin gerçek sebep olduğunu ilerleyen
günlerde görür anlarız. Eğer ikinci şık geçerliyse yapacak bir şey yok ama
birinci şık geçerliyse Hasan ESER birilerine bilmeden alet olduysa kendisinin
yapması gerekenler olacak. Her iki şıkta da bizim yapacağımız bir şey yok.
Biz Derinlik yasaklarında, boy yasaklarında ve Gırgıra kapalı alanlarda
“yetmez ama evet” demeye devam edeceğiz.
Son olarak,
Hasan yazısının devamı olacağı anlamına gelen 1 rakamını
eklemiş. Bu yazısında hiçbir çözüm önerisi olmadığına göre muhtemelen ikinci
yazısında çözüm önerilerini yazacağını düşünüyorum.
Eğer yanılmıyorsam bu minvalde olacaksa ikinci yazısı o
zaman verimli ve keyifli bir tarışma yapabiliriz.
Yok kargaların kılavuzluğunda
devam edecekse tartışmaya bile değmez …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder