5 Nisan 2016 Salı

Kuklacılar, kuklalar ve yeni tebliğ senaryolarında SURKOOP


Prensip olarak her eleştirinin işe yarayacağına inanan birisiyim. Haksız ve hatalı eleştiriler bile benim için bu kapsamdadır. Yalnız, gerek ülkemizde gerekse camiamızda yapılan bir hata daha doğrusu yanlış bir algı vardır ki o da karalama ile eleştirinin sıklıkla aynı kapsamda algılanmasıdır. Her kurum, her kişi ve her karar ya da faaliyet eleştirilebilir. Aynı amaç ve ortak değerler için birlikte olan insanların arasında eleştiri de özeleştiri de sıradan bir olaydır. Yeter ki eleştiri de eleştiren de sahici olsun. Yani gerçekten eleştirdiği konuyla alakası olsun ve eleştirdiği konu hakkında geçmişe dair bir duruşu olsun. Eğer bu kıstasa sahip değilse kişisel nedenlerle ( örneğin kendisine karşı yapılan bir davranış ) pozisyonunu savunmak veyahut karşısındakinin pozisyonunu zayıflatmak için  başka bir alandan üstelik mesnetsiz bir şekilde itham ediyorsa bu bir eleştiri değil suçlamadır ve daha da ötesi içeriğine göre karalamaya kadar gider.
Bu yazıyı yazmamın sebebi Foça Su Ürünleri kooperatifinden bir arkadaşımız olan ve aynı zamanda gazetecilik yapan Hasan Eser’in Ege bölgesi yerel gazetelerinde çıkan bir yazısıdır. Hasan ESER gerek sürdürülebilir balıkçılık konusunda gerekse küçük ölçekli balıkçılığın korunması konusunda bizimle aynı saflarda duran ama son yıllarda bu alanda daha az yazan bir arkadaşımızdır. Açıkçası ben daha az yazmasını yaşanılan bazı olaylar nedeni ile gönül kırıklıklarına ve bir cins duygusal kopuşa bağlıyordum. Yazmamak pasif bir tutumdur keza konuşmamakta öyle ama eğer yazmaya veya konuşmaya devam ederseniz ve (velev ki haklı ) ajandanızda biriktirdiğiniz eleştirilerinizi zamanlaması manidar bir takvim ile konuşmaya başlarsanız aktif duruma geçersiniz ve söylediklerinize cevap hakkı doğar.

Hasan ESER veya başka arkadaşlar konunun seninle alakası ne SÜRKOP ve Ramazan ÖZKAYA’yı ilgilendiriyor diyebilirler. Elbet bir kurum ve bir şahıs ismi söz konusu olan ama sadece bununla sınırlı değil. Bizimde gerek dernek olarak gerekse de şahıs olarak bir parçası olduğumuz bir mücadelenin kritik bir aşamasında baştan aşağı sübjektif, katıldığı onca toplantıda dile getirilmemiş ve en önemlisi mücadelenin kritik bir aşamasında yapılmış bu suçlamalara şahsen benim cevap hakkım vardır ve sonuna kadar kullanacağım. Söylediklerime verilecek her cevabı da saygıyla karşılayacağımı şimdiden kabul edeceğimi beyan ederim. Yeter ki edep sınırları içinde kalması yeterlidir.

Hasan ESER’in
BALIKÇILIK SEKTÖRÜ NASIL KURTULUR?  -1-“ başlıklı yazısını defalarca okudum. Yanlış mı anlıyorum gerçekten samimi ve sahici bir şeyler söylüyor da ben mi göremiyorum diye. Hayır bunca uzun bir yazıda anlatmaya çalıştığı 3-5 satıra sığabilecek suçlamalardan ibaret. Okumayanlar yazının linkini de kopyasını da ekte görebilirler.

Hasar ESER sözkonusu yazısında;
“Balıkçılık sektörünü kurtarmak adına, yıllardır Sür-Koop’un öncülüğünde toplantı üzerine toplantılar yapılıyor.

Peki ya sonuç? Ne yazık ki negatif..!”
Diyerek başladığı suçlamaların birinci bölümünde kooperatifleri;
Sahici olmamak
Samimi olmamak
Kiralanan barınak gelirleri üzerinden suiistimal yapmak ile başlamış.
Yazısının ikinci bölümünde ise yazının temel amacı olduğu anlaşılan SURKOOP ve Ramazan ÖZKAYA’yı  hedef almış.
Yazının temel iddiasını Ve Ankara’da lüks odasında oturan, altında son model makam arabasıyla gezen ve aldığı dolgun maaşla adeta saltanat süren, üzerine bir de yıllardır bize güzel güzel masallar anlatan,  ikbal uğruna Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nı ya da Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nü karşısına alamayan,  yani masaya yumruğunu vuramayan bir Genel Başkanı var bu camianın…

Evet, doğru okudunuz. Aynen şunu diyorum; sektörün en tepesinde bulunan Türkiye Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Başkanı Ramazan Özkaya da, işgal ettiği koltukta; 'tavşana kaç, tazıya tut' politikasını izliyor.
İfadesinde buluyoruz.
Satır satır polemik yapmak pek doğru değil ama bazı yanlışları düzeltmekte fayda var. SURKOOP idari binası lüks bir bina değildir keza ofis ortamı ve eşyaları da öyle. Gerekirse ofisin fotoğraflarını paylaşabilirim. SURKOOP asgari çalışma standartları ile donatılmış hala bir çok eksiği olan ama günümüz şartlarında ihtiyaca cevap veren bir ofistir. Öyle yazıda iddia edildiği gibi lüks bir ortam yoktur. Evet temiz ve düzenlidir birisi Su Ürünleri Mühendisi olmak üzere iki çalışanı vardır ama kesinlikle lüks değildir. Belli ki Hasan ESER temiz ve düzenli oluşunu lüks olarak tanımlamış ama ben değil SURKOOP’un bütün kooperatif ve bölge birliklerinde aynı standartların sağlanmasından yanayım.
Araç mevzuuna gelince; hemen hemen her gün en az bir kamu kurumunun ziyaret edildiği ANKARA GİBİ BİR ŞEHİRDE ARAÇ SAHİBİ OLMAK LÜKS DEĞİL TASARRUFTUR. Sadece genel müdürlüğe gitmenin aylık taksi maliyeti ayda yaklaşık 500 tl gibi bir rakama denk gelir ki buna diğer kurumlara gidişleri de eklerseniz araç alınarak yapılan tasarr5ufun ne kadar ciddi bir tasarruf olduğunu anlarsınız. Yine yazıdan aracın şahsi kullanıldığı gibi bir anlam çıkmaktadır ki zinhar yanlıştır. Kooparatif ve birliklerden Ankara’ya gelenler kamu kurumlarında ki işlerini çoğunlukla bu aracın kullanımı ile halletmektedirler.  Araç Ramazan ÖZKAYA’ya ait değildir araç SÜRKOOP bağlı birliklerinin tasarrufu altındadır ve Genel Kurulun onayı ile alınmıştır.
Maaş konusunda söyleyeceğim kısa ve nettir. Bütün profesyonel kadrolarımıza ücret ödemeliyiz ve en küçük suiistimale izin vermemeliyiz.
Hasan ESER söz konusu yazıda 5 yıldızlı otellerde yapılan toplantılardan alaycı bir dille bahsediyor. Oysa bu toplantıların birçoğunda birlikteydik ve bu konuda bir eleştirisini duymadım arkadaşımızın. Ben konunun bu kısımlarında çok laf etmek istemiyorum. İnanıyorum ki Hasan ESER gün gelecek bu söylediklerinden pişmanlık duyacak ve utanacak.

Yazısında cevaplanması ve açığa çıkarılması gereken tek yer bence SURKOOP ve Ramazan ÖZKAYA’nın sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde “tavşana kaç tazıya tut” iddiasıdır.
Arkadaşlar SURKOOP av araçları ve metotlarına göre bölünmüş sektörün tüm unsurlarının temsilcisidir. Ne yazık ki küçük ve büyük balıkçının aynı kooperatif çatısı altında örgütlendiği ülkemizde kaçınılmaz olarak örgütlenmede çarpıklıklar ortaya çıkmış ve buda doğal olarak tüm balıkçı örgütlerine yansımıştır. Bu konu kişisel sınırlar içinde tartışılması mümkün değildir. Bu sorun yapısal ve kroniktir.
Zaten yazının ana muhtevası da topyekûn balıkçı örgütlerine öfke ve kişisel olarak da Ramazan ÖZKAYA’ya karşı suçlama amaçlı olduğuna göre Hasan ESER’in bu kronik yapısal sorunu tartışmayı gündeme getirmeyi amaçlamadığı anlaşılmaktadır.
Ben kör topal yürüyen Türkiye Sürdürülebilir Balıkçılık Mücadelesinin sürecini hatırlatarak ve b süreçte kişisel olarak Ramazan Özkaya’nın duruşuna dikkat çekerek devam edeceğim.

Arkadaşlar eğri oturup doğru konuşalım diye söylenen bir halk deyişi vardır. Biz de öyle yapalım. Eğri oturup doğru konuşalım ve son 7 yılı şöyle bir hatırlayalım.
Son 7 yıldır balıkçılık konusunda çatışma dinamiği oluşturan meseleler sırasıyla şöyledir;
·         Her sezon çeşitli bahanelerle Gırgır av sezonunun uzatılmasının engellenmesi
·         Lüfer balığında ki avlanma boyunun yükseltilmesi
·         Gırgır avlanma derinliğinin yükseltilmesi
·         Gırgır avcılığına kapalı alanların ilan edilmesi

Bu saydığım konular var olan ve aynı zamanda sürmekte olan çatışmanın temel dinamikleridir. Gerek SURKOOP yönetim kurulunun gerekse de Ramazan ÖZKAYA’nın bu meseleler de durduğu yer nettir. Söylediğimin doğruluğundan şüphe (bu işin içinde olup bilmemenin tuhaflığına değinmiyorum bile ) en yakınında ki Gırgır avcısına giderek düşüncelerini sorabilir. Eğer Ramazan ÖKAYA bu konularda balıkçı içinde başka konuşup Genel Müdürlüğe gittiğinde başka konuşuyor ve sürdürülebilir balıkçılık karşıtı taleplere sahip çıkıyorsa bu konuda ortaya bilgi belge koymak zorundadırlar. Bu bilgi ve belgelerin açıklanması durumunda pozisyonumu değiştirmeyi de Hasan ESER’den özür dilemeyi şimdiden ve gönül rahatlığı ile taaddüt ediyorum. Benim açımdan bir sorun olmaz ve hatta bir hatadan dönmemi sağladığı için de müteşekkir kalırım.

Yazıyı okuduğumda ne çok şey var söylenecek diye düşündüm ama yazmaya başladığımda dilimi de elimi kısıtladım. Baştan aşağı kişisel baştan aşağı hiçbir kanıta dayanmayan baştan aşağı art niyetli bu yazı nasıl oldu da Hasan ESER’in kaleminden çıktı diye düşündüm.
Elbette söylenecek daha çok şey var ama Hasan ESER’e bir fırsat tanımak belki de içinde bulunduğumuz süreci bilmediğini hatta belki de manüple edilerek bu yazıyı kaleme aldığını var sayarak bu yazının zamanlamasının ne kadar manidar olduğunu anlatmak istiyorum.
Anlatayım;
Bildiğiniz gibi içinde bulunduğumuz dönem 4 sayılı Tebliğin hazırlanarak önümüzdeki 4 ılı belirleyecek olan 4 sayılı tebliğ dönemidir. Son birkaç aydır başta İstanbul merkezli Gırgır avcılrı arasında dolaşan ve kaçınılmaz olarak etrafa yayılan bir söylenti var. Tebliğin değiştirilmesi ve eski mutlu günlere dönülmesi hayalleri ile yaşayan ve bu hayalleri de kendi tabanlarına pompalayan bu çevreler hayallerin önündeki en büyük engel (birkaç ismi saymazsak ) olarak SURKOP yönetimi ve Ramazan Özkaya’yı görmekteler. Eğer bu sorunu (SÜRKOOP) çözerlerse her şeyi bağlamışlar 18+18 hayallerine kavuşaklar ve Adalarda ki yasağı kaldırtacaklarmış. İşin siyasi ayağınıda bazı birlikleri de ayarlamışlarmış. Aklınızı seveyim mi desem aklınıza şaşayım mı desem bilmiyorum.
Bildiğim tek şet daha doğrusu beni ilgilendiren tek şey bunların aklına uyarak bu kukla tiyatrosunda rol kapan birlik başkanı olup olmadığı.
Eğer varsa vay onun haline …
Bu kukla tiyatrosunda oynan oyunun senaryosunu yazanlar kuklaların iplerinden tutarak; Derinlik 18 metre olsun, Lüfer’in avlanma boyu 18 cm olsun Adalar bölgesinde ki Gırgıra kapalı alanda açılsın diyeceklermiş/dedirteceklermiş. İyi de nasıl olacak bu iş. SURKOOP görüşünden nasıl dönecek bu taleplere ikna olsalar zaten kendi önerilerine yazarlardı. Bir tek yol bir tek yöntem var herkesin bildiği gibi. Kimilerine SURKOOP başkanlığı teklif ederek Ramazan ÖZKAYA’yı da orada duramazsın diyerek kuşatmak. Baskı altına almak ve Gırgırcıların taleplerini bakanlığa SURKOOP üzerinden taşımak.

Son günlerde sağır sultanın bile duyduğu bildiği bu oyunları Hasan ESER bilmeden bu yazıyı yazdıysa hem camianın tanınmış bir aktörü hem de bir gazeteci olarak ehliyetinden de liyakatinden da şüphe etmeye başlarım. Eğer bilerek yazıyorsa bu oyunun bir parçası olduğunu düşünürüm ki işte benim açımdan acı olan budur.
Ben Hasan ESER’e küçük bir tüyo vereyim. Sosyal medyaya şöyle bir baksın. Yazdıklarına sahip çıkanlar kim? Neler diyorlar? Aralarında hiç küçük balıkçı var mı? Sahip çıkanlar bu güne kadar hiç Hasan ESER ile yan yana durmuşlar mı? Ve yine orada sorulan kocaman bir soru ortada duruyor. Bunca zamandır beraberdiniz de şimdi ne oldu? Sadece bakması ne yaptığını anlaması için yeterlidir.

Bu iki şıktan hangisinin gerçek sebep olduğunu ilerleyen günlerde görür anlarız. Eğer ikinci şık geçerliyse yapacak bir şey yok ama birinci şık geçerliyse Hasan ESER birilerine bilmeden alet olduysa kendisinin yapması gerekenler olacak. Her iki şıkta da bizim yapacağımız bir şey yok.

Biz Derinlik yasaklarında, boy yasaklarında ve Gırgıra kapalı alanlarda “yetmez ama evet” demeye devam edeceğiz.

Son olarak,
Hasan yazısının devamı olacağı anlamına gelen 1 rakamını eklemiş. Bu yazısında hiçbir çözüm önerisi olmadığına göre muhtemelen ikinci yazısında çözüm önerilerini yazacağını düşünüyorum.

Eğer yanılmıyorsam bu minvalde olacaksa ikinci yazısı o zaman verimli ve keyifli bir tarışma yapabiliriz. 

Yok kargaların kılavuzluğunda devam edecekse tartışmaya bile değmez …

20 Mart 2016 Pazar

İstanbul Birlik ve Bağlı Kooperatiflerine açık çağrı !


Zor günler yaşıyoruz, şiddetin egemen olduğu ülkemizde son günlerde etrafa yayılan bomba kokularına balıkçılıktan daha doğrusu “sürdürülebilir balıkçılık ve küçük ölçekli balıkçılığın korunması mücadelesinden” gelen pis kokular karışıyor. Son zamanlar ortalıkta dolaşan İstanbul Birlik mahreçli 18 artı 18 söylentisinin doğruluğunu öğrendiğimizde belli ki “yorgunluk ve kafa karışıklığı var” diye değerlendirmiş haberler üzerine değerlendirme yapmayı da işin aslını astarını öğrendikten sonraya bırakmıştık. Konuyu bilmeyenler için söyleyeyim 18 formülü derinlikte 18 metre Lüfer avlanma boyunda ise asgari boy olarak 18 santimi ifade ediyor.

İçerisinde 8-10 gırgır avcısı bulunan İstanbul Birlik Çatalca’da kooperatif temsilcileri ( 30 koop ) yaptığı toplantı sonrasında Lüfer’in avlanma boyunun 18 santim arızi boy oranının da %5 olmasının yanı sıra Gırgır avcılığında derinlik sınırının 18 metre olmasına karar vermiş tebliğ önerisini de bu yönde tanzim ederek genel müdürlüğe yollamış.

Olayı ilk duyduğumuzda bu kararın nasıl alındığı konusunda ki ilk girişimlere verilen cevaplar kooperatiflerin ortak kararı olduğu ve demokratik bir şekilde gerçekleştiği doğrultusundaydı. Israrlı çabalarımız sonucunda kooperatiflerin ve ortaklarının yaklaşık 1/3 üne ulaştık ve bu karardan haberlerinin olmadığını öğrendik. Çatalca’daki toplantıya katılanlar ise bu konuda bir oylama yapılmadığını sadece “bu öneriye itirazı olan var mı sorusunun sorulduğunu 2 kişi dışında kimse itiraz etmeyince 18+18 formülünün tebliğ önerisine dönüşerek metne girdiği anlatıldı.

Son 7 yıldır yükselen mücadelede sancak taşıyan bir birlik nasıl oldu da ( kimse kusura bakmasın ) nereyse ihanet çizgisinde ki bu karara imza attı? Birlik yönetimi bu kadar önemli bir kararda oylama yapmak yerine “itiraz eden var mı “ diyerek ( yönetim kendi fikrini örterek ) bu ihanetin sorumluluğunu toplantıya gelen kooperatif temsilcilerinin sırtına yıktı? Bu soruların cevapları yakın zamanda tüm netliği ile ortaya çıkacaktır. Bu güne kadar hiçbir gerçek gizli kalmadı ve biliyoruz ki hakikatler ısrarcıdır. Ben şimdiden  (en azından kendi adıma) sıkı sıkıya yapıştığım hakikatin yakasına yapışmaya devam edeceğim. Şimdiden iddia ediyorum ki “Danışma Kurulu toplantısına kadar hakikati bütün çıplaklığı ile “ ortaya koyacağım.

Gelelim bu yazının amacına;

Bu yazının amacı ne Birliği nede Birlik Yönetim Kurulunu yıpratmak değil yapılan bir hatadan zaman varken dönmek için bir zemin bir fırsat yaratmaktır. Bu Birliği var eden unsurlarla bizim yol birliği ve amaç birliğimiz vardır. Daha da ötesi bu birliğin balıkçıları ile kader birliğimiz vardır. Bize düşen yaklaşmakta olan felaketi İstanbul’un küçük balıkçıları ile paylaşmak çok kısa bir zaman sonra kopacak kıyameti yol yakınken ve vakit varken durdurmak için gerekeni yapmaktır. Bize düşen Genel Müdürlüğe sunulan bu tebliğ önerisini bütün İstanbul balıkçısı tarafından bilinir hale getirmek ve mücadele ile elde edilen Birlik itibarını küçük balıkçının sürdürülebilir bir gelecek hayalini korumaktır.

Şu ana kadar (birisi birlik yöneticisi olmak üzere) konuştuğum bütün arkadaşlara iki soru sordum;

1-      Birliği oluşturan kooperatiflerin ortakları arasında oylama ya da anket yapsak 18+128 formülü kabul görür mü?
2-      Siz danışma kurulu toplantısında  bu önerileri savunabilir misiniz ?

Birinci soruya verilen cevap birlik tabanından böyle bir kararın çıkmasının mümkün olmadığı idi.
İkinci sorunun cevabına gelince; Benim görüştüğüm arkadaşların neredeyse hepsi danışma kuruluna katılmaları durumunda bu öneriye kaşı çıkacaklarını beyan ettiler. Peki, Birlik Yönetimi oylama bile yapmadığı ve kendi eğilimini belli etmediği ( acaba bir taktik mi idi demekten alamıyorum kendimi ) bir toplantıya katılanlara mı yıkacak sorumluluğu?

Birlik yönetimi biz kararı temsilcilere bıraktık diyerek bu rezaletten kendisini kurtaramaz. Siz toplantıya katılan ortaklarınıza neden itiraz etmediniz diyebilirsiniz ama aynı soruyu bizim de size soracağımızı unutmayın. Siz ortaklarınıza neden itiraz etmediniz diyeceğiz size. Neden 18+18 formülünün 2 yıldır İstanbul gırgırcıları tarafından pompalandığını anlatmadınız diyeceğiz. Üstelik bunları internet sitelerinde ve sosyal medyada sormakla yetinmeyecek danışma kurulunda tüm ülke balıkçılarının önünde sormak zorunda kalacağız.

Orada da ortaklarımız böyle istedi diyebilecekmisiniz. Ortaklarınız orada “hayır biz istemedik” derlerse  ( ki diyecekler ) ne yapacaksınız …

Arkadaşlar; bu yolun sonu yok bu sokak çıkmaz sokak. Cümle alem bilir ki küçük balıkçı bu kararı onaylamaz ve sonuçları ağır olur. Büyük emekler verilerek bu günlere getirilen birlik sonu belirsiz bir sürece girmiş olur.

Bir arkadaşınız, yıllardır mücadele eden bir paydaşınız olarak söylüyorum. Danışma kuruluna verdiğiniz önerileri resmi olarak geri çekiniz. Böyle bir tebliğ önerisi vermektense hiç vermemek yeğdir. En azından 3/1 sayılı tebliğ savunuyor oluruz ki bu bile 18+18 formülünden iyidir.

Balığın pulu denizin tuzu balıkçının teri aşkına

Allah aşkına bir daha düşünün ve İstanbul Birliği bağıra bağıra gelmekte olan felaketten kurtarın

Çatalca’da balıkçıdan habersiz hazırlanan tebliğ önerinizi geri çekin


Sevgiyle selamla dostlukla

4 Haziran 2015 Perşembe

Durduğun yeri bilmek



Doğa bilimcilerinin söylemlerinin doğa kanunları ile birebir örtüşmesi tek seçenekleridir. Zaten bilim, herhangi bir biçimde düzenlenmiş doğru bilgiler bütünü değil midir? Bilimci ise gerçekleri ve doğruları ortaya koyan, gerçek ve doğrulardan sapmayan ve taviz vermeyen kişilikte olması gerekmez mi? Bilimci, olgu ve olayları bilimsel düzlemde inceleyip analiz eden, değerlendiren kişi olarak tanımlanmaz mı? Bilimcinin mantıklı olması, kendisini her türlü çelişkiden uzak tutması ve kendi içerisinde de tutarlı olması gerekmez mi? 

Bu yüzeysel tanımlamayla bile örtüşmeyen kişiler hangi ekolden gelirlerse gelsinler veya hangi akademik kuruluşun mensubu olurlarsa olsunlar konularının bilimcisi olarak yorumlanamazlar. Daha açık bir ifade ile bir akademisyen bilimci tanımlaması için öngörülen hasletlerin herhangi birinden yoksun ise zaten bilimci olarak tanımlanamaz. Çünkü bilimci doğruyu arayan, evrensel düşünen ve doğaya karşı mutlak sorumluluğu olan kişidir. Öz olarak bilimci, bilimsel sonuçlarını çıkarsız olarak insanlığa sunan kişidir. Etik olan budur.


Bu nedenle mesleki etik veya sektörel etik hiç bir şekilde meslektaşını veya sektörünü korumak için değildir. Etik bir zümrenin değil sadece ve sadece toplumun yani insanlığın menfaatlerini korumak için vardır. Bu menfaatlerin temelinde yatan ana etmen ise doğanın insanlık yararına korunarak sürdürülebilirliğidir. Burada esas olan doğadır. Dikkate alınması gereken ana olgu ise doğa kanunlarının ta kendisidir. Fizik başta olmak üzere, maddeyi inceleyen kimya, canlıyı inceleyen biyoloji, gök cisimlerini inceleyen astronomi ve yerbilim doğa bilimlerinin alt dallarıdır. Bu nedenle doğa bilimlerinin bir alt dalı olan biyolojinin üyesi olan biyolojik bilimciler (örneğin; hidrobiyologlar, balıkçılık biyologları, veteriner hekimler, ziraat mühendisleri, su ürünleri mühendisleri) bu hususu özellikle göz ardı edemezler. Aksine bir durumda bilimci olma özelliği zaten yitirilmiş demektir.


Balıkçılığın ilgi alanına giren yani hidrobiyoloji, balık bilimi, balıkçılık biyolojisi, deniz biyolojisi v.b. konularında gerek resmi kurum ve gerekse akademik kuruluşların bünyesinde görevli olan bireylerin özellikle doğanın işlevselliğini dikkate almaları ve bu düzene uygulamalarda ters düşmemeleri esas olmaktadır. Biyolojik bilimcinin asli görevi tüm insanlığın yararına olacak şekilde doğanın korunarak sürdürülebilmesine katkı sağlamaktır. Canlı doğanın kaynak yönetimi açısından yozlaştırılmasının önünü kesmektir. 


Biyolojik bilimciler sorumluluk alanlarına giren konularında canlı doğanın işlevselliğine ve onun sürürülebilirliğine ters düşemezler ve ters düşmemeleri de gerekir. Biyolojik bilimciler için öncelik daima doğadadır. 
Duracağın yeri bilmek Nezih Bilecik

Son birkaç yıldır bilim camiasından anlamaya çalıştığımız ama bir türlü de anlamlandırmayı başaramadığımız görüşler yada söylemler düşüyor medyaya. Deniz, balık, balıkçılık ve benzer konuların dışındakileri fark etmiyoruz ama hayatımızın, faaliyetimizin ve mücadelemizin ana eksenini ilgilendiren bu söylemlerden ciddi ölçülerde etkileniyoruz. Yukarıda alıntıladığım bölüm Nezih hocanın son makalesinden. İzin almadan yazımın içine aktardığım bu bölümde ki birkaç satırı bold (kalın karakter ) yaptım. Umarım hocamı kızdırmam ve beni mazur görür. Amacım her nekadar bir bilimci ile polemik yapmak olmasa da bu yazının sebebi olan Cemal Saydam hocamızın söylediği bazı sözlere cevap vermek için tutunacağım yegane dal yine bilim ve bilimcidir.

“DENİZ bilimci Prof. Dr. Cemal Saydam Marmara Denizi’nde ilk 25 metrede hayat bulunduğuna dikkat çekerek “Daha sonrasında oksijen de yok hayatta yok. Siz kıyıları doldurarak bu hayatı yok ediyor ekolojik dengeyi alt üst ediyorsunuz. Tek iç deniziniz burası. Karadeniz ve Akdeniz gibi değil. Özel bir deniz. Doldurduğunuzda denizdeki sirkülasyona ne tür etkiler ettiğinizi incelediniz mi? Miting alanı denizi doldur, yol ihtiyacı denizi doldur, inşaat alanı denizi doldur, Marmara’yı kapatmak mı niyetleri. Uzun vade planları olmadığı gibi bu tür durumlarda da bilimsel bir araştırma yapmıyorlar. Ataköy sahil Tekirdağ’a kadar balık üreme alanıdır. İlk 25 metre derinlikten sonra hayat yok zaten. Bunun adı denizi hoyratça kullanmaktır” diye uyardı.”
Cemal SAYDAM Hürriyet

Konu Ataköy’de yapılacak olan dolgu üzerine Cemal Saydam hocanın Marmara’ya ilişkin söyledikleri ve bu söylediklerinin sonucunda kendi itibarına ve bizlerin verdiği mücadeleye yaptığı olumsuz etkidir. Leven Artüz tarafından sistematiğe bağlanmış olan Marmara’da yaşam bitti söylemine Cemal Saydam hoca da katılmış gözüküyor. Levent Artüz 5 metreden sonra hayat yok derken Cemal hoca 25 metreden sonra yok diyor. Gerçeklikle uzaktan yakından alakası olmayan bu söylemdeki ortak yanları nedir bunu bilemiyorum. Neden bı kadar büyük risk alarak gerçek olmayan bu cümleleri uluorta ediyorlar bunu da bilemiyorum. Bildiğim tek şey Marmara’da canlı yaşamının devam ettiği ama aşırı avcılık, yasa dışı avcılık, plansız ve düzensiz avcılık nedeni ile stokların bazı türlerde önemini yitirdiği bazı türlerde ise yitirmek üzere olduğudur.

Bunları neden söyledikleri üzerine spekülasyon yapmak yerine söylediklerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bunu da “denie çıkan” her kesin bildiği sıradan örneklerle yapacağım.

Armutlu Bozburun hatının doğusu;

Bu bölge dip balıkları açısından hala en zengin bölgelerimizden birisidir. Bölgenin tamamında 50 metreden daha derin sularda Pembe Karides, Bakalyaro, Kocagöz İstavrit, Dülger, Patlakgöz Mercan, Camgöz, 6 yarıklı Camgöz, Domuz balığı, Lipsoz, Fener, Yabani Kalamar ( bilimsel adını bilmiyorum biz Bülbülya diyoruz ) Kalamar senenin tümünde yaşamaktadır.
Yüzey sularının soğuyup balıkların termoklin tabakasının altına indiği kış aylarında ise;
Bu listeye ilave olarak, Tekir, Sinarit, Çipura, İstavrit, Lüfer, Kırlangıç, Dil, Pisi, kıi aylarında avlanmaktadır. Örneğin Gırgır avcılığı yapan motorlar yasal ağ derinliklerini ihlal ederek 100-130 kulaç arası ağlarla kışın dibe yapışık halde yaşayan İstavrit balığının avcılığı yapmakta ve çok şikayetlere sebep olmaktadırlar. Yine İstanbul Adaları eteklerine dayanan Akdeniz suyunda tüm kış boyunca uzatma ağları ile Lüfer ve Sarı Kanat avcılığı yapılmaktadır. Ambarlıdan çıkıp ada arkasından geçerek Pendik’e inen boru hattının bulunduğu 80-100 metre arasında ki güzergah tüm kış boyuca gerek tür gerekse miktar olarak zengin bir yaşama sahiptir. Okuyucunun bir çok türü atladığımı düşündüğünü tahmin etmek zor değil. Ben en yaygın olan ve hemen hemen herkesin bildiği türlere değindim.

İstanbul Boğazından Tekirdağ’a kadar olan saha;

Yukarıda saydığım türler birkaç eksiği ile burada da varlığını ve yaşamını sürdürmekte yine tüm kış boyunca av vermektedirler. Aynen Kuzey Doğu Marmara’da olduğu gibi, derinleştirilmiş ağlarla yılbaşından sonra 40-60 kulaç derinliklerde İstavrit avcılığı devam etmektedir. Yine Algarna ile Karides avcılığına açık olan bu sahada ciddi sayılabilecek miktarlarda hedef dışı av yapılmaktadır.

Gerek Leven Artüz’ün gerekse de Cemal hocanın Marmara’nın derin sularında hayat yok iddiası içi boş bir söylemden başka bir şey değildir. Cemal hoca herkesten iyi  bilir ki Marmara’da hayatın bitmesi için önce Akdeniz ve Karadeniz’de ki hayatın su kalitesi nedeni ile bitmesi gerekir. Marmara denizi alttan Akdeniz suları ile beslenen yüzeyden ise Karadeniz’den çok büyük miktarda su girişi olan bir denizdir.  Akdeniz ve Karadeniz yaşadığı sürece Marmara yaşamaya devam edecektir. Marmara’da ki türlerin stoklarının ekonomik büyüklüğünün yitirilmesinin sebebi aşırı ve düzensiz avcılıktır ve adı bilimci olan birinin dikkatleri başka (içi boş ) alanlara çekmeye hakkı yoktur.

Dolgu meselesine gelince. Şüphesiz aklı başında hiç kimse acil ihtiyaçlar dışında deniz dolgusunu savunmaz savunamaz. Aynen Cemal hoca gibi bende bu dolguya karşıyım fakat zaten daha önceden doldurularak kıyısı kumsalı yok edilmiş bu bölgelerin rant merkezli eleştirilerine bilimin alet edilmesine karşıyım.

Nezih hocayla başladık Nezih hocayla bitirelim.

Nezih hoca Duracağın yeri bilmek başlığını atmıştı yazısına. Ben de “Durduğun yeri bilmek” diye bitireyim.
Bilimin mi yanında mısınız yoksa siyasi polemiklerin mi?
Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin mi yanında mısınız yoksa plansız ve aşırı avcılık için en geniş özgürlüğü talep edenlerin mi.

Bu söyledikleriniz en çok onların işine yarar.
Bizim değil.


25 Mayıs 2015 Pazartesi

Amatör balıkçılık esnafları ve bir yarışma





Balıkçılık bir gurup insan için bir meslek büyük bir kitleyi oluşturan amatör yada sportif balıkçılar içinse bir hobi. Hobi derken küçümsediğimi zannetmeyin, derin ve büyük bir aşktan beslenen bir yaşam tarzı. İnsanların nefes aldığı, suya onun yaşamına dokunduğu zengin ve derin bir yapı.

Takip edenler bilir. Çok kelam etmem amatör arkadaşlar hakkında. Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin en önemli paydaşlarından biri olarak görmeme rağmen örgütlenmeleri ve mücadeleye katılmaları konusunda dışarıdan (profesyonel balıkçılık alanından) müdahaleleri doğru da bulmam.  Kendi süreçlerinin kendi yapılarını, faaliyet tarzlarını ve pozitif oluşturacağına inanırım. Nitekim bu düşüncemde çokta yanılmadığımı ASOF ve oluşturan derneklerde ne kadar haklı olduğumu gördük. Neler yaptıklarını nasıl yaptıklarını ve ne zorluklarla yaptıklarınatanık oluyor ve gurur duyuyoruz. Belki başka derneklerde vardır ve ben bilmiyorumdur eğer varsa onları da alkışlar takip listemize alırız. Eğer varsa onlara da haksızlık etmiş olmayayım.

Derdim ASOF güzellemesi yapmak değil. Bir olumlu ve bir olumsuz örneği bir arada işaret etmek geçen sene oynanan bir tiyatronun bu sene tekrarı vesilesiyle bir sorunun bir kez daha altını çizmek ve Genel Müdürlüğümüzün (özellikle iletmemize rağmen) neden duyarsız kaldığını anlamaya çalışmak ve bu duyarsızlığı kamuoyu ile paylaşmaktır.

Konu bir türün üreme dönemi nedeni ile av yasağının bulunduğu bir dönemde av yarışmasına malzeme yapılması ile ilgilidir. Geçen sene yaşanan rezalet bu sene tekrar edilmiş bir (sözüm ona amatör) dernek ve bir belediye işbirliği ile sıradan bir reklam malzemesi haline getirilmiştir.  Daha da kötüsü bu rezalet rutin hale gelmek üzeredir.

Geçen yıl yapılan yarışmaya itiraz etmiş (http://dokuluk.blogspot.com.tr/2014/05/kalkan-yarsmas-hakknda.html ) Genel Müdürlük nezdinde konunun takipçisi olmuştuk. Genel Müdürlük “Kalkan türü nezdinde bir yarışmaya izin vermediklerini” alınan iznin yakala bırak yarışması olduğunu beyan etmiş bizim itirazımız üzere polemik yapan arkadaşlar bu durumun bir defaya mahsus olduğunu gelecek yıllarda yasak zamanda Kalkan yarışması olmayacağını beyan etmişlerdi. Ben burada isim telaffuz etmeyeceğim. Hem yarışmayı düzenleyenler hem de konuyu takip edenler kimin ne dediğini biliyor ve ayrıca polemiklerde edilen kelamlar facebook sayfalarında duruyor.



Önce bu yarışmayı düzenleyenlere;

Geçen sene bizim bilim kurulumuz var dediniz, bilim kurulunun onayı ile düzenliyoruz dediniz bizde sizin bilim kurulunuzla görüştük. Burada isim vereceğim, Vahdet Ünal böyle bir olaydan haberimiz yok eğer varsa izin vermiş isek bizi de asın dedi. Diğer hocayla da görüştük, üreme zamanında yarışma mı olurmuş” dedi. Siz bir seferlik bir karışıklık oldu bir daha yasak zamanda yapmayacağız dediniz. Belediye başkanı ben festivali duyurdum bir seferlik izin verin dedi, peki ne odluda bu sene üreme zamanının bitmesini beklemediniz.
Sizi üreme zamanında yarışma yapmaya zorlayan sebep ne ?
Zorlayan kişi kim?

Bu işten kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz.  Yaptığınızın hesabını sizden ve suç ortaklarınızdan sormayız mı zannediyorsunuz. Siz tahrip olmuş bir stok üzerinde üstelik üreme zamanında avı teşvik eden, insanları Kalkan avlamaya özendiren bir işe nasıl cüret ediyorsunuz.



Gelelim yörenin belediyesine;

Siz böyle bir rezaletin nasıl ortağı olursunuz. Adınıza bu lekeyi nasıl sürersiniz. Geçen yıl size bu işin yanlışlığı anlatıldığı halde nasıl tekrar edersiniz. Balıktan balıkçıdan sürdürülebilirlikten bu kadar mı uzaksınız. Her ikinize de çok laf etmeyeceğim. Sizin seviyenizde, anlayışınız da vicdani kavrayışınızda buraya kadarmış.

Gelelim sorumlu otoriteye;

Mevcut su ürünleri kanunumuz sizi canlı sucul kaynakları korumakla yükümlü kılıyor. Üstelik gerek geçtiğimiz yıl bu yarışma izniniz olmadığı halde yapıldı. Antalya Belek’te konuyu size aktardığımızda hem şahsınız hem de yeni daire başkanımız konuyla ilgileneceğinizi böyle bir yarışmaya izin vermeyeceğinizi söylediniz. Ne oldu, nasıl oldu da bu işleri meslek edinmiş 3-5 kişinin bu faaliyetini durduramadınız. Üreme zamanı yarışmaya izin veren bir otorite üreme zamanı yapılan yasa dışı balıkçılıkla nasıl mücadele edecek? Kendini sivil topluma ve balıkçıya nasıl inandıracak. Biz üreme zamanı Kalkan ağı atanları “üreme zamanı yarışma yapılırken” nasıl ikna edeceğiz.
Tahrip olan Kalkan stokumuzu nasıl koruyacağız.

Balıkçılığı “amatör balıkçılık esnafları” ve belediyeler yönetecekse ne gerek var resmi otoriteye …


16 Şubat 2015 Pazartesi

Helalleşme zamanı









Resmi otorite ile Orkinos avlanma ruhsatına sahip Gırgır avcıları çevresinde başlayan polemikler yavaş yavaş yayılmaya başladı. Henüz ortada kesin sınırla belirlenmiş net bir bilgi yok. Bildiğimiz tek şey ICCAT’ın Akdenizde avlanan Orkinos kotasında ciddi bir artışa gittiği ve kademeli olarak bu artışın 2017 yılına kadar süreceği. Her yıl için gerçekleşen %20 olarak gerçekleşecek artışların sonucunda 2017 de ülke kotamızın 1050 ton olacağı söyleniyor. Buna ek olarak ortada dolaşan bir 500 tonluk ekstra kota artışı söylentisi var ki aslı astarı nedir henüz öğrenemedik. Bu nedenle konuyu resmi olan yanından tartışmakta fayda var. Tartışmaya başlamadan da hafıza tazelemekte aslında neyi tartıştığımızı hatırlamakta da fayda var.




Neyi tartışıyoruz


Bir çok insan unutsa da siyah beyaz fotoğraflarda saklı zengin bir tarihsel mirası tartışıyoruz. Avcılığının tarihi ülkemizde motorsuz kürekli teknelerin zamanına kadar dayanan, Marmara daha çok olta ve parakete ile avlanan ama sıkça dalyanlara da giren kış balıkçılığında adalar civarında mavrukalarımızı koparan halkımızın söylediği gibi telaffuz edersek “Ton” balığından bahsediyoruz. Sırt hamalları ile dükkanlara pazarlara taşınan, kilo kilo satılan siyah beyaz bir hatıradan bahsediyoruz.

Acılığının bilgi sabır ve kol gücüyle yapıldığı, karnına tel geçirilmiş Palamutların Toriklerin teraziye alındığı oltalarla tutulan zaman zaman efsane köpek balıklarının yakalandığı kocaman bir tarihten bahsediyoruz. İnsanların 2 balık tutup koca bir ailesine baktığı, çoluk çocuğunun nafakasını çıkarttığı mağrur bir balıktan ve ona sonsuz şükran ve saygı duyan avcısından oltacısından bahsediyoruz. Bizi biz yapan değerlerimizden her gün biraz daha yitirdiğimiz kültürümüzden bahsediyoruz. Avla avcının son anda tam zıpkının vurulacağı zaman göz göze geldiği ve bir biri ile helalleştiği bir duygu yumağından bahsediyoruz. Başından sonuna namuslu, başından sonuna adil be başından sonuna helal bir insan hikayesinden bahsediyoruz. Boğazın efendisinden Ege’nin hırçın çocuğundan bahsediyoruz.

İşte son gelişmelerin ve bu gelişmelerin yaratacağı haksızlıkları giderme ve helalleşme fırsatlarını tartışırken aklımızda hep bu siyah beyaz bulunsun istedim.


Yukarıda da bahsettik ülkemizin Orkinos kotası kademeli olarak 2017 ye kadar artmış olacak ve 2017 de kotamız var olanın iki katını geçmiş olacak. Denizde ki canlıların sahibi yoktur. İnsanların bu kaynaklardan faydalanma hakları vardır. Bu kaynakları korumak ve adil dağıtımını/kullanımını sağlamakla yükümlü olan da resmi otoritedir. Mevcut kota artışı resmi otoritenin önüne tarihi bir fırsat koymaktadır. Geçmişin haksızlıklarının giderilmesi, günümüz ve geleceğin adalet ekseninde kurtarılması için bu fırsatı değerlendirip değerlendirmeyeceklerini hep birlikte göreceğiz.

Ben bu yeni durumun yarattığı fırsatları hatırlatmak ve bazı önerilerde bulunmak istiyorum.

Hepimizin bildiği gibi ülkemiz /ülkeler sadece ulusal balıkçılık yönetiminde değil bölgesel balıkçılık yönetiminde de paydaş ve alınan karalarda söz sahibidirler. ICCAT ve GFCM bu konuda muhatap olduğumuz kurumlardan başlıcalarıdır. Biz bu kurumlarla birlikte balıkçılık uygulamalarında balık nesillerinin devamı konusunda alınan kararlara imza atıyoruz.
Balıkçılık yönetimimize belirleyici etkilerden bir diğeri ise AB uyum sürecinden gelmektedir. Birlikte bölgesel kararlar alıyor ve bu kararları ülke sınırlarımız içinde hayata geçirmeye çalışıyor.
Bizim dışımızda ki ülkeler bu kararları hayata geçirirken yeni uygulamaların yaratacağı sosyal ve ekonomik zararları şu veya bu ölçüde telafi edecek önlemler alırken bizim ülkemiz (haklı yada haksız ) gerekçelerle alınması gereken bu önlemler konusunda gerekenleri yapmadı/yapamadı.

Drifnet ağları ile yapılan avcılık yasaklandı ama geçimini bu işten sağlayan ve bu avcılık için yatırım yapan insanların kararların negatif etkilerine karşı korunmadı.

Marmara’nın ve boğazların, Ege ve Akdeniz’in geleneksel balıkçılığı olan Orkinos avlama hakkı ellerinden alındı sessiz çaresiz bu kararlara boyun eğen küçük ve orta ölçekli geleneksel balıkçılarımızın yaraları sarılmadı.

Şimdi elimizde bu yaraları sarmak ve helalleşmek için bir fırsat var. Kota artışından sağlanacak maddi kaynağı bir süre için kullanabiliriz.

AB sürecinin temel politikalarından birisi balıkçılık örgütlenmesinin güçlendirilmesi ise diğeri de küçük ölçekli kıyı balıkçılığının korunması için alınacak önlemlerdir. Bu önlemler ise hepiniz kabul edeceği gibi ancak mali bir kaynak yaratmak ve bu kaynağı gerçekçi bir bütçe ile yönetmekle mümkün olabilir.

Şimdi elimizde bu doğrultuda alınacak kararları hayata geçirebilmek için bir mali kaynak fırsatı geçmiştir. Gereken sadece iradedir.

Genel Müdürlük filo küçültme kapsamında tarihi bir karar almış ve bu kararı hayata geçirmiştir. Ne yazık ki bu girişim rezerv ruhsatların geriye alınması konusunda önemli olsa da av kapasitesinin küçültülmesinde bir işe yaramamıştır. Hatta gelirler de av kapasitesi de dikey olarak büyümeye devam etmektedir.
Şimdi resmi otoritenin önünde bir fırsat vardır. 2X4 yıllık bir planla av kapasitesinin düşürülmesi ve av gücü yüksek teknelerin filodan çıkarılması sağlanabilir. Bu güne kadar yapılan alımlara yüksek av gücüne sahip teknelerin başvurmaması ödeme miktarlarının gerçek ederlerinin altında kalmasıdır.

Ülke kotamızdaki artış gerçekçi bir fiyatlandırmaya mali fırsat yaratmaktadır.


Öneriler

  • Drifnet yasağı ile mağduriyet yaşayan balıkçıların zararları tazmin edilmelidir. Daha önceden Tulina ve Kılıç balığı avlanma izni alan motorlar için makul bir tazminat ödenmeli av araçları idare tarafından satın alınmalıdır.



  • Yaklaşık 500 ton artan ülke kotamızın en az 250 tonu olta ve paraketa avcılığı yapacak olan küçük ve orta ölçekli balıkçılar için ayrılmalıdır.



  • Filodan yüksek kapasiteli avcı motorlarının maddi olarak özendirilmesinin sağlanması için gerçekçi fiyat belirlenmeli 30 metre üzerinde ki avcı gemilerinin alınması için artan kotanın makul bir bölümü kullanılmalıdır.



  • SURKOOP, DEMBİR ve SUYMERBİR 10 yıl için Orkinos kotasından ayrılan pay ile desteklenmelidir. Bu desteklerin nasıl ve nerelerde kullanılacağı bir yönetmelikle belirlenmeli, her yıl sonunda kullanım alanları ve miktarları açıklanmalıdır. Kota artışı ve Yen’de ki düşüş göz önüne alındığında Orkinos kilo fiyatlarında ciddi bir düşüş dönemine gireceğimiz bilinen bir gerçektir bu nedenle SURKOOP kota miktarı 30 tona çıkarılmalı diğer birliklere ise birlik başına 10 ton pay ayrılmalıdır.


Yazımın başlarında dediğim gibi, BSGM mevcut durumun sorumlusu değildir ama balıkçılığımızı içinde bulunduğu durumdan çıkartma konusunda sorumluluk sahibidir. Kota artışının yaratacağı ek mali kaynak tarihsel haksızlıkların, yanlışlıkların ve ihmallerin giderilmesi için bir fırsat yaratmaktadır. Bu fırsatı değerlendirmek insani, ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur.

Unutmayalım ki tarih irademizin dışında yazılmaktadır ama o tarihe nasıl geçeceğimiz kendi ellerimizdedir. 
Ne dersiniz?

13 Şubat 2015 Cuma

Quo Vadis Defne



Haksızlığa sapıp bütün insanların seni izlemeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir.
Mahatma Gandhi

Yıl başından bu yana tuhaf ama tuhaf olduğu kadar da çirkin, haksız ve adaletsiz bir çatışmanın içinde bulduk kendimizi. Yalanların, iftiraların, itibar cinayetlerinin ve inanılmaz bir ahlaksızla sürdürülen bir saldırının muhatabı olduk. Böyle tarif etmemin sebebi bu kirli savaşın hedefi artık sadece kişiler değil. Geçmişte kişiler düzeyinde süren bu saldırı yılbaşından bu yana balıkçı örgütlerine ve sonunda da ismen GELBALDER’e yönelmiştir.
Girizgahın hemen altında Defne Koryürek’in “balıkçı forumda” şahsen ismime ve 3 yaşını daha tamamlamamış olan derneğimize karşı söylediklerini okuyacaksınız. Satır satır tüm yalanlarını cevaplayacak ve ispat edeceğim.
Önce bu noktaya gelmemize dair birkaç kelam etmek istiyorum.

Defne’nin vahim bir sorunu var. Kendisine yapılan eleştirileri karalama kendisinin yaptığı karalamaları ise eleştiri kapsamında değerlendiriyor ki bu kendisi açısından vahim bir durumdur. Çünkü eğer böyle olduğuna inanıyorsa psikolojik, yok böyle olmadığını bilerek bunları yapıyor ( söylüyorsa ) ahlaki bir sorunla karşı karşıyayızdır. Bu saatten sonra probleminin ahlaki mi yoksa sağlık sorunumu olduğu bizi değil SlowFood ve gönüllülerini ilgilendirmektedir.

Ben kısa bir iki hatırlatma daha yapıp hemen güncel olan konuya geçeceğim.
Fikir Sahibi Damakların “İstanbul Lüfere hasret kalmasın” kampanyası ile başlayan ilişkimiz hızla paydaşlığa dönüşmüş ve kampanyanın ilk yılında hem şahsın hem de bir kısım arkadaş ile birlikte bu kampanya tarafımızdan desteklenmiş ve tüm saldırılara karşıda savunulmuştur. Bizim Defne ile sorunumuz kampanyanın  ( talepler tam olarak karşılanmasa da ) başarısının ardından gelen ilk Lüfer bayramı nedeni ile olmuştur. Üstelik karşılaştığımız sorun tek bir sorun değildir ve bir hafta gibi kısa bir süre de 2 büyük problemle yüz yüzü kalmış ve bir karar vermeye zorlanmıştık.
Defne Lüfer bayramının teknik ayrıntılarını görüşmek üzere bizi Küçükyalı’da ziyaret etmiş bu toplantıda da Boğazın endüstriyel avcıları ve AKP Milletvekili Dursune Memecan ile yaptığı görüşmeyi aktarmıştı. Defne, parlamento açıldığında boğazın etkin ve büyük Gırgır reislerinin parlamentoya bir dosya vereceğini, dosyanın kendisi tarafından görüldüğünü, başlıkların yazılı olduğu ama içlerinin boş olduğunu ve bu boşlukları bizim doldurmamızı talep etmişti. Bu konudaki görüşmemiz “biz mücadele ettiğimiz insanlarla ortak bir görüntü veremeyiz” demem üzerine tatsız bir şekilde kesilmiş ve Defne sertleşince de “kamuoyu önünde yazılı tartışalım” dememle sonlanmıştı. Konu bu kadar ile sınırlı kalsa buna telafi edilebilir bir anlaşmazlık gözü ile bakabilirdik ama ne yazık ki aramızda ki ayrılık bununla sınırlı kalmadı. Lüfer bayramı için hazırladığı E-Davetiyeyi gördüğümüzde şok olmuştuk. Davetiyenin birinci sırasında “İstanbul Balık Müstahsilleri Derneği” ikinci sırasında ise “ İstanbul Balık Komisyoncuları Derneği” yazıyordu.
Gerek faaliyetlerimizde gerekse FSD kampanyasına destek verdiğimiz dönemde bize karşı çok çirkin bir mücadele verenler FSD nin dağıttığı davetiyenin 1. ve 2. sırasını almışlardı. Defne "komisyoncular da müstahsiller de halin doğal parçası olarak geliyorlar. gelecekler. " diyordu


Bundan bir müddet sonra Defne kendinse hakaret edenlerle birlikte hatta GreenPeace’i de ortak ederek iş yapmaya çalıştı. Artık orta yerde bir saatli bomba gibi dolaşıyor hiçbir ahlaki standarta dayanmayan ilişkiler kuruyor kampanyanın popülerliği uğruna her türlü ahlaki değeri yok sayıyordu. Bu durumu o noktalara vardırdı ki GreenPeace denizler kampanyasının bir dönem sorumluluğunu üstlenen arkadaşa “ortalıkta benim dolandırıcı olduğuma dair dedikodular olduğunu benimle ilişkisine dikkat etmesi gerektiğini” söyleyecek kadar çirkin bir boyuta taşıdı.

Ben tüm bu dönem boyunca Defne ve Lüfer kampanyasında bir ayrım gözeterek durdum. Her ne kadar artık Defne güvenilmez birisi olsa da kampanyalarını övmeye devam ettim. Gerek davet edildiğim programlarda gerek gazete röportajlarında kampanyalarına hak ettikleri değeri verip haklarını teslim ettim. Hem TV radyo kayıtları hem de yazılı medya bunların örnekleri ile doludur. Üstelik kendim görüşmesem de benimle yapılan röportajlarda birçok gazeteciyi Defne’ye de yönlendirdim. YANLIŞ MI YAPTIM HAYIR. Bu gün bu noktada bile şahsıma, kooperatif ve birliklere ve derneğime söylediklerine rağmen hayır. Sivil toplum faaliyetlerinin bir hukuku ve aktivistlerin ahlakı olduğu, olması gerektiğine inanan biri olarak böyle yapılması gerektiğini savunuyorum.

Peki, ne oldu da birden tekrar sertleşti bu çatışma?

Kalender ordu evinin önünde ki (ne yazık ki yasal ) Gırgır avcılığının yasa dışı olduğu iddiası ile başlattığı tartışmanın bir noktasından sonra Defne Ezici çoğunluğu küçük balıkçılardan olan kooperatifleri ve birlikleri eşkıyalığa yataklık ettiği iddiası ile ortalık tekrar karıştı. Üstelik Su Ürünleri kanun taslağına Boğazın Kapatılmasını ekleyen kooperatifler ve birliğine yapılmıştı bu haksız suçlama. Yapılan tam bir itibar cinayeti idi. Hem adli hukuk hem de insan vicdanında suç olan bu ifadeler belki çaresizlik ve öfke ile söylenmiştir dedik bekledik ama Defne devam etti üstelik bu sefer “hodri meydan” diyerek. Bu olan bitenle ilgili yazımı dileyenler okuya bilir.

Gelelim Defne’nin son mesajına.

Gelelim son olaya. Geçen gün Balıkçı Forumda benim iradem dışında gerçekleşen ( bir kooperatif başkanı hasar ziyaretleri ile ilgili fotoğrafımızı paylaşmış ) bir olayda Defne aşağıda ki satırları yazarak konuya dahil oldu ve şahsımın yanı sıra derneğimizin adını da bu çirkin polemiğin içine çekti.

öncelikle söylemek isterim, adını artık sadece benim hakkımda kötü konuştuğu için duyduğum biri Kenan :) oysa bu forumla ilk tanıştığımda bambaşka yeri vardı.

geleneksel kıyı 
balıkçısının sözcülüğüne soyundu ama dernek olarak varlıklarını göremiyorum. ne bir panel, ne bir toplantı düzenlediklerini duydum. istişare toplantısında onu kovmaktan beter eden İstanbul birlik'in kıyısında varlık gösteriyor şimdilerde. tabi benim kanaatimce. kötü bir şey mi, yapılması yanlış bir şey mi? elbette değil. ama bu forumun yarattığı eleştiriye karşı İstanbul birlik Kenan'la işbirliği yapmayı seçti diye düşünüyorum. bu da ancak bu forumun gücünü gösterir. başkalarına kara çalmadan var olmayı denese aslında Kenan, problem de olmaz, derim. ama olmuyor galiba. zamanında, taa ilk lüfer bayramı öncesi hakkımda kabzımal ve gırgır reisleri ile işbirliği yapıyor iddiası atarak başlamıştı beni karalamaya. hala devam ediyor, duyduğum. Cengiz'e, Cumhur'a sözü lafı da benzerdir, öfke içerir. ona rağmen alikuşçu ile aynı fikirdeyim. keşke Kenan aşsa bunları, kara çalmadan yoluna baksa diyeceğim gibi, bu foruma da yerinin, sorumluluğunun hakkını ver, Kenan'ı bu kadar önemseme demek isterim.

alikuşçu'nun Kenan'ı sevme hakkı kadar benim ahlaksızlığına vurguyla yazma hakkım olmalı bu forumda. başka türlü aklar karalar değerlendirilemez kanaatimce.
Demiş.


Sırasıyla cevaplayalım …

  • öncelikle söylemek isterim, adını artık sadece benim hakkımda kötü konuştuğu için duyduğum biri Kenan :)

  • Yalan konuşuyor demek yakışmaz diye yanlış konuşuyor diyelim. Defne’ye karşı eleştiri düzeyinde polemiğin sayısı 4-5 cıvarıdır ama en az 10 katı kampanyalarını alkışladığım konuşmam vardır ve hepsi kayıt altındadır. Defne içine düştüğü durumdan çıkışı bu müstehzi ifade ile elde edemez.

  • geleneksel kıyı balıkçısının sözcülüğüne soyundu ama dernek olarak varlıklarını göremiyorum. ne bir panel, ne bir toplantı düzenlediklerini duydum.

  • Hem balıkçılık camiasında hem de hayatımın diğer alanlarında beni tanıyanlar bilir ki ben sözcülük önderlik gibi iddialı ve gerçekçi olmayan işlere bulaşmam. Tam da bu nedenden dolayı derneğin adını Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği koyduk. Eğer sözcülük gibi bir niyetimiz olsaydı “Balıkçılar derneği” koyardık. Bu konuda her hangi bir engel de yoktu. Bu ifade de doğru olan tek şey var GELBALDER’İ duymaması ve görmemesi. Defne bu konuda haklı işte, çünkü Defne medya ve sosyal medyanın dışında yok. 2 AB Projesinde resmi paydaş olan, Kaş amatör balıkçılık projesinin paydaşı olan, Datça Sorumlu Balıkçılık Projesinin resmi paydaşı olan, GP, WWF, SAD ve SÜMDER ile birlikte daha kuruluşunun ikinci ayında deklerasyon yayınlayıp 50 metre derinlik yasağını cesaretle telaffuz eden, 1. yaşını henüz tamamladığında Yalova’da “Ulusal Denizimiz Marmara” panelini düzenleyen, kurulduğu günden bu yana ülkede yapılan istisnasız tüm balıkçılık toplantılarına katılan, çoğu İstanbul dışında olmak üzere 100 civarı kooperatif ziyareti yapan, her balıkçının ve balıkçı örgütünün her türlü sorununa zamanım var mı param var mı diye düşünmeden koşan, yönetim kurulunda bir akademisyen birde saygın balıkçılık bilimcisi olan GELBALDER’i göremiyor. Haklı Defne hem de çok haklı görmek için buralarda karşılaşıyor olmak lazım. Bu toplantılarda yıpratıcı tüketici saldırıları göze alıp fikirlerini savunmak lazım.

  • istişare toplantısında onu kovmaktan beter eden İstanbul birlik'in kıyısında varlık gösteriyor şimdilerde.

  • Benim en çok ilgimi bu iddia çekti. Ev sahibinin Genel Müdürlük olduğu bu toplantıda neden ve nasıl birlik tarafından kovulmaktan beter edilmişiz. Oradan bizi kimin kovmaya ne kadar hakkı varmış. Üstelik bu lafı eden kendilerinin kovulmasına karşı her zaman tepki koyan bana nasıl edilir bu laf dedim ve araştırdım. Birlik başkanına sordum nedir bu konu senin bir bilgin var mı diye. Danışma Kurulu günü Ankara’da dağıttığımız Deklerasyon metnini bazı balıkçılar alıp dağıtmış. Birlik başkanı da bunların dağıtılmasına izin vermemiş. Nasıl oluyor da gıyabımızda yapılan bir hareket nedeni ile kovulmaktan beter oluyorum. Eğer kast ettiği olay buysa tabi ki. Üstelik kim olursa olsun yapılan yanlış bir şeydir madem böyle bir şeye tanık olmuş neden müdahale etmemiş Defne. Hayat ne kadar acımasız, “Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler” miş Defne beni aşağılamaya çalışırken kendini ele vermiş.  Şu birliğin kıyısında dolaşma mevzu ise hepten bir tuhaf. Nerede dolaşacaktık. Kafeler de barlarda mı? Geleneksel Balıkçılığın korunması için faaliyet yapan birisi nerede dolaşır acaba. Önereceği bir yer varsa değerlendiririz. Acaba kendisi nerede faaliyet yapıyor da bir türlü karşılaşamıyoruz. Söylemek istediğim son şey ise kıyısında dolaştığım tek birlik değildir İstanbul Birlik. Hepsinin kıyısında dolaşmaya da devam edeceğim.

  • ama bu forumun yarattığı eleştiriye karşı İstanbul birlik Kenan'la işbirliği yapmayı seçti diye düşünüyorum

  • İstanbul Birliğin düşüncesini veya ne yaptığını söylemek bana düşmez. Cevaplamaya değer bulurlarsa cevabını verirler. Benim için ilginç olan kendisi dahil her kese hakaret edilen, iftira atılan, küfür edilen, itibar cinayetleri işlenen, kendisi gibi hiçbir balıkçılık faaliyetinin içinde olmayan bir avuç insanın toplandığı bir yerin bir gücü olduğuna gerçekten inanıyor mu yoksa orada bulunan bu bir avuç insanı yaptıkları çirkinliklere devam etmeleri için motive etmeye mi çalışıyor. İftiralara hakaretler itibar cinayetlerine devam çocuklar aman ha safları bozmayın mı demek istiyor.

  • başkalarına kara çalmadan var olmayı denese aslında Kenan, problem de olmaz, derim. ama olmuyor galiba.

  • Kara çalanlar orada aslında, ben Defne’ye hiç kara çalmadım. Yasa dışı Lüfer avlayanlar ve yasa dışı Lüfer satanlarla bayram yapmaya kalktığında eleştirdim, bir avuç gırgırcı ile bizi iş birliği yapmaya davet ettiğinde eleştirdim, kendisine ve Banu’ya en ağır en seksist hakaretler de bulunan Şevki Yalçın’la iş yapmaya üstelik bir de bu işe GP yi bulaştırmaya kalktığında eleştirdim, Kooperatifleri, Birlikleri SURKOOP’U eşkıyaya yataklık etmekle suçladığında eleştirdim. Defne’ye kara çalanlar, kendisine “siyanürcünün kızı”, “çiftliklerden aldığın paraları biliyoruz”, “çiftlikçi ajanı” benzeri bir çok karayı çalanlar belli. Defne’nin de kiminle iletişim kurmaya işbirliği yapmaya çalıştığı belli. Üslubum serttir belki ama kara çalmam ben eleştiririm sen de varsa cevabın ve istersen cevaplarsın. Hem eğer senin iddia etiğin gibi biri olsaydım Cansın’a, Kenan için dolandırıcı diyorlar dikkat et dediğinde gelir senden hesap sorardım. Yapmadım, sadece seni yıpratmamak için ses etmedim, kampanyan zarar görmesin balıkçılık düşmanlarının ekmeğine yağ sürülmesin diye tek kelam etmedim.

Yazacak söyleyecek çok şey daha var ama senin söylediklerinin, yapmaya çalıştığın ötekileştirme ve itibar cinayetinin dışına çıkmamak istiyorum. Sadece son söylediklerine cevap vermek bu söylediklerini senin mahalleye taşımak istiyorum.
Bu işi böyle kapatamazsın, bir arada tutmaya çalıştığın, dağılmasınlar diye gayret gösterdiğin, hatta bu nedenle kampanyana laf söylenenleri bile görmezden geldiğin, sesini çıkarmadığın, çıkaramadığın bu insanlar seni kurtaramaz.
Yapman gereken basit, üstelik onursuz bir şey de beklemiyorum senden.
Öz eleştiri ve özür erdemli insanların işidir insanı küçültmez yüceltir.
Hatanı kabul et ve özür dile

Bu konu kapansın

9 Şubat 2015 Pazartesi

ICCAT’tan abim geldi






Kara delik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir. Kara delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ışık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler. Kara deliklerin, "tekillik"leri dolayısıyla, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir.

Biliyorum ne alakası var balıkçılığın astrofizik ile diyeceksiniz. Çok alakası var, anlatacağım zaten ama önce doğruluğuna emin olsak bile resmen doğrulanmamış bir bilgiyi paylaşayım. Türkiye Japonya’ya ihraç kotasına ek olarak iç pazarda tüketilmek garantisi ile ek 500 tonluk bir kota aldı. Bu bilgi kesin bir bilgi. Bu ek 500 tonluk balığı kimin avlayacağı, nasıl avlanacağı, nereye ve nasıl pazarlanacağı henüz meçhul. Önümüzdeki günlerde bir yönetmelik çıkacağı ve bu konuların açığa çıkacağı ikinci şahıslar tarafından söyleniyor. Yönetmelik çıktığında ne olacağını hep birlikte öğreneceğiz.

Son günlerde bir çok dedikodu dolaşıyor camiada. Bu balıkların da çiftliklere verileceği ve ihraç etmenin bir yolunun bulacağını söyleyenler de var bu balıkların konserve fabrikalarına verileceğini söyleyenlerde var. Avcılığı konusunda ise tek bir dedikodu var. Eski düzende olduğu gibi Orkinos avlama izni bulunan tekneler ile kura usulü ile avlanacağı söyleniyor.

Herkesin elini ovuşturduğu bir döneme girmiş bulunuyoruz. ICCAT tarafından zaten ülke kotası yükseltildi ve kademeli olarak 2017 de 1200 tona ulaşacak peşine gelen bu 500 tonluk iç Pazar kotası da işin kaymağı oldu.

Peki durum bazı gırgır avcılarının umduğu kadar parlak mı bu yeni durumdan kar sağlaya bilecekler mi? Konu biraz dikkatlice incelenince hiç böyle gözükmüyor. Henüz yeni yönetmelik yayınlanmamış olsa bile kuraya katılan Orkinos avcılarının sevinçlerinin kursaklarında kalacağını görmek için ekonomist olmaya da yüksek matematik bilmeye de gerek yok. Önümüzdeki yıldan itibaren Orkinos fiyatlarının çok yüksek bir düşüş yaşayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Japonya ben ICCAT’ın tanıdığı 704 ton ihracat kotasından fazlasını almam dediğine göre, Japonya’da ki balık alış fiyatı neredeyse sabit olduğuna göre bu arada ki fark doğal olarak Orkinos semirten çiftlik sahiplerinin cebine gidecek. İç pazara gidecek Orkinos’un fiyatının Japon’ların alım yaptığı fiyatların yanına bile yaklaşması mümkün olmadığına göre 500 tonlun kota fazlası çiftliklerin elinde fiyatları aşağı çekmek için büyük bir silaha dönüşecek. Geçen yıla kadar nedeyse mezatla belirlenen fiyatlar bundan sonra kim düşük verirse ondan alırıma dönüşecek.
İdare ne düşünüyor ne planlıyor kesin olarak bilmiyoruz. Bu fiyat düşüşünü ön görerek mi hareket ediyorlar ve zaten bunumu istiyorlar çok kısa bir zamanda göreceğiz.
Önümüzdeki seneden itibaren gerçekleşecek bir başka yenilik ise DEMBİR ve Üretici merkez birliğine de dersek payı verileceği. Bu konuda çeşitli rakamlar dolaşıyor ama resmi bir açıklama olmadan bu rakamları telaffuz etmenin doğru olmadığını düşünüyorum

Ben şimdilik olası gelişmelere dikkat çekmek ve konu hakkında kamuoyumuzu bilgilendirmek istedim





Gelelim şu kara delik meselesine.

Bizler sürdürülebilir balıkçılık üzerine tartışmaya başladığımızda genellikle avlanma derinliği, yasa dışı avcılık, ağ gözü, balık boyu, kayıt dışı avcılık ve benzeri konuların etrafında döner dururuz. Oysa bu önemli konuları tartışmak kadar gereken bir konu ise balıkçılık içinde son 15 yılda gerçekleşen dikey büyüme, balıkçılık gelirlerinin haksız paylaşımına dayanan bir sermaye merkezleşmesi ve birikimi ile balıkçılık ekonomisinin dışına çıkan büyük kazançları da tartışmak zorundayız.
İşte evrende oluşan kara delikler gibi balıkçılık rejimimizin de kara delikleri vardır ve tıpkı onlar gibi çekim alanına giren her şeyi (gelirleri ) çekmektedirler ve yine aynı onlar gibi etraflarını aydınlatmazlar ( elde edilen ve balıkçılığın dışına akan gelirler ) ve yine onlar gibi bizim kara deliklerimizde bir gün patlayacaklardır. Aralarında ki tek fark evrendeki kara deliklerin patladıklarında yeni yıldızlar ışık kaynakları oluşturacak olmaları bizim kara deliklerin patlamalarından ise topyekûn bir yok oluş yaratacak olmalarıdır.

Ülkemizde balıkçılık gelirlerini emen ve etrafını aydınlatmayan bu kara delikler Orkinos avcılığı/semirticiliği, Balık unu/yağı sanayi ve ona yönelik hamsi avcılığı ile kabzımallık sistemidir. Bu 3 kara delik balıkçılık gelirlerinin yarısından fazlasını emmekte ve yine bu gelirlerin küçük bir azınlık tarafından paylaşılmasıdır. Bunlar için balık bir tüketim maddesi değil “bir sanayi hammaddesidir” bunlar için balıkçılık geçinme hedefli bir faaliyet değil “bir sermaye birikim” aracıdır.

Ne yazık ki bu 3 konuda ülkemizde akademik bir çalışma yoktur. Bu konular balıkçılık ekonomisinin dışında kalan konular olduğu gibi (kusura bakmasınlar ama ) balıkçılık yönetiminin gündeminin de dışındaki konulardır. Anket yoluyla avlanan Hamsi’nin miktarını belirlemeye çalışan, Akdeniz’de her yıl avlanan yasa dışı Orkinos konusunu İCCAT’ın sorunu diye görmezden gelen balık hallerine giren balığın fiyat ve miktarını bilmeyen bir balıkçılık yönetimi mümkün değildir. Bir başka ifade ile bunları bilmeden balıkçılığı bilmek mümkün değildir.

Küçük ve orta boy balıkçıları ilgilendiren kısmı en sona bıraktım. Kota artışı ve Pazar kotası Orkinos avcılığındaki haksızlığı giderme konusunda bir fırsat yaratmasına rağmen bu konuda olumlu bir değişiklik işareti ortada gözükmemektedir. Fiyatlar düşer Çiftlikler karlarını arttırır kalan Orkinos konserve fabrikalarına gider ve balıkçılık camiasının “ötekileri” avcunu yalar gibi geliyor bana.
Elbette bir ihtimal daha var, ben yanılırım ve büyük bir mutlulukla seve seve tüm camiadan özür dilerim.

Özür dilemek umuduyla

http://www.gelbalder.org/showthread.php?t=6938