15 Ağustos 2020 Cumartesi

İĞRENÇ VE YANILTICI BİR REKLAM ÜZERİNE!

 


İĞRENÇ VE YANILTICI BİR REKLAM ÜZERİNE!


"Bir balıkçı kardeşimiz bir video linki yollayıp "bir bak bakalım dikkatimi çeken şeyi görecekmisin" diye sordu bu akşam. "

İlk izlemede fark edemedim.

Kaçınılmaz olarak bir balık yağı reklamında daha derin bir şeyler arıyor insan. Tekrar sorduğumda 58. saniyesine bak dedi. Balıkçılık endüstrisi parlatılıp küçük balıkçının teknesi batırılıyor diye ekledi. Hızla izledim videoyu. Hem de tekrar tekrar.

Doğru söylüyordu lakin (muhtemelen) onunda fark etmediği bir sahne daha vardı. Videodaki küçük balıkçı çizgi film dünyasının kötü karakterlerine benzetilerek çizilmişti. Bir de teknenin batışıyla son bulan iğrenç bir kahkaha eklemişler balıkçının suratına.


Söz konusu firma reklamı yapımcı ajansa yıkamaz sorumluluğu.

Tarihin en kadim meslek gruplarından birisini aşağılayan videodan (reklamdan) ortak olarak sorumludurlar.

Hakaret kısmı ile ilgili olarak elimizden geleni yapacağımızı şimdiden ilan edip meselenin diğer tarafına dair bir kaç kelam edelim.


BALIK YAĞI İÇİN YAĞ KAPSÜLLERİNE İHTİYACIMIZ VAR MI?

Elbette yok.

Nerdeyse bütün balıklar suların soğumaya başlamı ile birlikte yağlanırlar. Balıkların yağlanmasının sebebi düşen su ısısı nedeni ile kendilerini biyolojik olarak donatmalarından başka bir şey değildir.

Tıpkı biz insanlar gibi onlarda kışlıklarını giyerler.

Bizim ülkemizde Ekim ayının ortalarından itibaren neredeyse bütün pelajkler yağlanmaya başlar.

İstavrit, Hamsi, Lüfer, Palamut vb. tüm balıklar Kasım ayı sonuna kadar yağlanmıştır dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.

Yağlanmış balıklardan (yağları anlamında) en yüksek gıda takviyesini haşlama, buğulama ve fırın yaparak elde edersiniz. Elbette ızgara ve tava balıklarda da yağ olur ama balığı kızarttığınızda Omega3 kaybı yüksek olacaktır.


Bir kutu Ocean kapsülüne verdiğiz para ile bir kış boyunca Omega3 almış olacağını.

Sağlıklı gıda için bu ülkenin (hatta tüm yer kürenin) canlı doğal kaynaklarına balıkçısına ama özellikle de küçük balıkçısına sahip çıkın yeter.

Kenan


İlgili video:  https://www.youtube.com/watch?v=fQ7kZMC0RwY&feature=youtu.be

4 Nisan 2020 Cumartesi

Çipura ve Levrek meselesi küçük balıkçılar.



Su ürünleri yetiştiricileri birliği ve bakanlığın geçtiğimiz günlerde bu iki tür için bir kampanya duyurusu yapmışlardı. İçinde bulunduğumuz günlerde de kampanya başladı ve devam ediyor.

İlk bakışta ülkenin içinde bulunduğu şu günlerde (sanki) "üreticiler elini taşın altına soktuğu ve topluma destek olmaya çalışıyor" izlenimi verilen bu kampanyanın sebebi bu gün sayın bakanın da ifade ettiği gibi "bir stok eritme" girişimidir.

 AB ve ülkemizde yaşanan sosyal izolasyon sebebi ile AB'nin balık ithalatında ki kısıtlamaları ve ülkemizde uygulanan izolasyonun sonucu olarak çalışmayan restoran ve içkili mekanların kapatılması bu tür balıklara yapılan talebi neredeyse  sıfıra düşürmüştü.

Şimdi yeniden talep yükseltmeye ve Çiftlik balıklarının havuzlarda ve soğuk hava dolaplarında birikmiş stoklarını eritmeye çalışıyorlar.

Ülkemizde çiftlik balıklarının hedef müşteri kitlesine deniz canlıları arzı yapan bir başka kesim daha var yani küçük balıkçılar ve onlar kimsenin umurunda değil. 

Konuya yabancı olanlar açısından biraz açayım.
12 metre den daha küçük boyda teknelerle ile düşük teknoloji kullanan, avcılık faaliyetleri tarihsel bilgi ve kol gücüne dayanan (ağırlıkla deniz tabanında yaşayan) ve ederi yüksek olan (barbunya, kalkan, kırlangıç, karides, ıstakoz, ahtapot, lüfer, tekir vb.) türleri avlayan balıkçılardan bahsediyorum. Bizim mahallenin kültürü ile küçük ölçekli geleneksel balıkçılardan.

Küçük ölçekli balıkçıların avladığı deniz ürünlerini market raflarında göremezsiniz. Bunlar doğal yaşam alanlarından avlanan/toplanan deniz canlılarıdır ve tedarik zinciri ile yeme içme sektörüne gider.
Turizm sektörü (her ne kadar çiftlik ürünlerini avcılık ürünü gibi satmaya çalışsalar da) restoranlar ve meyhaneler ağırlıkla küçük balıkçıların avladığı bu ürünleri sunarlar müşterilerine.
Ülkenin içinde bulunduğu izolasyon  nedeni ile kapanan yeme içme sektörü top yekun tedarik zincirinin çökmesine sebep olmuş durumdadır. Bu çöküşünde sonucu olarak zaten uzun yıllardır tedrici bir yok oluş süreci yaşayan küçük ölçekli balıkçılık top yekun bir yok oluşla sonuçlanacak akut bir sürece girmiştir.

Yetiştiricilik ve büyük ölçekli avcılık "sermaye birikimi hedefli ekonomik" faaliyetlerdir. Küçük balıkçı ise yaptığı avcılık/toplayıcılık faaliyeti ile sermaye biriktirmeyi veya zenginleşmeyi hedeflemez. Onun faaliyetinin temel hedefi akşam evde tencerenin kaynamasıdır.

Çok uzatmayayım.
Küçük balıkçılar sucul gıda üretiminin dezavantajlı grubudur ve pozitif bir ayrımcılık gözetilerek korunmaları gerekir.

Bu koruma (vadesi ne kadar uzun olursa olsun) onlara verilecek krediler ile mümkün olmaz. (gerçi kredi vermeyi düşünen de yok) 

Bizim mahalleyi tanıyanlar iyi bilir ki küçük balıkçının ezici çoğunluğunun borç ödeme yeteneği yoktur (sosyal güvenlik primi ödeyemeyenlerden bahsediyoruz) bu nedenle de yapılması gereken kredi vermek değil  hibe ile desteklemeleridir.

Balıkçılıktan sorumlu resmi otorite ve balıkçı örgütlerinin en acil gündemi çiftlik balıklarının stokların nasıl eritileceği değil küçük ölçekli geleneksel balıkçının nasıl korunacağıdır.
İçinde bulunduğumuz anda söyledikleriniz ve yaptıklarınız aslında kimin yanında durduğunuzun en büyük işaretidir.

Sevgiyle
Kenan

6 Şubat 2020 Perşembe

Kadın balıkçılar ve popülizm.




Tarih inkar edilemez.

Son birkaç aydır popülerleşen kadın balıkçıların artık belediye lansmanlarına da konu olması ve ayrıca mal bulmuş mağribi gibi bu konunun üzerine atlayan kimi unsurların duruş ve davranışları üzerine birkaç kelam etmenin zamanı geldi diye düşünüyorum.

Ben Kadın Balıkçılar konusunda hiçbir faaliyetin hiçbir projenin bir parçası olmadım. Bu nedenle yazdıklarımdan kişisel olarak sorumluyum ve aşağıda okuyacaklarınız bir tanığın gözlemlerine ve bizim mahallenin ahlaki duruşuna kişisel bir itirazı içermektedir.

Bu ülkenin son 10 yılda farkına vardığı iki olgu “küçük ölçekli geleneksel balıkçı” ve “kadın balıkçılar”  olgusudur. Ve ne yazık ki dün küçük ölçekli balıkçılık mücadelesinin başına gelenler bu gün kadın balıkçılar için yapılan faaliyetin başına gelmek üzeredir. Hayatında bir kadın balıkçıyla oturup bir çay içmemiş olanlar “kadın balıkçı merkezli” proje veya faaliyet peşinde koşmaktadırlar.

Ve her zaman olduğu gibi iki grup insan türü ile karşılaşmak ise hiç de şaşırtıcı olmamaktadır. Bunlar; bu işten proje merkezli geçim kaynağı yaratmak isteyenler ve bu konuya tutunarak isimlerini görünür kılmaya çalışanlardır.

Ve yine konuyu hiç anlamamış,  bu güne kadar yapılanları hiç araştırmamış, bu sahada en küçük bir emek vermemiş ve neredeyse çoğu bir kadın balıkçı bile tanımamışlardır.  Kadın balıkçılar sivil toplum pazarına arz edilecek bir meta olmaktan öte bir şey değildir ve her hangi bir olgunun metalaştırılabilmesi için önce popülerleştirilmesi gerekir.

İçinde bulunduğumuz süreçte yapılan tamda budur.

Ben bu sahada 10 yıldır faaliyet gösteren 10 yılı aşkın bir zamandır kadın balıkçıların görünür kılınması, cinsiyetçiliğe itiraz ve korunmalarını özne olarak alanların (kişi ve kurum olarak) isimlerini zikretmek istemedim. Bizim mahallenin gerçek unsurları zaten biliyor.

Tarih her zaman tramvaya arkadan asılıp bedava gidenleri değil tramvayı ve içindekileri yazar.

Selam olsun kadın balıkçılara!

Selam olsun onları görünür kılanlara!

Not: İster kabul edin ister etmeyin sivil toplum ve akademi alanında koca bir tartışma (belki de bir hesaplaşma) kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Ve bu tartışmanın konuları sivil toplum ahlakı ve paydaşlık ilkeleri ile bilimsel ahlaktır.

7 Eylül 2019 Cumartesi

Derinlik yasağı kilit taşıdır.


“Kilit taşı: Köprü, kemer ve benzeri taş yapılarda dizilmiş taşların birbirine tutunmasını ve yapının çökmemesini sağlayan bir taştır.”

Arkadaşlar!

Ülkenin içinde bulunduğu kaotik durumu fırsat bilerek siyasi ilişkileri sayesinde ciddi ve tehlikeli bir hamle ile hem büyük uğraşlarla korumaya çalıştığımız kıyı ekosistemi hem de topyekun balıkçılık yönetimi büyük bir tehlikeyle yüz yüze. Bu söz konusu tehlike (aslında yükseltilmesi gereken) 24 metre gırgır avlanma derinliğinin 18 metreye düşürülmesi girişimi nedeniyledir.

Benim tereciye tere satmaya niyetim yok lakin bazı konuları hatırlatmakta fayda görüyorum.

Biz balıkçılar ve toplumun büyük bir bölümü kıyılardaki Trol avcılığına haklı olarak itiraz ederken aynı sahalarda (ağ mukavemetlerinin aşırı artması, donamdaki ilişken dip yapısında çalışmaya uygun donam değişiklikleri ve makine güçlerindeki büyük artış sayesinde) bir nevi yuvarlak Trol gibi çalışan Gırgır avcılığının yaptığı tahribatı uzun zaman fark edemedik. Ortalama 5 ton olan bir kurşun yakasını 1000 HP makine ve 25-30mm istinga halatı ile basarken aşağıda olanları uzun zaman fark edemedik. Navigasyon sistemlerindeki gelişme ve düşük hata payları sayesinde en büyük en çetrefilli taşlara bile ağ sarar hale geldi Gırgırlar. Bakanlığın yaptığı Hayalet Ağların Temizlenmesi projesine baktığınızda denizden çıkarılan ağların ezici büyük bir bölümünün Gırgır ve kısmen trol ağı olduğunu görürsünüz. Küçük bir oran olarak çıkan uzatma ağlarının sorumluluğu küçük balıkçıya yüklemeye çalışanlar ise ya küçük balıkçılığı hiç bilmemekte yada tanımamaktadırlar. Küçük balıkçı denizde ağ bırakmaz. Bizler başlıkları kopsa bile ağlarımızı denizde bırakmayız. İşin bı kısmını uzatmayayım. Merak edenlere bilahare anlatırız.

Küçük balıkçının kaderi dip balıklarına bağlıdır. Göç zamanı birkaç ay yapılan balıkçılık suların soğuması ile biter ve (özellikle Marmara’da) bizler artık kanal suyu altına inen balıkları avlayarak geçinmeye başlarız.

İyi de son 20 yıldır Gırgır ağları tarafından neredeyse bir süpürge gibi süpürülmüş ve bırakın taşları kekamoz, ilişken vb. kalmamış bir deniz tabanında yem durur mu? 

Yemin durmadığı yerde büyük balık olur mu?

Kışın uzatma atamaz ise uzatmacı neyle yaşar nasıl geçinir.

Taşta balık olmaz ise oltacı ne yapar. 

Mesele Gırgır avcısı ile rekabet yada ona düşmanlık meselesi değildir. Mesele bu avcılık sisteminin (esasen su üstü ve orta su balıklarının büyük ölçekli avcılığında kullanılmak üzere geliştirilmiş olmasına rağmen) dip balıklarını avlayacak şekilde modifiye edilmiş ve özellikle de Marmara denizinde büyük tahribata sebep olması meselesidir.

Mesele Marmara’da Trol avcılığı yasak iken başı kıyıda daha büyük tahribat yapan bir av aracının serbest kalması meselesidir. Trol’ün bile 3 mil yasağı var iken üstelik.

Şimdi gelelim işin en az bu anlattıklarım kadar önemli diğer boyutuna.

Geçmişte balıkçılık ile ilgili kararların nasıl alındığını bilen bilir burada tekrar anlatmaya gerek yok. Bu düzen yaklaşık 10 yıl önce büyük bir mücadelenin ardından değişmeye başladı. Balıkçılık kararlarında tek başına etkili olan bazı balıkçı grupları resmi otorite üzerindeki etkilerini yitirmeye başladılar. Geçmişte yaptıkları gibi kendi taleplerini kaleme alıp altına da 3-5 kooperatif ismi yazarak karar aldıramaz hale geldiler. Ülkenin içine girdi AB süreci ve tarihte ilk defa gerçekleşen küçük balıkçı sivil toplum işbirliği ile resmi balıkçılık otoritesi de rahatlayarak önemli adımlar attı.
Balık avlama boylarındaki düzenlemeler, koruma alanları, derinlik sınırlamaları ve benzer kararlar hep bu dönemin ve bu dönemdeki mücadelelerin sonucunda gerçekleşti.

Bütün bu mücadelenin sonucunda tarihte ilk defa küçük balıkçının varlığı kabul edildi ve adı kitaba yazıldı. Kitaba yazıldı dememin sebebi küçük balıkçının varlığının devlet tarafından kabul edilerek verilen mikro hibedir. Bu rakamların düşük olduğunu biliyorum. Lakin bu noktada parasal büyüklüğün bir önemi yok. Siz bakmayın günümüzde Geleneksel Balıkçılık savunucuların çoğalmasına. Daha 10 yıl önce bu lafı ettiğimizde bulunduğumuz her ortamda şeytan taşlanır gibi taşlandığımızı herkes bilir.

Şimdi hiç değilse bir adınız bir adımız var.

Kilit taşı.

Bu yazının başına koyduğum Kilit Taşının ve onun ne olduğu açıklamasının sebebini anlatayım.
Derinlik yasağı kıyı ekosistemini ve küçük ölçekli geleneksel balıkçılığın korunması mücadelesinin kilit taşıdır. Bir kemerden bir köprüden sadece o taşı çektiğinizde yapı bir anda nasıl yıkılırsa bunca yıldır verdiğimiz mücadele ve elde ettiğimiz küçük (ama çok kıymetli) kazanımlarda öyle yıkılacaktır.

Eğer derinlik sınırı düşürülürse sırasıyla koruma İzmit Körfezi, Adalar bölgesi ve Gemlik körfezi gırgır avcılığına tekrar açılacaktır. Ve kaynakların korunması konusunda Gırgır avcılarını etkileyen diğer kural ve sınırlamalar da bir bir yok olarak her şey başa saracaktır.
Biliyorum ki küçük balıkçının çok sorunu var. Hem de çok önemli sorunlar bunlar. Yasa dışı avcılık, devasa boyutlara ulaşmış amatör avcılık adı altında ticari balıkçılık yapanların haksız rekabeti, ekonomik ve sosyal sorunlar. Neredeyse saymakla bitmeyecek kadar sorunumuz var. Lakin eğer derinlik yasağını ve kıyı ekosistemini koruyamazsak bütün bu sorunlar anlamını yitirmeye başlayacak.

Çünkü ortada küçük ölçekli geleneksel balıkçı diye bir şey kalmayacak.

İşte bu nedenle kilit taşıdır derinlik yasağı.
İşte bu nedenle o taşın yerinden sökülmemesi için var gücümüzle mücadele etmeliyiz.
İşte bu nedenle şu anda bütün fikir ayrılıklarını, küskünlük ve kırgınlıkları bir kenara bırakmalıyız.

Hayat bize mücadele etmekten başka bir olanak bırakmıyor ve vakit gerçekten çok az.

Anibal’in dediği gibi;
Ya bir yol bulacağız yada bir yol açacağız.
Kenan

Resmi otoriteye küçük bir not düşmek istiyorum;
Balıkçılık yönetimi tarihinin en önemli reformundan böylesi bir gerekçeyle geri adım atarak balıkçılığı yönetmeye nasıl devam edeceksiniz. Mevcut durum “Reis böyle istiyor” diyerek izah edilebilecek bir durum değildir. Türkiye balıkçılığının yönetiminden sorumlu olan bir kurum yürütmenin başına gerçekleri (kelimenin tam anlamıyla gerçekleri) anlatarak bu kararın yanlış olduğunu anlatamıyorsa daha da ötesi anlatacak cesareti yoksa gelecekte balıkçılığı nasıl yönetileceklerini şimdiden düşünmeye başlamalıdırlar.

İstanbul ziyaretinde Sayın Bakanımıza söylediğim bir lafı burada tekrarlayarak bitireceğim.

Tarihe geçmek sizin elinizdedir.

Yaptıklarınızla yada yapmadıklarınız la …”



4 Eylül 2019 Çarşamba

Bir öteki küçük balıkçı ve bir öteki Garipçe




Rumeli Feneri ve Kavak arasında kalan en küçük yerleşim birimlerinden birisidir Garipçe köyü. Yaklaşık 500 civarı nüfusu olan ufak tefek işleri saymaz isek tek geçim kaynağı balıkçılık olan kelimenin gerçek anlamı ile bir kıyı topluluğu.
90 aktif balıkçısı yaklaşık 40 ruhsatlı balıkçı teknesi 120 ortaklı Su Ürünleri Kooperatifi ile tipik bir balıkçı köyü. Mahzun ve makus kaderine terk edilmiş garipler köyü.
İstanbul’un nüfusuna oranla en fazla balıkçı teknesi ve balıkçısı olmasına rağmen balıkçılık kıyı tesisi olmayan buna rağmen balıkçılık ekonomisini ve kültürünü yaşatmayı başarabilen tek köyü.
Bizlere ilk okullarda öğrettikleri bir şarkıda olduğu gibi.
“Orada bir köy var uzakta gitmesek de görmesek de bizi köyümüz” dediğimiz türden.

Bu köyde geçtiğimiz günlerde polisiye bazı olaylar yaşandı. Muhtarın arabası kurşunlandı. Kooperatif başkanı ise köyün balıkçılarını ve balıkçıların kullandığı kahve ve iskeleyi korumaya çalıştığı için tehdit ediliyor.

Bütün bunların sebebi yasa değişikliğinden önce köy ortak malı olan balıkçı kahvesinin ve önündeki iskelenin işgal edilerek restoran haline getirilmesine yaptığı itiraz ve hukuki mücadele.

Daha önce köy ortak malı olan kahve önün ağ bakımları yapılan alan yasa değişikliği ile köy ihtiyar heyetinin tasarrufundan çıkarılıyor ve ardından da “birileri tarafından” işgal edilerek restoran yapılıyor.

Şu an ne kayık bağlayacak yer ne oturulacak bir mekan ne de ağların yapılacağı bir alan var.

Balıkçılar teknelerini Rumeli Fenerine bırakmak zorunda kaldılar ve orada da limanın aşırı kalabalıklaşması nedeni ile sorun yaşıyorlar.

Ve yine Garipçe balıkçıları köylerinde oturacakları bir mekan kalmadığı için her gün belediye otobüsü ile oturmaya Rumeli Fenerine gidiyorlar.

Gelelim bu yazının amacına;

Bu yazının konusu bu hadisenin polisiye boyutu değil.

Bu yazı Garipçe köyü kooperatifini, onun başkanını ve balıkçılarını yalnız bırakmamam için bir çağrı amaçlıyor.

Bu yazı Garipçe’nin makus kaderini değiştirmek için bir çağrı amaçlıyor.

Bu çağrının muhatabı merkezi balıkçılık otoritesidir.

Bu çağrının adresi Ankara’dır.

Gelin Garipçe’nin kaderini değiştirelim.

Gelin yaşayan bir balıkçılık müzesi olarak Garipçe’nin gelecekte de var olmasının temellerini bu günden atalım.

Gelin köyün balıkçılık alt yapısının inşası için devletin bütün kurumlarını harekete geçirelim.

Gelin köyün tarihsel dokusuna uygun bir balıkçı barınağı yapıp Garipçe’li balıkçılara hediye edelim.

Her şeyden önemlisi onlara yalnız olmadıklarını hissettirelim.

Kenan KEDİKLİ

13 Şubat 2019 Çarşamba




Bu bir veda yazısı değildir.


Ölüm yaşamak kelimesinin tamamlayan onu anlamlı kılan yegane olgudur. Hayat belki de bir gün öleceğimiz ya da öleceğimizi bildiğimiz için kıymetlidir. Başka bir deyişle bireysel olarak hayatımızı kıymetli kılan bir gün öleceğimizi bilmemizdir.
Lakin hayatın (hayatımızın) toplumsal açıdan da anlamı ve kıymeti vardır. Bu kıymeti ise içinde yaşadığımız toplum/topluluk için yaptıklarımız, ona kattıklarımız ve ürettiğimiz değerlerdir. Bir bireyi bir topluluk için kıymetli kılan yegane şey o bireyin topluluk için yaptıkları ve yapmaya çalıştıklarıdır.

Celal’i toprağa vereli 2 gün oldu ve ben tüm duygularımda, acımdan ve yoksunluğumdan arınarak yazmaya çalışıyorum. Ne kadar üzgün olduğumu, ne kadar yoksun olduğumu yada daha şimdiden ne kadar özlediğimi anlatmak değil derdim. Bütün bunlar içimde yaşadığım sadece bana ait şeyler. Benim amacım bir kez daha balıkçı ortakları, resmi balıkçılık otoritesi, sivil toplum paydaşları ve yoldaşları için Celal’den bize kalan mirası ve onun gidişi ile başta kooperatif ortakları olmak üzere 

Celal’siz bir dönemim sorumluluklarını hatırlatmaktır.

Tuzlayı bilen bilir. Tarihi bostanlara ve balıkçılıga datanan kelimenin gerçek anlamı ile küçük ölçekli bir tarım kasabası idi. Bostanları turizm, sanayileşme ve kentleşme baskısı altında yok olmuş elde ( neredeyse ) bir tek balıkçılık kalmıştır. Balıkçılık ise esasen bu yazının konusu olmayan nedenlerle tüm ülkede olduğu gibi bir çöküşe doğru gitmektedir. Diğer bölgelerde olduğu gibi Tuzla’da da küçük ölçekli balıkçı sayısı her yıl biraz daha azalmaktadır.
İşte Tuzla’nın da Celal’in de kaybının önemi de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Tuzla Geleneksel Balıkçılığın çöküşüne karşı mücadelenin siperlerinden birisi olmaya aday elimizde kalan nadir kasabalardandır. Balıkçı sayısı azalsa da denizden çıkarttığı ürün miktarı düşse de Tuzla hala balıkçılıkla anılmaktadır.

Celal’in (arkadaşım ve kardeşim olarak) kaybının etkisi ailesi ve arkadaşlarında yarattığı derin üzüntünün dışında ve belki de ondan da önemli olarak tam da bu nokta da olacaktır. Eğer bizler onu, bu güne kadar gösterdiği çabayı ve yarınlara dair umutlarını kavrar ve sahip çıkarsak onun  Celal’i bir kayıp olmaktan çıkarır rahmetli Atakan ağabey ile birlikte hem Tuzlanın hem de kooperatifin tarihine yazar sonsuza kadar unutulmamasını sağlarız.

Yazıya başlarken bu bir veda yazısı değil demiştim.

Ben Celal’e veda etmemenin onu aramızda yaşatmanın  mümkün olduğuna inanıyorum. Tuzla’nın balıkçıları birliklerini geliştirerek devam ettirirlerse, onun emanetlerine (ailesi başta olmak üzere) sahip çıkarlarsa, Tuzla Su Ürünleri kooperatifini, Tuzla Balıkçı Barınağını ve Tuzla balıkçılığını yaşatmaya devam ederlerse Celal bize biz Celal’e veda etmiş olmayacağız.

O kendisine has gülümsemesi ile bizi seyrediyor olacak

Sevgiyle
Saygıyla
Özlemle