Bir bardak suda fırtına koparmak!
Yaklaşık 1 aydır neredeyse tamamı iç sularda olan ve
neredeyse tamamı sadece “amatör avcılık faaliyetleri” ile kendini sınırlamış
olan federasyon ve dernekler (çoğul kullandığıma bakmayın aslında büyük bir
kitleyi temsil etmiyorlar) agresif bir şekilde etrafa saldırıyorlar.
Örgüt merkezlerinden başlayan bu saldırılar en tepede sert protestolar
şeklinde bir görünümlü olsa da tabana doğru yayıldıkça çirkinleşiyor. Sosyal medyada
ötekileştirme, aşağılama ve hakaretler gırla gidiyor. En yukarıdan başlayan bu
saldırılar tabanda bir linç kampanyasına dönüşüyor.
Benim tartışmak istediğim konu işe bu çirkin kampanyadan çok
(bu yöntem sadece kendilerine zarar verecek) “sürdürülebilir balıkçılık
mücadelesinde gerçek paydaş olan (olması gereken) iki grubun arasında bir
düşmanlık inşa etme çabalarıdır. Bu çabaların tek bir sonucu olabilir o da
kutuplaşma. Kutuplaşma ise bu yapıları büyütmez sadece etrafındakileri (dar bir
kitleyi) kemikleştirir. Oysa bizim ihtiyacımız olan şey öznesi canlı doğal
kaynakların korunması olan amatör ve küçük ölçekli balıkçıları ayrı duran
birlikte vuran yapılar haline getirmektir.
Aşağıda “sürdürülebilir bir balıkçılık yönetiminin ” sac
ayağı olan 3 temel ilkeyi ve ülkemizdeki durumu anlatmaya çalışacağım. Ve
neredeyse küçük bir kitap konusu olan bu meseleyi tek bir yazının içinde
yapmaya çalışacağım. Çünkü gerçekten sürdürülebilir balıkçılık için mücadele
ediyorsanız var olmanız ve faaliyet yapmanız gereken yer burasıdır.
IUU illegal plansız ve kayıt dışı avcılık.
Yasadışı, bildirilmeyen ve düzenlenmemiş (IUU)
balıkçılık, balıkçılığın sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesine yönelik
ulusal ve bölgesel çabaların yanı sıra deniz biyoçeşitliliğini koruma
çabalarını baltalama potansiyeli nedeniyle deniz ekosistemlerine yönelik en
büyük tehditlerden biri olmaya devam etmektedir. IUU balıkçılığı, özellikle
etkin izleme, kontrol ve gözetim (MCS) için kapasite ve kaynaklara sahip
olmayan gelişmekte olan ülkelerdekiler olmak üzere, yozlaşmış yönetimlerden
yararlanır ve zayıf yönetim rejimlerinden yararlanır. ÖBÜ balıkçılığı her tür
ve boyuttaki balıkçılıkta bulunur; hem açık denizlerde hem de ulusal yargı
yetkisi dahilindeki alanlarda meydana gelir, balığın yakalanması ve
kullanılmasının tüm yönleri ve aşamalarını ilgilendirir ve bazen organize suçla
ilişkilendirilebilir. İyi niyetli balıkçıların yararlanabileceği balıkçılık
kaynakları, IUU balıkçılığı tarafından ortadan kaldırılıyor, Bu, gelişmekte
olan ülkelerdeki küçük ölçekli balıkçılığın özellikle savunmasız olduğunu
kanıtlayarak, yerel balıkçılığın çöküşüne yol açabilir. IUU balıkçılığından
elde edilen ürünler, denizaşırı ticaret pazarlarına girerek yerel gıda arzını
kısıtlayabilir. IUU balıkçılığı bu nedenle geçim kaynaklarını tehdit eder,
yoksulluğu artırır ve gıda güvensizliğini artırır.
Balıkçılığın sürdürülebilirliğinin (gelecekte de balıkçılık
yapabilmenin) tek yolu kaynakların korunmasına bağlıdır. Balıkçılık
politikalarının oluşması için faaliyet gösteren başta FAO olmak üzere çok
sayıda örgüt ve yıllarca süren deneyimler sonucunda bunun tek yolunu avı
planlamak, avı ve avcıyı kayıt altına almak ve kuralların dışına çıkılarak
yapılan avcılığın engellenmesi olduğuna karar vermişlerdir.
Ülkemiz ise bu 3 sorunlu alanda mehter takımı gibi ağır ve
ileri geri ilerleyişlerle hareket etmektedir. Ve yine ne yazık ki
sürdürülebilir balıkçılıktan bahseden balıkçı örgütleri (son yıllarda küçük
balıkçı kooperatiflerinde bir bilinçlenme olsa da) ve Sivil Toplum
grupları/örgütleri ya samimiyetsizlikten ya da bilgi ve bilinç eksikliğinden bu
temel meseleyi sürekli bir biçimde ıskalamakta ve topu boş sahaya çekerek
tribünlere oynuyormuş görüntüsü vermektedirler.
Biz IUU’ya dönelim.
İllegal balıkçılık;
Ülkemizde son 10 yılda önemli adımlar atılmış ve Su Ürünleri
Kanunun güncellenmesi ile birlikte hukuki zeminde ciddi bir hamle yapılmıştır.
Lakin saha da etkin denetim konusunda aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Ne
yazık ki tarım il teşkilatlarımız kadro ve alt yapı olarak yetersizdir.
Yaklaşık 8.000km kıyısı olan bir ülkede onlarca görevi olan Sahil Güvenlik ve sayısı
yok denecek düzeyde olan ve yine onlarca ek görevi olan il müdürlükleri/taşra
teşkilatı personeli ile bu işin altından kalkılamaz. Yasa dışı avcılıkla
mücadele tüm balıkçılık yönetimlerinin kara deliğidir desek abartmış olamayız.
Bundan sonra bahsedeceğim plansız avcılık konusunun ayrılmaz ve en önemli
parçasıdır.
Plansız avcılık.
Avcılığı kaynakları koruyarak yönetmek istiyorsanız yapmanız
gereken avcılığı planlamaktır. Denizlerdeki türleri ve stok büyüklüklerini
bilmek, avcı sayısını bilmek, hassas alanları ve korumadaki öncelikleri
belirlemek ve hangi türün ne büyüklükte avlanacağına karar vermek.
Ne yazık ki ülkemiz bu konuda da henüz yolun başında. Yeni
kanun ile planlama konusunda idari bir esnekliğe kavuşsa da uygulama konusunda
ciddi eksiklikler ve zorluklarla karşı karşıya. Planlamanın temeli stok ölçümü
ve kayıttır. Ve yine o stok üzerinde faaliyet yapan avcı gruplarının av
kapasitelerinin tespit edilmesi gerekir. Bu saydıklarımın içinde sadece ticari
avcılık yapanların sayılarını biliyoruz. Tekne sayısı “filo eksiltme projesi”
kapsamında azalsa da groston ve makine gücü olarak filo sürekli büyüyor. Gırgır
motorlarının boyları aynı kalsa da av aracı taşıma kapasiteleri, balık taşıma
kapasiteleri ve makine güçleri sürekli artıyor. En iyimser bir tahminle ülkede
yakalanan balığın 15-20 katı av kapasitesine sahip bir filomuz var ve (muhtemelen)
ton başına avlanan balıkta en fazla mazot tüketen birinci ülkeyiz (bu iddiam
gırgır avcılığı içindir)
GFCM Akdeniz çanağında bulunan ülkelerde nüfusun %10 unun
amatör balıkçılık yaptığını söylüyor. Ülkemizde bu oranın ne olduğunu
bilmiyoruz. Sadece tekne üzerinde denizde avcılık yapanların sayısı hakkında
fikir yürütmek mümkün. İstanbul ve kuzey egede her balıkçı barınağında yaklaşık
10 küçük balıkçı teknesine karşılık 100 amatör oltacı teknesi bulunmaktadır.
Üstelik egeye doğru inildiğinde bu oran amatör balıkçı lehine daha da
artmaktadır. Karada (kıyıdan) ekosistemin en kırılgan en hassas olduğu
alanlarda ise fikir yürütmek bile mümkün değildir.
Şimdi denizlerde av yapan amatör avcı sayısını (devasa büyüklüğü
bütün çıplaklığı ile görüldüğü halde) bilmeden balıkçılığı yönetmek mümkün müdür
sorusuna cevabı olanların önce kendilerine sonrada bu cevabı bizlere vermeleri
gerekir.
Ömürleri kısa doğal olarak üreme yaşları erken olan
İstavrit, Lüfer, Mezgit ve benzeri türleri bir kenara koyarsak Uzun ömürlü ve
üreme yaşı geç olan üstelik bu türlerin bir çoğu da hermafroid ise ve yine bu
türler üzerinde en büyük baskıyı ( tek balığı bile gösterebilen gelişmiş
sounderler, sanal çapalar, çok pahalı jig kamışları ve makinaları kullanan) “amatör”
avcılar oluştururken ve sen yine bunların sayısını ve kullandığı teçhizatı
bilmiyorken demersal stokların nasıl koruyacak ve dip balıkçılığını nasıl
yöneteceksin.
Bu konuya yazının sonunda tekrar döneceğim.
Avın raporlanması.
Ne yazık ki (ayırımsız söylüyorum) ülkedeki tüm balıkçı
kitlesi bir av kaydı tutmuyor ve bu raporlanmıyor. İdare bu nedenle gerek
teknik gerekse mevzuatı güncelleyerek birçok adım attı. Atmaya da devam ediyor
lakin bir arpa boyu yol alamadık desem her halde haksız sayılmam. Mesela
(yanlış hatırlamıyorsam) geçen sene tutulan Hamsi 90.000 ton civarında
görünüyor. Yahu bizim balık unu sanayimiz 150.000 tona yakın kapasiteye sahip.
Küçük balıkçı da muaf değil bu eleştiriden. Kooperatifler
(hepsi değil) müstahsil belgesi kesse de satış yeri olmayan veya balığını direk
balıkhaneye yollayan küçük balıkçının hangi türü ne kadar tuttuğunu kimse
bilmiyor.
Ya amatörler?
Egede ve güney Marmara’da tutulan Trança, Mercan, Sinarit,
Antenli ve bir çok stok büyüklüğü tehlike durumuna gelmiş türleri ne kadar
avlıyor ve karaya çıkarıyorlar bilen yok.
Adı amatör balıkçılık turizmi olan ve bu teknelerde denize
giden insanların sayısını da tuttukları miktarları da bilmiyoruz.
Resmi otorite küçük balıkçının teknesinde bulunan Palamut
çaparilerini markalayıp envanterini çıkarmaya çalışıyor (Marmara ve Karadeniz’de
çıkacak rakam 3000 civarıdır) ama ondan en az 30 kat fazla amatörün kullandığı
çapariyi merak etmiyor. Ve doğal olarak bu arkadaşların ne kadar palamut
avladığını da …
3 ana başlığa sahip olsa da IUU kapsamlı ve bir o kadar da
sorunlu bir alan. Günümüzde balıkçılık sorunları adı altında tartışılan balık
boyu vb. birçok konu önemsiz olmasa da bu sac ayağının içinde sıradan ayrıntı
durumundan öteye geçmez.
Şimdi gelelim şu linç ve ötekileştirme kampanyalarına.
Hatta resmi balıkçılıktan sorumlu resmi otoriteye diz
çöktürmek için haklı argümanlar yerine (görürsün sana neler yapacağız) anlamına
gelen kampanyalara.
Arkadaşlar bu ülkede resmi otorite ile (kavga eden değil) en
çok tartışan kurum ve kişi hedef almadan sadece politikalar üzerinden en çok eleştiri
yapanlardan birisiyim. Mesela Genel Müdürümüz son dönemde bana ciddi ciddi
gönül koydu. Doğru bulmasam da kendisinin bileceği bir şeydir diyerek üzerinde
durmadım.
Yine kampanyanızın bir parçası haline gelen SÜRKOP başkanı ile
de balıkçılık ve mücadele konusunda ciddi görüş ayrılıklarım ve eleştirilerim
var.
Mesela sizin bir yarışma posterinde logosunu (küçük ölçekli
balıkçılık yılı ile yarışmanın bir alakası yok) kullandığınız BM ve IYAFA
tarafından ilan edilen 2022 GELENEKSEL BALIKÇILIK yılı konusunda çok sert
eleştirim var. Üstelik bu eleştiri sadece SÜRKOOP’a da yönelik değil. Genel
müdürlüğe de var.
Ülkemiz o halde ki bu kadar önemli bir yılda Ankara Su
Ürünleri şube müdürlüğü 2022 yılı kapsamında Hamsi dağıtıyor bir federasyon
2022 yılı kapsamında balık avı yarışması düzenliyor.
Açıklama şöyle; “Uluslararası Geleneksel Balıkçılık ve
Su Ürünleri Yetiştiricilik Yılı ( IYAFA 2022 ) Etkinlikleri kapsamında ASOF tarafından
düzenlenen bu yarışmaya …”
Eğer yarışma 2022 etkinlikleri kapsamında düzenleniyorsa bu
yarışmada yapılması gereken küçük ölçekli geleneksel balıkçılığın ve onun korunmasının
önemi konusunda farkındalık yaratmaktadır.
Ne tuhaf değil mi. Ticari diyerek küçümsedikleri ve
ötekileştirdikleri bir avcı grubunun önemini anlatacaklarını iddia etmeleri.
Ama bu durumda Genel Müdürün Sarıyer’de ki konuşmasına “Hem ticarileri mutlu etmiş hem de biz amatörleri üzmemiş
olurdunuz” diyerek sitem eden (bir
derneğinizin temsilcisi) arkadaşınız küçük ölçekli ticari balıkçıları
onurlandırmanızı (ve gerçekten çok sayıda arkadaşınız) nasıl karşılar acaba.
Belli ki ticarilerin mutlu olmaması gerekiyor.
Onlar ne yazdığımdan anlamaz ya da bir şekilde onları
kandırırız diyorsanız o başka. Ama 2022 geleneksel balıkçılık yılı hatırlatmanız
için ben kendi adıma teşekkür etmeden geçemeyeceğim (!)
Son olarak Sarıyer konuşmalarına dair birkaç şey söylemek
istiyorum.
O toplantıdaki konuşmaları dinledim. Abartılan bir şey de
yok haksız itham da.
Konuşmanın içinde dikkat edilmesi gereken tek şey “bir avuç
amatörü tenzih ederim” demek olurdu. Lakin bu sorunlu kitleye o “o gerçek
amatörler de tek kelam etmiyor” 😊
İstanbul’da kelimenin gerçek anlamı ile bir amatör balıkçı
sorunu var. Bırakın balıkçılığı (üst
üste 10 türün adını sayamazlar) denizciliği bile bilmiyorlar. Kuralları
önemsemiyorlar. Sadece diğer paydaşları değil karasal avlanma yerlerinde başka
amatör bile istemiyorlar. Her sene ciddi kavgalar oluyor ve sahillerde
çeteleşerek avlanabiliyorlar. Birinci yürüyüş bandında (özellikle boğaz)
yürüyüş yapan insan kurşun ve iğne aralanmalarına maruz kalıyor.
Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde canınızın istediği yerde
avlanamazsınız. Günlük hayatı etkileyecek derecede kalabalık oluşturarak
faaliyet yapamazsınız.
Diyelim ki kural hukuk tanımadan yapmaya devam ediyorsunuz
bu durumda da arsızlık yapamazsınız.
Hayatında boğazda bırak olta atmayı çay içmemiş insanlar
şişmiş egoları ile kendilerini görünür kılmaya çalışanların maşaları olmamalı.
Özneniz sürdürülebilir balıkçılık olduğu sürece her kişi ve
kurumu eleştirebilirsiniz. Hatta zaman zaman bu eleştirilerde haksız bile
olsanız bu paydaşlık hukuku içinde çözülür.
Ama linç etmeye kalkmak daha da kötüsü haddini aşarak
diz çöktürmeye çalışmak sizi aşar.
Ne SÜRKOOP başkanını nede Genel Müdürü size yedirmeyiz.
Kendinize gelin.