6 Şubat 2020 Perşembe

Kadın balıkçılar ve popülizm.




Tarih inkar edilemez.

Son birkaç aydır popülerleşen kadın balıkçıların artık belediye lansmanlarına da konu olması ve ayrıca mal bulmuş mağribi gibi bu konunun üzerine atlayan kimi unsurların duruş ve davranışları üzerine birkaç kelam etmenin zamanı geldi diye düşünüyorum.

Ben Kadın Balıkçılar konusunda hiçbir faaliyetin hiçbir projenin bir parçası olmadım. Bu nedenle yazdıklarımdan kişisel olarak sorumluyum ve aşağıda okuyacaklarınız bir tanığın gözlemlerine ve bizim mahallenin ahlaki duruşuna kişisel bir itirazı içermektedir.

Bu ülkenin son 10 yılda farkına vardığı iki olgu “küçük ölçekli geleneksel balıkçı” ve “kadın balıkçılar”  olgusudur. Ve ne yazık ki dün küçük ölçekli balıkçılık mücadelesinin başına gelenler bu gün kadın balıkçılar için yapılan faaliyetin başına gelmek üzeredir. Hayatında bir kadın balıkçıyla oturup bir çay içmemiş olanlar “kadın balıkçı merkezli” proje veya faaliyet peşinde koşmaktadırlar.

Ve her zaman olduğu gibi iki grup insan türü ile karşılaşmak ise hiç de şaşırtıcı olmamaktadır. Bunlar; bu işten proje merkezli geçim kaynağı yaratmak isteyenler ve bu konuya tutunarak isimlerini görünür kılmaya çalışanlardır.

Ve yine konuyu hiç anlamamış,  bu güne kadar yapılanları hiç araştırmamış, bu sahada en küçük bir emek vermemiş ve neredeyse çoğu bir kadın balıkçı bile tanımamışlardır.  Kadın balıkçılar sivil toplum pazarına arz edilecek bir meta olmaktan öte bir şey değildir ve her hangi bir olgunun metalaştırılabilmesi için önce popülerleştirilmesi gerekir.

İçinde bulunduğumuz süreçte yapılan tamda budur.

Ben bu sahada 10 yıldır faaliyet gösteren 10 yılı aşkın bir zamandır kadın balıkçıların görünür kılınması, cinsiyetçiliğe itiraz ve korunmalarını özne olarak alanların (kişi ve kurum olarak) isimlerini zikretmek istemedim. Bizim mahallenin gerçek unsurları zaten biliyor.

Tarih her zaman tramvaya arkadan asılıp bedava gidenleri değil tramvayı ve içindekileri yazar.

Selam olsun kadın balıkçılara!

Selam olsun onları görünür kılanlara!

Not: İster kabul edin ister etmeyin sivil toplum ve akademi alanında koca bir tartışma (belki de bir hesaplaşma) kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Ve bu tartışmanın konuları sivil toplum ahlakı ve paydaşlık ilkeleri ile bilimsel ahlaktır.

7 Eylül 2019 Cumartesi

Derinlik yasağı kilit taşıdır.


“Kilit taşı: Köprü, kemer ve benzeri taş yapılarda dizilmiş taşların birbirine tutunmasını ve yapının çökmemesini sağlayan bir taştır.”

Arkadaşlar!

Ülkenin içinde bulunduğu kaotik durumu fırsat bilerek siyasi ilişkileri sayesinde ciddi ve tehlikeli bir hamle ile hem büyük uğraşlarla korumaya çalıştığımız kıyı ekosistemi hem de topyekun balıkçılık yönetimi büyük bir tehlikeyle yüz yüze. Bu söz konusu tehlike (aslında yükseltilmesi gereken) 24 metre gırgır avlanma derinliğinin 18 metreye düşürülmesi girişimi nedeniyledir.

Benim tereciye tere satmaya niyetim yok lakin bazı konuları hatırlatmakta fayda görüyorum.

Biz balıkçılar ve toplumun büyük bir bölümü kıyılardaki Trol avcılığına haklı olarak itiraz ederken aynı sahalarda (ağ mukavemetlerinin aşırı artması, donamdaki ilişken dip yapısında çalışmaya uygun donam değişiklikleri ve makine güçlerindeki büyük artış sayesinde) bir nevi yuvarlak Trol gibi çalışan Gırgır avcılığının yaptığı tahribatı uzun zaman fark edemedik. Ortalama 5 ton olan bir kurşun yakasını 1000 HP makine ve 25-30mm istinga halatı ile basarken aşağıda olanları uzun zaman fark edemedik. Navigasyon sistemlerindeki gelişme ve düşük hata payları sayesinde en büyük en çetrefilli taşlara bile ağ sarar hale geldi Gırgırlar. Bakanlığın yaptığı Hayalet Ağların Temizlenmesi projesine baktığınızda denizden çıkarılan ağların ezici büyük bir bölümünün Gırgır ve kısmen trol ağı olduğunu görürsünüz. Küçük bir oran olarak çıkan uzatma ağlarının sorumluluğu küçük balıkçıya yüklemeye çalışanlar ise ya küçük balıkçılığı hiç bilmemekte yada tanımamaktadırlar. Küçük balıkçı denizde ağ bırakmaz. Bizler başlıkları kopsa bile ağlarımızı denizde bırakmayız. İşin bı kısmını uzatmayayım. Merak edenlere bilahare anlatırız.

Küçük balıkçının kaderi dip balıklarına bağlıdır. Göç zamanı birkaç ay yapılan balıkçılık suların soğuması ile biter ve (özellikle Marmara’da) bizler artık kanal suyu altına inen balıkları avlayarak geçinmeye başlarız.

İyi de son 20 yıldır Gırgır ağları tarafından neredeyse bir süpürge gibi süpürülmüş ve bırakın taşları kekamoz, ilişken vb. kalmamış bir deniz tabanında yem durur mu? 

Yemin durmadığı yerde büyük balık olur mu?

Kışın uzatma atamaz ise uzatmacı neyle yaşar nasıl geçinir.

Taşta balık olmaz ise oltacı ne yapar. 

Mesele Gırgır avcısı ile rekabet yada ona düşmanlık meselesi değildir. Mesele bu avcılık sisteminin (esasen su üstü ve orta su balıklarının büyük ölçekli avcılığında kullanılmak üzere geliştirilmiş olmasına rağmen) dip balıklarını avlayacak şekilde modifiye edilmiş ve özellikle de Marmara denizinde büyük tahribata sebep olması meselesidir.

Mesele Marmara’da Trol avcılığı yasak iken başı kıyıda daha büyük tahribat yapan bir av aracının serbest kalması meselesidir. Trol’ün bile 3 mil yasağı var iken üstelik.

Şimdi gelelim işin en az bu anlattıklarım kadar önemli diğer boyutuna.

Geçmişte balıkçılık ile ilgili kararların nasıl alındığını bilen bilir burada tekrar anlatmaya gerek yok. Bu düzen yaklaşık 10 yıl önce büyük bir mücadelenin ardından değişmeye başladı. Balıkçılık kararlarında tek başına etkili olan bazı balıkçı grupları resmi otorite üzerindeki etkilerini yitirmeye başladılar. Geçmişte yaptıkları gibi kendi taleplerini kaleme alıp altına da 3-5 kooperatif ismi yazarak karar aldıramaz hale geldiler. Ülkenin içine girdi AB süreci ve tarihte ilk defa gerçekleşen küçük balıkçı sivil toplum işbirliği ile resmi balıkçılık otoritesi de rahatlayarak önemli adımlar attı.
Balık avlama boylarındaki düzenlemeler, koruma alanları, derinlik sınırlamaları ve benzer kararlar hep bu dönemin ve bu dönemdeki mücadelelerin sonucunda gerçekleşti.

Bütün bu mücadelenin sonucunda tarihte ilk defa küçük balıkçının varlığı kabul edildi ve adı kitaba yazıldı. Kitaba yazıldı dememin sebebi küçük balıkçının varlığının devlet tarafından kabul edilerek verilen mikro hibedir. Bu rakamların düşük olduğunu biliyorum. Lakin bu noktada parasal büyüklüğün bir önemi yok. Siz bakmayın günümüzde Geleneksel Balıkçılık savunucuların çoğalmasına. Daha 10 yıl önce bu lafı ettiğimizde bulunduğumuz her ortamda şeytan taşlanır gibi taşlandığımızı herkes bilir.

Şimdi hiç değilse bir adınız bir adımız var.

Kilit taşı.

Bu yazının başına koyduğum Kilit Taşının ve onun ne olduğu açıklamasının sebebini anlatayım.
Derinlik yasağı kıyı ekosistemini ve küçük ölçekli geleneksel balıkçılığın korunması mücadelesinin kilit taşıdır. Bir kemerden bir köprüden sadece o taşı çektiğinizde yapı bir anda nasıl yıkılırsa bunca yıldır verdiğimiz mücadele ve elde ettiğimiz küçük (ama çok kıymetli) kazanımlarda öyle yıkılacaktır.

Eğer derinlik sınırı düşürülürse sırasıyla koruma İzmit Körfezi, Adalar bölgesi ve Gemlik körfezi gırgır avcılığına tekrar açılacaktır. Ve kaynakların korunması konusunda Gırgır avcılarını etkileyen diğer kural ve sınırlamalar da bir bir yok olarak her şey başa saracaktır.
Biliyorum ki küçük balıkçının çok sorunu var. Hem de çok önemli sorunlar bunlar. Yasa dışı avcılık, devasa boyutlara ulaşmış amatör avcılık adı altında ticari balıkçılık yapanların haksız rekabeti, ekonomik ve sosyal sorunlar. Neredeyse saymakla bitmeyecek kadar sorunumuz var. Lakin eğer derinlik yasağını ve kıyı ekosistemini koruyamazsak bütün bu sorunlar anlamını yitirmeye başlayacak.

Çünkü ortada küçük ölçekli geleneksel balıkçı diye bir şey kalmayacak.

İşte bu nedenle kilit taşıdır derinlik yasağı.
İşte bu nedenle o taşın yerinden sökülmemesi için var gücümüzle mücadele etmeliyiz.
İşte bu nedenle şu anda bütün fikir ayrılıklarını, küskünlük ve kırgınlıkları bir kenara bırakmalıyız.

Hayat bize mücadele etmekten başka bir olanak bırakmıyor ve vakit gerçekten çok az.

Anibal’in dediği gibi;
Ya bir yol bulacağız yada bir yol açacağız.
Kenan

Resmi otoriteye küçük bir not düşmek istiyorum;
Balıkçılık yönetimi tarihinin en önemli reformundan böylesi bir gerekçeyle geri adım atarak balıkçılığı yönetmeye nasıl devam edeceksiniz. Mevcut durum “Reis böyle istiyor” diyerek izah edilebilecek bir durum değildir. Türkiye balıkçılığının yönetiminden sorumlu olan bir kurum yürütmenin başına gerçekleri (kelimenin tam anlamıyla gerçekleri) anlatarak bu kararın yanlış olduğunu anlatamıyorsa daha da ötesi anlatacak cesareti yoksa gelecekte balıkçılığı nasıl yönetileceklerini şimdiden düşünmeye başlamalıdırlar.

İstanbul ziyaretinde Sayın Bakanımıza söylediğim bir lafı burada tekrarlayarak bitireceğim.

Tarihe geçmek sizin elinizdedir.

Yaptıklarınızla yada yapmadıklarınız la …”



4 Eylül 2019 Çarşamba

Bir öteki küçük balıkçı ve bir öteki Garipçe




Rumeli Feneri ve Kavak arasında kalan en küçük yerleşim birimlerinden birisidir Garipçe köyü. Yaklaşık 500 civarı nüfusu olan ufak tefek işleri saymaz isek tek geçim kaynağı balıkçılık olan kelimenin gerçek anlamı ile bir kıyı topluluğu.
90 aktif balıkçısı yaklaşık 40 ruhsatlı balıkçı teknesi 120 ortaklı Su Ürünleri Kooperatifi ile tipik bir balıkçı köyü. Mahzun ve makus kaderine terk edilmiş garipler köyü.
İstanbul’un nüfusuna oranla en fazla balıkçı teknesi ve balıkçısı olmasına rağmen balıkçılık kıyı tesisi olmayan buna rağmen balıkçılık ekonomisini ve kültürünü yaşatmayı başarabilen tek köyü.
Bizlere ilk okullarda öğrettikleri bir şarkıda olduğu gibi.
“Orada bir köy var uzakta gitmesek de görmesek de bizi köyümüz” dediğimiz türden.

Bu köyde geçtiğimiz günlerde polisiye bazı olaylar yaşandı. Muhtarın arabası kurşunlandı. Kooperatif başkanı ise köyün balıkçılarını ve balıkçıların kullandığı kahve ve iskeleyi korumaya çalıştığı için tehdit ediliyor.

Bütün bunların sebebi yasa değişikliğinden önce köy ortak malı olan balıkçı kahvesinin ve önündeki iskelenin işgal edilerek restoran haline getirilmesine yaptığı itiraz ve hukuki mücadele.

Daha önce köy ortak malı olan kahve önün ağ bakımları yapılan alan yasa değişikliği ile köy ihtiyar heyetinin tasarrufundan çıkarılıyor ve ardından da “birileri tarafından” işgal edilerek restoran yapılıyor.

Şu an ne kayık bağlayacak yer ne oturulacak bir mekan ne de ağların yapılacağı bir alan var.

Balıkçılar teknelerini Rumeli Fenerine bırakmak zorunda kaldılar ve orada da limanın aşırı kalabalıklaşması nedeni ile sorun yaşıyorlar.

Ve yine Garipçe balıkçıları köylerinde oturacakları bir mekan kalmadığı için her gün belediye otobüsü ile oturmaya Rumeli Fenerine gidiyorlar.

Gelelim bu yazının amacına;

Bu yazının konusu bu hadisenin polisiye boyutu değil.

Bu yazı Garipçe köyü kooperatifini, onun başkanını ve balıkçılarını yalnız bırakmamam için bir çağrı amaçlıyor.

Bu yazı Garipçe’nin makus kaderini değiştirmek için bir çağrı amaçlıyor.

Bu çağrının muhatabı merkezi balıkçılık otoritesidir.

Bu çağrının adresi Ankara’dır.

Gelin Garipçe’nin kaderini değiştirelim.

Gelin yaşayan bir balıkçılık müzesi olarak Garipçe’nin gelecekte de var olmasının temellerini bu günden atalım.

Gelin köyün balıkçılık alt yapısının inşası için devletin bütün kurumlarını harekete geçirelim.

Gelin köyün tarihsel dokusuna uygun bir balıkçı barınağı yapıp Garipçe’li balıkçılara hediye edelim.

Her şeyden önemlisi onlara yalnız olmadıklarını hissettirelim.

Kenan KEDİKLİ

13 Şubat 2019 Çarşamba




Bu bir veda yazısı değildir.


Ölüm yaşamak kelimesinin tamamlayan onu anlamlı kılan yegane olgudur. Hayat belki de bir gün öleceğimiz ya da öleceğimizi bildiğimiz için kıymetlidir. Başka bir deyişle bireysel olarak hayatımızı kıymetli kılan bir gün öleceğimizi bilmemizdir.
Lakin hayatın (hayatımızın) toplumsal açıdan da anlamı ve kıymeti vardır. Bu kıymeti ise içinde yaşadığımız toplum/topluluk için yaptıklarımız, ona kattıklarımız ve ürettiğimiz değerlerdir. Bir bireyi bir topluluk için kıymetli kılan yegane şey o bireyin topluluk için yaptıkları ve yapmaya çalıştıklarıdır.

Celal’i toprağa vereli 2 gün oldu ve ben tüm duygularımda, acımdan ve yoksunluğumdan arınarak yazmaya çalışıyorum. Ne kadar üzgün olduğumu, ne kadar yoksun olduğumu yada daha şimdiden ne kadar özlediğimi anlatmak değil derdim. Bütün bunlar içimde yaşadığım sadece bana ait şeyler. Benim amacım bir kez daha balıkçı ortakları, resmi balıkçılık otoritesi, sivil toplum paydaşları ve yoldaşları için Celal’den bize kalan mirası ve onun gidişi ile başta kooperatif ortakları olmak üzere 

Celal’siz bir dönemim sorumluluklarını hatırlatmaktır.

Tuzlayı bilen bilir. Tarihi bostanlara ve balıkçılıga datanan kelimenin gerçek anlamı ile küçük ölçekli bir tarım kasabası idi. Bostanları turizm, sanayileşme ve kentleşme baskısı altında yok olmuş elde ( neredeyse ) bir tek balıkçılık kalmıştır. Balıkçılık ise esasen bu yazının konusu olmayan nedenlerle tüm ülkede olduğu gibi bir çöküşe doğru gitmektedir. Diğer bölgelerde olduğu gibi Tuzla’da da küçük ölçekli balıkçı sayısı her yıl biraz daha azalmaktadır.
İşte Tuzla’nın da Celal’in de kaybının önemi de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Tuzla Geleneksel Balıkçılığın çöküşüne karşı mücadelenin siperlerinden birisi olmaya aday elimizde kalan nadir kasabalardandır. Balıkçı sayısı azalsa da denizden çıkarttığı ürün miktarı düşse de Tuzla hala balıkçılıkla anılmaktadır.

Celal’in (arkadaşım ve kardeşim olarak) kaybının etkisi ailesi ve arkadaşlarında yarattığı derin üzüntünün dışında ve belki de ondan da önemli olarak tam da bu nokta da olacaktır. Eğer bizler onu, bu güne kadar gösterdiği çabayı ve yarınlara dair umutlarını kavrar ve sahip çıkarsak onun  Celal’i bir kayıp olmaktan çıkarır rahmetli Atakan ağabey ile birlikte hem Tuzlanın hem de kooperatifin tarihine yazar sonsuza kadar unutulmamasını sağlarız.

Yazıya başlarken bu bir veda yazısı değil demiştim.

Ben Celal’e veda etmemenin onu aramızda yaşatmanın  mümkün olduğuna inanıyorum. Tuzla’nın balıkçıları birliklerini geliştirerek devam ettirirlerse, onun emanetlerine (ailesi başta olmak üzere) sahip çıkarlarsa, Tuzla Su Ürünleri kooperatifini, Tuzla Balıkçı Barınağını ve Tuzla balıkçılığını yaşatmaya devam ederlerse Celal bize biz Celal’e veda etmiş olmayacağız.

O kendisine has gülümsemesi ile bizi seyrediyor olacak

Sevgiyle
Saygıyla
Özlemle

6 Eylül 2018 Perşembe

Balıkçılığın 15 Temmuz'una doğru ...


“Bu yazı başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere balıkçı kardeşlerime, balıkçı örgütlerine, balıkçılık yönetimine, bilim insanlarımıza, sivil toplum örgütlerine ve medyaya bir çağrıdır.
Balıkçılık üzerine yapılan her tartışma esasen bir ekosistem ve onun sürdürülebilirliğinin korunması üzerine olsa da içinde bulunduğumuz şu kısa zaman diliminde tartışmayı daraltarak balıkçılık ve ekonomisinin sürdürülebilirliği ile kısıtlamak istiyorum.
Sadece kapalı kapılar ardında yazılan ve sahneye konulan senaryoyu paylaşmak  dar bir çevrenin malumu olan bu oyunu mümkün olan en geniş kitleye duyurmak  istiyorum.
Balıkçılığımızın içinde bulunduğu kötü koşulların makro sorunları  ve hızlanarak çöküşünün yapısal sebepleri bu yazının konusu değildir.”

Yeni bir senaryo ile karşı karşıyayız.

Bu yeni senaryo esasen yaklaşık 300 gırgır avcısının taleplerinin gerçekleşmesi ile sınırlı hedefler içermemektedir. Bu yeni senaryo gerçekleşmesi halinde  (sonuçları itibarı ile) 15 Temmuz darbe girişiminin kat be kat üzerinde tahribata sebep olabilecek sivil/siyasi bir darbe girişimidir.

Bu senaryo sadece kaynakların korunması ve sürdürülebilir avcılığını hedeflememekte ondan daha da kötüsü tüm paydaşları ile birlikte balıkçılık yönetimini işlevsiz hale getirme ve tasfiyesini hedeflemektedir.

Neler talep ediyorlar
·       
  •       Gırgır avlanma derinliğinin 18 metreye indirilmesi ( bazı kaynaklara göre 16 metre)
  • ·       Trol avlanma mesafesinin 1.5 deniz miline indirilmesi
  • ·       İstavrit avlanma boyunun 10cm’ye indirilmesi
  • ·       Misina ağ yasağının kaldırılması


Ben taleplerinin sadece 4 adedini yazdım.

Bu 4 talep üzerinden sınırlayacağım kendimi ve sırasıyla düşüncemi zaman ayırıp okuyanlarla paylaşacağım.

Konulara hakim olan okuyucu aslında ortada tek bir talep olduğunu diğer taleplerin talepçi sayısını artırmak için bir kandırmaca olduğunu fark edecektir.

O talep Gırgır avlanma derinliği ile ilgili olan taleptir. Yani yaklaşık 18.000 adet olan balıkçı filomuzun yine yaklaşık 300-400 ünü kapsayan sayıca küçük bir azınlığının talebi.

Trol avlanma mesafesi gerçekleşmesi imkansız denilebilecek bir talep olmasına rağmen talep eden kitleyi büyütebilmek ve birlik sağlayabilmek için talep listesine girmiştir.

Bu girişimin öncüleri daha düne kadar “küçük balıkçıyı yok sayan” onu aşağılayan insanlar olmalarına ve örgütsel olarak küçük balıkçıyı temsil etmemelerine rağmen misina ağ yasağının kaldırılması talebi yine aynı nedenle listeye alınmıştır. Üstelik rol çalarak (kim ne derse desin) SURKOOP’u itibarsızlaştırarak küçük ölçekli geleneksel balıkçılığın da önderliğine soyunmuşlardır.

İstavrit balığının boyuna gelince;

Cümle alem bilmekte ve görmektedir ki yasadışı avcılık konusunda tüm dünya balıkçılığı içindeki yerimiz ilk 10’un altına düşmez. Küçük bir örnek dediğimin ispatı olacaktır. Ülkemiz balıkçılıktan sorumlu merkezi otoritenin balık haline baskın yapmak ve denetlemek zorunda kaldığı bir ülkedir.

Balık boy ve tür yasakları kağıt üzerinde vardır ve asla uygulamada bir hükmü yoktur. (Can siperane görev yapan arkadaşlar yanlış anlam çıkartmasın. Ben onların olanaksızlıklar ve yoksunluklar içinde nasıl görev yaptıklarını en iyi bilenlerden birisiyim) Pazarda, markette, balıkçı dükkanlarında, restoranlarda ve en başta söylediğim gibi balık hallerinde her türlü yasadışı balık satılmaktadır.

Nasıl başarmayı planlıyorlar.

Şimdi yazacaklarımın ortalığı karıştırma ihtimali yüksek. Ben yaklaşık 1 aydır bildiğim bu senaryoyu bu güne kadar paylaşmadan bekledim.  Sebebini yazının sonunda açıklayacağım.


Bu zatı muhteremler BSGM bünyesinde (kendi belirledikleri akademisyenlerle) yanı onların taleplerini onaylayacağını düşündükleri (gerçekten var mı ben de merak ediyorum) bir kurul oluşturup 10-15 gün içinde ek bir tebliğ çıkarttırmayı planlıyorlar.

Günahları boynuna, Sayın Cumhurbaşkanının danışmanı/danışmanları aracılığı ve Cumhur başkanımızın oluru ile bu işe yaptıkları konuşuluyor.

Bu noktada başka detaylar da var ama onlar şimdilik bende kalsın.

Bu konuda söylemek zorunda olduğum bir şey var.
Ben girişimi 15 Temmuz’a benzetirken birinci sebebim BSGM’ya yapılmakta olan darbe idi. İkincisi ise aynı o hainler gibi Sayın Cumhurbaşkanını kandırmaya cesaret etmiş olmalarıdır.

Nereden bu sonuca vardığımı anlatayım.

Bir siyasetçi karar alırken iki sebebe göre hareket eder.
Aldığı karar ya bilimsel ve kamu menfaatine göre olur yada (bazen) geniş kitlelerin talebini gözetir.

Bu olayda bu taleplerin gerçekleşmesi durumunda kamu menfaati zarar göreceğine göre Cumhurbaşkanımıza “balıkçılımızın talepleri” diyerek ve sanki tüm balıkçıyı temsil ediyorlarmışçasına bir algı (yalan) üreterek kandırma cüretini buldular kendilerinde.

İşte Trol’cü ve küçük balıkçı arkadaşların dikkat etmesi gereken nokta burasıdır. Kendilerinin 300-400 teknenin talebi için kullanılıyor olmalarıdır.

15 gün sonra masadan sadece derinlik yasağı çıktığında (umarım gerçekleşmez) ne dediğimi daha iyi anlayacaklardır.

Siz dikkat edin de batı karadeniz’de orta su yasağı girivermesin torbaya.


Neden bekledim

Balıkçı kitlesinin kahir çoğunluğunu temsil eden örgütlerimizin (en azından yönetimler düzeyinde) konuyu bildiğini biliyor ve adım atmalarını bekliyordum. Rol çalmamak onların ortaya koyacağı mücadele konseptine uygun davranmak için bekledim.

Ama ve ne yazık ki,

Hiç bir şey yapmadılar (bir şey yapabileceklerine inanmadılar bile) ne örgütlerini ve balıkçı tabanlarını bilgilendirdiler ne de Sarıyer’de ki açılışa kitlesel olarak katılıp ülkedeki balıkçının 300-400 tekne sahibinden daha fazla olduğunu gösterdiler.

Bir zamanlar sürdürülebilir balıkçılık ve küçük balıkçılığın korunması için sancak tutan İstanbul Birlik 3 senedir yalancı gündemler peşinde koşup sanal market projeleri ile balıkçını oyalayıp tutğu sancağı dükkan tabelası ile değiştirirse (zaten son tebliğ için gırgır avlanma derinliğinin 18 metre olmasını danışma kuruluna taşımaya cesaret edip orada savunmaya cesaret edememişlerdi) olacağı budur.

Merkez birlik ben nasıl mücadele edebilirim diye düşünüp çaba sarf edeceğine dost sohbetlerinde derinlik yasağı bitti diyorsa olacağı budur.

Bu kadar büyük örgütler olmalarına rağmen balıkçı tabanı sağır sultanın duyduğu bu girişimden bir haberse olacağı budur.

Son bap başka ve derin bir tartışma konusudur şimdi zaman ateş küçükken yangını söndürme zamanıdır.

Madem balıkçı örgütlerimiz ortada yok görev her duyarlı deniz ve balıkçılık dostuna, medyaya ve bilim insanlarımıza düşmektedir.

Kahraman aramıyoruz.

Sadece sesinizin çıktığı kadar sadece gücünüz kadar itiraz edin.
Ve asla sessiz kalmayın.

Kardeşçe

Dostça

Paydaşça

Kenan

1 Eylül 2018 Cumartesi

Yeni balıkçılık sezonu hayırlı olsun (!)

Kendi açılışımızı kendimiz yapalım dedik ve Tuzla SU Ürünleri Kooperatifinde yeni sezon için bir araya geldik.

Köyün Gırgır Avcısı, Uzatmacısı, Oltacısı, Karidesçisi ve hatta Amatörleri ile bir aradaydık.
Tuzla balıkçılığına ve balıkçısına büyük önem veren sayın belediye başkanımız da bizimle beraberdi.
Belediye başkanımız Tuzla balıkçılığının tarihsel ve kültürel önemine dikkat çekerek bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da balıkçılık ve balıkçı için üzerlerine düşeni tereddütsüz olarak yapmaya devam edeceklerini beyan etti.
Bizim açılışımız öyle şaşaalı değildi.
Mütevazi idi ama çok kıymetli idi.
Küçüktü ama hakiki idi.
Ankara’dan gelip müjdeler verenimiz yoktu bizim.
Sorunları konuştuk.
Kaynağın günden güne nasıl azaldığını,
Mazot fiyatlarını,
Gemlik körfezindeki yasadışı ışıklı manyat avcılığını,
Tüm yaz devam eden Marmara Gırgırcılığını,
Trolü,
Artan maliyetleri …
Sorunları konuştuk ama enseyi karartmadık
Umutları tüketmedik
...
















25 Ekim 2016 Salı

Ömer Malkoç'a cevaben ...

Kısır tartışmaları sevmiyorum. Hele hele sosyal medyada yürütülen ahlak dışı küfürlü kafirli polemiklere bakmıyorum bile. Ama son günlerde Karadeniz’in ünlü ailelerinden yöneltilen sataşmalara bu gün bir mühendis arkadaşımızda katılınca ve üstelik sataşmaya neden olan haber paylaşımı okunmadan hakaret ve tehdit içeren sataşmalar sürdürülünce cevap vermek farz oldu.

Ben bana davranıldığı gibi davranmayacağım. Bu arkadaşların trajikomik durumuna dikkat çekecek ve aslında zarar verdiklerinin ben, biz ve bizim gibiler olmadığını zarar verdiklerinin balıkçının kendisi olduğunu göstereceğim.

Yazının içinde 3 konu olacak. Sinop toplantısı, Danışma Kurulu toplantısı ve bu gün çıkan haber üzerinden başlayan sataşmaların (iddiaların gerçekliği ) ne kadar mesnetsiz olduğuna cevap vereceğim.

Önce sırasıyla olaylar.

Burayı çok kısa geçeceğim ama yazının sonunda ne dediğimi “net olarak” anlayacaksınız.
Danışma kurulunda balık boyları tartışılırken Barbun ve Tekir balığının avlanma boylarında Yakup Erdem bu balık  türlerinin sahada tanımlanmasının zorluğuna işeret ederek hem kontrol görevlilerinin sıkıntı yaşadığını hem de balıkçının mağdur olduğunu söyleyerek 11 ve 13 santim boy yasağını kaldırılarak her iki tür içinde 12 cm olarak uygulanmasını önerdi. Cemal Malkoç’un şiddetle karadenizde öyle bir balık yok diyerek itirazı üzerine konu tartışılamadı ve mevcut yasaklar aynen korundu.

Sinop’ta yapılan toplantıda Bayram Öztürk sunumunun sonlarına doğru balıkçılık toplantılarına neden gelmediğini anlatmak babından bir sosyal medya mesajı eklemiş. Bu mesajda direk olarak annesine sinkaflı bir küfür ediliyor.  Bu slayttan sonra salondan atılan laflar üzerine Bayram Öztürk “kendinizi tanıtarak konuşursanız ben de sizi tanımış olurum” diyor. Vatandaş kendini tanıttığında da “anneme küfür eden sen misin” diye soruyor ve “evet benim cevabını alıyor” işte salonda düzenin bozulduğu an burasıdır. Bir kısmını internete düşen videolarda da izlediğinizi düşünüyorum. Bu esnada “Dalyanlar hakkında o kadar yazıyorsun burada neden konuşmuyorsun” diyen vatandaş tarafından polemiğe bende katılıyorum. O gün toplantıda da söyledim burada bir kez daha tekrarlıyayım. Orada anlamayan burada anlasın hatta anlamayanlara da anlatsın. Ben Bayram hoca ile sadece Dalyan konusunda farklı düşünmüyorum anlaşamadağım başka konularda var. Bu konuları gerek yazılı gerekse karşılaştığımız zamanlarda kendisine söyledim. Muhtemelen bu anlaşmazlıklarımız devam da edecek ama ben Bayram hocaya ne nezaketsizlik ederim nede küfür. Kendisini geçmişte çok sert eleştirdiğim konular oldu ama hiç kabalık yapmadım. Sert eleştirmek başka bir şeydir hakaret etmek başka bir şey. O gün orada söyledim bu gün burada bir daha tekrarlıyorum. Kürsü masumiyeti  diye bir şey var. Fikirlerine, söylediklerine yada taleplerine katılmıyorsunuz diye kimseye küfür edemezsiniz. Bunları o salonda Bayram Hocayı kelimenin gerçek anlamı ile eleştiren tek kişi olarak söylüyorum. Siz küfür ediyorsunuz ben eleştiriyorum. İkisinin arasındaki fark nedir diye soracak olursanız ben söyleyeyim; haklı olduğunuz konuda bile kaybedersiniz.

Gelelim hadisenin devamına; Bayram hocada hızını alamayan arkadaşımız bir anda dönerek Yakup hocaya sataşmaya başladı. Yakup hocada oldukça sert bir uslupla cevap verince de ortalık iyice karıştı. Dilerseniz bu tartışmanın arka planınıda konuşuruz ama ben şimdiden söyleyeyim hiç iyi olmaz. Bana kızmayın ama eski komedi western filmlerindeki düellolardaki hasmı yerine sürekli kendini vuran kovboylar gibisiniz. Karşınızdakine durmadan ateş ediyor ama sürekli kendinizi vuruyorsunuz. Bu ikinci konu için söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Daha fazla yazarak kimseyi üzmek zor duruma düşürmek istemiyorum.


Gelelim Atıf Malkoç haberini paylaşmam üzerine kopan fırtınaya. Dikkatli okuyucunun kolaylıkla fark edeceği gibi habere yorum babından iki ifade var. Bir tanesi benim yorumum diğeri de Yakup Erdem’in link paylaşarak yaptığı yorum. Sırasıyla ikisini de açalım.

Benim yorumum gayet açık diyorum ki Karedeniz’de önerilen bu alanlar zaten Gırgır ve Trol’ün av yasağı olan yerler. Niye bu kadar feryat ediyorsunuz. Gerçekten söylediğimde anlaşılamayan bir yan var mı. Zaten sana yasak olan bir alanın koruma alanına neden itiraz ediyorsun. İtiraz ettiğinde benim sen yasa dışı yerde avlanmıyorsan bu itirazın mantıksız dememde ne yanlışlık ne tuhaflık var?

Uzatmadan Yakup Hocanın yorumuna geçelim.
Yakup hoca yorum olarak 2012 yılında konuyla ilgili yazdığı bir yazının linkini paylaşıyor. Yazıyı okuyuyp itiraz etmiş olmanız mümkün değil gibi geliyor bana. Ama, gerçekten okuyup itiraz ettiyseniz o zaman durum gerçekten vahim demektir. Bu yazdığım yazı dahil sizinle yapılan her polemik her konuşma anlamsızdır. Bu durumda ancak bir sağlık sorunundan şüphelenebilirim.

Evet biz hocanın konuyla ilgili yazısına dönelim.
Yakup hoca söz konusu yazının girişine yazdığı paragrafta

Balıkçılar ve Balıkçılık Örgütleri Akdeniz ve Ege'den Başlayarak Şimdilerde Karadeniz'de Süren "DENİZ VE KIYI KORUMA ALANLARININ BELİRLENMESİ" Çalışmalarının Neresinde?


Bir süredir devam eden bu çalışmalar balıkçılığı ve balıkçıları çok fazla etkileyecek olmasına rağmen, balıkçılık örgütlerinin henüz bu konuya tam anlamıyla katkıda bulunduğunu söylemek pek mümkün değil. Oysa hem bu alanların doğru belirlenmesi hem de işlevsel olması açısından balıkçılar, kıyılarda yaşayan halk ve balıkçı örgütleri önemli katkılar sağlayabilir. Bu çalışmalar bilim adamlarının ya da merkezi otoritenin tek başına yapabileceği çalışmalar değildir. Bir sınır belirlenmesi ve buraya "denizel koruma alanı" adı verilmesi, buranın denizel ekosistemin ve balıkçılık kaynaklarının gelişmesine katkı sağlayacağı anlamına gelmez. Hem sahanın, hem burada uygulanacak koruma stratejilerinin doğru belirlenmesi çok önemli olduğu gibi koruma yönünde tüm paydaşların istekli olması ve katkı sağlaması da o kadar önemlidir.

Fakat bilim ve STK çevrelerinden kime bu konudan bahsetsek, önüne harita paftalarını açıp yada Google Earth aracılığıyla yer belirlemeye çalışıyor ve bu konuda bir araştırma, bir çalışma yapalım diyor. Sözün özü; hayatında hiç kıyısına gitmediği, dalıp su altını görmediği, ağ atıp avlanmadığı, kaç kişinin orada balıkçılık yaptığını bilmediği yerler hakkında masa başında karar almak istiyor.

Aslında olması gereken; mesela Karadeniz'de, her kooperatifin kendi bölgesindeki kıyı şeridi için, DKA açısından bir çalışma yaparak korunması gereken yerlerin ve dışarıdan bakanların pek bilmediği özel alanların DKA kapsamına alınması yönünde çaba göstermek, böylece koruma yönünden gerekli olmayan fakat kıymetli voli yeri niteliğindeki alanların avcılığa kapatılmasını önlemektir.” diyor
.

Anlamayanlar için anlatayım. Bu koruma alanları kaçınılmaz bir şekilde oluşturulacak. Bu bir uluslararası sorumluluk bu alanların oluşum süreçlerine katılmazsanız hem koruma alanları bir işe yaramayabilir hem de balıkçı bundan mağdur olabilir. Şimdi koruma alanları için eleştirel konuşan Atıf Malkoç’a sitemli bir uyarı yapmakta haksızmı Yakup hoca. Her yazdığını her söylediğini dikkatle takip ediyorsunuzda bunu neden görmüyorsunuz. Balıkçının aleyhine mi söylemiş yoksa balıkçının ve kaynakların korunmasına yönelik bir uyarı mı yapmış.

Akıl izan ve insafı olan her okuyucu bu gün kopartılan bu fırtınanın abes olduğunun farkındadır. Mesele yazdığım yaa söylediklerim değildir. Mesele bana, arkadaşlara yada derneğe bulaşma için bahane arama meselesidir. Mesele bizimle düello yapmak meselesidir ama bize sıkarken hep olduğu gibi kendilerini yaralamışlardır. Belki bu duruma gülen zevk alan vardır ama ben kesinlikle böyle düşünmüyorum. Tam aksine ben kimse yaralanmasın kimse kırılmasın kimse rencide edilmesin bir diyalog ortamı oluşsun istiyorum Biliyorum ki savaş dili ile barış olmaz ve yine biliyorum ki bu ülke eninde sonunda balıkçılık yönetimi etrafında barışçıl bir dile sahip olacak. Bunu fark edene kadar sürekli kaybedeceksiniz. Üstelik haklı olduğunuz konularda bile kaybedeceksiniz.

Şu Danışma kurulu meselesini sonuna bırakacağım demiştim ya iş tam bu noktada  başa döneceğim ve ne dediğimi anlayacaksınız.

Bu gün eğer tekir ve Barbunya balığı boyları karışıyorsa avlanma boyu 12 cm olmamışsa bunun sebebi Cemal Malkoç’tur. Anlamadan dinlemeden itraz ederek sebep olmuştur buna.

İşte bu nedenle kendinizin dışındaki balıkçılara da kendinize de zarar veriyorsunuz. İşte bu nedenle 3-5 siyasi ilişki dışında sizi savunabilecek kimse bulamıyorsunuz.

Bağırarak çağırarak tehdit ederek insanları susturacağınızı balık ve balıkçılık sorunlarının konuşulmasını engelleyeceğinizi zannediyorsunuz.

O KADAR KÖR VE BİLGİSİZKİNİZ Kİ KORUMA ALANLARININ GENEL MÜDÜRLÜKLE ALAKALI OLDUĞUNU BAYRAM ÖZTÜRK YADA BİR BAŞKASININ ETKİSİ İLE ALINDIĞINI ZANNEDİYOR ADAMA KÜFÜR EDER KORKUTURSAK KORUMA ALANI FİLAN OLMAZ ZANNEDİYORSUNUZ.

Küfürlü  ve hakaret içeren mesajlar yazdığınız sürece bu size ilk ve son cevabi yazımdır. Ama  (içerik sert olabilir) küfürsüz hakaretsiz yazarsanız seve seve tartşırım.

Hadi kalın sağlıcakla.