12 Şubat 2012 Pazar




Nezih BİLECİK

Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi



23 Aralık 2011 günü meslektaşım Ömer Faruk Kara beni telefonla aradı. “- Bugünkü Milliyet Gazetesi’nde Fikret Bila’nın yazısını okudun mu? Anayasa ile ilgili bu makaleyi okumadıysan okumanı tavsiye ederim” dedi. Ben de hemen söz konusu makaleyi internette buldum ve okudum.

Makale “Çiçek: Yeter ki anayasa yapalım, kavağa bile çıkarım” başlığını taşımaktaydı. Bazı satırbaşları itibariye yazı şu şekilde: “TBMM Başkanı Cemil Çiçek, yeni anayasa yoluna baş koymuş gibi görünüyor.  Heyecan içinde canla-başla çalışıyor. Ama dertli... İlgisizlikten yakınıyor: O kadar ki, dönüp dolaşıp “163 üniversiteden hâlâ ses yok” diyor. Turgut Özal Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi hariç henüz anayasa konusunda görüş bildiren üniversite olmamış. TBMM Başkanı en çok buna içerlemiş ama umudunu yitirmemiş, bekliyor! Vatandaşı da ilgisiz buluyor; 73 milyonluk Türkiye’den bugüne kadar 3 771 kişi görüş bildirmiş.”

Fikret Bila yazısında Meclis Başkanının vatandaşı yeni anayasa konusunda görüş bildirmeye teşvik edecek, akılda kolay kalacak bir cümlelik sosyal sorumluluk bağlamında spot istediğine değinerek, bazılarına da yer veriyor. Örneğin: “ - Vatandaş yeni anayasaya Fransız kalma!”. “ - Kendi anayasanı kendin yap!”. “ - Görüş bildirmekten korkma, geç kalmaktan kork!” gibi...

Makalenin devamı  “TBMM Başkanı, siyasi partilerin kırmızı  çizgilerinin basında sürekli ön planda tutulmasının doğru olmayacağını savunuyor. Önce uzlaşılacak konuların ele alınması ve işlenmesinden yana. 30 Nisan’a kadar görüşlerin bildirilmesini istiyor” bilgisini vermekte.

Profesyonel Balıkçı Forumu’nu izleyenlerin yakından bildiği, aşağı yukarı 45 yıldır aynı ortamlarda mesleki birlikteliğimizi paylaştığımız sevgili arkadaşım Ömer Faruk Kara’da bu makale doğal olarak bir çağrışım yaptırıyor ve düşüncelerini şu şekilde yansıtıyor:  “-  Anayasa değişikliği ile ilgili gündem aslında büyük bir fırsat ve öngörülen yeni anayasa bünyesinde balıkçılığa mutlaka yer verilmelidir. En azından bunun nedenlerini biliyorsun. O yüzden söylemesi benden, yazması senden.” dedi ve olayı noktaladı.

Ne uyanık adam değil mi? Topu bana attı. Peki, ben topu kime atacağım? Top elde kaldı, bu nedenle bu konudaki olası düşünceleri ekrana yansıtmak için bilgisayarımın başına geçtim; istersen geçme. Akıldan geçenleri özümsenmiş haliyle bir çırpıda belirtmeye yönelmek ve bir çıkış yolu bulmak, işin en doğru şekli olsa gerek.

OKYANUS GEZEGENİ VE TÜRKİYE

Yeryüzünün % 70,8‘ini denizler, %29,2’sini karalar teşkil etmekte. Bu nedenle bilimcilerce dünyamıza “Okyanus Gezegeni” tanımlaması yapılmakta. Fiziki olarak Türkiye bir yarım ada konumunda. Birbirinden çok farklı ekolojik özellikleri olan denizlere sahip bir ülke. 8333 km uzunluğunda hatırı sayılır bir kıyı varlığına, ayrıca bu denizlerde ve iç sularda hüküm ve tasarrufu altında olan 77 176  km2’lik bir alana sahip olan Türkiye, bu özelliğini göz ardı edemez. Çünkü bu ortamda gerek bitkisel ve gerekse hayvansal kökenli onbinlerce canlı türüne ve bunların azımsanmayacak bölümünü de ekonomik yönden değerlendirme şansına sahip. Üstelik bu konuda sucul ortam kaynaklarını ülke olarak dikkate almama gibi bir lükse de sahip değil.

Teknik ayrıntılara geçmeden önce anayasa kavramını özümseyelim..

ANAYASA

Anayasa devletin temel kanunudur. Bir devletin nasıl yönetileceğini belirleyen, kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen yasalar bütünüdür. Anayasa toplumun üzerinde anlaşmaya vardığı, tabi olmayı kabul ettiği temel ilkeleri ifade eden bir hukuki metindir. Anayasada genellikle devletin temel siyasi ve idari organizasyonu ile vatandaşın temel hak ve hürriyetleri, devlete karşı vazife ve mükellefiyetleri belirlenir. Netice olarak anayasa, devletin kişilerle ve kişilerin birbirleriyle olan münasebetlerindeki temel hak ve hürriyetleri belirten, tanınan bu hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasını engelleyecek yasama ve yargı sistemini kuran temel kanundur.

DOĞAL KAYNAKLARIN KONUMU

Genel oluşum böyle olmakla beraber insan ve toplum yaşamını doğrudan ilgilendiren ekonomik hükümler de anayasa da belirgin bir ağırlığa sahiptir. Buna paralel olarak anayasamızda doğal kaynaklarımızın konumu, işletilmesi, korunmasına da yer verilmiştir. Nitekim Tabiî servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi”  168. madde ile hükme bağlanmıştır. Yine benzer şekilde 169. madde ormanların korunması; 170. madde ise orman köylüsünün korunmasını öngören hükümleri içermektedir.

Bunların dışında 45. madde Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunmasını kapsamaktadır. Söz konusu madde aynen: “– Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.

Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” hükmüne amirdir.

Burada üzerinde durulması gereken bir boşluğu ve uygulamada yaşanan bir tenakuzluğa değinmekte yarar var. Anayasamızın 45. maddesi salt tarım ve hayvancılığı kapsamaktadır. Burada balıkçılığa herhangi bir atıfta bulunmamaktadır. Bu madde herhangi bir yanlışlığı veya noksanlığı içermemektedir. Bu konuyu devlet adına bünyesinde toplayan resmi otorite Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığıdır. Oysa Bakanlık uygulamada bağımsız bir sektör olan balıkçılığa Tarım sektörünün bir alt dalı olarak işlem yapmakta ve bu sektörden kaynaklanan ekonomik gücü de tarıma dahil ederek değerlendirmekte, böylelikle balıkçılığın yüksek düzeydeki ekonomik gücünü kamufle etmektedir. Anayasanın 45.  maddesinde balıkçılığa yer verilmemekte ise de uygulamada balıkçılığın tarım sektörünün içerisinde belirtilmesi yanlışlığın ta kendisi olmaktadır. Daha açık anlatımla Türkiye’nin genel konumu ve öncelikli hedefi AB’ye üye olmaktır ve kapısından içeri girmek için beklemektedir. Oysa üyesi olmak için can attığı AB bünyesinde tarım ve balıkçılık ayrı birer sektör olarak tanımlanmaktadır. Nitekim AB’nin 1957 Roma Antlaşmasının 33.’üncü maddesi ile oluşturduğu  Ortak Tarım Politikası’nın (Common Agricultural Policy) yanı sıra salt balıkçılıkla ilgili olarak 1983 yılında yürürlüğe koyduğu  Ortak Balıkçılık Politikası (Common Fisheries Policy) bulunmaktadır. Yani tarım ve balıkçılık birbirleriyle bağlantılı olmayan bağımsız faaliyet alanlarıdır. AB bünyesindeki bu oluşum Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndaki yanlış uygulamayı sergileyen bir görüntüdür.





YENİ ANAYASA’DA BALIKÇILIĞA YER AÇALIM 

Burada dikkat edilmesi gereken ve değinmek durumunda kalınan husus şöyledir. Denizler ve göller karasal ortamdan çok farklı yapı ve özelliktedir. Bu ortamların bünyesinde barındırdığı tek hücrelisinden en gelişmiş canlısına kadar tüm türlerinin korunması, muhafazası ve devamlılıklarının sağlanması ve bu kaynağın ekonomik olarak insanlığın yararına kullanılmasını sağlayacak uygulamalara da zemin oluşturabilmek açısından balıkçılık kaynaklarının  madencilik, hayvancılık, tarım ve ormancılık konularında olduğu gibi anayasa ile güvence altına alınması bir gerekliliktir. Çünkü, sucul canlı kaynaklar toplumların besin güvenliği açısından önemlidir. Bu kaynakların en önemli özelliği disiplin altına alınmış şekliyle kaynak yönetimi şayet sürdürülebilirlik modeli üzerine yapılandırıldığında  kaynağın verimliliği sınırsızdır. Anayasamızda fosil kaynaklar diğer bir deyimle maden kaynakları devlet tarafından öncelikli bir konu olarak ele alınmış ve bununla ilgili hususlar  güvence altına alınmıştır. Oysa bu kaynaklar zamanla tükenecek kaynaklardır, buna karşın balıkçılık kaynakları doğa kurallarına uygun olarak  işletildiğinde getirisi sınırsız olan kaynaklardır. Bu nedenle söz konusu kaynakların korunması ve devamlılıklarının sağlanması özellikle güvence altına alınması bir gerekliliktir. Hazırlanacak yeni anayasa kapsamında bu boşluk giderilmelidir. Özellikle sucul ortamdaki canlı doğal kaynakların korunması yeni anayasa da kayıt altına alınmalı ve bu husus bir devlet politikası olarak benimsenmelidir.

Anayasamız insanımızı, toplumumuzu ve karasal kökenli doğal kaynaklarımızı her yönüyle nasıl güvence altına alıyorsa; sahip olduğu sucul ortamdaki tüm canlıların normal kurallar çerçevesinde geleceğini de güvence altına almalıdır. Ayrıca bu kaynakların sürdürülebilir kalkınma modeli çerçevesinde işletilmesi de prensip olarak benimsemeli,  bunun için gerekli olan tüm bilimsel kriterlere öncelik verilmeli, sektörün öngörülen hususlara riayet etmesine ön ayak olmalıdır.

Belirtilen bu hususlardan sonra anayasaya balıkçılıkla ilgili nasıl bir hüküm eklenebilir.  İşte özümsenmiş bir taslak metin örneği.

TASLAK METİN

 “Balıkçılık ve bu üretim alanında çalışanların korunması” alt başlığı altında şu şekildeki bir öneri olasıdır.

Madde: Balıkçılık sucul ortamdaki canlı kaynakların sürdürülebilir kullanımını gerçekleştiren bağımsız bir uygulama alanıdır. Bu amaca doğrudan veya dolaylı katkıyı sağlayan tüm unsurlar da “Balıkçılık Sektörü”nü temsil eder.

·        Devlet sucul ortamların ve canlı kaynaklarının korunması ile devamlılığının sağlanması konusunda gerekli önlemleri alır. Bunu özerk balıkçılık kuruluşu ve bünyesindeki balıkçılık araştırma enstitüleri oluşturarak gerçekleştirir.

·        Devlet balıkçılık sektörünün (balıkçı, balıkçılık kooperatifi, balık yetiştiriciliği) alt yapısını teşkil eden araç, gereç ve diğer donanımları ile ilgili girdilerin sağlanmasını kolaylaştırıcı önlemleri alır.

·        Balıkçıların ve balıkçılıkla ilgili örgütlerin kalkınması için gerekli tedbirleri alır.

·        Devlet endüstriyel balıkçılığı canlı kaynakların sürdürülebilirliğine paralel olacak şekilde balıkçı filosunu organize eder ve bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapar.

·        Devlet ilgili yasanın (1380 Sayılı Kanun) öngördüğü kısıtlayıcı hususlara uyulması koşuluyla “Küçük balıkçı – Kıyı balıkçısı – Mesleki balıkçılığı” himaye eder, mali açıdan teşvik unsurlarını kolaylaştırıcı şekilde düzenler, bununla ilgili gerekli önlemleri alır.

·        Devlet sürdürülebilir besin güvenliğine katkı sağlayan her türlü balıkçılık yatırımcısını özendirir ve teşvik eder.

·        Devlet balıkçı ve balıkçı kuruluşlarını, sucul ortamdaki bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gerekli tedbirleri alır.

·        Sucul canlı kaynaklarını yasal olmayan çerçevede avlayan ve canlı kaynağın geleceğini olumsuzluğa yönlendirenler hakkında işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.

İŞİMİZİ KENDİMİZ YAPALIM

50 000 kişilik insan gücüyle Gayri Safi Milli Hasılaya % 0,5-1.0 oranında güçlü bir katkı sağlayan ve aşını denizlerden, göllerden temin eden balıkçılarımız; Meclis Başkanımızın beklediği şekilde tüm balıkçılar birlik  ve beraber olarak yeni anayasa metnine katkı sağlamaya, haklarınızı güvence altına almaya, en önemlisi dahil olduğunuz sektörü tarım sektöründen arındırarak bağımsız kılmaya ve bu konuda hazırlanacak tasarı metnini onbinlerinizle imza altına almaya var mısınız?  Unutulmamalıdır ki öngörülen yeni anayasa gelecekte balıkçılıkla ilgili yapılanmanın da özerkliğini sağlayabilecektir. 2012 yılının ilk üç ayında balıkçılık sektörü olarak kenetlenmenin tam zamanıdır. Yaşlısı, genci, endüstriyel balıkçısı, mesleki balıkçısı ayırımı yapmadan tüm balıkçılar olarak yeni anayasamızda kendimize yer açmaya koşalım.  Haydi koşalım kendi işimizi kendimiz görelim.



Not: Bu makale “Vira Dergisi”nin Ocak 2012, sayı 63, sayfa 50-54 de yayınlanmıştır.