31 Aralık 2011 Cumartesi

Mücadele de yeni evre.

Mücadele de yeni evre.

Türkiye’de 3 yıldır yükselen balıkçılık mücadelesi yeni bir evreye girmiş bulunmaktadır. Hepimizin bildiği gibi yükselen küçük balıkçı muhalefeti STK birlikteliği ile hamle yapmış, Sürdürülebilir Bir Balıkçılık doğrultusunda mesafe kat etmeye başlanmıştır. Bu muhalefetin beslendiği Forum büyümüş, camia içinde saygınlık kazanmış ve giderekte bir eylem platformu haline gelmiştir. Balıkçılık tarihinin geçmişine baktığımızda balıkçılık için bir şeyler yapan ya da yapmaya çalışan STK örnekleri var olmasına rağmen, balıkçılarla birlikte mücadele eden ilk örnek Forum merkezli gelişmiş ve kısa zamanda zengin deneyimler ve başarılar elde edilmiştir. Bu yazının amacı bu konuda bir polemik yapmak değil son günlerdeki gelişmelerin ve hareketliliğin arka planını açığa çıkartmaktır. Eğer bu ülkede bir gün balıkçılığın tarihi yazılırsa, yaşadığımız dönem, eylemlerimiz ve Forum zaten orada yerini alacaktır.
Bu yeni sürecin yarattığı en önemli değişiklik balıkçılık yönetiminde ve işleyişinde yıllar içinde oluşturulan alışanlıkların ve eğilimlerin tasfiye ye zorlanması ve bu konuda mesafe alınmasıdır. Endüstriyel balıkçılığın kendi taleplerini sürekli genel bir balıkçı talebi olarak idareye taşıdığı, mali güçleri, siyasi ilişkileri ve lobileri sayesinde kabul ettirdiği güzel günler bitmiştir.
Bu yeni durum, esasen artık bir balıkçı olmaktan daha farklı bir şey olan sermaye guruplarının kabul edebileceği bir şey değildir. Balık avcılığı, Orkinos semirticiliği, yem sanayi ve balık ticareti alanlarda yatırımları olan bu yatırımlarını büyütmek yatırım alanlarını genişletmek isteyen bu guruplar büyümek istemektedirler.
Stoklar ve toplam av miktarında artışı gerçekleşmeden bu büyüme nasıl sağlanacak? İşte büyük balıkçılığın içinde bulunduğu açmaz tamda burasıdır. Henüz Gırgır avcılığı sektörünün kavramadığı olay bu büyümenin dikey bir şekilde gerçekleşeceği olgusudur. Eğer toplam av artmıyorsa mevcut avdaki payını arttırarak büyüyebilirsin. Bu büyümenin adı dikey büyümedir. Sektör olarak Balık Avcılığının büyümesi yerine kişisel, grupsal büyüme. Bunun anlamı ise denizde diğer rakiplerin azalması giderek yok olması gerçeğidir. Gırgır avcılarının av gücü, tekne ve donanım kapasitesi ve ekonomik olarak en zayıf kesimleri sahadan ve rekabetten tasfiye edilecektir.
Bu içine girdiğimiz bu dönemde dikey olarak büyümeğe çalışanlar, küçük balıkçılardan ve STK’lar dan gelen sürdürülebilirlik ve hakça paylaşım talebine karşı sessiz kalamazlardı, bu son girişimleri ile de kalmayacaklarını gösterdiler.
Şimdi bu bağlamda, hem bu araştırma önergesinin içeriğini hem de Ahmet Menekşe’nin son TV programında söylediklerini değerlendirebiliriz.
Esas olarak hem Menekşe’nin söyledikleri hem de Sayın Torlak’ın mecliste yaptığı konuşma eklektik bir şekilde bir araya getirilmiş, sürdürülebililirliğe dair her paragraf mantıksal bütünlüğü olmayan cümlelerden oluşmaktadır. Bu metinin oluşturulmasının tarihi biraz eskilere dayanmakta, balıkçılığın ıslahı için dosya hazırladık, bir araştırma komisyonu kurulmasını sağlayıp mecliste götüreceğiz diyenler tarafından sayın milletvekilimiz aracılığı ile düşünceleri hayata geçirilmişlerdir. Burada bir kez daha ve tüm sorumluluğunu üstlenerek söylüyorum, Sayın milletvekilimizin mecliste yaptığı konuşma, müstahsillerin daha önce hazırladığı dosyadan oluşmaktadır.
Bu metinde genel kabul göreceği umularak aralara sıkıştırılmış cümleleri bir kenara bırakırsak anlatılmak istenen nedir? Bu sorunun cevabı söz konusu konuşmanın içinde hem de gayet açık olarak gözükmektedir.“Küçük teknelerle genellikle amatör balıkçılık kapsamında yan uğraş olarak balıkçılık yapılmakta, bu durum zaman zaman sektörün anlaşılmasında sıkıntı doğurmaktadır.”
Konuşmanın en başında telaffuz edilen bu cümle bu girişimin esas amacının, sürdürülebilir bir balıkçılık olmadığını, içinde bulunduğumuz durumdan kendi lehlerine bir çıkış arama çabası içinde olduklarını anlatmaktadır. Bu alıntı iki temel fikirlerini ifade etmektedir. Türkiye’de küçük balıkçılık yoktur (bunlar balıkçı değildir) ve bunların son yıllarda yaptıkları faaliyetler nedeni ile bürokrasinin ve kamuoyunun kafası karışmaktadır. Bu küçük balıkçılar nedeni ile sektör anlaşılamamaktadır. Şimdi soruyorum; bu cümle bu metne tesadüfen girmiş yada öylesine söylenmiş bir cümlemidir. Mecliste bir sektörün araştırılması için verilen bir önergenin konuşmasında rast gele cümleler kullanılmayacağına göre, yapılmak istenen gayet açık değimlidir? Bir yanda AB ortak balık politikaları diğer tarafta STK ve küçük balıkçı muhalefeti nedeni ile sürdürülebilirlik adına cılızda olsa adımlar atan Bakanlık ve Genel Müdürlük üzerinde baskı oluşturmak ve kendilerinden başka balıkçı temsili yetini kabul etmediklerin göstermektir. Eğer böyle bir komisyon kurulması sağlanırsa, komisyon üyeleri tek tek barınak kooperatif gezmeyeceklerine göre Ankara’ya taşınacak yegane fikirler kendi fikirleri olacaktır. Sayın Torlak’ın konuşmasına nasıl kendi fikirlerini ve taleplerini taşıdıysalar Ankara’ya da öyle taşıyacaklardır.
İşte bu araştırma önergesinin içerdiği ilk önemli fikir budur. Bizlerin balıkçı olmadığını sektörün anlaşılmasında taleplerimiz ve eylemlerimizle sıkıntı yarattığımızdır.
Yukarıda alıntıladığımız ve yorum yaptığımız cümlenin hemen peşine gelen “Dolayısıyla dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de kıyı alanının en yoğun ve en eski kullanıcılarının balıkçılar olmasına rağmen kendilerinden beklenen başta deniz balıkçılığı ve yetiştiriciliği olmak üzere dünya kooperatifçilik hareketindeki ivmeyi maalesef gösterememiştir. Var olan birçok su ürünleri kooperatifi de kuruluş amaçlarına yönelik faaliyetlerini tam manasıyla gerçekleştirememişlerdir”.paragraf, küçük balıkçıların Geleneksel Kıyı üzerine yaptıkları taleplere karşı bir ön savunma zemini yaratma amacı taşımaktadır. Bir doğru birçok yanlışla birlikte telaffuz edilmekte ucuz demagojilerle parlamenterlerin kafası karıştırılmaya çalışılmaktadır. Evet kıyının en eski ve en yaygın kullanıcıları balıkçılardır, bunlar “tarih sahnesine çıkalı 30-40 olan endüstriyel avcılar” değil sizin yukarıda paragrafta yok saydığınız küçük kıyı balıkçılarıdır.
Bu paragrafın ikinci fikri kooperatiflerle ilgilidir. Belli ki kendileri açısından işlevselliğini yitiren bu yapılardan artık vazgeçilmiş yerlerini kendi fikir ve taleplerini daha etkili savunacak yeni yapılarla değiştirmeye karar vermişler. Bu konuya yazının ilerleye bölümünde başka bir alıntı altında cevap vereceğim.
Sayın bakanımızın konuşmasındaki sürdürülebilir balıkçılığa ilişkin görüşler mantıksal bir bütünlüğüne sahip değildir ve çelişkilerle doludur. Konuşmanın bir yerinde “, kontrolsüz ve aşırı avcılık sonucunda balık stokları hızla yok olmaktadır.” Derken, başka bir yerinde“, zamanı geldiği hâlde avlanmayan bir deniz ürünü de aynı tehlikeyi taşımaktadır”diyerek şaşırtmakta, az ilerisinde de “Bu nedenle, Uluslararası Atlantik Orkinoslarını Koruma Komisyonu nezdinde ülkemize tahsis edilen orkinos avlama kotasını artırmaya yönelik girişimlerde bulunulması önemli ve gereklidir”diyebilmektedir.
Araştırma önergesinin kabulünü sağlamaya yönelik amaç taşıdığı belli olan pasajlar tamamı ile zıt ve çelişik fikirlerle doldurulmuştur. İlk bakışta aşırı ve plansız bir avcılık eleştirdiği zannı veren konuşmada, talepler sıralanmaya başladığında sürdürülebilirlik talebi yok olmaya, konuşma mantıksal bütünlüğün dışına çıkmaya başlamaktadır.Talepler ve öneriler sıralanmaya başladığında sürdürebilir avcılığa yönelik bulanıklık kaybolmakta, net somut ekonomik çıkarlar savunulmaktandır
Sayın milletvekilimiz“Su ürünleri sektöründe ileri derecede işlem görmüş, fileto edilmiş ve tütsülenmiş balık ihracatının özendirilmesi ve markalaşmanın teşvik edilerek sektörün bir meslek grubu olarak tanımlanmasına yönelik adımlar mutlaka atılmalıdır.” Yada “balık yağından alınan KDV’nin yüzde 1′e düşürülmesi, konserve edilmiş su ürünlerine verilen ihracat desteğinin taze ve dondurulmuş ürünler dâhil tüm su ürünlerini kapsayacak biçimde genişletilmesi gerekmektedir.”
derken sürdürülebilirliğe ilişkin politikalardan değil, artık büyük sermayeye sahip bir balıkçı gurubunun ekonomik taleplerinden bahsetmektedir.
Ben şahsen Sayın Ali Torlak’ın bu grup tarafından kötü bir oyuna getirildiğini düşünüyorum en azından buba inanmak istiyorum.
Yazının sonuna geldiğimiz bu satırlarda tekrar başa dönerek konuyu toparlamak istiyorum.

Bu bahsettiğimiz gurubun sorunu Sürdürülebilir Balıkçılık değildir, onlarda bilmektedirler ki stokları arttırmak günümüz bilimsel teknoloji ile mümkün değildir. Onlar açısından yapılması gereken stoklardaki paylarını arttırmak büyümelerinin sürekliliğini saplamaktır. Bu büyümenin kaçınılmaz sonucu ise rakipleri olan diğer Gırgır motorlarının toplam av içindeki paylarının daha da küçülmesi olacaktır. Bu gün ne yazık ki plansız büyümüş ve yüksek işletme giderlerine sahip onlarca belki yüzlerce gırgır motoru iflas etmek durumundadır. Filolun sayıca çoğunlunu ama ekonomik olarak en küçük kesimini temsil eden bu Gırgır avcıları sorunun bir paylaşım sorunu anlamazlar ve bu doğrultuda hak talep etmezlerse bu en büyük avcı/komisyoncu/komisyoncu gurubu tarafından yutulacaklardır.
İşte küçük kıyı balıkçılarının hakça paylaşım talebinin yarattığı tehlike burada açığa çıkmaktadır. Gırgır av filosunun tabanı aynı fikirler doğrultusunda ayrışır ve mücadele etmeye başlarsa kaçınılmaz olarak diğer gurubun büyümesi duracaktır.Bu tehlikeli fikirlerin maddi bir güç haline gelmesinin engellenmesi ise, Küçük balıkçı STK işbirliğinin balıkçılık yönetimine müdahalelerin yok edilmesi ile mümkündür. Cansın’ın programa katılması ile başlayan kepazeliğin sebebi de budur.
Sürdürülebilir bir balıkçılık, sucul kaynakların hakça paylaşımı ve çok paydaşlı demokratik bir balıkçılık yönetimi fikirlerinin kök saldığı zemin Küçük balıkçı STK işbirliği zeminidir. Koca koca adamlar siyasi ve ekonomik güçlerine rağmen bu zeminden korkmakta ve tasfiye etmek için bütün güçlerini kullanmaktadır.
Biz küçük balıkçılar ve STK’lar, Türk balıkçılık reformunun merkezine “geleneksel balıkçılığın oturtulması fikrimizden asla vazgeçmeyeceğiz.Geleneksel kıyı balıkçılarının varlıklarını devam ettirebilmelerinin yegane yolu, stokların ve Geleneksel Kıyının korunması ile mümkündür.

Geleneksel Balıkçılık

Balıkçılık sorunları diye başlayan her tartışma genellikle kirlilik ve aşırı avcılığın stoklar üzerindeki tahribatı ile sınırlı kalır.

Büyüyen tekneler, gelişmiş av araçları, balık bulma ekipmanlarının gelişmiş kapasiteleri bu tartışmaların konuları olmuştur.

Meseleye buradan bakınca doğal olarak problemin çözümüne yönelik tartışmalar da hep yukarıdaki konu başlıklarının etrafında yapılmaktadır. Elbetteki av araç ve gereçlerini, bunları nasıl kullandığımızı ve yöntemlerimizi tartışmalıyız. Ben tartışmaya başlamamız gereken yerin burası olduğunu düşünmüyorum. Bizim tartımaya başlamamız gereken yer balıkçılık politikalarımız ve balıkçılık yönetimimiz olmalıdır.

Konuyu biraz açarsak;
Hepimizin bildiği gibi insanoğlu balık rezervlerinin oluşması konusunda pozitif bir faktör değildir. Bunu söylerken anlatmak istediğim, hayvancılık ve tarımdan farklı olarak avlayacağımız yada toplayacağımız türlerin stoklarını arttırmak konusun da bir katkımız olmadığını söylemek istiyorum. Bizim balıkçılık faaliyetimizin sonucunda stoklar düzenli (hatta çoğu zaman düzensisiz) bir şekilde küçülmekedir. Bu küçülme günümüzde öyle boyutlara gelmiştir ki artık bazı türler tamamen yok olmuştur. İşte bu nedenlerle balıkçılık alanının diğer üretim ve ticaret alanlarından farklı bir yönetim modeline ihtiyaç vardır. Bu yönetim modeli sürdürülebilir bir balıkçılık yönetimidir. Sürdürülebilir balıkçık dediğimiz de ise, tekrarlanan her av sezonu için maksimum avcılık yapmaktan (YAPABİLMEKTEN) bahsediyoruz. Maksimum avın sürekliliğini/sürdürülebilirliğini sağlayacak temel polikaların
belirlendiği süreçlerin ve bunların hayata geçirilmesinde kullandığımız yöntemlerin tamamına sürdürülebilir bir balıkçılık modeli diyoruz.
Günümüz de Türk balıkçı camiası, tamda bu alandan bölünmeye başlamıştır ve bu bölünme hızlanarak artmaktadır. İçine girdiğimiz bu süreç balıkçılarımız ve balıkçılık camiası açısından yeni bir süreçtir. Ne yazıkki balıkçılık bürokrasimiz "sürdürülebilir bir avcılık" doğrultusunda niyet göstermesine rağmen, süreci yönetecek politikaları üretme konusunda yetersiz kalmaktadır.

Sadece bu hükümetin değil (bana göre en iyisidir) gelmiş geçmiş tüm hükümetlerimizin temel sorunu balıkçılığa bakış açılarıdır. Daha net bir ifade ile balıkçılığa hiç bakmamış olmalarıdır. Bir önceki hükümetin bir sonrakine miras bıraktığı hiç bir gelişme ve kazanım olmamıştır. İlk defa bu hükümetin balıkçılık alanında adım atma ve kendinden sonraki hükümetlere bir miras bırakma şansı vardır.

Kıyı balıkçılığı ve küçük balıkçılık;
Balıkçı sektörü içindeki en büyük istihdam alanını küçük balıkçılar oluşturmaktadır. Geleneksel av araçları ile ekosistemin en hassas olduğu alanlarda avcılık faaliyeti yapmaktadırlar. Balıkçılığın başladığı ilk çağlardan bu yana vardırlar ve sürdürülebilir bir balıkçılık yönetiminden çıkarı olan tek balıkçı gurubudurlar. Günlük av hedefleri ve kapasiteleri hiç bir zaman stoklar üzerinde baskı yaratmaz. Yüzyıllardır yaptıkları av nedeni ile stoktan aldıkları miktar doğal süreçler içinde doğa tarfından telafi edilmiştir. Endütriyel av araçları deniz tabanında tahribat ve değişiklikler yaparken geleneksel av araçları asla böyle bir tahribata neden olmazlar. Yine aynı nedenlerde dünyanın ezici çoğunluğunda geleneksel kıyılardaki ticari değerleri yüksek olan türler sadece kıyı balıkçıları tarafından avlanır. Gırgır ve trol'ün tüm dünyada kıyılardan uzaklaştırılmasın sebebi budur. Endüstriyel av araçları bu hassas ekosistemin sürdüğü kıyı şeridinde ağır tahribat yaratırken geleneksel balıkçılık bir tahribata sebep olmamaktadır. Yatırımları ve günlük kazançları küçük olan bu kesim modern balıkçılık polikalarının geçerli olduğu ülkerde korunmakta ve desteklenmektedir. Bizim ülkemizde ise durum gerçekten utanç vericidir. En büyük endüstriyel av araçları ile en sığ sularda avcılık yapmakta, küçük balıkçılarla rekabet etmektedirler. Bir yanda kıyı ekosistemini tahrip ederken diğer yandak sadece bu kıyı şeridinde avlanan küçük kıyı balıkçısının av miktarının sürekli düşmesine sebep olmaktadırlar. Kalkan, kırlangı, mezgit, pisi, dil, mercan, tekir vb. balıklar gırgır motorları tarafından avlanmakta, avladıkları miktarlaın çok üstünde tahribatlara da neden olmaktadırlar. Kıyı balıkçılığının giderek yok oluşunun sebebi endüstriyel av araçlarının kıyılarda yaptığı avcılıktır.

Sürdürülebilir bir balıkçılık yönetine geçiş ve kıyı balıkçıları.

Balıkçılık sorunları ve çözümlerinin konuşmaya başladığımız andan itibaren mevcut durumunun sebeplerini de sorgulam ve tespitler yapmak zorundayız. Stoklardaki bu tahribatın sebebi nedir? Bu soruyu hangi kıyı balıkçısına sorarsanız sorun alacağınız cevaplar benzer cevaplar olacaktır. Gırgır ve trole bağlı olarak aşırı avcılık ve yavru balık avı. Aynı soruyu gırgır vet trol avcılarına sorarsanız alacağınız cevaplar, kirlilik ve trol yada kirlilik ve gırgır avcılığı şeklinde olacaktır. Yine aynı guruplar ile balıkçılığın kurtuluşu tartışmalarını yapmaya başladığınızda, bu sorudan anladıklarının kendi kurtuluşları olduğunu göreceksiniz. Yaşadığımız yakın tarih ve kişisel süreçlerimiz bu örneklerle doludur. Eğer gerçekten sürdürülebilirlik konusunda bir reformdan bahsediyorsak av sahasında başlayacağımız yer, kıyıların endüstriyel ava kapatılması ve av miktarlarının düşürülmesi olacaktır. Bu konuda alınacak (alınması gereken) her karar endüstriyel avcıların muhalefeti ile karşılaşacaktır. Bu karalara sahip çıkan ve destekleyen tek balıkçı gurbu her zaman olduğu gibi yine geleneksel kıyı balıkçısı olacaktır. Çünki sürdürülebilir balıkçılık politikalarından çıkarı olan tek balıkçı gurubu geleneksel kıyı balıkçısıdır ve en büyük balıkçı gurubuda kendisidir.

Yeni dönem,
İleriye doğru baktığımızda ne kadar moralimiz bozulursa bozulsun, başımızı arkaya çevirdiğimiz de ne kadar yol adığımızı görebiliyoruz. İdarenin ayağındaki prangalara rağmen gösterdiği niyet, STK'ların önemli desteği (greenpace 600.000 imza toplamıştı ve tek bir tür için bile olsa Lüfer kampanyası) ve herşeyden önemlisi küçük balıkçının artık yeter demesi. Önce forum, peşine çanakkale ve son olarak foçadan yükselen yeter sesleri ileriye doğru baktığımızda umut veren gelişmelerdir. Yine 3 yıl evvel sezon uzatmasına karşı yapılan kampanyanın başarısı, Ege'nin uluslar arası sularındaki avcılık taleplerine karşı verdiğimiz mücadelenin, ilk yıllında olmasa bile ikinci yılında başarıya ulaşması, bakanlığın yavru balık avına karşı yetersiz de olsa verdiği destek, mücadele potansiyelimiz ve kazanma umudumuz açısından hiç te küçümsenecekm olaylar değildir. Bu yeni bir dönemdir, mücadele potansiyelimizin artığı, saflarımızın genişlediği ve örgütlenme eğilimlerinin yükseldiği bu dönemi iyi kullanabilirsek başarabiliriz.
3 yıl önce küçük balıkçı ayrı örgütlenmeli ve sadece sürdürülebilirlik için değil "sucul kaynakların hakça paylaşımı" içinde mücadele etmeldir diye ortaya çıktığımız da büyük tepki almış ve şiddetle eleştirlmiştik. Bu tepkilerin nerelerden geldiğini tahmin etmeniz için kahin olmanız gerekmiyor. Bizi bölücülükle suçlayanlara verdiğimiz cevap "ayrı örgütlenmenin ayrı mücadele anlamına gelmediğini, ortak mücadeleye kendi örgütlenmemiz ve kendi taleplerimizle katılmak" istediğimizi söylüyorduk.
Kısaca bu yeni dönemin en temel görevi giderek yükselen bu küçük balıkçı muhalefetini önce yerellerde sonrada ülkenin tamamında bir örgütlülüğe taşımaktır. Bu çetin ve zorluklarla dolu bir görevdir. Bir yandan kendi yerellerimizde bu zor işe soyunurken diğer yanda da değişiklik limanlarda başlayan ve tepkilerini ortaya koyan küçük balıkçı muhalefetleri ile bağ kurmamız gerekmektedir.
Balıkçılığımızın geleceği biz küçük balıkçının ellerindedir. Örgütlü bir küçük balıkçı ve diğer paydaşlarının ortak mücadelesi başarabiliriz.

Eşitlik mi adalet mi?

Eşitlik mi adalet mi?

Eşitlik sihirli bir kelimedir, dışarıdan bakıldığında herkesi cezp eder, adalet karşısında eşitlik, özgürlükleri kullanmada eşitlik, kamusal hizmetleri kullanmada eşitlik vs. Oysa özgürlüklerin ve hizmetlerin kullanımı herkes için yasalarla korunmamışsa ve kullanabilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmamışsa bu söylem bir ütopyadan başka bir şey değildir. Eğer bir toplumda ekonomik eşitliği sağlayamıyorsan, özgürlüklerin ve hizmetlerin kullanımında eşitliği sağlayamazsın. Yasalarımıza baktığımızda herkesin seyahat özgürlüğü vardır. Gerçek hayatta ise herhangi bir seyahatin masraflarını karşılayabilenlerin seyahat özgürlüğü vardır.
Adelelet ise eşitlikten farklı bir kavramdır. O olaylara eşitlik gibi soyut bir alandan bakmaz. Hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesini sağlar. Dayandığı kaynak ahlak ve din kurallarıdır. Aristolase'e göre de adalet eşitlik sistemi değildir, güçsüzleri koruyan bir hukuk sistemidir. Bu konuyu daha da uzatabiliriz ama bu sefer de siyaset ve felsefe tartışmaya başlarız.

Balıkçılıkta adalet;
Stokların iyileştirilmesi ve reform sürecinde adalet.

Sucul kaynakların hakça paylaşımı içi boş, ucuz kışkırtma amaçlı bir kavram değildir. Sucul kaynaklardaki tahribatın, yavaşlatılması, durdurulması, iyileştirilmesi, kaynak yönetimi ve paylaşım sürecinde gözeteceğimiz temel anlayışı tanımlar. Bu anlayış sürdürülebilir bir balıkçılık için yapılacak her düzenleme ve reform da adil olmak ve güçsüzleri korumak anlayışıdır. Günümüzde balık stoklarının da balıkçılarımızın da içinde bulunduğu durum hepimizin malumudur. Endüstriyel balıkçı camiasının % 10luk bir kesimini saymaz isek genel olarak bir memnuniyetsizlik ve gelecek endişesi herkesi sarmış durumdadır. Avlanılabilen tür sayısı azalmış, av paylaşımındaki dengesizlik artmış, pazarın ve gelirlerin kontrolü komisyoncuların eline geçmiştir. Bu içinde bulunduğumuz bu durumun sebebi asla geleneksel kıyı balıkçıları değildir. Geleneksel kıyı balıkçıları av metotları ve araçları ile bu tahribatın sorumlusu olamazlar. Bu tahribatın sebeplerini yazmaya kalktığımızda her birimiz aynı sebepleri yazarız. Kıyı balıkçılığı bu sebepler içinde ilk ona bile girmez. Kalkan'ı, Uskumru'yu, Lüfer'i, ekosistemin bulunduğu kıyı yapısı tahribatının da sorumlusu küçük kıyı balıkçısı değildir. Kırmalıklar, mercanlar, tırandillik alanlar tonlarca ağırlıkta kurşun yakası olan gırgır ağları ile tahrip edilmektedir. Dileyen olursa bu tahribatların olduğu lokasyonlarını da söyler, iddiamızı ispat ederiz.
On yıllardır süren bu zalim düzenin mağdurları bellidir. Balık stokları ve tahrip olan kıyı tabanı ile birlikte, bu kıyılarda yüzyıllardır süre gelen geleneksel balıkçılığı. Geleneksel kıyı balıkçılığının tahrip olması ve bu tahribatın sonucunda giderek yok olması ise yüzyıllardır bu balıkçılığı sürdüren geleneksel kıyı balıkçılarının da tahrip olması demektir. Başkaları kar hırsı ile acımasızca canlı doğal kaynakları sömürdüğü, merkezi idarenin bu sömürü sürecine ilgisiz kaldığı için zarar gören bir sosyal gurup bu gün sebep olanlarla aynı kategoride değerlendirilip, aynı bedelleri ödeyemez.
Stok yönetimi yada başka avcılık kısıtlayıcı tedbirler tartışılırken bu tedbirlerin küçük kıyı balıkçılarına da uygulanması gerektiğini söylemek, hatta ima etmek yıllardır süregelen tahribatın ortağı olduğunu söylemek demektir. Küçük kıyı balıkçıları sebep olmadıkları bir zararı tazmin etmeyeceklerdir. Küçük kıyı balıkçıları bir suçun eşit ortakları değil balıkçılık rejimindeki adaletsizliğin mağdurlarıdır.
Kıyı avcılığının günün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiği bu konuda bir ihtiyaç olduğu tartışılamaz. Bu düzenlemeler, tür-zaman yasağı, ağ gözü açıklığı, uzatma ağlarında ağ boyları vs. gibi konularda yapılmalıdır.
Kıyı balıkçılığına kota talep etmek kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Kıyıların korunmasının ve demersal balık stoklarının iyileştirilmesi için başlayacağımız yer Gırgır avcılığının kıyıdan uzaklaştırılması ve yasadışı trol avcılığının kesinlikle engellenmesidir. Trol ağı teknik özelliklerinin (göz açıklığı ve ağ donamı) yeniden düzenlenmesi ve trol av alanlarının ekosistemin korunması gözetilerek yeniden düzenlenmesi bir zorunluluktur.
Kıyı balıkçılığının toplam av içindeki payı % 8 ler seviyesinde iken yapılması gereken onlara kota getirmek değil, bu payın % 15 ler seviyesine acilen çıkarılması için projeler üretmek ve onları hukuki koruma altına almaktır.
Büyük balıkçıların, bize yasak gelecekse size de gelsin, biz tutamazsak size de tutturmayız tehditlerinin giderek arttığı şu günler de, bunlara verilecek tek cevap vardır.
Biz adalet istiyoruz ve alacağız.