30 Temmuz 2014 Çarşamba

Türkiye derin balıkçılığın da sona doğru mu?




Son Orkinos av sezonunda yaşanan yasadışı avcılık olayları tam kapanmak üzereydi ki aniden pandoranın kutusu açıldı ve pislikler ortaya saçılmaya başladı. Bu sefer iş sadece avcılarla da kalmayacak gibi görünüyor. Bu güne kadar hep işaret ettiğimiz semirtme çiftlikleri kaçınılmaz olarak gündeme gelecek  ve biziler belki de ilk defa Orkinos avcılığı ve semirticiliğimizin gerçeklerini tüm çıplaklığı ile gözler önüne sere bileceğiz.

Ne odlu da Mustafa Kokoş konuşmaya başladı

Kokoş Kılıç Balıkçılık ile 5 ton canlı (anaç) ve su yüzeyinden Orkinos yumurtası toplamak için bir anlaşma ve peşin ödeme alarak iş koyulmuş. Bu izin belgesi ile yüzer kafesine canlı Orkinos aktaracak bu balıkları da Kılıç Balıkçılığa teslim ederek yaptıkları sözleşmenin gereklerini yerine getirmiş olacaktı, fakat  (bizim zaten daha önceden bildiğimiz ) dün Kokoş’un anlattıklarına göre olayla böyle gelişmemiş. Yasa dışı Orkinos avcılığı ve ticareti yapanlar Kokoş’u ve bunun bir sonucu olarak Kılıç balıkçılığı dolandırmaya kalkmışlar. Olayların ilk aşamasında Kılıç Balıkçılık savcılığa müracaat etmiş konu adli kurumlara taşınmış ve sonuçta da Kılıç Balıkçılık 5 ton balığını almıştı. 

İşte Kokoş’u konuşmaya iten sebepler burada başlıyor. Olayın iki ayağı var; Kılıç Balıkçılık Kokoş’un da bu oyunun içinde olduğuna inanarak aralarında yaptıkları anlaşmayı bozması ve yapılan ödemelerin iadesini talep etmesi Kokoş’u konuşmaya iten birinci neden. İkinci neden ise, anlaşma yaptığı avcı teknelerinin kendi kafesindeki yaklaşık 90 ton balığı Dardenel’in kafesine aktararak Kokoş’u “halk deyimi” ile çırak çıkartmaları. Üstelik Kokoş bu teknelere 100.000 TL ön ödeme yaptığını söylüyor. Olaya adı karışan 4 avcı motoru var. Bu 4 motorun içinde balığı avlayan motor ise Orkinos avlanma belgesine sahip değil. Uluslar arası sularda her yıl yapılan diğer türler için alınan belgeyle bulunuyor.

Yine Kokoş’un anlatımı ile balığın avlanması şöyle gerçekleşiyor. Yaklaşık 90 tonluk bir sürü tespit ediliyor ve takip başlıyor. Tespit edilen sürü çok seri hareket ettiği için sarma teşebbüsünde bulunulmuyor. Sürü dörder saatlik 3 periyotluk ve üç teknenin takibinde iken hareket sizleşerek avlanmaya hazır hale geliyor ve avlanma ruhsatı olmayan tekne çağrılarak balık avlanıyor .

Konuyu şöyle bir sadeleştirirsek;


  • Kokoş 5 ton için izin almış ve kafesine yaklaşık 90 ton balık aktarmış.
  • Bu balıklar Kokoş başka bir tarafta iken Sahil Güvenlik geliyor denilerek bir Dardanel’in kafesine aktarılmış.
  • Dardanel Libya’dan satın aldığı 41 tonluk kotayı dolduramadığı için bir oyunla bu başlıkları satın almış.
  • Dardenel kafese 41 yerine 90 ton balık atmış
  • Kokoş’un diğer motorların kendisini kandırdığını fark etmesi üzerine Dardenel’den 5 ton balığı Kılıç Balıkçılığa teslim etmek üzere geri talep etmesi ile olaylar çığırından çıkmış.

Bütün bu anlattıklarımın karışık geldiğini biliyorum. Ne yazık ki olay gerçekten karmaşık. Zaten biraz da bu karmaşıklık sayesinde yıllardır Akdeniz’de bu yasa-dışı avcılık belasından kurtulamıyoruz. Uluslar arası ve ulusal kontrol ve gözetleme altında olan bir avcılık tam da kör güzüne parmak dercesine yasadışı bir şekilde yıllardır devam ediyor. Düşüne biliyor musunuz bu kadar kontrol altında yapılan bir avcılıkta Kokoş “gümüşcülük” yapıyor denizde balık topluyor.

Kokoş’un video kayıtları ve beyanları buz dağının görünen parçasıdır. Orta da Kokoş’un anlattıklarından da vahim bir tablo vardır ve biz bu tablo karşısında yıllardır üç maymunu oynuyoruz.


Türk derin balıkçılığı

Kaç yılıydı şu an hatırlamıyorum “Türk Derin Balıkçılığı “ tabirini ilk defa Orkinos avcılığı hakkındaki bir tartışmada kullanmış ve “Orkinos avcılığını kazırsanız altından Türk derin balıkçılığı çıkar” demiştim. İnsanların o anki bakışlarını hala hatırlıyorum anlamadıkları yabancı bir lisanla konuşuyorum gibi gelmişti onlara. Gözümüzün önünde yaşanan ama anlamlandıramadığımız olaylar ve olguları daha iyi tarif edebilecek bir tanımdı benim için. Sadece Orkinos avcılığı ve semirticiliği ile ilgili olmayan birazdan bahsedeceğim “Balık Unu ve Yağı Sanayi” ile çağ dışı “Balık Komisyonculuğu” rejimi de kapsayan bir tanım.

Bir olgu hakkında tanım koymak için o olguyu bütün dinamikleri ile kavramak, anlamak ve tarif etmek gerekir. İşte ancak o zaman önünüzde ki sorunu anlamışsınız demektir. İşte o zaman sorunun çözümü konusunda bir gerçek zemin bulur ve paradigma oluşturabilirsiniz.
Bütün bunları anlatırken kimsenin fark etmediği bir şeyi buldum fark ettim ukalalığı yapmıyorum, amacım bu değil. Sadece bu tanımlamanın ülkemizde sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi ve hatta yönetimi açısından öneminin altını çizmek istiyorum. Evet balıkçılık sektörümüzün son 20 yılda yaşadığı dikey büyüme nedeni ile içerisinden derin bir yapı çıkartmıştır.
Bu yapı Orkinos avcılı ve semirticiliği, Balık unu ve sanayi ile komisyonculuk sistemi üzerinde yükselmiştir. Bu yapı gerek balıkçılık yönetimi gerekse mali denetim alanında bir boşluk yaratmış kendi yarattığı bu boşluk sayesinde ise 20 yıldır her türlü yasal ve mali kontrolün denetiminin dışında varlığını sürdürmektedir.

Kısaca söylemek gerekirse; balıkçılık rejimimiz açısından oluşmuş üç kara deliğimiz vardır ve arık bu gerçeği görmek, masaya yatırmak ve kalıcı bir önlem almak zorundayız. Eğer bu konuda gereken adımlar atılmaz ve kalıcı bir çözüm sağlanmazsa bu kara delik kendi içine doğru çökecek bu çöküş ile birlikte ortada Türkiye balıkçılığı diye bir şey kalmayacaktır.


Derin Balıkçılık Orkinos avcılığı

Ülkemizde Orkinos balığı bir sanayi ham maddesi olarak algılanmış ve bunun sonucunda da semirtme çiftliklerinin doğal kaynakları olarak görülmüştür. Neredeyse algılarda balık olarak avlanmaktan çıkan Orkinos balığı uzunca bir süredir denizden toplanan canlı kaynak kapsamındadır.
İşte bu canlı kaynak toplayıcılığı sisteminin ihtiyaçları göz önüne alınarak yapılan düzenlemeler Orkinos avcılığında resmi bakışı değiştirmiştir. Bu değişim sonucunda Orkinos avcılığı kendine bir hoş görü alanı bulmuş bu alanı suistimal ederek ülkemizi belki de Akdeniz’in  en büyük kaçak avcısı haline getirmiştir. Şüphesiz otoritenin Orkinos avcılığına gösterdiği hoş görünün arkasında bu sektörün yaptığı ihracat yatmaktadır. Unutulmamalıdır ki ihracat yapıyor olmak asla yasa dışı faaliyetlerin görmezden gelinmesinin sebebi olunamaz. Esrar, Eroin, diğer kimyasal uyuşturucular ve benzerleri de önemli yasa dışı ihracat kalemlerindendir. Ülkemize döviz getiriyorlar diye bu ticareti görmezden gelemeyeceğimiz gibi balıkçılıkta da her türden yasa dışılığı görmezden gelmek gibi bir hakkımızdır yoktur. Suç hangi alanda olursa olsun suçtur ve ortada bir yasa varsa uygulanmalıdır.

Orkinos avcılığında bu derin yapı nasıl çıktı?

Bu derin yapının ortaya çıkışının birinci sebebi yukarıda anlattığım bakış açısı ve adil olmayan kota paylaşımıdır. Kota paylaşımı yapılırken yaşanan rezalet bu konuları takip eden herkesin bilgisi dahilinde dir. Yukarıda bahsettiğim sakat bakış açısıyla “çiftliklere ham madde” sağlamak için sadece Gırgır avcılığına izin verilmiş yüz yıldır olta, parakete, uzatma ağları vs. ile avlanan küçük ve orta ölçekli balıkçılar görmezden gelinmiştir.  Avcılık gelirlerinde yatay paylaşım yerine sermaye birikimini hedefleyen bu yaklaşımın sonucunda gelirlerde dikey bölünme yaşanmaya başlanmıştır. Mevcut sistemde gelirlerde en büyük pay çiftliklere aksa da çiftlik çiler sayesinde filoya verilen milyon dolarlık borçlar filo da öz kaynağa dayanmayan bir büyümeye sebep olmuştur.
İşte buradan palazlanan avcı gurupları artan kapasiteleri ve güçlenen mali yapıları ile ulusal sulardaki balıkçılıkta filonun kalanına büyük bir üstünlük sağlamış ve kendisi ile rekabet edemez hale getirmiştir. Bu tekneler sahip oldukları donanım ve kapasiteleri sayesinde, Palamut, Lüfer ve Hamsi gibi büyük stoklar oluşturan türlerin avcılığında haksız rekabete sebep olmaktadır. Geçmişte 150-200 motor tarafından paylaşılan av miktarı günümüzde 10-15 motor tarafından paylaşılmaktadır.

Özetlemek gerekirse, Orkinos’tan lotarya geliri alanlar ülke balıkçılığından da pastanın büyük dilimini almaktadırlar.

Çiftlikler yada semirticiler

Bu piramidin tepesini çiftlikler oluşturmaktadır. Güvenilir bir kayıt sisteminin olmadığı, kafes denetimlerinin yapılmadı/yapılamadığı ve günün ihtiyaçlarına cevap veren yasal düzenlemelerin bulunmadığı bu alanda çiftlikler “yağma hasanın böreği” gibi üretim ve ticari faaliyetlerde bulunmaktadır. Günümüzde balıkçılık bürokrasimiz kafeslerdeki balığın gerçek miktarını bilmemektedirler. Beyana dayalı bir sistemimiz vardır ve bu sistem yıllardır suistimal edilmesine rağmen görmezden gelinmektedir.
Yine herkes tarafından bilinmektedir ki İCCAT gözlemciliği bizim ülkemizde ( başka ülkeleri bilmiyorum ) bir işe yaramamaktadır. Resmi otorite son noktada kendi dalış ekiplerini oluşturmalı kafeslere taşınan balığın miktarını kendi tespit etmelidir.

Yasa dışı bir alanda elde edilen mali güç ile ülke balıkçılığının baskı altına alınmasının en önemli sebeplerinde birisi orkinos avcılığı ve semirticiliği sektörüdür ve bu alanda gereken önlemler acilen alınmalıdır.
Gelirler de haksız paylaşıma, bunun bir sonucu olarak haksız rekabete sebep olan kota sitemi yenden masaya yatırılmalı adil ve vicdani bir çözüm bulunmalıdır.

Çağdaş bir ülkede ayrıcalıklı zümreler olamaz üstelik bu ayrıcalıklı zümreler başkalarına zarar veriyor, onları da yası dışılığa itiyor ve bir sistemi batışa doğru sürüklüyorsa hiç olamaz.


Derin Balıkçılık ve Hamsi avcılığı

Dikey büyümenin yaşandığı ve buna bağlı olarak kontrolsüzlüğün geliştiği ikinci kara delik burada oluşmuştur. Bu kara deliğin beslendiği alan Hamsi avcılığına bakıştaki hatalı temel yaklaşımdır. Aynen Orkinos balığında olduğu gibi Hamsi balığı giderek gıda olma işlevini yitirmeye başlamış bir sanayi ham maddesine dönüşmüştür.  Sanayinin ham maddeye ihtiyacı vardır ve bu ham maddenin aşırı ucuz olması gerekmektedir. İşte bu noktada derin yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Hammad denin ucuza mal edilmesinin tek yolu vardır. Pazara arzın kapasitenin çok üzerine çıkarılması ve balığın pazarda para etmez hale getirilmesi. Satılamadığı için hallerde denize dökülen balıkları hepimiz hatırlıyoruz işte bu aşamada birileri çıkar ve derki; dökmeyin bana getirin balığı. Kasa parası yok, nakliye yok ben 30-40-50 krş veririm.   Filoda dikey büyümeyi besleyen sistem geri beslemeli bir şekilde sanayinin büyümesini beslemekte Hamsi avcılığı gelirlerinde dikey bölüşümü sağlamaktadır.

Yine Orkinos avcılığında olduğu gibi bu alanda da avcı gemileri kapasiteleri ve elektronik donanımlarında da bir dikey büyüme yaşanmış, bazı motorlar sezonda 1000 tonu tamamlayamaz iken filonun küçük biz azınlığını oluşturan tekne gurubu toplam avın neredeyse yarısını yapmaktadır. Orkinos avcılığı ile bir başka benzerlik ise sektörün bu alanında da avcıların sanayiye mali bağımlılığıdır. Balıkçılar sıcak para ihtiyaçlarını fabrikalardan karşılamaktadır ve bu borçlar asla bitmemektedir. 
Sanayinin Hamsi avcılığına bir başka olumsuz etkisi ise balıkçılık gelirlerinin çalışanlarla (tayfa) paylaşılmasında ortaya çıkmaktadır. Büyük buzhane kapasitesi olan avcılar ve avcı gurupları balığı buz hanelerine atmakta tayfa payını da fabrika fiyatları üzerinden hesaplamaktadırlar. Buzhaneye atılan 10 kg lik bir kutu hamsi 5 tl fiyat üzerinden satışlara girilmekte bir iki ay sonra aynı balık 30-40-50 tl gibi fiyatlarla pazara sürülmektedir.

Bu sistemin beslendiği en önemli alanlardan bir diğeri ise yine aynen Orkinos avcılığında olduğu gibi kayıt dışılığın önüne geçilememe sidir. Türkiye balıkçılığında rakamlar üzerine konuşmak büyük bir safdilliktir. Bunun farkında olan TUİK resmi kayıtlar yerine anket yöntemi ile istatistik çıkartmaya çalışmakta ama gerçek rakamları yakalama konusunda asla yeterli performansı gösterememektedir. Jurnalini doğru tutmayan birinden anket yoluyla doğru  rakamları alacağını ummak nasıl tanımlanır bilmiyorum. Ayrıca, filonun önemli bir kısmı gerçekte tuttuğu miktarı da bilmemektedir. Birazdan komisyonculuk sisteminde buna değineceğim.




Derin Balıkçılık Komisyoncular

Balıkçılık rejimimizin üçüncü kara deliği çağ dışı komisyonculuk (kabzımallık) sistemimizdir. Özellikle orta ve büyük ölçekli balıkçılar üzerinde bir karabasan gibi duran çağ dışı bir yapı. Bu yapı örtülü tefecilik, mali sistemde kayıt dışılık ve filonun yasa dışı ava itilmesinin en önemli sebeplerinden birisidir. Hamsi ve Orkinos avcılığında olduğu gibi pazara balık arzında da bir dikey büyüme yaşanmış ve  (özellikle İstanbul merkezli olmak üzere) komisyoncu sayısı azalmıştır. Bu durum “serbest piyasa” veya “serbest rekabet” ile açıklana bilinecek bir durum değildir. Kayıt dışı işlemin egemen olduğu hiçbir piyasada serbest rekabetten bahsedemeyiz. 

Mevcut sistem balıkçıyı kontrol almış kelimenin gerçek anlamı ile kendisine bağlı balıkçıların avcılığını yönetir hale gelmişlerdir.  Resmi otorite, Su Ürünleri Kanunu ve Tebliğlerin devre dışında kaldığı bir sistemden bahsediyoruz. Borçlu balıkçı için komisyoncunun talimatı her türlü yasa ve yönetmeliğin üzerindedir. Bir komisyoncu balıkçısına avla ve getir/yolla diyorsa balıkçının yapacağı bir şey yoktur. Komisyoncunun talimatına uymak yasa-dışı da olsa balığı avlamak zorundadır.

Günümüzde balıkçılığın derin yapısının dışında kalan filonun yarısından fazlasının komisyoncu ipoteği altında olduğu bir gerçektir. Üstelik bu ipotekli teknelerde önemli bir bölümü tekne ederinin üzerindedir. Her şeyini kaybetmiş ve kaybetmek üzerine olan bir balıkçı resmi otoriteye ve yasalara değil komisyoncuya boyun eğmektedir. Avcılık faaliyetlerinin belirlenmesi ve yönetilmesinde egemen otorite uzunca bir zamandır komisyoncu iradesidir.





Sonuç Yerine


Karadelik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddi oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir.


Balıkçılığımızın bu üç büyük kara deliği aynen astrofizikte olduğu gibi balıkçılık alanındaki her türlü geliri kendi içine çekmektedir ve bu çekim giderek artmaktadır. Bu mevcut rejim sayesinde Türkiye sularında yapılan ticari avcılık faaliyetleri bir sermaye birikim modeline dönüşmüştür. Bizim ülkemizde balıkçılık; gıda güvenliği ve sürdürülebilirliği, istihdamın ve toplumsal gelirin tabana yayılması, sucul ekosistemin sürdürülebilirliği ve “sürdürülebilir balıkçılık yönetimi” gibi değer ve parametrelerden yoksun hale gelmiştir.

Ne yazık ki bu ülkede başta resmi otorite olmak üzere hiç kurum ve kuruluş avlanan/toplanan canlı sucul kaynak miktarını bilmemektedir.  

Neleri Bilmiyoruz ;

  • Bu ülkede buzhane kapasitesi bilinmemektedir
  • Bu ülkede Buzhanelerde  ki balık türleri ve miktarları bilinmemektedir
  • Bu ülkede avlanan Hamsi miktarı bilinmemektedir
  • Bu ilkede işlenen Hamsi miktarı bilinmemektedir
  • Bu ülkede avlanan Orkinos miktarı bilinmemektedir
  • Bu ülkede kafeslerde semirtilen Orkinos miktarları bilinmemektedir
  • Bu ülkede diğer türlerin miktarı bilinmemektedir
  • Bu ülkede gerçek ticari balıkçı ve balıkçılık çalışanı sayısı bilinmemektedir
  • Bu ülkede amatör balıkçı sayısı bilinmemektedir
  • Bu ülkede amatör avcının avladığı balık türleri miktarları bilinmemektedir
  • Bu ülkede balıkçılığın yarattığı gerçek katma değerin parasal karşılığı bilinmemektedir
  • Tüm dünyada yasa dışı avcılar teşhir edilirken bu ülkede kimlerin yasa dışı avcılık yaptığı bilinmemektedir.

Bu listenin eksikleri olabilir ve tamamlanmaya açıktır. Bizim açımızdan önemli olan; bu listede ki eksikler sayesinde ortaya çıkan ve yanlış kanaat yapıları ile de büyüyen bu kara deliklerin bu eksiklerin giderilmesinde ki en büyük engel oluşudur.

Bu kara deliklerin oluşması ve giderek büyümesinde ki temel bir başka sebep ise siyasal iktidarların hatalı kanaat yapılarıdır. Bu hatalı kanaat yapısının beslendiği nokta Orkinos ve Balık Unu sanayinin ihracat yapıyor olmasıdır. Bu hatalı bakış çoğu zaman balıkçılık bürokrasisi üzerinde baskı oluşturmakta faaliyet ve görevlerini kısıtlamaktadır. Hiç kimse Orkinos avcılığında başka ülkelerin yasa dışı avcılığını göstererek kendi ülkemizde kileri meşrulaştıramaz. Bir kez bu yola yasa dışı avcılıkla mücadeleyi tümden kaybederiz.
Oltacının ağcıyı, ağcının trolü, trolün gırgırı v.b. işaret ettiği bir sistem de yasa dışı avcılıkla mücadele mümkün olmayacaktır.

Mevcut sistemin sonuçlarından birisi olan balıkçılık gelirlerinde dikey paylaşımın önüne geçilmesi ancak gelirlerin adil paylaşımı için gereken hukuki önlemlerin alınması  ile mümkündür. Bu konuda başlamamız gereken yer ise dost düşman herkese karşı boynumızı büken çarpık kayıt sistemimiz veya bir kayıt sistemimizin olmayışıdır. SUBİS belli bir noktaya gelmiştir yapmamız gereken sadece kayıt dışılığa gerçekten ağır cezalar getirmektir.

Balıkçının kendisinden başka herkesin para kazandığı bir balıkçılık ekonomimiz var. Bir an önce çarpık hal ve komisyonculuk yapımızın tasfiye edilmesi ve balık arzında balıkçı örgütlerinin söz sahibi olduğu bir yapıya geçmemiz gerekmektedir.  Başlamamız gereken yer filonun borç envanterini çıkarmaktır. Bu envanter çıkarıldıktan sonra hiç bir komisyoncu alacak iddiasında bulunamalı ve gerekirse bu borçların ziraat bankasında merkezileştirilerek balık “tefeci” (komisyoncu) baskısından kurtarılmalıdır.

Büyük stok oluşturan türlerde taban ve tavan fiyat belirlemesi yapılmalı hem tüketici hem balıkçı balığın kaç olacağını sezonun başında bilmelidir Bu sistemin işlemesini sağlayacak olan, merkezi otorite ve çıkaracağı yasal alt yapıdır,



Mustafa Kokoş’un iddiaları ve kanıtları neler getirecek bunu ilerleyen günlerde göreceğiz. Biz ne kadar kızsak ne kadar tepki gösteride çıktı ve açık açık konuştu. Üstelik bunu sürdürülebilir balıkçılık adına yapmadığını zarara uğradığı için yaptığını da bütün samimiyeti ile anlatıyor. Ortada kirli bir sistem var ve Kokoş fırsatları değerlendirerek para kazanmak istemiş. Kendisine oyun oynanınca da çarşafı çekti ve pisliği ortaya döktü. Eğer bu yaptığı hareketin arkasında durur sonuna kadar giderse bu kara deliğin tasfiyesi uğruna çaba harcarsa sadece memlekete hizmet etmiş olmaz kendisi hakkında oluşmuş imajı da çöpe atar.

Peki bu rezilliğin tasfiyesi için sadece Kokoş’un kararlılığına mı muhtacız?

Resmi otorite hatta siyaset bürokrasisi ne yapacak bunları zaman içinde ve hep birlikte göreceğiz

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Sosyal Medya Maymunları






Dijital Devrim insanlığın Sanayi Devrimden sonra yaşanan ikinci büyük sıçramadır. İlk zamanlarda kablosuz iletişimin endüstriyel uygulamalar konusunda ki sonsuz ve ucuz maliyetli uygulamaları ortaya çıktı ve haberleşme, uzaktan kontrol, telemetri ve benzer uygulamalarda büyük patlamalar yaşandı.  Teknoloji ve bağlı olarak sanayi alanında ki değişiklikler bu yazının konusu değil. Ben esas olarak bu sürecin sonunda ortaya çıkan Sosyal Medya ve yarattığı olanaklarla Sosyal Medyanın gençlik dönemi hastalıklarının sosyal hayatımıza ve Sivil Toplum faaliyetleri üzerindeki etkileri üzerine bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Yazıyı bağlayacağım yer ise balıkçılık mücadelesi ve bu mücadelenin aktörleri üzerinde ki etkileri.

Sosyal Medya 21. yüzyılda kitle iletişiminin en etkin unsuru olarak damgasını vurdu. Bir blog, bir forum ya da benzeri bir mecra doğru kullanıldığında ve etkili içerikle doldurulduğunda büyük masraflarla çıkarılan bir çok dergi ya da gazetenin tirajına ulaşabiliyor. Bireyler veya bir amaç etrafında toplanmış guruplar seslerini (fikirlerini ) normal koşullarda ulaşamayacakları sayıda insan ulaştırabiliyor. Evet içine girdiğimiz bu döneme kitle iletişim çağı desek çok abartmış sayılmayız. Henüz gerçek anlamda öngörülemeyen olasılıkları ve olumsuzları olan bu yeni olgunun yaşadığımız kısa döneme dair sonuçları üzerinden birkaç laf etme zamanı geldi diye düşünüyorum.

İnsanlar (bir kısım ) bu sanal dünyada bir klavye bulup bir monitör arkasına geçtiklerinde her istediklerini yapabileceklerini, dünyalar yıkıp yeni dünyalar kurabileceklerini zannediyorlar. Yönetimleri deviriyorlar yasalar yapıyorlar ya da toplumu değiştirebileceklerini zannediyorlar. Yanılıyorlar; eğer hayatın içinde değilsen bir eylemin yoksa değiştirmek istediğin olguların iç dinamiklerinden habersiz isen sosyal medyada varacağın yer ya maniple edilmektir ya da değiştirmek istediklerinin, karşı durduklarının hatta savaştıklarının yanına düşmektir. Bu öyle bir sondur ki bu noktaya nasıl geldiğini içine düştün bu pislik çukurunu nereden bulduğunu kendinden de anlayamazsın.
Bu uzun girizgahın amacı tam da bu noktadır. Sürdürülebilir ve sucul kaynakların hakça paylaşımı mücadelesi için yola çıkan ( samimi ya da gayrı samimi )  kişilerin günümüzde içine düştükleri durum ve o sözde savundukları fikirlere verdikleri zarardır. O fikirleri için mücadele eden birey ve kurumlara karşı yapılan iftiralar, hakaretler kısaca söylemek gerekirse “itibar cinayeti” teşebbüsleri.
Bu mücadeleyi ve bizleri takip edenlerin önemli bir bölümü bilir ki bu itibar cinayetlerinden nasibini almış insanların başında gelmemize rağmen bunlara cevap vermeyi hem kendimize hem de paydaşlarımıza zül saydığımız için hiçbir zaman polemiğe girmedik. Mücadelenin en kritik süreçlerinde yapılan saldırılara hiç cevap vermedik. Bize dair yapılan girişimlere  bundan sonra da aynı çizgiyi koruyup cevap vermeyeceğiz.
Bize yapılanlara cevap vermeyeceğiz dememiz her yapılana cevap vermeyeceğimiz anlamı taşımıyor. Daha asçık söylemek gerekirse derneğimiz ve unsurlarına yapılan bu saldırılara cevap vermeyeceğimizi kast ediyorum.

Zor koşullar altında varlığını sürdürmeye çalışan kooperatiflerimiz, birliklerimiz, SÜRKOOP ve bu kurumları temsil eden şahıslar adına yapılan çirkin kampanyalara, utanmadan söylenen yalanlara, atılan iftiralara ve itibar cinayetlerine sessiz kalmak artık mümkün değildir.

Kişiler ve kurumlar eleştirilmez değildir. Haksiz bir eleştiri bile hiç eleştiri olmamasından iyidir ve ihtiyacımız olan şeylerden birisi hiç şüphesiz eleştiri öz eleştiri kültürünün kurumsallaşmasıdır.
Bütün bunları bizim mücadelemizin alanında durmaya çalışan ama bu mücadelenin gerçek faaliyet alanında bulunmayan karar alınan, kararlara etkili olan ya da sorunların masaya yatırılıp olası bir çözüm konusunda fikir üretilmeye çalışılan hiçbir toplantıya katılmayan “sadece sosyal medyada” varlık gösteren sayıları sabit ama yapıları dinamik ( bunların içinde kimin kiminle olduğu belli değildir) bir gurup insan yapmaktadır.

Diğer bir başka konu ise balıkçılık camiamız sürdürülebilir balıkçılık konusunda bir bölünme yaşamış ve bu bölünmede mevcut durumun değişmesine itirazı olanların bir direnme noktası olarak sürdürülebilir uygulamaları savunanları itibarsızlaştırmaya seçmişken sözüm ona bu sürdürülebilirlik yandaşları aynı cephede saf tutarak yukarıda saydığım silsile içinde tüm paydaşlarımıza ve balıkçı temsili yetine saldırmaktadırlar.

Yeni av sezonunun yaklaştığı bu günler de İstanbul merkezli Gırgır avcılarının derinlik yasağı zamanın yeniden düzenlenmesi konusunda merkezi otoriteye yönelik hazırlıkları camiadaki herkesin malumudur. Üstelik bu taleplerin gerçekleşmesinin yegane garantisinin olarak karşıt seslerin susturulması gerektiğine inanan bu yüzden de sürekli başta SURKOOP olmak üzere İst Birlik ve STK’ları hedef alanlarla (bireylerin niyetleri ne olursa olsun) iş birliği görüntüsü verenlere bu yıl bir de dernek katıldı. Poyrazköy’de kurulu bulunan bu derneğin sosyal medyada bulunan sayfasında  misina ağ yasağı kast edilerek Surkop nerede neden bu konuda devreye girmiyor, görmüyormu,küçük balıkçı bitti . eğer imza koymasaydı küçük balıkçı bu hale düşmezdi, bakanlığa bu konuda neden yazı yazmıyor ozaman balıkçıların mağduriyetini ve zararlrını ödeyeceksin.denmektedir.
Söz konusu gurupta bu postun altına iki kez SURKOOP hangi kararın altına imza koydu diye sormama rağmen cevap alamadım. Zaten soruyu sorarken bu soruya bir cevap alamayacağımı bilerek sordum. Göz göre göre atılan bir iftirayı açıklamanın mümkün olmadığını bilerek sordum.
Ya kendi cehaletlerinden ya balıkçının cehaletine güvendiklerinden ya da en temel insani değerlerini yitirdiklerinden olsa gerek kooperatifler merkez birliği ile Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünü birbirine karıştırıp bu karışıklıkla da yetinmeyip balıkçının kafasını karıştırmaya çalışıyorlar.

Misina ağ yasağına karşı olan ve tüm platformlarda bunu savunan birisi olarak söylüyorum, SURKOOP değil misina ağ balıkçılıkla ilgili hiçbir karara imza atamaz. SÜRKOOP bağlı birliklerin görüşlerini ve taleplerini genel müdürlüğe taşımak ve sunmakla yükümlüdür. Keşke bu kararlarda SURKOOP’un onayı gerekiyor olsaydı ama ne yazık ki böyle bir durum söz konusu değil.

Peki bu kadar ciddi bir sahada faaliyet yapmaya soyunan bir dernek bu kadar basit bir gerçeği bilmiyor olabilir mi?
Evet Poyraz Köy Tülina ve Kılıç Balığı Avcılığı Derneği  bir açıklama ve sonrasında bir özür bekliyoruz.

Adınızı Sosyal Medya çöplüğüne yazdırıp yazdırmayacağınıza siz karar vereceksiniz.

Not: İnternete girmeyen üyelerinizin olduğunu bildiğim için bu yazıyı derneğinize elden ulaştıracağım bilginiz olsun.