8 Aralık 2021 Çarşamba

Susturamazsınız!

 

İmaj olarak küçük kayık resmi de pek anlamlı olmuş :)

"Siz siz olun balıkçılık ve balıkçı hakkında yalan yanlış yorum,küfür v.s yapmamaya çalışın derim, DEMBİR yani sektörün avukatları izliyor ve yakında davaları açıyor..önceden uyarmadı demeyin.."


Yukarıdaki mesaj Gırgır avcılığı yapan ve aynı zamanda büyük balıkçının sektör örgütü olan DEMBİR'inde yöneticisi olan Murat KUL tarafından tweetter'da paylaşıldı. 

Murat KUL beyefendi bir adamdır. Sesni yükseltmez, hakaret etmez toplantılarda bağırıp çağırmaz. Murat KUL  camianın eğitimli ve akıllı adamlarındandır. Olan biteni bilir ve tehlikeyi görür. Ve yine uzun zamandır "en büyük meselenin büyük ölçekli avcılık ve balıkçılık sorunlarının kamuoyu önünde tartışılması" olduğunu bilir. Bilir ki balıkçılık kamuoyu nezdinde tartışılırsa idare üzerinde baskı oluşur. Büyük balıkçı idare üzerinde sivil toplum baskısı oluşmasını istemez. Onların kendi siyasal ilişkileri ile  (ve onların üzerinden) yaptığı lobi faaliyetleri etkisiz kalabilir bu durumda. 

Hiç unutmam 2011 yılında deniz ticaret odasında yaptığım bir konuşmadan sonra salon karışmış ve KUL yanıma gelerek "ağabey neden medya önünde tartışıyoruz kendi aramızda konuşalım bu konuları" demişti. Bu konuşmayı şu an hatırlar mı bilmem ama gerçekten hoşlarına gitmeyen tek şey balıkçılık sorunlarının kamuoyu gündemine taşınmasıydı. Anladığım kadarı ile de o günden bu güne değişen tek şey çıtayı yükselterek kamuoyunu mahkeme ile tehdit etmek olmuş.

Peki balıkçılık sektörünün en küfürbaz en lümpen kesimi olan Gırgır avcılarının (içlerinde çok sevdiğim ve saygı duyduğum az sayıda reisi tenzih ederim) yaklaşık 10 senedir gerek toplantılarda gerek sosyal medyada alenen ettikleri küfürlere attıkları iftiralara hiç ses etmişler mi. Kendi aralarında yaptıkları konuşmalar beni ilgilendirmiyor ama çıkıp alenen ayıptır demişler mi kendileri adına olmasa da sektörleri adına özür dilemişler mi?

Hayır bunu yapmadılar. Sürdürülebilir balıkçılık  ve geleneksel balıkçılığın korunması noktasında yazdığım her yazıdan yaptığım her konuşmadan sonra gerek sosyal medya üzerinden gerekse toplantılarda her türlü iftira ve hakarete maruz kaldığımda ben ne KUL'u ne bir Gırgır reisini nede meslek örgütünü ortada görmedim. Eğer çok sıkışırlarsa sığındıkları tek argüman " biz balıkçıyız bü yüzden de kaba adamlarız bizim konuşmamız böyle" argümanı olmuştur.

Onlar kaba birer balıkçı olduğundan istedikleri gibi konuşma özgürlüğüne sahiptirler. Lakin Geleneksel balıkçı ve sivil toplum konuşamaz. 

Yukarıdaki mesaj sadece küfürle ilgili olsaydı cevap yazmaz geçer giderdim. Lakin küfürle sınırlı değil. Virgülden önce yazdığı "balıkçılık ve balıkçı hakkında yalan yanlış yorum" yapmayın lafı kendini ele veriyor. 

Ben her vatandaş balıkçılık hakkında konuşmalı diyorum. 

Tek istisna hakaret ve küfür. Onu da Murat KUL'un temsil ettiği camia en geniş anlamıyla yapıyor.

KUL'a önerim işe kendi mahallesinden başlamasıdır. 

Başarılı olduğu taktirde sektöre çok büyük hizmeti geçmiş olur.

Hadi KUL sektörü küfürbazlardan, kabadayılardan ve serserilerden temizle.

Ben seninleyim.


16 Kasım 2021 Salı

Uskumruyu korumak.



Son yıllarda Güney Marmara ve Kuzey Ege'den Marmara denizine ciddi sayılabilecek miktarlarda balık girişi var. Son iki senedir ise bu balıkların Marmara denizinde yumurta yaptıklarına şahit oluyoruz. Yumurtlayan türler ise Sinarit, Kalamar ve Uskumru. Hal böyle olunca Marmara denizinde yasa dışı avcılık ile mücadele daha da önem kazanıyor. Yeni giriş yapan türlerin üreme ve beslenme sahalarının korunması ise daha önemli hale geliyor.

Bu yazının sebebi ise tamda böyle bir neden. Bu sene Marmara denizine yumurta döken ve bu yumurtalardan çıkan Uskumru yavrularının korunması noktasında nerede olduğumuzu tartışmak. İlişikte fotoğraflarını gördüğünüz Uskumru yavruları ortalama 11-12cm boyunda. Dün akşam Marmara denizi İstanbul Adaları mevkiinde "İstakoz Balıkçılık" tarafından avlandı. Karaya çıkarılan miktar ise yaklaşık 700 kutu civarında. Kabaca 1.5 tona yakın Uskumru yavrusundan söz ediyoruz. İstanbul'un Lüfer balığından sonra en en efsane balığı Uskumrudur. Ne yazıkki 60lı yıllardan bu yana nadiren görülen son bir kaç yıldır hatırı sayılır miktarlarda Marmara'ya giren ve nihayetinde de burada yavrulayan bu balığı gerçekten korumak istiyormuyuz.

Bu miktarda yavru balık avlayan ve onu denize salmak yerine karaya çıkaranların böyle bir derdi yok. İstakoz motoru zaten geçmişi belli olan bir motor. Tuzla ve Bostancı arasında yasak yerlerde avlanmaktan Soğanlı içinde lamba yakmaktn vazgeçmeyen bir Gırgır reisinin Uskumru neslini düşünerek hareket edeceğini sanmak saflık olurdu.

Benim merakım başta İstanbul İl müdürlüğü olmak üzere bölgede avlanan diğer Gırgır motorlarının ve küçük balıkçı kooperatiflerinin ne yapacağıdır.  Bu eşkiya bozuntusu Gırgır reisinin yaptıklarının yanına kar kalıp kalmayacağı daha da  önemlisi bu motorun yasadışı avcılığa devam edip etmeyeceğidir. 

Ben bu gün burada İstakoz Balıkçılık gırgır motorunun teşhiri ile ilan ediyorum ki hem bireysel hem de kurumsal olarak bölgemizde yasa dışı avcılıkla mücadelemizde ödün vermeden devam edeceğiz. 

Ve yine buradan ilan ediyorum, İl Müdürlüğü mevcut kadro yapısı ile bu işin altından kalkamaz. Acilen kadro takviyesi yapılmalı yasa dışı mücadelede öncelikler tespit edilerek harekete geçilmelidir. 

Biz buradayız ve muhatapların tepkilerine göre anlatmaya devam edeceğiz.

Not: İstakoz seni tanıyor ve biliyoruz. Sen de bil ki peşinde olacağız.






2 Ekim 2021 Cumartesi

Marmara'nın İstavriti hastamı?

 

Hidrobiyolog Levent ARTÜZ’ün birartıbir sitesine verdiği röportaj ve bu röportajdan dayanarak İsmet BERKAN’ın “ Siz siz olun, Marmara’da tutulmuş balıkları yemeyin” manşeti ile çıkan yazısı sosyal medyada bir fırtına değilse de orta kuvvette bir rüzgara sebep oldu. Aşı olup olmamanın bile tartışıldığı bir psikolojik ortamda “balıkta pandemi” haberi doğal etkisini gösterdi. Aracısız satış yapan küçük balıkçı kooperatifleri günlük ve akvaryumda canlı muhafaza ettikleri balıkları bile satamaz hale geldi.

·         Levent ARTÜZ gündeme tutunarak var olmaya daha doğrusu kendisini görünür kılmaya çalışan birisi. Zaman zaman Marmara’da 5 metreden sonra yaşam yok diye iddialarda bulunan (ben o sırada 100m derinlikte Kırlangıç 200m derinlikte bakalyoz avlıyordum)

  • ·         Marmara’da trol avcılığına izin verilmesini savunabilen ve babası İlham ARTÜZ’ün zamanında Hidrobiyoloji enstitüsünün yürüttüğü MAREM projesini devam ettirebilmek için sağda solda fon arayan bir isim.
  • ·         Lüfer avlama boyu kampanyaları döneminde bu kampanyalara karşı çıkan bir isim.
  • ·         Projesine Yalova’da kurulu bulunan (ama Marmara’nın kıyılarında asla olmaması gereken) AKKİM kimya fabrikasını proje ortağı yapabilecek kadar da umarsız bir isim.

Artüz’ün bu son çıkışı tanıyanlar tarafından şaşırtıcı olmadı. Hatta temel gazetecilik prensibi olan "haberi farklı kaynaktan doğrulama" ilkesini bir türlü öğrenemeyen Berkan’ın haberi de şaşırtıcı değil.  Şaşırtıcı olan birkaç haftadır çeşitli kaynaklardan Marmara denizinde avlanan balıklar hakkında şüphe uyandırmayı amaçlayan haberlere rağmen balıkçılık yönetiminden sorumlu olan Tarım Bakanlığı ve Balıkçılık meslek örgütleri olan Kooperatifler ve onların birliklerinin sessizliği oldu.

Balıkçılığın ekolojik ve sosyoekonomik olarak sürdürülmesinden sorumlu olan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü olan bitenin farkında bile olmadı. Kanunla sorumlu kılınmasına rağmen günlerdir kamuoyuna tek bir açıklama yapılmadı. Yine Tarım Bakanlığına bağlı bir diğer sorumlu kuruluş olan Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü de tek açıklama yapmadı. Oysa her hafta 5 ayrı noktadan alınan balık numuneleri tahlil edilmekte ve balığın toplum sağlığı açısından denetlenmesine rağmen bir açıklama yapmadılar.

Yapmaları gereken Marmara denizinin balıkları toplum sağlığı açısından sorunlu ise Marmara’yı ava kapamak değilse bu bilimsel ciddiyetten yoksun spekülasyon olmaktan öteye gitmeyen açıklamalara cevap vermektir. Bu cevabın tek yolu da yapılan analizlerin sonuçlarının düzenli olarak kamuoyu ile paylaşılmasıdır.

Bütün bu olayların etkisi halk sağlığı yada halkın sofrası ile sınırlı değil. Bu sorumsuz spekülasyondan çok olumsuz etkilenen bir diğer kesim ise Marmara’nın küçük ölçekli balıkçıları oldu. Günü birlik balıkçılık yapan neredeyse çalıştığı günlerde evine ekmek götürebilen bu balıkçılar 2 yıllık pandemi sürecinin olumsuz ekonomik etkilerinden henüz kurtulmadan avladıkları balıkları satamaz hale geldiler.

Kapıda bekleyen bir başka tehlike ise Kasım ayından itibaren Müsilajın tekrar başlama ihtimali. Ne yazık ki bu konuda ne akademi ne araştırmacılar nede bakanlık kesin bir fikre sahip değil. Balıkçı ise geçmişin acı tecrübeleri nedeni ile kaygılı. İşte tamda bu nedenden önümüzdeki iki ay çok önemli.

Eğer Kasım ayı sonlarında Müsilaj tekrar başlarsa başlamadan önce çalışabileceği 2 ayı var.

2022 Dünya Küçük Ölçekli Balıkçılık yılına girmek üzere olduğumuz şu günlerde yaptığınız yoksullukla mücadele eden küçük balıkçıyı açlığa mahkum etmektir.

Hasta olan Marmara'nın İstavriti değil  sizin ahlakınızdır.

6 Ağustos 2021 Cuma

Tuzla balık çıkış noktası ve üzücü gelişmeler.

 Biliyorum memleket cayır cayır yanarken başka gündemlere başımızı çevirmek zor. Lakin bir başka yangın bizim mahallede başladı. Tuzla balıkçı barınağının mendirek dışındaki balık çıkışı için kullanılan rıhtım Tuzla belediyesi tarafından kooperatifin elinden alınarak VİAPORT marinana ya verilmek isteniyor. Aslında söz konusu rıhtım daha önceden marina tarafından kısmen işgal edilmişti. Kalan kısmından ise hem Tuzla balıkçıları hem de İstanbul'un değişik yerlerinden gelen balıkçılar tarafından balık çıkış ve ağ tamir alanı olarak kullanılıyordu.

Son bir kaç yıldır Tuzla kooperatifine bu rıhtım nedeni ile her türden baskıyı uygulayan belediye son bir kaç aydır baskıların şiddetini arttırdı. En sonunda Tuzla Liman idaresine yaptığı başvuru ile rıhtımdaki bağlı teknelere "3 gün içinde rıhtımın boşaltılması" gerektiğini bildiren bir tutanak tutturdu. Gırgır av sezonunun başlamasına 1 aydan daha az bir sürenin kaldığı şu günlerde Tuzlalı balıkçılar, İstanbul Tarım ve Orman İl Müdürlüğü ve balıkçılık yönetiminden sorumlu otorite olan BSGM büyük bir problem ile karşı karşıya kaldı.

Balıkçılık yönetiminde avcılığı düzenleyen mevzuat kadar önemli olan (ve zaten yetersiz olan) balık çıkış noktalarının bölgedeki en önemli alt yapısı kooperatifin dolayısı ile de Genel Müdürlüğün elinden alınıyor. 

Özetle İstanbul'un Marmara kıyısındaki en önemli 4 balık çıkış yerinden birisi elden gidiyor.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Tuzla marinanın inşaat projesi öncesinde Tarım İl Müdürlüğü ile yapılan protokolde balıkçı barınağının tüm alt yapısı ile yapılarak bakanlığa teslimi şartı ile projeye onay verildi ve proje başladı. Söz konusu alt yapı tekne bağlama alanları, barınak alt yapısı, çekek alanı, ortak kullanımlı otopark, Tarım İl Müdürlüğü idari binası için kullanılacak port ofis ve balıkçıların sosyal alanlarında oluşmaktaydı. 

Belediye daha teslim aşamasında 11 metre genişliğindeki bir alanı (çekek yerinin uzunluğunu hatırlamıyorum) marima sınırlarına katarak protokolün şartlarına uymayacağını belli etti.

Hemen akabinde de şu an tartışma konusu olan rıhtıma mega yat bağlayarak ikinci ihlali yaptı. O dönem iyi niyetli bir yaklaşımla kooperatif rıhtıma yat bağlanmasına sessiz kaldı ve rıhtım hem marina hem de kooperatif tarafından ortak kullanılmaya başlandı. 

Belediye 4-5 yıl sonra aniden bu rıhtımı kooperatifin elinden almak için kelimenin gerçek anlamı ile bir saldırı dalgası başlattı. 

Mesela hem proje hem de yönetmelik gereği barınakta bulunması zorunlu olan barınak ana giriş kapısını söktü.

Kooperatifin "ön soğutma" için kullandığı buz üreten makinasını mühürledi.

İstikrarlı bir zabıta baskısı uygulayarak kooperatifi rıhtımı boşaltmaya zorladı.

Ve son olarak da direk balıkçıları hedef alarak Tuzla Liman idaresine (ilişikte göreceğiniz) "benim Mega Yat rıhtımım işgal altındadır boşaltılmasını talep ediyorum" diyerek rıhtımda bağlı balıkçılara tutanak tutturdu.

Belediyenin haksız ve hukuksuz tutumunu açığa çıkaran en büyük delil ise tam da bu tutanaktır. Daha önce burası Sahil Güvenlik proje alanıdır diyerek boşaltılmasını istediği rıhtım Liman idaresine yaptığı başvuruda Mega Yat rıhtımı olarak tanımlanmıştır.

Be her ikisinin de imajını yazının sonuna ekliyorum. Liman idaresinin tutanağı da dünkü tarihi taşımaktadır. Tabelada SG proje alanı yazacaksın limana yat rıhtımım diye müracaat edeceksin.

Sayın Tuzla belediyesi yetkilileri sormazlar mı adama hangisi doğru diye. Her ikisi birden doğru olamayacağına göre birisi yanlış (yalan demeye dilim varmıyor) değilmi. 

Belediye para harcayarak yaptırdığı tabela ile halka yanlış bilgi vermiş olmuyor mu?

Ve ayrıca orası SG proje alanı ise (belediye logolu sizin tabelanız yazıyor) oraya neden benim Mega Yat bağlama rıhtımım diyerek (tutanakta öyle yazıyor) balıkçılara tutanak tutturuyorsunuz.

Sayın Belediye başkanı sizinle daha önce Tuzla ve balıkçılık kültürünün korunmasının önemi üzerine yüz yüze görüşmüştük. Ve yine hafızam beni yanıltmıyorsa siz de bu kültürün korunmasını önemli buluyordunuz. 

Peki ne oldu da düşüncelerinizden vaz geçtiniz.

Siz sadece Tuzla balıkçılarına zarar vermiyorsunuz. Balık çıkış noktasını kooperatifin elinden alarak bakanlığa ve il müdürlüğüne de zarar veriyorsunuz. 

Değer mi?

Ve siz İstanbul Tarım İl Müdürlüğü. Barınak alt yapısını mevcut hali ile eksik olarak devralmak istediğiniz söyleniyor.

Çekek alanındaki işgale ve balık çıkış noktasına el konmasına sessiz kalarak mı devralacaksınız barınağı.

Ve siz BSGM gerçekten ne yapacaksınız?

Giden sadece bir rıhtım ve balık çıkış noktası değildir.

Giden 10 yıllık mücadele içinde ortak ürettiğimiz paydaşlık hukuk ve güvendir.



Tuzla liman tutanağı. Açık bir şekilde rıhtımım Mega Yat rıhtımı olduğu yazıyor.



Söz konusu rıhtımın girişine belediye tarafından konan tabela. Burada da açık bir şekilde SG proje alanı yazıyor.





18 Temmuz 2021 Pazar

Kooperatif ve Birlik genel kurullarına temel hatırlatmalar;

 Bilindiği üzere pandemi nedeni ile ertelenen genel kurullar peşi sıra yapılıyor. Ardından bölge birliklerinin ve sonrasında da merkezi birliğin genel kurulu yapılacak. 

Merkez birliğin genel kurulunun bu sene seçimli olması nedeni ile sosyal medyada dolaşan mesajlar, beni bir yazı yazarak tüm örgütlere genel kurulların ve seçimlerin ne anlama geldiğini bir kez daha hatırlatmak zorunda bıraktı. 

Ülkedeki tüm kooperatif ve birliklerin hangi perspektif ile genel kurul topladıklarına hakim değilim. Bu nedenle bu yazıyı yazmama sebep olanın İstanbul, Karadeniz ve SURKOOP Genel Kurulu ve bu genel kurullar üzerinden dönen tartışmalar olduğunu belirtmek isterim.

Önce bazı temel bilgileri tekrarlamakta fayda var.

Kooperatif ve birliklerin en üst organları genel kurullarıdır.

Bizler genel kurullarda başkan değil, yönetim seçeriz.

Başkanın kim olacağı, ilk yönetim kurulu toplantısında alacağı görev dağılımı kararı ile belli olur.

Seçilen yönetim kurulunu da, genel kurulda ortakların yetki verdiği (seçilmiş) denetleme kurulu denetler.

Hiyerarşik yapı; Genel Kurul, Denetleme Kurulu ve Yönetim Kurulu şeklindedir.

Anlayacağınız, biz hiç bir genel kurulda başkan seçmeyiz. Başka bir ifade ile kooperatiflerde başkanlık sistemi yoktur.

Son günlerde yapılan tartışmalara, yazılan mesajlara baktığımda, yapılacak olan seçimli genel kurullar için yönetim kurulunun kimlerden oluşacağı değil, kimin başkan olacağı tartışılıyor.

Bu mevcut durum ülkemizdeki balıkçı kooperatif ve birliklerinin aslında neden bu halde olduğunun en büyük göstergesidir.

Dedim ya, “Bu yazıyı yazmamın sebebi üç olaydır.” diye, anlatayım.

Umarım Ahmet Mutlu yanlış anlamaz (Ayrıca kendisini severim) ve gönül koymaz. 

SURKOOP başkanlığına aday olduğunu ilan etti. Yönetime aday olması en doğal hakkıdır lakin bir yönetim kurulu aday listesi açıklamak yerine kendini aday gösterdi. İyi de, başkanı genel kurul seçmediğine göre bu durum tuhaf değil mi? 

Ahmet Mutlu kardeşim, bir liste ilan etmek yerine kendi adaylığını ilan ederek, en doğal hakkını tartışılır hale getirdi. Bunun sebebi tam da yukarıda anlattığım temel bilgilerin artık unutulmasıdır. Yani SURKOOP yönetimine aday olan kardeşimiz, kooperatif tüzel yapısının nasıl oluştuğunu ve işleyişi ya bilmemektedir ya da unutmuştur.

Yazıyı yazmama sebep olan ikinci konu ise, İstanbul Birliktir. Son iki aydır İstanbul kooperatifleri çevresinde yapılan tartışmalar, Erdoğan Kartal tartışmasının dışına çıkmamakta, aynı Ahmet Mutlu kardeşimde olduğu gibi, kooperatif ve birliklerin tüzel yapı ve işleyişleri muhtemelen unutulmuş durumdadır. Aynı SURKOOP'ta olduğu gibi, arkadaşlarımız yönetim seçtiklerini unutup, başkan üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Bunca yıllık kooperatifleşme süreci sonunda geldiğimiz bu durum tek kelime ile hazin bir durumdur.

Bu zihniyet çarpıklığının uzun zamandır yapılan tartışmalara nasıl yansıdığına dair kısa örnekler verip, önümüzde bizi bekleyen olası tehlikeler ve tartışılması gerektiğini düşündüğüm çözüm önerilerine geçeceğim.

Balıkçılık ile ilgili tartışmaları takip edenler hak verir diye düşünüyorum. Tam 10 yıldır bu ülkede rahmetli Ali Güney, Erdoğan Kartal ve Ramazan Özkaya tartışıldı/eleştirildi. Peki İstanbul Birlik yönetim kurulunun, DEMBİR yönetim kurulunun, SURKOOP yönetim kurulunun eleştirildiğini hiç gördünüz mü? Halbuki bu yönetim kurulları 5 kişiden oluşmakta ve kararlar oy çokluğu ile alınmaktadır. Eğer bir kooperatif veya birliğin işini yapmadığını yada yanlış yaptığını düşünüyorsanız, eleştirmeniz gereken başkan değil, yönetim kuruludur. Hiç değilse bundan sonra bu hatalı bakış açısını terk edelim ve örgütlerimizin "başkanlık rejimi" ile yönetilmediğini unutmayalım.

Üstelik bu sözler, sadece bu örgütlerin başkanlarını eleştiren ve hedef gösterenlere söylenmemektedir. Önümüzdeki İstanbul Birlik ve SURKOOP hazirununu oluşturan arkadaşlara da söylenmektedir. 

Başkanlara değil, yönetim kuruluna dikkat edin. Eğer aklınıza yatmaz ise, şu ya da bu başkanın hatırına hiç bir listeye oy vermeyin. İş yapma potansiyeli olmayan, bütün sorumluluğu başkana bırakan bir yönetim seçmek yerine, çarşaf liste ile seçime gidin. İçinde bulunduğumuz durumun sebebi, yönetim kurullarının tüm yetki ve sorumluluğu başkana bırakmalarıdır.

Faroz'dan bir arkadaşın Ahmet Mutlu'ya veda mesajında gördüğüm bir yanlışa dikkat çekip yazının bu kısmını bitireceğim.

Arkadaş Ahmet Mutlu başkana teşekkür mesajında "Dile kolay 30 yıldır, s.s Trabzon merkez su ürünleri koop. Faroz balıkçı barınağı başkanlığını yapan son 2 dönem kendisine başkan yardımcılığı yaptığım abim Ahmet Mutlu dün yaptığımız genel kurulla limanımızdaki aktif görevini bırakıp bayrağı bizlere teslim etmiştir" diyor. Ahmet Mutlu’nun limandaki aktif görevlerini devretmesine dikkat çekiyor. Arkadaşlar, kooperatifler barınak yada liman işletmek için kurulmadı. Kooperatifler avcılık maaliyetlerinin düşürülmesi, avlanan ürünlerin pazarlanması ve avcılık gelirlerinin artması için kurulur. Eğer bunu yapmıyorlarsa, sadece barınak ve liman işletiyorlarsa, onlar artık (hukuken böyle olsa bile) kooperatif değildir.

Önümüzdeki dönemde terk etmemiz gereken hatalı bir diğer bakışta işte tamda budur.


Yazının bu bölümü Marmara denizi merkezlidir.

Hepimizin bildiği gibi son 3 senedir tekrarlayan müsilaj/kaykay bu sene büyük bir patlama yaparak tarihinin en büyük eko felaketine dönüştü. Pandemi ile birlikte, açlık ve hastalık arasına sıkışan Marmara balıkçıları, kaykay ile birlikte kelimenin gerçek anlamı ile uçurumun eşiğine geldi. Benim dikkat çekmek istediğim nokta, Kocaeli Bölge Birliği dışında neredeyse kimsenin ve neredeyse hiçbir birliğin bu konuda tepki vermemesi, hiçbir çaba göstermemesidir. Özellikle İstanbul küçük balıkçısının büyük bir bölümü yalnız ve çaresiz kalmıştır. 

Kaykayın önümüzdeki sene tekrarlayıp tekrarlamıyacağı konusunda net bir görüş yoktur. Ama tekrarlaması durumunda (eğer zihniyeti değişmez ise) İstanbul Birliğin ne yapacağı konusunda net bir fikrimiz vardır.

İstanbul Birlik, geçmiş yıllarda yaşanan lodos felaketinde olduğu gibi, sokağa çıkma yasaklarında (tüm türkiye balıkçıları avlanırken) olduğu gibi herkes başının çaresine baksın diyerek hiç bir şey yapmayacaktır. Marmara, kaykay ve korsan trolden yıkılırken yaptığı Torik kampanyasında olduğu gibi, topu boş sahaya taşıyarak gerçek gündemden ne kadar habersiz olduğunu acı bir şekilde bir kez daha gözümüze sokacaktır.

İçinde bulunduğumuz bu süreçte bir başka tehlike ise "tuhaf bir şekilde" Erdoğan merkezli inançsızlık ve kızgınlık nedeni ile (onlarda İstanbul Birliğin bir yönetim kurulu olduğunu unutmuş görünüyor.) birlikten ayrılma kararlarıdır. Eğer birliğin unsurları, ikna edici bir tutum değişikliği göstermezler ise, 5-6 kooperatif birlikten ayrılacak gibi görünüyor. Birlikten ayrılmanın hiçbir çözüm getirmeyeceğini görmüyor, göremiyorlar.

Birliğin içine düştüğü bu durumun sorumlusu tek başına Erdoğan Kartal değildir. Bu sorumluluk en başta görevini yapmayan (muhtemelen toplanmayan) birlik yönetim kuruludur. Bir başka sorumlu ise görevinin sadece mali denetleme olduğunu zanneden Denetleme Kuruludur ve (gönül kırmaya sebep olsa bile) kaç genel kurulda bu basiretsizliğe onay veren İstanbul Birlik hazirunudur. Bana İstediğiniz kadar kızabilirsiniz ama Birliği bu hale tek başına bir kişinin getirmesi mümkün değildir.

Bu Birlik sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde sancak tutmuştur ve içine düştüğü bu durumu hak etmemektedir. Marmara denizi için mücadele etmeye niyetiniz varsa, bu birliği eski şanlı günlerine döndürmek zorundasınız. Bunun yolu, birliği Erdoğan Kartal'ın değil, yönetim kurulunun yönetmesinden ve denetleme kurulunun da işini yapmasından geçer.

Ve son söz birlikten ayrılma konusunda (resmen olmasa bile) karar alan kooperatiflere;

Birlikten ayrılma kararlarınızı ortaklarınızla konuşarak gözden geçirin. Hemen ve hızla, tüm kooperatiflerle görüşerek birliğin sorunlarını çözüp yaralarını saracak bir yönetim aday listesi oluşturun veya tüm temsilcileri ikna ederek birlik seçimlerinin "çarşaf liste" ile yapılmasını sağlayın.

Birlikten ayrılmak hiç bir soruna çözüm getirmeyecek ve siz mücadele etmemeyi seçmişler olarak geçeceksiniz tarihe.

Unutmayın!

Tarihin kalemi yazmaya devam ediyor.




14 Temmuz 2021 Çarşamba

İBB Küçük Balıkçı destek kampanyası üzerine.



"Byzantion kenti de balıklardan sağladığı gelirle refah düzeyini artırmıştı. Byzantionlular balığı esas olarak Boğaz’dan (Bosporos) sağlasa da, kentlerine yakın göllerden (Derkos ve Daskylitis) ve muhtemelen nehirlerden de balık elde ediyorlardı.Balıkçılık Byzantion’da o derece önemli bir sektördü ki Aristoteles, Politika adlı eserinde toplumdaki sınıflardan söz ederken verdiği örnekler arasında Byzantion’daki balıkçılar da vardır." Prf. Dr. Oğuz TEKİN


Bizans Parası


İstanbul antik çağlardan bu yana bir balıkçılık başkentidir. Homerosun destanlarında yer bulmuş antik çağ yazarlarının sosyolojik yada ekonomik yazılarında balıkçılığı ve balıkçıları anlatılan dünyanın en kadim şehirlerinden birisidir. Dünyanın en değerli balık geçitlerinden birisine sahip olan bu şehirde yaşayan insanlar balıkla beslendi. Binlerce yıldır bu şehrin balıkçıları insanları besledi. Bizans, Osmanlı ve genç Cumhuriyet boyunca sofralara en değerli protein kaynağını bu şehrin balıkçıları taşıdı.

Günümüz balıkçılık teknolojisine sahip değildi. Makine güçleri, tekne kapasiteleri ve av araçları günümüz ile kıyaslanamaz derecede düşüktü geçmiş dönemlerin balıkçılarında. Sadece tarihsel bilgi ve sadece kol gücü vardı. 

Sadece şehri beslemediler. Üretim ve tüketim zincirinin üzerinde inşaa edilmiş çok zengin bir kültürde geliştirdiler. Boyuna göre Lüfer'e 5 Palamut'a 7 ayrı isim verdiler. Ve bir çok diğer türe de. Avladıkları balığı tanıyan ve ona saygı duyan bir nesil.

Deniz ürünlerini çeşitli şekiller de pişirmeyi ve çeşitli şekillerde işlemeyi öğrendiler ve öğrettiler . Dünyanın en kadim mutfak kültürünü inşa ettiler iki boğaz arasında.

Sonra sanayileşme ve kalkınmacı ekonomik anlayış denizi kenarlarını ve körfezleri ucuz yatırım alanları olarak belirledi. Kıyı ve körfezler doğal dengesini yitirmeye başladı aniden. Sucul deniz canlıları ise bir başka yatırım ve sermaye birikim alanı haline geldi. Canlı sucul kaynaklar yavaş yavaş tükenmeye başladı. Ülke av kapasitesinin yarısından fazlasını oluşturan Hamsi avcılığını bir kenara koyarsak elimizde Akdeniz çanağına giren ve üremek için Karadeniz'e çıkan Lüfer ve Palamut'tan başka pek bir şey kalmadı.

Oysa en değerli balık türlerimiz çoğunlukla deniz tabanında yaşayan demersal türlerdi. Ve bu türler büyük çoğunluğu itibari ile kıyı ekosisteminde yaşayan türlerdi. Ve yine bu türleri denizden sofraya taşıyanlar ise varlıkları kıyı ekosisteminin varlığına bağlı olan Küçük Ölçekli Geleneksel Balıkçılardı. Kıyı ekosistemini kaybettikçe Gelenek Balıkçılığımızı da kaybettik.

Balık pazarının en değerli türlerini balıkçılığımızın yegane kültürel kaynağını kaybetmeye başladık. Ne yitirdiğimiz türleri nede yitirmek üzere olduğumuz Küçük Ölçekli Geleneksel Balıkçılığı yerine koyabilecek ne bir mühendislik bilimi ve nede bir para olmadığını söyleyerek bitirmek istiyorum bu uzun girişi.

Bu kadar uzun bir giriş bölümü için okuyucunun beni af edeceğini umuyorum. İBB'nin Geleneksel Balıkçıya verdiği desteğin anlam ve önemini tam olarak anlamak/anlatmak için İstanbul ve onun balıkçılığının tarihsel önemini hatırlamak/hatırlatmak gerektiğini düşündüm.


Son bir kaç yıldır Küçük Ölçekli Balıkçılığı savunmak moda olsa da 10 yıl önsesine kadar bu ülkede Küçük Ölçekli Balıkçılık hakkında yapılmış bir araştırma yazılmış bir makale "neredeyse" hiç yoktu desek pek abartmış sayılmayız. 2004 yılında FAO ilk Küçük Ölçekli Balıkçılık Kongresini topladı gıda temininde Küçük Ölçekli Balıkçılığın önemine ve yok olmakta oluşunun tehlikelerine işaret etti. Peşinden Bakü konferansı ve nihayetinde Akdeniz çanağında Küçük Ölçekli Balıkçılığın korunması yönündeki devletler düzeyindeki girişimle birlikte ülkemizde de balıkçılık gündeminde yer bulmaya başladı. Hiç şüphesiz bu alana yönelik verilen (bazı dostları kızdırmak pahasına da olsa) fonların da gündemin değişmesinde büyük etkisi oldu. Zor, sert, acımasız ve hatta zaman zaman ahlaksız mücadelelerle dolu bir 10 yılın ardından ilk defa Tarım Bakanlığı Küçük Ölçekli Balıkçılara verdiği hibe desteği ile Küçük Balıkçının adını kitaba yazmış oldu. Çoğu çevre tarafından (parasal miktarın düşüklüğü nedeniyle) küçümsense de ben atılan bu adımın kıymetinin (daha ilan bile edilmemişken) öneminin farkındaydım. Yıllardır "biz varız, önemliyiz ve korunmamız gerekir" diye verdiğimiz zor mücadelenin ilk evresinin biteceğinin farkındaydım. Ve nitekim öyle de oldu. Hala bir kısım Gırgır avcısı tarafından yok sayılsak ta Küçük Ölçekli Balıkçılık ve onun hakkında konuşmak bir trend haline geldi. 

Lakin gerek ülkenin içinden geçtiği zorlu süreçler gerek sivil toplumdaki ani ve trajik düşüş gerekse de pandemi koşullarının aşırı olumsuz etkisine bir de Marmara denizinin oluşumundan bu yana yaşanan en büyük ekolojik felaket sayesinde bırakın yeni bir trend haline gelen Küçük Ölçekli balıkçılarının koşullarının iyileşmesini tam aksine yok oluşunun hızlanmasına sebep verdi.

İşte İBB'nin destek kampanyası tam da böyle bir sürece denk geldi. Şüphesiz bu destek küçük balıkçıları ferahlatıp düze çıkaracak bir destek değil. Lakin teknesinin yıpranmış boyalarını onarıp su kesimine antifouling boya sürmek için para bulamayan çok sayıda balıkçı (ki bir kısmına ben şahidim) için küçük ama umut verici bir adımdı.

Elbette "marifet iltifata tabidir" ve elbette İstanbul Büyük Şehir Belediyesine teşekkür etmek bir borçtur. En azından ben şahsım adına ve konuşup fikrini aldığım bir çok balıkçı adına teşekkür etmek durumundayım. Bu nedenle Başta sayın İmamoğlu olmak üzere Tarım ve Su Ürünleri Dairesine ve Su Ürünleri Şubesine projenin her aşamasında emek veren ter akıtan arkadaşlara sonsuz şükranlarımı iletmek istiyorum. 

Ama belki bu destekten bile daha önemli bulduğum bir düşünceyi paylaşmak Büyük Şehir Belediyemize tarihi sorumluluğunu hatırlatmak için yazıyorum bu yazıyı. Yazının giriş bölümünde de anlatmaya çalıştım. Sayın İmamoğlu sadece Türkiye'nin en büyük şehrinin başkanı değil. Dünyanın sayılı balıkçılık başkentlerinden birisinin de başkanı. Bu büyük ama bir o kadarda sorumluluk getiren bir sıfat. Bu sorumluluk kendisinden önce yapılmayan her şeyi yapmakla yükümlü kılıyor başkanı. 

Silivri'de yaptığı konuşma konulara uzak olmadığını balıkçılığın da küçük balıkçının da ne olduğuna dair sağlam ip uçları içeriyordu. Bu teşekkür yazısını kısa bir teşekkür mesajı olmaktan çıkarıp sizi sıkacak kadar uzun yazmamın sebebi bu konuşmadır.

Sayın Başkan.

Ben size ne yapılması gerektiğini değil sorunları anlatmak anlatmak istiyorum.

  • Bu kadim şehrin Geleneksel Balıkçıları yok oluyor.
  • Bu kadim şehrin sucul ekosistemi yok oluyor.
  • Bu kadim şehrin balıkçılık kültürü ölüyor.
  • Bu kadim şehrin kadim balıkçılık ilçeleri ölüyor.
  • Bu kadim şehrin bir balıkçı bayramı yok.
  • Bu kadım şehrin bir balıkçılık araştırma enstitüsü yok.
  • Bu kadim şehrin bir balıkçılık okulu yok.
  • Bu kadim şehrin balıkçı barınakları rant alanı olarak görülüyor.

Sağ olun var olun.

Saygılarımızla.




 

5 Mayıs 2021 Çarşamba

Küçük ölçekli geleneksel balıkçılara açık çağrı.


Orjinal poster


Tahrif edilmiş hali
 


“Bu çağrı uzun sayılabilecek zamandır ötelenmiş bir çağrıdır”

Ötelenmiştir çünkü bu ülkede3 son birkaç yıldır har tartışmanın “iradi bir şekilde kısırlaştırılmasından” bıkmış her eleştirinin kişiselleşmesinden yorulmuş bir durumdaydım. Gördüklerimin görülmemesinden söylediklerimin duyulmamasından bıktım usandım. Kim bilir belki yeterince açık anlatamadım belki yeterince güçlü çıkmıyor sesim ama mesele hiçbir zaman ben olmadım. Mesele her zaman geleneksel balıkçı ve onun üzerinde avcılık ve toplayıcılık yapanların geleceği meselesiydi.

Mesele kadim bir kültürün ve bu ülkenin (aslında tüm dünyanın) en kıymetli sosyoekonomik topluluğunun göz göre göre yok olması meselesidir.

Sessizliğimi bozma sebep olan ise çok kısa bir zaman diliminde yaşanan 3 vahim hadisedir.

Bunlar;

·          Kaykay/müsilaj

·          2022 dünya küçük ölçekli balıkçılık yılının isim ve hatta içerik olarak çalınması

·          Pandemi koşullarında hastalık ya da açlık ikilemindeki İstanbul balıkçısının bir kez daha yalnız bırakılmasıdır.

 

Sırasıyla devam edelim;

Kaykay balıkçılığın gündemine 2007 yılında girdi. Hem ekosistem hem de balıkçılık üzerindeki “korkunç” olumsuz etkileri gözler önünde olmasına rağmen çok kıymetli bir 10 yıl hiçbir şey yapılmadan boşa geçirildi. Bu yıl ise tam bir doğal afete dönüşmesine rağmen ölerek su yüzeyine çıkana kadar neredeyse kimsenin umurunda değildi.

Balıkçı örgütlerinde ve balıkçılıktan sorumlu resmi otoriteden ve akademyadan neredeyse hiçbir tepki gelmedi. Ta ki Marmara ben artık çok hastayım diyerek içindeki hastalığı dışarı kusup bir görsel kirlilik yaratıncaya kadar.

Sağ olsunlar Bandırma’daki enstitümüz kıt olanaklarla elini taşın altına sokup sorumluluk aldı ama onlara gelene kadar sorumluluk alması gerekenler başlarını kumun içinden çıkarıp ta ne oluyor diye bakmadılar bile. Çok tepki çekmek pahasına çok iddialı bir laf edeyim. Merkezi otoriteden İl teşkilatlarına İl teşkilatlarından taşra teşkilatlarına kadar hiçbir sorumlunun deniz kenarına indiğine bile inanmıyorum. Elbette bireysel düzeyde konuya ilgi gösteren arkadaşlar var ben sorumlu kurumsal düzeyde bir ilgisizlikten bahsediyorum.

Marmara kıyılarındaki balıkları ve küçük balıkçılarıyla beraber ölüyor siz sorumlu beyler ve hanımlar biliyorum ki cenaze namazında en önde saf tutup ne kadar üzgün olduğunuzu anlatacaksınız.

Ama katilin kim olduğunu da bu cinayete kimin sessiz kaldığını da biz biliyor olacağız.

 

Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
polis katilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa’daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben vursam kendimi vuracaktım

 

 

Bir başka husus ise;

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, tarafından 2022'yi Uluslararası Artisanal Balıkçılık ve Su Ürünleri Yılı (IYAFA 2022) yılı olarak ilan etmesi ve bu anlamlı olayın göz göre göre utanmazca önce adının çalınması sonrada içeriğinin boşaltılarak çalınmasıdır.

Bu hırsızlığa kimlerin sebep olduğu kimlerin ağızlarından sular aka aka balıklama atladığı kimlerinde saflık yada salaklıkla destekçisi olduğu konuyla ilgilenen herkesin malumudur.

2022 Balıkçılık yılı ilan edilmedi arkadaşlar. 2022 FAO tarafından Küçük Ölçekli Geleneksel Balıkçıların ve Aile Yetiştiriciliği yapan küçük üreticilerin öneminin farkındalığı ve pazarda güçlendirilmesinin amaçlandığı ve yıl boyunca tüm paydaşlarında bu fikri zemin üzerinde bir araya getirilerek biz dizi etkinlik ve eylemin planlandığı bir yıl olarak ilan edildi.

Ne yazık ki Balıkçılığın yönetiminden sorumlu merkezi otorite de Kooperatif ve birliklerimiz de (en acı olan buydu) anlı şanlı STK’larımızda bu hırsızlık sofrasında baş köseye oturmuş durumdalar. Yeri gelmişken hakkını teslim etmeden geçemeyeceğim bir tek isim var PROF. Eruğ DÜZGÜNEŞ Sosyal medyada ayıptır yazıktır terminolojiyi istediğiniz gibi kullanamazsınız diyerek tepki verdi. Eğer bireysel bazda itiraz eden başkaları da varsa anmamak benim hatam benim eksikliğimdir.

Küçük Ölçekli Geleneksel Balıkçılara 2022 sizin farkındalık yılınız, topluma önemizin anlatılacağı ve korunmanız için neler yapılacağının tartışılacağı bir yıl olacak demesi gerekenler alıverdiler 2022 yılını ellerinden.

Tam bir Atilla İlhan şirinde olduğu gibi.

 

Ve 17 mayısa kadar ilan edilen kapanma kararı.

Bildiğiniz üzere yayınlanan Genelge gıda üretimini yasaktan muaf tutuyor. Buna rağmen bürokrasinin meseleye hakim olamaması nedeniyle Pandeminin ilk yılındaki durum ile tekrar karşılaştı küçük balıkçı İstanbul’da.

İstanbul’da Küçük Balıkçının deniz gidip avlanması serbest ama evinden teknesine gitmesi yasak. Böyle absürt durumla karşı karşıya kaldık. Bir hatadır olur der geçeriz lakin tek bir şart ile. O şart bu hatayı düzelme konusunda sorumluluğu olanların gereğini yerine getirmesi şartıdır.

Ne yazık ki bu konuda tekrar yalnız kalmıştır İstanbul’un küçük balıkçısı.

Bu kadim şehrin en kadim topluluğu kimsenin umurunda değildir. Bu umursamazlık o kadar vahim boyutlardadır ki bir birlik başkanı kendisini “ne yapacağız” diye arayan bir kooperatif yöneticisine şube müdürünü ara arayarak başından savmıştır.

 

Peşi ardına yaşanan bu 3 olay Geleneksel Balıkçının özellikle de İstanbul geleneksel balıkçısının silkelenip kendisine gelmesini sağlayacak mı bilmiyorum.

 

Benim bildiğim tek bir şey var.

Hayıflanarak sızlanarak bu yok oluşu durduramayız.

Daha önce birlikte mücadele etmiş ve kazanmıştık.

Yapmamız gereken tek şey geleceğin vekaletini kimseye vermeden işe koyulmaktır.

İstanbul’da mümkün olan en büyük Geleneksel Balıkçı birlikteliğini inşa etmek, talepleri merkezileştirmek ve mücadele etmektir.

Ancak birlikte mücadele edersek kazanırız.

 

22 Mart 2021 Pazartesi


Mesele gerçekten Torik mi?



Son 2 gündür İstanbul Birlik imzalı bir afiş dolaşıyor sosyal medyada. MART-NİSAN-MAYIS-HAZİRAN-TEMMUZ aylarında (üreme gerekçesi ile) Palamut ve Torik balığı avcılığının yasaklanması talep ediliyor. İlk bakışta ne kadar da hoş diyor insan. Birkaç istisnası hariç Küçük Ölçekli balıkçıların örgütü olan bir kooperatif birliği stokların korunması doğrultusunda adım atıyor ve bir farkındalık yaratarak bir talep için mücadele ediyor “gibi görünüyor” ve cezbediyor.

Lakin bu “olası” kampanya (korkaklığı bir kenara bırakılırsa) baştan aşağı tutarsız baştan aşağı gerçeklerden habersiz ellerden çıkmış gibi görünüyor.

Neden tutarsız?

Torik Mayıs ayında yola kalkar ve Haziran ayında Karadeniz’e ulaşan bireyler yumurta dökmeye başlar. Önerilen zaman dilimini üreme göçü ve üreme dönemi ile alakası yoktur. Belki Nisan ayı biraz anlaşılabilir ama Mart ayı neden talep edilir anlamak mümkün değil.

Bu kampanyaya tutarsızdır deme sebeplerinden bir diğeri ise gerel Küçük Balıkçının gündemi gerekse de stokların sürdürülebilirliği açısından içinde bulunduğumuz dönemin gerçekleri ile bir alakası olmamasıdır.

Bu sezon avcılık açısından bereketli geçse de küçük balıkçılık ekonomisi gerekse de sürdürülebilir balıkçılık yönetiminin en büyük kara deliklerinden birisi olan “yasa dışı avcılık” açısından sıkıntılı geçmektedir.

Müsilaj (balıkçı literatüründe KAYKAY) pik yapmış durumdadır sadece her türden ağ ile avcılığı değil olta balıkçılığını da yapılamaz hale getirmiştir. Ne yazık ki belli periyodlar ile karşılaştığımız bu biyolojik olayın ne sebepleri (organik yük muhtemel sebeplerden birisi) ne de sucul ekosistem üzerindeki etkileri hakkında yeterli bir çalışma yapılmamaktadır.

Bürokrasiden akademyaya hiç kimsenin (Balıkesir araştırma enstitüsünü tenzih ederim) kimsenin de gündeminde değildir. Balıkçı ve örgütleri ise biçare vaziyette gelecek sene olmamasını ummaktan başka hiçbir şey yapma potansiyeline sahip değildir.

Bu senenin diğer önemli gündemi ise yasadışı avcılıktır.

Yasadışı avcılık hem sürdürülebilir balıkçılık yönetimi açısından hem de küçük balıkçılık ekonomisi açısından olumsuz bir faktördür.

Sezonun görece bereketli geçmesi ve fiyatlardaki artış sebebi ile “özellikle Marmara ve Boğaz’da trol avcılığında patlama olmuştur. Yeni çıkan yasanın tüm olumlu katkısına rağmen İl ve Taşra teşkilatları gere3k personel azlığı gerekse de denetleme aracı yetersizliği nedeni ile trol patlaması konusunda yetersiz kalmıştır. İş o boyutlara varmıştır ki adı sanı bilinen gırgırcı aileler (veya yakınları) denizde 2-3 trol takımı birden gezdirir hale gelmiştir.

Hoşunuza gitse de gitmese de Marmara ve boğaz balıkçılığının gerçek gündemi budur.

 

Gelelim kampanya için neden korkakça dediğime.

Bu işi biraz bilenler bile Üreme öncesi ve üreme göçü döneminde Palamut üzerindeki en büyük baskıyı Gırgır ve Dalyanların oluşturduğunu bilir. KASIM-ARALIK aylarındaki Torik avcılığı ve göç yolunun en dar alanlarından kurulan Dalyanlar esas işaret edilmesi gereken alanlardır.

KASIM-ARALIK aylarında Marmara’da Gırgır ağları ile Torik avcılığını engellemek ve Mayıs ayında 1 çift Torik balığının Dalyandan çıkmasını engellemek için mücadele etmek yerine söz konusu balığın %5 ini bile yakalayamayan Küçük Ölçekli balıkçıyı (onun avcılık faaliyetini) hedef haline getirmek (eğer kurnazlık değilse) korkaklıktır.

Doğru talep KASIM-ARALIK aylarında Marmara’da Torik avcılığının yasaklanması ve (etkili denetim mekanizması inşa edilene kadar) Dalyanların Haziran ayından önce kurulmaması için mücadele etmektir.

 

Not: Dalyan için olumsuz bir görüşe sahip değilim. Suçlu olan Dalyan değil Dalyancıdır.