29 Temmuz 2012 Pazar

Fransa küçük ölçekli balıkçılarının deklarasyonu



Okyanuslar ve balıkçılık sektörü özellikle Avrupa’da ciddi bir krizle karşı karşıya. Balık stokunun yüzde 80’i ya avlandı ya da aşırı avlanmaya maruz kaldı. Avrupa Birliği, Ortak Balıkçılık Politikası’nı (OBP) şu an yeniden değerlendiriyor. Bu sadece on senede bir olan bir şey. Harcanacak zaman kalmadı! Başarılı bir politika, hem balıkçılık sektörü hem de kıyı toplumları için sürdürülebilir bir gelir kaynağı yaratabilecek sağlıklı okyanuslar sağlayabilir. Bu ancak OBP sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarımızı desteklerse mümkün olur.
Küçük ölçekli balıkçılar olarak bizler balık avına çıktığımızda 24 saatten fazla denizde kalmayız. Bu bize yaşadığımız toprakla aramızdaki sosyal, kültürel ve iktisadi bağları sürdürmemize olanak sağlar.
Biz çeşitliliğimize ve birden çok iş görme becerimize bağlıyız. Onlarca senedir, çeşitli yöntemler geliştirerek ve farklı türlerde balıklara yoğunlaşarak av bölgemizin kendine özgü koşullarına kendimizi adapte ediyoruz. Bu sebeple bizler balıkların mevsimsel biyolojik davranış biçimlerini dikkate alıyoruz. Sahip olduğumuz yolu yordamı ve birden çok iş görebilme becerimizi muhafaza ederek, her ne alet kullanırsak kullanalım bağımsız kalmayı istiyoruz.
Yaptığımız şeyin deniz yaşamı üzerinde çok az çevresel etkisi var ve yöntemlerimizi titizlikle seçtiğimizden ötürü hedef dışı avlanma oranı düşük. Bizler esas olarak balık oltası, ağ veya kapan gibi statik aletler kullanırız; trol ağları gibi serpme ağları ise ancak mevsimsel ve çeşitliliğimizin bir parçası olarak kullanırız.
12 metreden uzun olmayan teknelerimize, sahibi dâhil en fazla 3 balıkçı biner.
İşimiz av bölgemize ve oranın kaynaklarına bağlıdır. Bu durum balıkçılığı çok uzun zamandır sürdürülebilir kılmakta ve av miktarını kontrol altına alarak işimizi korumamıza olanak sağlamakta.
Biz Fransız balıkçılarının yarısını ve aynı zamanda Fransız balıkçı filosunun yüzde 80’ini temsil ediyoruz. Avrupa ölçeğinde, küçük ölçekli balıkçılık iş gücünün yüzde 65’ini ve balıkçı filosunun yüzde 83’ünü temsil ediyor. Ne var ki, ulusal ve Avrupalı siyasi organlar bizi reddediyor. Akışın yönünü değiştirmenin vakti geldi. Yeni OBP bu çoğunluğu dikkate almalı ve küçük ölçekli balıkçılığı görmezden gelmeyi bırakmalı.
Bu sebeple, küçük ölçekli balıkçılar olarak;

•Biz işimizi devam ettirebilmemiz ve gıda olarak balığa erişebilmemiz için gerekli olan deniz yaşamını korumaktaki güçlü niyetimizi ilan ediyoruz.
•Biz yeni OBP’nin avlanma yarışına bir son vermek ve nicelikten çok niteliğe önem veren bir balıkçılık sektörü için ne lazımsa yapmak zorunda olduğunun altını çiziyoruz.
•Biz Avrupa düzeyinde daha az avlanılması gerektiğini söylüyoruz. Fakat bunun daha sürdürülebilir yöntemler kullananların aleyhine yapılmaması gerektiğini belirtiyoruz. Az avlan, zekice avlan!
•Biz Avrupa Komisyonu’nun ortaya attığı devredilebilir balıkçılık imtiyazlarına (DBİ) karşıyız. Balıkçılık kapasitesini piyasalar aracılığıyla düzenliyor. Bu sistem büyük oyuncuların sucul kaynaklara ulaşmasına yardım ediyor. Sonuç olarak sadece birkaç büyük balıkçılık şirketi bu haklara sahip olabiliyor.
•Biz DBİ’ye alternatif olacak, çevresel, sosyal ve bölgesel esaslara dayanan kaynaklara ulaşım sağlayan usulleri destekliyoruz. Avlanma hakkı öncelikli olarak sürdürülebilir avlanma yöntemlerine, düşük hedef dışı avlanma oranına sahip ve avlanan balık miktarına oranla daha çok istihdam yaratan balıkçılara tanınmalıdır.
•Biz yeni OBP’nin aynı balık sürüsüne yönelen ya da aynı bölgeyi paylaşan farklı avlanma filoları arasındaki uyuşmazlıklardan kaçınmak adına açık bir protokol hazırlamasını ve uygulamasını talep ediyoruz.
•Biz ümit ediyoruz ki; tecrübeye dayanan yol yordam bilgimizin özellikle bilim çevreleriyle daha güçlü bir iş birliğiyle beraber daha çok dikkate alınacak. Balıkçılar, siyasi organlar, yöneticiler, bilim insanları ve sivil toplumun sürdürülebilir bir balıkçılık ve avlanma alanlarındaki diğer faaliyetlerin yönetimi için yeni kuralların belirleneceği bir proje üretmelerinin vakti geldi. Bu demokratik araçların uygulanmasıyla yapılabilir, 1 kişi=1 oy. Bu Akdeniz Prud'homies örneği gibi av alanları ortak yönetim komiteleri oluşturularak yapılabilir.
•Biz insanların düzenlemelere katiyen uymasını istiyoruz ve denetlemenin sağlamlaştırılmasını talep ediyoruz.


Biz daha eşit ve sürdürülebilir bir deniz kaynakları yönetimi için çözümlere ve aşırı avlanmayı ile yok edici avlanma usullerini durduracak araçlara sahibiz.

Aşırı avlanmayla savaşabiliriz! Her şeyden öte çocuklarımıza sağlıklı okyanuslar bırakmak istiyoruz.

Biz istiyoruz ki; bütün balıkçılar bu deklarasyona imza atsın ki bizin, Fransız küçük ölçekli balıkçılarının sesi duyulsun.

Çeviri : Fatih Gökhan Diler

17 Temmuz 2012 Salı

Agos Gazetesi ile Danışma Kurulu sonrası yapılan ropörtaj

Endüstriyel balıkçılar denizlerdeki yaşamı kurtaracak değişikliğe karşı çıkıyor. Kıyı balıkçıları ise desteğinizi bekliyor




Bu sefer büyük balık
küçük balığı yemesin








Fatih Gökhan Diler
fgdiler@agos.com.tr




Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, 20 Haziran’da toplanan danışma kurulunda tarihi ve cesur bir karara imza atarak sürdürülebilir balıkçılık konusunda dikkat çekici düzenlemeler önerdi. Yeni düzenlemede, “İstanbul Adalar bölgesinin gırgır ve çevirme ağları ile avcılığa kapatılması”, “Endüstriyel avcılığın 30 metreden sığ sularda yasaklanması” ve “Bazı balık türlerinin avlanma boylarının yükseltilmesi” gibi hayati önemde maddeler var. Ancak, düzenlemenin yasalaşması sürecinde sıkıntılar yaşanıyor. Endüstriyel avcı grupları mevcut durumun devam etmesi için siyasi baskı uygulamaya çalışıyorlar. Buna karşı destek toplamak amacıyla imza kampanyası başlatan ‘Geleneksel Balıkçılık Yaşatma Derneği’nin kurucularından Kenan Kedikli ile, yeni düzenlemeyi ve balıkçılığın geleceğini konuştuk.





20 Haziran’da sunulan öneri ne anlama geliyor?



20 Haziran’da devlet balıkçılık sektörünü değiştirecek bir öneriyle geldi. “Bizim balıkçılık trenimiz raydan çıkmış” dedi ve ilk defa bu treni alıp rayın üzerine oturttu. Ama tabii treni yürür hale getirmek gerekiyor; sadece raya oturtmak yetmiyor. Oturttu derken yasallaşmış bir durum da yok, ama irade gösterdi; bu büyük bir devrim. Esasen bugüne kadar, balıkçılık açısından her sene bir önceki seneye göre daha kötü durumda oluyordu. Fakat son dört senedir başlayan, değişik bir üslubu olan bir mücadele var ve bu mücadele sivil toplumla da buluştu. ‘Slow Food’ – Fikir Sahibi Damaklar’ın yavru lüfer avına karşı hareketi vardı. Greenpeace’in “Seninki kaç santim?” sloganı altında yavru balık avlanmasına karşı kampanyası vardı. Cumhuriyet tarihinin en büyük kampanyasıdır bu, 600 bin imza toplandı. Dört senedir ezber bozmaya çalışıyorduk, tartışılanları değiştirmek istiyorduk, insanlar artık şunun farkında; biz denizleri kaybediyoruz, canlı sucul kaynakları kaybetmeye başlıyoruz.
Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün danışma kurulundaki önerisi radikal sayılabilecek bir öneri. Bana kalırsa Genel Müdürlük ilk defa ortaya böyle bir irade koydu. Daha önce hep zaman kazanmak için verilen kararlar vardı. Bu son karar benim kurucusu olduğum Geleneksel Balıkçılığı Koruma Derneği de dâhil birçok sivil toplum kuruluşunda heyecan yarattı. Fakat bir yandan da bu ülkenin gerçekleri var. Türkiye’de kontrolsüz bir şekilde büyümüş bir av filosu var, onlar bu önerilere şiddetle karşı çıkıyorlar. Onlar biz küçük balıkçılar gibi değil tabii ki; siyasi ilişkileri var, ekonomik güçleri, lobi kuvvetleri gelişmiş ve bu kararları engellemek için büyük çaba sarf ediyorlar.





Siz endüstriyel avlanmaya tamamen karşı mısınız?



Biz endüstriyel avcılığa toptan karşı değiliz. Örneğin hamsiyi geleneksel yöntemlerle bu kadar yüksek tonajlarda avlayamayız. Ama bizim anlatmak istediğimiz şu; endüstriyel avlanma yöntemleriyle kıyılarda avlanmaya karşıyız. Açıkçası, böyle devam ederse biz tamamen balıkları kaybedeceğiz, devasa bir filo hiç iş yapamaz hale gelecek. Bunun yanı sıra kıyıda küçük ölçekli balıkçılık da bitecek. Bizim için Genel Müdürlüğün yaptığı doğru bir tespitti. Derinlik sınırlamasını 30 metre olarak tespit ettiler; biz 50 metre olması gerektiğini savunuyoruz. Bu konuda bizim bir ölçümüz var. Güneş ışığının değdiği noktaya kadar endüstriyel balıkçılığın yapılmaması lazım. Genel Müdürlüğün 30 metre önerisini de radikal bir girişim olarak görüyoruz, hele bir 30 metre uygulansın, olumlu sonuçları görülsün, o zaman hem Genel Müdürlük cesaret kazanacak, hem de kamuoyu desteği artacak.





Endüstriyel balıkçılığın kıyı balıkçılığından farkları nelerdir?



Endüstriyel balıkçılıkla geleneksel balıkçılık arasında yapısal bir fark var; geleneksel balıkçılık günlük veya haftalık hedefleri olan kıyı toplumları için bir gıda ve geçim kaynağıdır. Endüstriyel avcılık dediğimiz zaman bir sermaye birikim modelinden bahsediyoruz. Onlar için bu geçim kaynağı değildir. Bugün bir endüstriyel avcı gemisi için, bir milyon dolardan başlayıp 5 - 6 milyon dolarlara giden av donanımlarından, ciddi sermaye birikimlerinden bahsediyoruz. Endüstriyel avcılığın dikey büyümesi bir garabettir. Aslında bu sistem endüstriyel avcılık filosunun tabanının da yok olmasına sebep oldu; balıkçılığın iyi gittiğini söylediğimiz senelerde bile bu tabanın yüzde 20’si zarar eder, yüzde 50’si başa baş kalır, yüzde 30’u para kazanır. Ama endüstriyel avcı filomuzun öyle bir yüzde 10’luk bölümü vardır ki; balıkçılık kötü de gitse iyi de gitse hep kâr ederler. En tepedeki kesim, bu sürecin böyle gitmesinden fayda sağlayan kesim, kendi tabanlarını da bir anlamda kendi çıkarları doğrultusunda bir ideolojik hegemonya altına alıyor.





Kullandıkları araçlar neler?



Endüstriyel av araç gereçleri dediğimizde iki av aracından bahsediyoruz; biri trol, diğeri gırgır. Bizim mevzuatımız bu teknelerle 11 metreden itibaren avlanma izni veriyor. Gırgır, dairesel bir şekilde çok geniş alanlarda dip taraması yapıyor, balık ve bitki yaşamını yok ediyor ve ağdaki göz açıklıkları nedeniyle de her boyda balık avladığı için çok fazla miktarda hedef dışı avlanma yapıyor. Balıkların yuvaladığı ve yumurtladığı alanlara zarar veriyor.





Kıyı balıkçılığı zararsız mıdır?



Geleneksel kıyı balıkçılığının önemi şurada; kullandığımız araç gereç ve av metotları ekosistemle barışıktır, bu yöntemlerle istediğimiz boyda istediğimiz türde balık tutarız. Hedef dışı av oranı neredeyse yok denecek düzeydedir ve deniz tabanını da tahrip etmeyiz. Denizlerimizin en hassas alanları kıyı alanlarıdır. Buralarda güneşin ışınlarının deniz tabanına erişimi nedeniyle, gerek bitkisel gerek hayvansal yaşamın en yoğun olduğu bölgedir ve bu canlılar günümüz av araçlarının baskısıyla zarar görüyor. Sadece deniz ekosistemi değil, ayrıca onun üstünden varlığını sürdüren kıyı balıkçılığı da zarar görüyor.





Denizlerle kıyı balıkçılığının geleceği birbirine sıkı sıkıya bağlı görünüyor.



Evet, aslında geleneksel kıyı balıkçılığının geleceği ile kıyı ekosistemi ve balık stokumuzun geleceğinin kesiştiği bir döneme girdik. Kendimizi korumak için zaten denizi kıyılarını korumak gerektiğini fark ettik; bu yüzden yalın bir hak paylaşımı kavgası vermiyoruz, önemli olan kıyıları korumaktır, önemli olan canlı sucul kaynakların sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Deniz mahsulleri en sağlıklı ve en ucuz gıdadır her zaman. Çünkü biz balıkların üremesi için bir yatırım yapmayız, sadece doğru yönetmemiz yeterlidir, yani denizden ne kadar balık alacağımızı iyi belirlememiz gerekir. Bu sadece küçük balıkçıları ilgilendiren bir konu değil. Gıda, dördüncü büyük stratejik sektör oldu dünya pazarında. Türkiye olarak bu konuda çok şanslı bir ülkeyiz. 8 bin kilometre kıyı şeridi ve resmi kayıtlarda 600 bin ton gözükse de, aslında bir milyon ton civarı sucul üretimi var. Fakat maalesef biz bu kaynağı cumhuriyet tarihi boyunca çok kötü kullandık. Denizleri kaybetmek fabrika kaybetmeye benzemez. Orada her şeyi yerine koyabiliriz, ama sucul kaynakları yerine koymaya hiç kimsenin gücü yetmez.





Endüstriyel avcılık yapan grupla bu konuları görüşme şansınız oldu mu?



Onlar bu mücadeleyi savaşa çevirmeye çok hevesli. Devlete de baskı yaparak bu mevzuatın değişmesini engellemek istiyorlar. Biz danışma kurulu toplantısından önce STK’larla birlikte balıkçılık sorunlarında çok paydaşlı acil çözüm çağrısı deklarasyonunu yayımladık. Bu örgütler, Greenpeace Akdeniz, WWF Türkiye, SAD-AFAG (Sualtı Araştırmaları Derneği-Akdeniz Foku Araştırma Grubu) ve Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği. Danışma kurulundan sonra da bir imza kampanyası başlattık. Buna da balıkçılık camiasından ve kamuoyundan yoğun ilgi oldu.





Peki, sizi rahatsız ediyorlar mı?



Ediyorlar. Bu aralar denizde değiller, zaten avlanma yasağı var onlara. Ama kulübelerden edilen isimsiz telefonlar, küfürler, hakaretler, tehditler… Biz direniyoruz, ne olursa olsun bir balıkçıyı dava etmek istemiyoruz ama bize de yapacak bir şey kalmıyor. Gidişat iyi değil aslında. “Ne pahasına olursa olsun engelleyeceğiz biz bu işi” diyerek yola çıktılar. Engellemenin yolu olarak da susturmayı görüyorlar. Bir yandan önemsemiyoruz ama bir yandan da önümüzdeki sezon başladığında denizde çatışma potansiyeli var. Devletin de gerekli önlemleri alması gerekir. Denizlerde bir çatışma ortamı yaratmanın kimseye faydası yok, en büyük zararı da endüstriyel avcılar görür. Umarım işi buralara getirmezler.





Yöredekilerden destek görüyor musunuz?



Kendi yerimiz olan Adalar’ın önemi, endüstriyel avcılığa kapatılması, yeni bir tartışma değil. 20 yıllık bir tarihi var. Belediyenin girişimiyle bir-iki yıllık bir kapatılma dönemi de vardır. Bu kapatma döneminin olumlu sonuçları da ortadadır. Biz bugün aslında ada kooperatiflerine ulaşıp bilgilendirmek istiyoruz. Ankara’da olan biten her şey bilinmiyor buralarda. Bu gelişmelerden balıkçı camiasının yüzde 10’u, kıyı toplumlarının ise ancak yüzde 5’i haberdardır. Bu durum, bir-iki haftada netleşecek. Keşke kıyılarda yaşayanlar bunda belirleyici olsaydı. Bu sesi yükseltebilecek bir desteğe ihtiyacımız var. Sivil toplum dayanışması kıyı balıkçılığını ve deniz yaşamını kurtarabilecek yegâne şeydir.





Geleneksel kıyı balıkçılığı ve endüstriyel avcılık nedir?



Kıyı balıkçılığı 12 metreden küçük teknelerle, geleneksel araç gereçler kullanılarak gerçekleştirilir. Emek yoğun karakteri sonucu sınırlı makine gücüne ve düşük miktarda enerjiye gereksinim duyar. Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı, doğru bilimsel metotlar ile desteklenmesi halinde yüzyıllar boyunca sudaki yaşama zarar vermeden varlığını devam ettirebilir ve deniz ekosistemi içinde tahribata neden olmaz.
Endüstriyel avcılık, trol ve gırgır adı verilen gelişmiş teknelerle yapılır. Gırgır tekneleri geniş alanlarda dip taraması yapar ve her boyda balık avlayabilir. Türkiye’de ticari av ruhsatı olan tekne sayısı 20 bin ve bunlardan 2 bin tanesi trol ve gırgır teknesi. 18 bin teknenin toplam avdan aldığı pay yüzde 10 iken, 2 bin endüstriyel teknenin aldığı pay yüzde 90. Bu durum AB’de yüzde 20-25 civarında. Endüstriyel sektör bir ton yakıt başına 1-2 ton balık avlarken, geleneksel balıkçılık bir ton yakıtla 4-8 ton balık avlıyor. Kıyı balıkçılığında hedef dışı avcılık sıfıra yakınken, endüstriyel avcılıkta bu rakam yaklaşık yüzde 20.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Bir televizyon programının ardından

Bir televizyon programının ardından Kanal 24 TURMEPA ile birlikte denizleri konu alan bir program dizisi başlattı. “Denizler Bitmeden” sloganı altında yapılan bu tartışma programlarında “merkezinde deniz olan çeşitli konular” tartışılıyor.10 Temmuz Çarşamba akşamı ise Balıkçılık ve Sürdürülebilirlik çerçevesinde bir tartışma yapıldı. Yeni kurulan İstanbul Üreticiler Birliği, Balık Müstahsilleri Derneği, İstanbul Kooperatifler Birliği, Fikir Sahibi Damaklar ve Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlük İstanbul teşkilatından bir mühendisin katıldığı bu toplantıda balıkçılığımızın içinde bulunduğu durum ve Genel Müdürlüğün 20 Haziran Tarihli Danışma Kurulunda ortaya koyduğu yeni avcılık düzenlemeleri tartışılmaya çalışıldı. Çalışıldı demenin yegane sebebi ise Gırgır avcılığını temsil eden çevrelerin bu toplantılarda bu güne kadar aldıkları genel tavrın artık kronikleştiğini ve asla sürdürülebilirlik balıkçılık önlemlerini tartışmaya yanaşmamaları hatta tartışmaları sabote etme azimlerinin devam ettiğini anlatmak içindir. Giderek bir mücadeleye dönen “balıkçılık tartışmaları” süreci yaşamaktayız. Bu mücadelenin taraflarını belirlemek, bu mücadele de kimin neyi temsil ettiğini açığa çıkartmak ve üstünden dolaşarak tartışılan esas konunun ne olduğunu anlatmak gerekiyor. Programın sonunda söyledikleri son söz aslında tüm konuşmaların bir özeti niteliğinde idi. Murat Kul “biz 4.5 ay avlanmayarak sürdürülebilirliğe en büyük desteği veriyoruz” derken her halde bizlerin her yıl verdikleri sezon uzasın dilekçelerini, Ahmet Menekşe’nin Star gazetesinde söylediği “4.5 ay yasak mı olur, fabrikalarda neden 1 ay tatil var” dediğini hatırlamayacağımızı ve dile getirmeyeceğimizi düşünüyordu. Sürmekte olan mücadele Gırgır avcıları için ne anlama geliyor, ya da neyin mücadelesini veriyorlar? Türkiye balıkçılık tartışmalarında ezberler bozulmuş, artık kapımıza dayanan tehlikenin büyüklüğü karşısında gerçek çözümlerin araştırılması, tartışılması ve olası çözümleri konusunda sahici bir duruş camia içinde filizlenmeye başlamıştır. Son 4 yıldır yapılan bu tartışmalar giderek bir farkındalığa ve farkındalık ise “Canlı sucul kaynakların sürdürülebilir yönetimi ve hakça paylaşımı” konusunda sahici görüş ve taleplerin doğmasına yol açtı. İçinde bulunduğumuz mevcut durumun en temel sebeplerinden biri budur. Belli Gırgır avcısı odaklar bu yeni dönemden ve anlayıştan rahatsılar. Ankara’da istediklerini yaptıra bilekleri eski güzel günleri özlüyorlar. O güzel günleri ise ancak “Geleneksel Kıyı Balıkçısını ve STK’ları susturarak” sağlayabileceklerini biliyorlar. Kıyı balıkçısı ve STK işbirliğinin yarattığı sinerjiden, bu sinerjinin giderek Akademik camia içinde karşılık bulmasından ve “bu memlekette bir şey değişmez, yine büyüklerin dediği olur” anlayışının yıkılıyor olmasından çok korkuyorlar. İçinde bulunduğumuz bu çatışmalı dönemin bir başka özelliği ise İstanbul merkezli bir çatışma alanının oluşmasıdır. Bunun sebepleri ise gayet net her kesin anlayabileceği kadar açıktır. İstanbul ve boğaz çevresi Gırgır avcıları Amerika’daki altına hücum dönemini aratmayacak görüntüler ve yağmacılık zihniyeti ile avcılık yapmaktadırlar. Devasa büyüklükteki motorları ve av araçları ile kapılarının önünde göç yolunun en dar mevkiinde yapılan bu avcılık yine kendi tabirleri ile (eski balıkçılar çok iyi bilir) yağmacılıktır. Akın zamanları yapılan bu balıkçılığa “yağmacılık” adının yıllarca evvel takılmasının bir sebebi her halde vardır. Bu savaşın adını doğru koymak ve taraflarını doğru tarif etmek problemin çözümü açısından en önemli husustur. Bu savaş “geleneksel kıyılarda ve İstanbul boğazında yapılan akla ve vicdana sığmaz bu avcılığın devam edip etmeyeceğinin belirleneceği savaştır” ve tarafları “bir yanda yağmacılığa devam etmek isteyen Endüstriyel avcı grupları, diğer yanda ise artık yeter diyen Geleneksel kıyı balıkçısı, çevre ve tüketici talepli sivil toplum grupları, STK’lar ve Akademisyenler ’den” oluşmaktadır. Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ise önümüzdeki süreçte balıkçılık politikaları ve yönetiminde çubuğu “sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım” yönünde bükeceğinin işaretlerini vermektedir. İstanbul Gırgır avcılarını temsil edenlerin program süresince savundukları iddialar ve gerçekler. Denizlerde balık bitmez komikliğini bir tarafa bırakırsak TV deki iddialar ve söylemler aşağıdaki gibidir; Balıkçılık sorunları, deniz kirliği ve filonun büyüklüğünden oluşmaktadır. Bu grubun her sürdürülebilir balıkçılık tartışmasında temcit pilavı gibi öne sürdüğü ve dört elle sarıldığı en temel iddia kirlilik ve filo büyüklüğüdür. Bu şahısların iddialarına göre, balıklar kirlilik nedeni ile üreyememekte ve filonun büyüklüğü nedeni ile mevcut balık rezervi filoya yetmemektedir. Son 10 yıldır büyük stoklu türle üzerindeki yapılan araştırmalar toplam avdaki genç birey oranının % 70’ler seviyesinde olduğunu göstermektedir. Bundan 20-30 yıl önce istavrit avcılığında 17-18 milimden kör ağlar kullanılmazken zamanla göz açıklıkları 16, 15, 14, milim göz açıklığı ölçülerine düşmüş, stoktaki erişkin oranının düşmesi kaçınılmaz olarak ağ göz açıklıklarına yansımıştır. Hamsi balığında da durum bundan farklı değildir, gerek pazara gerekse yem sanayine gönderilen balıkların boyları iyice küçülmüş, pelajik türlerdeki avcılık bir önceki nesil üzerinden devam etmeye başlamıştır. Konu ile ilgilenen herkes bilir ki bir türün avcılığında genç birey miktarı artarken erişkin birey oranı düşüyorsa o stok tahrip olmaktadır. Söz konusu balıkların bu tahribata direnmelerinin ve varlıklarını bu koşullara rağmen devam ettirebilmelerinin arkasındaki gerçek, bu türlerin kısa ömürlü ve üreme boylarının da ve yaşlarının bu nedenle küçük olmasıdır. Stoklardaki bu tahribatın nedeni kirlilik değil, aşırı, kontrolsüz ve plansız avcılıktır. Balıkçılık reformu taleplerine kirlilik silahı ile karşı çıkma çabaları beyhude bir çabadır. En kirli sularda varlıklarını devam ettirebilen (istavrit, lüfer, kefal) gibi birçok tür tahrip olmuş ve bu tahribat büyük bir süratle geri döndürülemez noktaya doğru ilerlemektedir. İçinde bulunduğumuz bu durumun en temel sebebi avcılıktır. Bir örnek vermek gerekirse, İzmit körfezinin en doğu alanında Gırgır avcılığına kapalı bir bölge vardır, bu bölge Marmara’da oksijen seviyesi en düşük bölgelerden biridir ve bu yasak sahada tüm kış boyunca radarlar ekranları balıktan kapanmaktadır. İmralı adası ve Botaş bölgeleri ise bu konuda en sağlam kanıtlardır ve yine bunu en iyi Gırgır avcılarımız bilmektedir. Filo Fazlalığına gelince; Gırgır camiasında yapılan filo büyüklüğü tartışması, bir sürdürülebilirlik tartışması değildir. Bu tartışma kelimenin en yalın anlamıyla bir paylaşım tartışmasıdır. Av kapasitesinin azaltılması sadece filonun küçültülmesi ile olmaz. Balıkçılıkta kabotaj sefer hakkıyla çalışan bir filonun avcılığını planlayamazsınız. Eğer göç ve av bölgelerindeki avcılığı planlayarak filo yönetimine geçmiyorsanız sadece paylaşımcı sayısını arttırırsınız. Bu girişim asla stok üzerindeki aşırı av baskısını ortadan kaldırmayacaktır. Bakanlık filo küçültme konusunda bir adım atmış ve ben boy başına para ödeyerek ayrılmak isteyenlerin teknelerini satın alacağım demiştir. Bu güne kadar filo büyüklüğü konusunda laf eden Gırgır çevrelerinden bu öneriye olumlu bir cevap çıkmamıştır. Çünkü onların filo küçültülmesinden anladıkları kendi motorlarının değil başkalarının motorlarının devlet tarafından alınmasıdır. Bu konuda zaman zaman önerilen fiyatların düşüklüğünden söz edenlere rastlıyoruz. Eğer filo küçültmesi talebinde samimi iseler devletin önerdiği rakamların üstüne kendi rakamlarını da ekleyerek olayı daha cazip hale getirebilirler. Bakanlığa bu rakamları % 50 yükselt bu farkı da 10 yılda (ya da başka makul bir sürede) bizim tuttuğumuz balıktan tahsil et diye neden söylemiyorlar. Filonun diyelim ki % 50’si azaltılırsa kendi kazançları da o oranda artmayacak mı? Atasözü derki; “ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” “Balık olan yerler yasaklanıyor, bu yasaklar sorunları çözmez. Balık boyu ve derinlik yasakları yerine rezerv alanlar olsun herkese kapatılsın.” Yasaklar ile sorunlar çözülmez demek sorunlardan ne anladığını gösteren en önemli ipucudur. Balıkçılık sorunlarını kendi sorunları, balıkçılık politikaları hedeflerini kendi büyüme hedefleri olarak algılayanlar kaçınılmaz olarak her türlü avcılık kısıtlaması ve kontrolüne karşı çıkacaklardır. Bütün Dünya’da ve bizim de parçası olmaya çalıştığımız AB’de kaynakların tükenme noktasına gelmesi üzerine Endüstriyel Avcılık Kısıtlanıp, Geleneksel kıyı balıkçılığının desteklenmesi ve geliştirilmesi tartılıyor ve oradaki Endüstriyel Avcı Grupları da aynı buradakiler gibi kısıtlamalara karşı direniyorlar. Bu gün Avrupa Birliği bırakın kendi kara sularındaki avcılığı, Uluslararası sularda ki avlanan filoların desteğini kısmaya çalışıyor. Onlar Okyanusların açık sularındaki avcılığı tartışırken biz burada geleneksel kıyılardaki endüstriyel avcılığı ve gırgır avcılığına kapatılması önerilerini tartışmak zorunda kalıyoruz. Yavru balık avı tartışmalarımız ise tam bir kepazelik. Bu gün buna karşı çıkanların babaları dedeleri eskiden limana küçük balık getirenlerle alay eder küçümserlerdi. Bir hayvan çiftliği sahibi eğer yetiştiriciliğe devam edecekse sürünün tamamını kesip kasaba vermez ama sürüyü satıp başka bir iş yapmayı planlıyorsa yani mesleğini bırakacaksa o zaman tamamını kasaba verebilir. Bizim tartışmamızın konusu olan balık stokları ise kimsenin malı değildir ve biz küçük ölçekli kıyı balıkçıları olarak mesleğimizi bırakmak istemiyoruz. Son günlerde sıklıkla kullanmaya başladıkları, akılları sıra küçük balıkçıyı tehdit ettikleri bir söylemse her kese yasak olsun, o zaman kabul ederiz söylemidir. Sapla samanın bu kadar karıştırıldığı bir tartışma her halde camiamızda ilk defa yaşanıyor. Burada tartışılan 2 konu var. Derinlik yasağı ve bölgesel yasaklar (koruma alanları) Derinlik yasağının temel mantığı mikro ve makro faunanın en zengin olduğu sığ sularda endüstriyel av yapılamayacağı, yapılmaması gerçeğidir. Endüstriyel av araçları kullandıkları büyük makine güçleri av açarları ve gereçlerindeki aşırı gelişmişlik nedeni ile sucul yaşamın zengin olduğu bu sahalara onarılmaz yarala vermektedir. Bu nedenle Dünyanın büyük çoğunluğunda sığ sularda Gırgır ve Trol avcılığına izin verilmez. Bu konuda derinliğin hesaplanmasında ki temel görüş güneş ışığının ulaştığı derinliğe kadar Gırgır ve Trol avcılığını yasaklamaktır. Bizimde üyesi olmaya çalıştığımız AB mevzuatları 50 metreye kadar (Yunanistan ve Hırvatistan’da 2-3 bölge de sınır 30 metredir) yasaklarken, Orkinos Gırgırı haricindeki Gırgır ağlarını 120 metre derinlik ve 800 metre uzunlukla sınırlamaktadır. Yine bu sahalarda düşük makine gücü ve av araçlarının seçici özellikleri nedeni ile sadece geleneksel balıkçılığa izin verilmektedir. Derinlik yasağı rezerv alan koruması değildir, derinlik yasağı devasa büyüklükteki av araçları ile endüstriyel avcılığın kıyıdan uzaklaştırılmasını ve kıyının korunmasını amaçlamaktadır. Bizim ülkemizin modifiye edilmiş (şalvar) gırgır ağları ile bu sığ sularda yapılan avcılığın trol avcılığından bir farkı yoktur. Bir akademik çalışmada “1 Eylül tarihinden itibaren başlatılan gırgır avcılığı; kıyı ekosistemi üzerinde, özellikle bentik ve demersal makro fauna üzerinde çok olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu ağlar sahip oldukları derinlik nedeniyle, operasyon sırasında tıpkı dip sürütme ağları gibi bentik ortam ile (deniz zemini) temas etmekte ve birçok canlı organizma bu ağlara girmektedir. Bu zararın boyutları özellikle hamsi ve istavrit avcılığında daha çok görülmektedir. M.Zengin ” Denilerek olaya dikkat çekilmiş Gırgır avcılığının kıyıdan uzaklaştırılması gerektiğine işaret edilmiştir. Bu sahalar aynı zamanda ticari değerleri yüksek olan dip balıklarının yaşam alanlarıdır, bu balıkların sürdürülebilir avcılığı ancak geleneksel av araçları ve metotları ile mümkündür. Bilimin ışığında yönetilen ve mühendislik hizmetleri ile desteklenen “Geleneksel Kıyı Balıkçılığı sucul yaşam ile barışık ve sürdürülebilir bir balıkçılık uygulamasıdır” insanlık var olduğu sürece de denizel gıda arzının yegane garantisidir. Rezerv alanlar konusuna gelince; Bir başka tuhaflık ise bu tartışmada yaşanıyor. Rezerv alanlar bölgenin hidrobiyolojik koşulları, uzun vadeli planlar, konjonktürel iğtiyaçlar ya da başka bir sebeple oluşturulabilir. Tek bir sınıflandırmaya ve ortak sınırlandırmalara da sahip değildirler. Koruma alanları genel olarak, Balıkçılığa tümden kapalı alanlar, Endüstriyel balıkçılığa kapalı alanlar, Sportif ve ticari olta balıkçılığı ile sınırlandırılmış alanlardır. Eğer İstanbul Gırgırcıları Adalar ve Ambarlı bölgelerinin balık stokları açısından çok önemli alanlar olduğunu ve balıkçılığa tümden kapatılması gerektiğini düşünüyorlarsa neden bunu direkt olarak dile getirmiyorlar ve küçük balıkçının sürdürebilirlik ve hakça paylaşım talebine bir şantaj olarak kullanıyorlar. Bu güne kadar bakanlık ya da Genel Müdürlüğe neden bu konu da görüş iletmediler. Eğer gerçekten stokların geleceği açısından bu bölgelerin avcılığa tümden kapatılması gerektiğini savunuyorlarsa yapmaları gereken ilk iş Genel Müdürlüğe bir dilekçe ile başvurarak bu konudaki taleplerini dile getirmektir. Yalandan yere küçük kıyı balıkçısını tehdit ederek bir yere varmazlar. Hem her seferinde balığın % 10’unu ben tutuyorum benim sözüm geçer diyeceksin hem de yaklaşık 15.000 küçük tekne ile avlanan kıyı balıkçılarına savaş açacaksın. Farklı büyüklükteki ve farklı metotlardaki avcılıkta söz konusu olan, eşitlik değil adalet temel olmak zorundadır. “Devlet balıkçılığı yönetirken Bilim insanları ve bizim (Endüstriyeller) dışında kimseyi muhatap almasın. 3-5.000 liraya bir kayık alan balıkçılık hakkında karar veremez. Bu balığın % 90’ını biz biz tutuyoruz balıkçı olarak tek muhatap biziz.” Bu konudaki iddialarını dayandırdıkları iki temel parametre ve arka planında bolca palavra var. Söz konusu kişiler kendilerinin balıkçılıktan başka bir geçim kaynaklarının olmadığı ve halkın kendileri sayesinde balık yiyebildiğini, neredeyse tüm balığın kendileri tarafondan avlandığını söylemektedirler. Önce şu başka işimiz yok ve nafakamız için çalışıyoruz söylemine bakalım. Ne yazık ki bu konuda gözümüzün içine baka baka yalan söylenmektedir. Hem de bizzat televizyonda konuşan şahıslar tarafından. Hemen şu anda hiç araştırma yapmadan sıralayabilirim, “deniz taşımacılığı, orkinos semirtme çiftlikleri, çupra levrek yetiştiriciliği, balık ithalatı ve ihracatı, balık unu ve yağı sanayii, özel Hasta hane işletmeciliği ve madencilik, kuyumculuk ve komisyonculuk” ilk anda aklıma gelen Gırgır sahiplerinin diğer işleridir. Nafaka ve geçim olayına gelirsek, TV de bizzat kendileri söyledi 350.000 dolardan 5-6 milyon dolara kadar gırgır avcılığı yatırımlarımız var diye. Bu nasıl nafaka çıkartma faaliyetidir, vaz geçtim fazlasından, 1.000.000 $ iki nesil aile için hiç çalışmadan yaşayabilecek bir kaynaktır. Büyük ölçekli balıkçılık geçimlik bir faaliyet değil bir sermaye birikim modeli ekonomik olarak zenginleşme aracıdır. Şu an Gırgır camiasından yaşanan ekonomik sorunların nedeni de tam burasıdır. Canlı sucul kaynaklarının artışı gerçekleşmediğine göre gelirler yatay olarak büyümemiş, avcılıktaki büyüme bir dikey büyümeye sebep olmuştur. En tepeye yerleşen 40-50 takım sahibi/grubu Gırgırcı tabanını yok oluşa doğru itmiştir. Mevcut durumun devam etmesinden çıkarı olan bu grup kendi altlarındaki tabanını da yanlış yönlendirmekte, kendi çıkarları doğrultusundaki düzenlemeleri kurtuluş reçetesi olarak sunmaktadır. Bu ülkede Gırgır avcılarının gerçekten düşmanları varsa bunlar küçük kıyı balıkçıları değil, kendilerini uçuruma sürükleyen ve peşlerine takıldıkları büyük avcı gruplarıdır. Yarın balıkçılık bittiğinde onlar için çok şey değişmeyecek yüksek karlı kazançlara yaptıkları yatımlar sayesinde başka alanlarda büyümeye devam edeceklerdir. Küçük kıyı balıkçısı Gırgırcıların yok olmasını değil kendi av alanlarının ve mesleklerinin korunmasının peşindedir. Gırgır avcılarının yapması gereken işaret edilen yöne bakmak değil, yanlış yönü işaret ederek kendilerini kandıranlara bakmaktır.