31 Ocak 2013 Perşembe

Balık ticaretinde kirli rekabet


Balıkta ağır metal tartışmasında medya maniple eden mi yoksa maniple edilen mi?

Gıda insan neslini devam ettirebilmek için en temel ihtiyaç maddesidir. Yaşamak için beslenmek zorundayız beslenmek içinse iki gıda türüne ihtiyacımız var. Hayvansal gıdalar ve bitkisel gıdalar. Bitkisel gıdalarda da benzer sorunlar olmasına rağmen bu yazı hayvansal gıda ve onun üzerine oynanan oyunlara günümüz dünyasının ticari parametreleri üzerinden bakmayı ve okuyucunun aklını kışkırtmayı amaçlıyor. Kışkırtma lafzını kullanmaktaki amacım, gözden kaçan, bilinmeyen yada unutulan gerçeklerin ışığında olan biteni anlama çabası yaratmaktır.

Hepimizin bildiği üzere bir TV kanalında 11 balıkta ağır metal bulunduğu ve insan sağlığı için ciddi tehditler içerdiğini iddia eden bir haber program yapıldı. Haberin etkisi çok hızlı bir biçimde balık ticaretine yansıdı ve balık satışlarında (henüz elimizde oransal rakamlar olmasa da) ciddi sayılabilecek bir düşüş yaşanmaya başladı. İnternet'te çıkan bir dedikodunun medyada yer alan bir haberin fırtınalar yaratığı günümüz dünyasında ne yazık ki insanları yönlendirmek mümkün. Bu karalama furyasından en çok etkilenen ise küçük ölçekli kıyı balıkçıları. Demersal stoklarda oluşmuş tahribat nedeni ile avcılıkta küçülme yaşamış kıyı balıkçıları yasa dışı avcılık aracılığı ile pazara gelen düşük fiyatlı balıklarla rekabet etmeye çalışırken şimdide zehirli balık kampanyasının olumsuz etkisi ile boğuşmaya başladı.

Hepimizin bildiği gibi hayvansal gıdalar beyaz ve kırmızı et olarak ikiye ayrılmakta. Beyaz etler ise kanatlı hayvanlar ve balıklar olmak üzere kendi aralarında bir kez daha ayrılmaktadır. Balıklar kültür ve avcılık yolu ile elde edilen deniz balıkları olarak ikiye bölünüyorlar. Kırmızı ete göre oldukça ucuz fiyatları ve insan sağlığı açısından var olan faydaları nedeni ile beyaz etli canlılar tıp ve beslenme uzmanları tarafından tüketici kitlelerine tavsiye edilmekte, hem fiyat hem de sağlık nedeni ile pazarda kırmızı ete göre bir üstünlük sağlamış durumdalar. Hal böyle olunca da kaçınılmaz olarak sektörler arasında bir rekabet ve bu rekabet dede aşırılıklar ve haksızlıklar had safhaya varıyor. Sözü fazla uzatmadan söylememiz gerek şeyi söyleyip bu bölümü bitirelim. Kırmızı etin rakibi tavuk, tavuğun rakibi ise balıktır.

Program hakkındaki görüşlerimizi yazının sonuna bırakmak ve kırmızı et ile tavuk eti arasındaki Pazar rekabetini atlayarak balık ve tavuk arasındaki rekabet ile devam etmek istiyorum.

Pazar Savaşları

Balıkçılığın istihsal açısından normal, hatta düşük gittiği yıllarda bile balık göçü zamanı geldiğinde tavuk eti üretimi ve satışları düşmeye başlar. Yıllardır devam eden bu istatistik eğilim pelajik balık avcılığının yüksek olduğu yıllarda tavuk eti satışları üzerindeki olumsuz baskısını daha da arttırır.


?sim:  tavuküretimi.JPG
Görüntüleme: 0
Büyüklük:  17,4 KB (Kilobyte)
Grafik 1

Eylül, Ekim ve Kasım ayları beyaz et piyasalarında balık satışının hakim olduğun aylardır. Bu yılkı hepimizin bildiği üzere yüksek Palamut verimliliği ile başladı (perakendede tanesi 2-3 TL’ye kadar düştü) ardından da Lüfer avcılığında geçmiş yıllara göre yüksek ölçülerde bir bolluk yaşandı. Hamsi avcılığındaki hatalı politikalar nedeni ile uzun dönemdir devam eden aşırı fiyat düşkünlüğü ile birleşen bu durum doğal olarak ağırlıkla tavuk eti ticaretini göreceli olarak ta kırmızı et ticaretini etkiledi. Bu durum esasen biz ve bir kısım arkadaş tarafından beklenen bir durumdu. Balık avcılığının yüksek olduğu yıllarda ve dönemlerde bu tarz haberlerin medyada yer alması bizler için aslında sıradanlaşmaya başlamış bir olaydı. Bu ülkede bu işler böyle yürüyordu ve olaylar bilindiği/beklendiği gibi gelişti.

Ayrıca balık avcılığı ürünlerinin pazardaki diğer rakibi ise İthalat yoluyla gelen ürünlerdir. Giderek düşmeye başlayan ithal ürün ticareti bu yılkı balık avcılığı patlamasından nasibini almıştır ve bu durumun grafik tablosunu önümüzdeki yıl daha da net bir şekilde göreceğimize inanıyorum

?sim:  ihracat_ithalat.jpg
Görüntüleme: 0
Büyüklük:  54,6 KB (Kilobyte)
Grafik 2

A TV Deşifre

Bu yazıyı yazmaya sebep olan ise, bu programın aslında buzdağının görünen kısmı olduğu ve arkasında gizli bir ajandanın olduğuna inanmamdır. Ağır metaller tüm doğada ve nereyse tüm gıdalarda var olan bulaşıklardır. Bunların bazılarına belli miktarlarda vücudumuzun ihtiyaç duyduğu da bir gerçektir, limitleri aştığında insan sağlığı için zararlı olduğu da. Yine yıllarca denizleri hor kullandığımız ilişkide olduğumuz her doğa parçasını kirlettiğimizde bir gerçektir.

Bu nedenle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de su, zemin ve çamur numuneleri alınıp periyodik analizler yapılmakta, yine Tarım Bakanlığı İl ve Taşra teşkilatlarında kurulu Gıda Güvenliği birimlerince su ürünlerin periyodik analizleri gerçekleştirilmektedir. Bu yapılan analizlere ve bunları yapan kurumlara ülkemizde bir güven problemi olduğu ve şüphe duyulduğunu biliyoruz. Bu durumda bakmamız gereken yer AB olmalıdır ve ihracat yaptığımız diğer ülkeler olmalıdır. Bu ülkelerin örgütlü sivil toplum yapısı, yasa ve kurallardan taviz vermez mevzuatı nedeni ile büyük bir çoğunluk tarafından bize göre daha fazla güven duyulduğu, bir referans noktası olduğu gerçektir.

İşte tamda bu noktada program hakkındaki şüphe ve güvensizlik artmakta ve ortaya bazı sorular çıkmaktadır.

Bu analizler neden doğal ortamından alınmış ve lokasyonları tespit edilmiş numuneler üzerinden yapılmamıştır?


Bu soruyu sormamızın iki sebebi vardır. 8.000 km kıyı şeridine sahip bir ülkede pazardan aldığınız balıktan analiz yapar ve analiz sonuçları gerçek bile olsa balığın nereye ait olduğunu ortaya koymazsanız tüketici nezdinde tüm balık türlerini ve sektörü güvenilmez hale getirirsiniz. İkinci husus ise kalaylı tenekeler su vurulan, çeşitli inorganik maddelere temas eden balıklarda analiz yapılamayacağı gerçeğidir. Unutmamak gerekir ki balık tezgahlarında kullanılacak Krom’un bile bir standartı vardır ve bu metallerden her türlü madde balığa kolayca bulaşabilir.

Bu programın atladığı ya da görmezden geldiği bir başka gerçek program hakkındaki kuşkuların artmasına sebep olmaktadır. Yurt dışına ihraç edilen su ürünleri ihracatının nasıl olupta gerçekleştiği konusuna neden değinilmemiştir?


Deniz salyangozu ( Rapana) Marmara ve Karadeniz’den istihsal edilmekte ve tamamı yurt dışına ihraç edilmektedir, Marmara’nın pembe karidesi büyük oranlarda nasıl yurt dışına ihraç edilebilmektedir, beyaz kum midyesi, deniz patlıcanı gibi deniz tabanı canlıları bu sorunun kapsamı içindedir. Bu saydığımız canlılar deniz tabanında yaşamalarından (hatta bazıları tabana kedilerini gömerler) dolayı ağır metal bulaşığı konusunda en riskli canlılardır. Söz konusu canlılara bulaşmayan ağır metallerin nasıl olupta balıklara bulaştığının cevabını vermesi gerekenler yine program yapımcılarıdır.

Programla ilgili bir başka soru ise yapıldığı iddia edilen analizler üzerinedir.

Söz konusu analizleri yapan firma hangi sertifikasyonlara sahiptir ve bunları hangi kurumlardan almıştır? Yine analizlere dair başka bir soru tek bir analiz sonuçları üzerinden açıklama yapılıp yapılmadığı sorusudur.


Hem numune alma hem de analiz tekrarı konusunda doyurucu bir açıklama yapılmamıştır. Gıda analizlerinde numune alma standartları bir yönetmelikle belirlenmiş ve sıkı kurallara bağlanmıştır. Bu sahada analiz yapacak laboratuvarların sertifikasyon zorunluluğu vardır ama biz bunlara şu ana kadar öğrenmeyi başaramadık.

Bu konuda benim en çok merak ettiğim son soru ise söz konusu analizlerin faturasının kime kesildiği ve bu analizler karşılığı ödenen bedelin miktarıdır.


Tek bir tür için (Midye) yaklaşık 20.000 TL gibi rakamların telaffuz edildiği bir ortamda 30 tür için yapılacak bir analizin epeyce yüksek bir rakam tutacağı ortadır ve söz konusu TV kanalının bu miktarda bir ödeme yapacağı bende şüphe yaratmaktadır. Bu analizler kim tarafından finanse edildi faturası kime kesildi sorusu hala cevapsızdır.
Bu noktada yazının başlığına döndüğümüz de tekrar aynı soru ile karşılaşmaktayız. Söz konusu program maniplemi edilmiştir yoksa konu bizzat program yapımcısı tarafından maniple edilerek mi kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu sorunun cevabını ilerleyen günlerde daha net göreceğiz. Şimdiden görünen henüz oynanan birinci perdedir. İlerleyen günlerde hem senaryo değişecek hem de bu oyuna yeni aktörler katılacaktır. Sektörler arası rekabet ve kar eğilimlerinin düşmesi üzerine oynan bu oyuna seyirci olmayacağız.

Oyunun aslı aktörleri arasında olmadıkları halde seyirci sıralarından sahneye fırlayarak rol kapmaya çalışanlar ise eğer gerçekten gizli bir ajandaları yoksa kendilerini aptal durumuna düşürmektedirler ve biz onların oynadıkları trajikomik oyunu üzülerek izleyeceğiz.

http://www.gelbalder.org/balikcilik-sorunlari/2715-balikta-agir-metal-tartismasinda-medya-maniple-eden-mi-yoksa-maniple-edilen-mi.html#post4432 

19 Ocak 2013 Cumartesi

A TV programı ve ardından gelişen tartışmalar.


Bir TV kanalında deniz balıklarının gıda olarak güvenilmez olduğu, ağır metaller içerdiği için tüketilmemesi gerektiği üzerine bir program yapıldı ve ortalık karıştı. Bu programla ülkemiz yasalarını ihlal eden iki suç işlendi. Halkı paniğe sevk edecek şekilde haber ve yayın yapmak ile haksız rekabet bizim yasalarımıza göre suçtur. Ben hukukçu değilim bu programın ihlal ettiği başka kanunlarda varmı bilmiyorum, zaten amacımda olayın bu yönünü tartışmak değil. Konuya başka bir alandan bakmak, 4 yıldır sürdürülebilir mücadelesinde balıkçılık reformlarına karşı ısrarlı ve sistemli direniş gösterenler ve onların argümanları açısından tartışacağım konuyu.

Program esnasında sosyal medyada bir kısım medyada programın twitter hesabına mesaj göndererek balyan protestolar giderek artıyor. Öyle gözüküyorki önümüzdeki birkaç gün daha bu tartışmalar ve protestolar sürecek. Biz tartışmak istediğimiz noktaya, balıkçılık reformuna direnen bir kısım endüstriyel avcıların son 4 yıldır balık stoklarındaki azalmalar karşısında ürettikleri argümanlara ve bu merkezde gelinen tartışmalara dönelim.
4 yıl önce İstanbul merkezli Gırgır avcılarının av sezonunun uzatılması taleplerine karşı “Balıkçı Forum” merkezli başlattığımız kampanya ile birlikte “sürdürülebilir balıkçılık” tartışmaları yeniden hız kazanmaya başladı. Kampanyanın ardından bir yıl geçmeden Greenpeace yavru balık kampanyası ve FSD tarafından başlatılan “İstanbul Lüfere hasret kalmasın” kampanyası ile birlikte bu tartışmalar balıkçılık toplantılarının merkezine oturdu. Bizler o dönemlerde başarı ile biten “av sezonu uzatılmasın” kampanyasının bir milat olduğunun farkındaydık. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve kısa bir dönem içinde Türk balıkçılığının iç yüzü kamu oyu önüne serilecek, balıkçılığımızın gerçekleri ve gerçek sorunları konuşulmaya başlayacaktı. O günlerde bu iddialarımıza gülen çevrelerin ve bu umudumuza inanmakta zorlananların söylemleri dün gibi kulaklarımızda çınlamaya devam ediyor. Neyse, biz konumuza dönelim.
Bu anlattığım olgular Türk balıkçılığının sorunlarının tartışılmasında yeni bir süreç başlatıp tarafların temelden ikiye bölünmesine sebep olmuştu. Bir yanda artık bu işin böyle yürümeyeceğini savunanlar ve acil reform talep edenler diğer yanda ise iddialarımızın asılsız olduğunu, bizlerinde “Balık çifliklerine hizmet eden” ajanlar olduğumuzu iddia edenler.

Bu çevrelerin stoklar ve balıkçılık sorunları dediğimizde önümüze sürdükleri iki temel iddia vardı. Deniz kirliliği nedeni ile stoklar azalıyor ve filo büyüklüğü nedeni ile diğer sorunlar çözülemiyor. Hiçbir zaman sorunları ve onların gerçek sebeplerini tartışmaya yanaşmadılar, sadece reform taleplerine karşı direnmeye çalıştılar ve bunu yaparkende kirlilik diyerek kendi ayaklarına sıkmaya devam ettiler. Kendi ayaklarına sıktılar diyorum çünkü kirlilik iddiası bu tartışmalara katkı sağlamazken, tavuk eti ve balık yetiştiriciliği sanayinin ekmeğine yağ sürüyordu.

Şimdi söz konusu TV programına kızıp protesto edenlere kınayanlara soruyorum;

Son 4 yıldır her toplantıda Karadeniz Avrupa’nın sanayi atıkları nedeni ile öldü, bırakın bu tartışmaları kirliliğe karşı mücadele edin diyerek bizi susturmaya çalışan kimlerdi
son 4 yıl içinde iki kez MAREM “projesi” sonuçları açıklanıp Marmara ölmüştür, balık bile yaşamıyor diye provakatif açıklamalar yapıldığında, mal bulmuş mağribi gibi atlayıp bu söylemi bize karşı kullanmaya çalışanlar kimlerdi

MAREM açıklamalarına karşı sert tepki verdiğimizde bu açıklamaların yanında durup bizlere karşı savunanlar kimlerdi

Balıkçılık sektörü içinde Denizlerimi bok götürdüğünü esas sorunun kirlilik olduğunu bizlerin ise çiftlik ajanları olduğumuzu söyleyenler kimlerdi?

Bu soruların cevaplarını başta sizler olmak üzere sektörü ve tartışmaları izleyen her kes biliyor. Sizlere bu iddialara sarılmayın, bu iddialarla balıkçılığa ihanet ediyorsunuz diyenler ise bizlerdik. Deniz kirliliği iddiaları ile stoklardaki tahribatın açıklanamayacağını, bu iddialar ile bir gıda olarak deniz ürünlerini karaladığınızı, tüketici nezdinde avcılık faaliyetimiz sonucu elde ettiğimiz yada topladığımız deniz ürünlerinin tüketici nezdinde karalandığını anlatanlar kimlerdi.
Her iki tarafında söyledikleri ve yazdıklarıda ortada duruyor. Bu iddialara sarılıp Balıkçılık ve Su Ürünleri genel müdürlüğünü kandırmaya çalışan sizler değilmiydiniz. Şimdi nasıl oluyorda 4 yıldır savunduğunuz kirlilik tezi medyanın diline düştüğünde tepki verebiliyorsunuz.
Biz bu iddialarınızın sonucunda olacakları daha önce defalarca açıklamışken ve dediklerimizin doğruluğuda dün ispatlanmışken, önce bizlerden bir özür dilemeniz gerekmezmi?
O PROGRAMIN YAPIMCISI SOSYAL MEDYADA BU GÜNE KADAR SAVUNDUKLARINIZI KARŞINIZA ÇIKARIP BİR BİR ORTAYA KOYSA NE DİYECEKSİNİZ. Kirliliğin en büyük savunucuları olarak gerçekten söyleyecek bir şeyiniz varmı?


Çitlik balıkçılığına hammadde sağlayan balık unu sanayii konusunda hiçbir toplantıda en küçük bir laf ettinizmi bu güne kadar. En son Sinop’ta yapılan 3 günlük çalıştayda çiftlik balıkçılığı ve yem sanayi konusunda itirazı olan bu konuda kapsamlı eleştiri yönelten tek biz idik. Büyükleriniz ve kanaat önderleriniz orada neden ağızlarını açıp tek söz bile etmediler? Sosyal medyada ve kişisel ortamlarda (eğer ahlaki zayıflıklarınız varsa) bizleri ajan olarak suçlamak kolaydır. Çiflik balıkçılığının geleceği olmadığına dair ısrarlı bir duruş sergilemiş biri olarak soruyorum, yem sanayine hamsi taşıyıp ondan sonra bizi ajan olarak suçlamak sizde hiç rahatsızlık yaratmadımı bu güne kadar

Evet beyler sizlerden bir özür beklemek herhalde en doğal hakkımızdır.

Not: En son 7 Ocak’ta konuştuğum TV programında kirlilik konusunda düşündüklerimi açıklamıştım.
http://www.gelbalder.org/basinda-gelbalder/2628-imc-tv-yesil-bulten-programi-video.html

http://www.dailymotion.com/video/xwryi3_surdurulebilir-balykcylyk-ve-yasa-dyyy-avcylykla-mucadele_news

10 Ocak 2013 Perşembe

Karakolda doğru söyler mahkemede şaşar…



Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ticari avcılık kurallarını belirleyen ve 4 yılda bir yayınlanan 3/1 saylı son tebliğ ile 24 metreden sığ sularda gırgır avcılığını ve Marmara denizinde bazı bölgeleri Gırgır avcılığına yasakladı. Büyük çekmece, İstanbul adalar bölgesi ve İzmit körfezi Hersek burnunun doğusu. 
Bizim yazımıza konu olan bölge İstanbul Adaları yasak sahası ve sahadaki kaçak avcılık faaliyeti ile bu faaliyeti gerçekleştirenlerin zaman zaman komik, zaman zaman, ahlaksız ama kesinlikle utanmaz davranışları olacak.

Karadeniz av sezonunun bitmesi ile birlikte Marmara’ya inen Gırgır motorlarının bir bölümü yaklaşık 40 gündür bu yasak sahada sistemli ve ısrarcı bir şekilde avlanma girişiminde bulunuyorlar. Yakalanma riskini göze almaya değer miktarda balık olduğunda tereddüt etmeden av yapıyorlar. Neden yapmasınlarki eğer denizde 10-20-30.000 TL eder miktarda balık varsa sen 5300 TL cezayı göze almaz mısın? Bunlar bu cezayı göze alıp ysak sahada balığa ağ sarıyorlar. Bu gibi durumlarda uygulanan bir başka ceza daha var, ruhsata el koyma cezası. Ne yazıkki kanundaki bir boşluk nedeni ile bu ceza yok hükmünde. Kanun 1380 sayılı kanun hükümlerine karşı suç işleyenin ruhsatına 1 ay el konulur diyor. Yine aynı kanun bu cezanın suç tarihinden itibarn 6 ay içinde uygulanacağını söylüyor. Bizim ülkemizde yasadaki bu boşluk nedeni ile bu cezalar gırgır sezon yasağında uygulanıyor. Gırgırların zaten çalışmasının yasak olduğu sezonda. Rahmetli bir kaptan abimiz vardı onun bir lafını tekrar etmeden geçemeyeceğim, Çarli kaptan bu du tarz olaylar karşınıda hep aynı lafı ederdi “Ne güzel İstanbul”

Biz gelelim esas konumuza.

Yukarıda da bahsettiğim üzere yaklaşık 40 gündür Adalar bölgesi yasak sahasında avcılık faaliyeti yapılıyor. Sayısı 20 civarı gırgır motoru yasak sahada dolaşıyor ve denk getirdiği zamanda balık tutuyor. Buranın korunması bu yasağın uygulanabilmesi içinse insanlar bir kısmı örgütlü bir kısmı ise bireysel olarak gözlüyor ve ihbar ediyor. Bende yapıyorum, bölgede bulunan balıkçılarımızla sürekli irtibat halindeyiz ve elimizden geldiğince sahayı gözlemeye kollamaya çalışıyoruz. Bunu yapmaya bundan sonrada devam edeceğiz. Hem bir vatandaş olarak kamusal kaynakların korunmasını görevimiz olarak görüyoruz hemde bölgede yapılan yasadışı her avcılık girişimini engellemek istiyoruz.
Belli bir gurup Gırgır avcısı bu girişimlerden rahatsız ve sürekli bir şekilde yapılanın çirkin bir iş olduğunu (ispiyonculuk) iddia ederek bizleri aşağılamaya çalışıyor. Diğer bir kısmı ise iş zora geldiğinde balık tutmadıklarını bölgeden sadece geçiş yaptıklarını söyleyerek durumu ört bas edip Sahil Güvenlik botlarını akıllarınca kandırmaya çalışıyor. Bir küçük açıklamada şu ispiyonculuk ithamına yapmak gerekiyor. İspiyoncu olabilmemiz için sizden biri olup, sizin yanınızda bulunup sizlerden gizli ihbar ediyor olmamız gerekir. Oysa biz hem sizin motorlarınızda bulunan insanlar değiliz hemde bu işi gizlice yapmıyoruz alenen söylüyoruz. Burada avcılık yapmayın sizleri yakalatan biziz ve yakalatmaya devam edeceğiz diyoruz. Bunda ne terslik var. Ayrıca bu nasıl bir zihniyet yapısıdır ki senin işlediğin suçu ihbar ettiğim için beni utandırmaya çalışıyorsun. Bazen gerçekten çok komik oluyorsunuz.
Bu arkadaşlar son birkaç gündür yeni bir moda başlattılar. Marinetraffic’ten alınıp yayınlanan izler için bizleri bilmeden hatta yalan ihbar yapmakla suçluyorlar. Biz o gürüntüleri“biz sadece geçiyorduk” masalını çürütmek için bölgede seyir halinde olan motorların rotalarını marinetraficc sitesinden alarak yayınlıyoruz. Biz bu görüntüleri bakın ağ sardınız diye yayınlamıyoruz. Ağ üstünde olan motorlar AIS cihazlarını kapayarak ve motorun ışıklarınıda söndürerek görünmez olmaya çalışıyorlar. Biz bu görüntüleri resimde görüldüğü gibi bir yalanı açığa çıkartmak için yayınlıyoruz. Geçiş yapan bir motorun rota izi zikzaklar, geriye dönüşler, dairelere yada s şeklinde olmaz. Serbest bölgeden gelip yasak sahadan geçen bir motor düz bir hat üzerinde seyir yapar.


Yasak sahada gırgır motorları



Yasak sahada Gırgır rota izi



Bir başka husus ise, Gecelik kumanyanız (masrafınız) 1000 ile 2500 TL arasında olsa avlanma sürenizin en az 3/1ini avlanmanızın yasak olduğu avcılığa kapatılmış bir bölgede geçirip geçirmeyeceğinizdir.  Neden bu yasak sahada ısrarla balığa bakmaya, sounder survey’i yapmaya devam ediyorsunuz?
Siz artık insanları kandıramadığınızı ve meslektaşlarınızın adını kişisel menfaatler uğrana kötüye çıkarttığınızı fark etmiyormusunuz?
Bu sahada yaptığınız bu yasa dışılıkların bir başka sonucu ise denizde seyir güvenliğini tehlikeye atmanızdır. Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğünü ihlal ediyorsunuz. Seyir yada Av esnasında yakmanız gereken ışıkları kapatmanızda suçtur. AIS cihazlarınız bırakın seyir durumunu limanda bağlı yada demir üzerindeyken bile çalışmak zorundadır. Defalarca test ettik. Bölgede 17 motor varken AIS  ekranında gözüken motor sayısı sadece 9 idi. Bu pervasızlığınız denizde bir kazaya yada daha kötüsü bir can kaybına sebep olursa vicdanınız hiç sızlamayacakmı.
Bakın sizlere açıkça söylüyorum böyle devam edip adalar yasak sahasında avcılığa devam etmeniz halinde bizler hem gözcü hemde ihbarcı sayımızı arttıracağız. Sizleri yakalatmaya devam edeceğiz. Artık lütfen anlayın, bizler başka illerden, başka semtlerden, internet üzerinden ihbar yapan insanlar değiliz  Bizler, Adalar, Maltepe, Küçükyalı, Bostancı gibi semtlerin küçük balıkçılarız. Sonunda zarar gören siz olacaksınız. Biz sizin zarar görmenizin veya cezalandırılmanızın peşinde değiliz.
Son olarak hiçbir gırgır avcısınada düşman değiliz, adalar bölgesi yasak sahasında avlanmanızı ve yasadışı balıklarını bizim iskelelerimizden çıkartmanızı istemiyoruz.
Anladın sen onu …

8 Ocak 2013 Salı

Yasa dışı balık satışına son belediyeler göreve!



Yasa Dışı Balık Satışına Son!
Belediyeler göreve.

Sürdürülebilir balıkçılık ve sucul kaynakların hakça paylaşımı için geçen mücadelenin ardından bu sezon yeni düzenlemeler ve kurallarla başladı. Balıkçılığımızın içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında, alınan kararların ve uygulanabilmesinin önemi çok büyüktür. Bu yeni düzenlemeler hayata geçtiğinde alınacak sonuçlar, balıkçılığımızın gelecekteki yönetimi açısından vazgeçilmez öneme sahiptir.

Devlet “Su ürünleri avcılığında üretimi arttırıcı politikaları terk ederek”, korumacı “sürdürülebilir balıkçılığa geçiş” anlayışını temel almaya başladığını göstermiştir. Yıllardır uğruna mücadele ettiğimiz taleplerin gerçekleşmesi doğrultusunda en büyük adım atılmış, merkezi otorite bilime, sürdürülebilirliğe balıkçılık camiamızın taleplerine kayıtsız kalmadığını göstermiştir.

Elbette daha atılması gereken çok adım, alınması gereken çok karar vardır. 3/1 sayılı tebliğ ile tüm balıkçılık sorunlarının biteceğini ummak büyük hayalcilik olur. Fakat bu tebliğin ve getirilen yeni kuralların önemini görmemek ve arkasında durmamak ise kendini inkar ve bir anlamda “ihanet” olacaktır.

Bu tebliğ ile getirilen yeni uygulamaların önemi ancak bu uygulamaların hayata getirilmesi ve denetlenmesi ile ortaya çıkacaktır.

Peki, bu denetlemeyi kim yapacaktır?

1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu mahalle muhtarından kolluk gücüne kadar kanunun uygulanmasından herkesi sorumlu tutmaktadır. Kanun bu konuda gayet açık olmasına rağmen, gerçek hayata ve uygulamalara baktığımızda durumun hiçte böyle olmadığını görmekteyiz.

Bir düşünür “teori gridir dostum ama hayat ağacı yeşildir” demiş, gerçek hayat ile kitaplar, teoriler ve düşüncelerin, hatta yasaların her zaman örtüşmeyeceğini, asıl olanın hayatın gerçekleri olduğunu, yasaların ve bazen kararların hayatın gerçekleri ile çelişebileceğini anlatmak istemiş. İşte ülkemizde balıkçılık yasalarına ve uygulamalarına baktığımızda durumun tamda böyle olduğunu görüyoruz. Kanun her kurumu görevlendirmiş ama ne yazıkki görevlendirdiği kurumların kanunlarında yada yönetmeliklerinde 1380 sayılı kanunun getirdiği sorumluluklardan hiç bahsetmemiştir. Hal böyle oluncada yasalardaki boşluklar nedeniyle kanunla sorumlu olan kamu kurumları görevlerini yerine getirmemektedirler.

Balıkçılık yönetiminde tek otorite olan “Balıkçılık ve Su ürünleri Genel Müdürlüğü” temel görevi olan balıkçılık politikaları üretilme ve hayata geçirmenin yanı sıra deniz ve iç sularda avcılığı, karaya çıkış noktaları ve balık hallerinde sucul canlı ürünlerin yasaya uygunluğunu denetleme görevlerini de üstlenmiştir.

Genel Müdürlük bütün bu görevlerin dışında, İl ve Taşra teşkilatlarının kapasitesinin çok üstünde bir başka görevle daha karşı karşıya kalmıştır. Bu görev binlerce balıkçı dükkanı, pazar yerleri, süper hatta hiper marketlerin denetlenmesidir ve görev bu güne kadar can siperane bir şekilde yerine getirilmeye çalışılmıştır.

Genel Müdürlüğümüz ve teşkilatları böyle bir görevin altından kalkacak lojistik ve kadro alt yapısına sahip değildir. Ayrıca bu görev Genel Müdürlüğün görevi de değildir. Hal böyle olunca gözümüzün önünde gerçekleşen bir kepazeliği, yasadışı balık ticaretini hep birlikte canımız yana yana izler hale geldik. Genel Müdürlük teşkilatlarının bütün samimi çabalarına ve gayretlerine rağmen bu kirli ticaret pervasızca devam etmektedir. Gerekli yasal düzenlemeler yapılarak bu yasadışı balık ticaretinin engellenmesi doğrultusunda görev paylaşımı sağlanmadıkça bu hal böylede devam edecektir.

Balık ticaretinde yasadışılık ve balıkçılık reformuna direniş.

İçine girdiğimiz süreçte, yasak dışı avcılık ve yasa dışı balık avcılığında 4 aydır süregelen bir ısrarlı tutum ile karşı karşıyayız. Mevcut yasa dışılıktan beslenen bu durumdan çıkarı olan belli çevreler reform sürecinin kesintiye uğramak ve eski düzene geri dönmek amacıyla hareket etmektedirler. Her şey gözümüzün önünde, gözümüze içine baka baka gerçekleşmektedir. Yasa dışı sahalarda avcılık, yasal olmayan balık avcılığı ve bu yasa dışı balıkların ticaretinde örgütlü ve dirençli bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu direniş kırılmalıdır. Bu direniş kırılmazsa Genel Müdürlük, onun politikalarına sempati duyan ve destekleyen kesimler moralsizlik ve umutsuzluğa düşecek, giderek de merkezi otoriteye karşı oluşmuş olan güven duygusu tahrip olup, süreç içinde verilen destek ortadan kalkmaya başlayacaktır.

Bir toplumun yaşamındaki her reform hareketi toplumsal desteğe ihtiyaç duyar. Demokratik toplumlarda reform sürecinin ilerlemesi ve başarıya ulaşması ancak kitle desteği ile mümkündür. Merkezi resmi otorite “Sürdürülebilir balıkçılık reformları” sürecinde bu desteği sağlamıştır ve destek süreç doğal kanalında ilerledikçe artarak devam edecektir.

Bir an önce illegal balık ticaretinin engellenmesinin belki de en büyük önemi burada yatmaktadır. Bunca faaliyetin, çabanın ve harcanan emeğin beyhude çabalar olmadığını, hem reform sürecinin destecilerine hem de muarızlarına kavratmak zorundayız.

Ne yapmalıyız?

İçinde bulunduğumuz koşullarda yapmamız gereken şey; Genel Müdürlüğün omuzlarındaki bu yükü kaldırmak için ortak faaliyet yapmaktır. Yasa dışı balık ticaretinin engellenmesi konusunda bizlerin çözüm önerimiz; Mümkün olan en geniş talep ve eylem birliğini sağlamak, bu eylem birliğini aşağıdaki talepler doğrultusunda bir imza kampanyasına dönüştürerek siyasal iktidara taşımaktır.

Yasa dışı balık ticaretinin engellenebilmesinin en gerçekçi çözüm yollarından birisi; Acilen balık satış yerlerinin ve su ürünleri ticaretinin karadaki denetimlerinin Belediye Zabıta Teşkilatlarına devredilmesi ve bu durumun kanun marifeti ile zorunlu hale getirilmesidir.

Satılmayan balığın avlanmayacağı gerçeğinin ortak kabul olduğunu sanıyoruz. Bu düzenlemenin yasadışı ticaretin engellenmesinde gerçekçi bir adım olmasının yanı sıra getireceği bir başka avantaj da kısıtlı olanaklarını çeşitli görevlere bölen Genel Müdürlük teşkilatlarının bir nebzede olsa rahatlayacağıdır. Bu rahatlama sayesinde, asli görevlerine daha çok zaman ayıracakları ve görev verimliliklerinin artacağı aşikardır.

Belediye sınırındaki balık satış yeri sayısı ve nüfus dikkate alınarak istihdam edilecek Su ürünleri ve Balıkçılık Teknolojisi Mühendisleri, Belediyeler ve Zabıta Teşkilatına su ürünleri ticaretini denetlemelerinde en büyük desteği sağlayacaktır. Böylece geçerli su ürünleri mevzuatı, su ürünleri türleri ve vasıfları, yasaya göre bulundurulması gereken belgeler konusunda uygulamanın sağlıklı yapılması sağlanacaktır. Bu sayede Su Ürünleri ve Balıkçılık Teknolojisi Mühendisleri, gıda mühendisleri ve veterinerlerin görevi olan hijyen ve sağlık denetimi dışında, asli görev alanları olan Balıkçılık Yönetimi konusunda istihdam edilmiş olacaktır.

Bu nedenle sürdürülebilir balıkçılık şiarına inanan ve yasa dışı avcılığın acilen engellenmesi gerektiğine düşünen, bunun için mücadele eden tüm kişi ve kuruluşları;

  1. Belediyelerin kuruluşu ve görevlerini belirleyen kanunun 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu paralelinde tashih edilerek, belediyelerin balık satış noktalarında 1380 sayı kanun kapsamında görev yapmalarının zorunlu hale getirilmesi,
  2. Kanundaki değişikliğin gerçekleşmesinin akabinde Belediye Zabıta Teşkilatı yönetmeliklerinin hızla revize edilmesinin sağlanması,
  3. Belediye zabıta teşkilatları içinde “Su ürünleri birimlerinin” kurulmasının zorunluluk haline getirilmesi,
  4. Kurulacak olan bu “su ürünleri” birimlerinin 1380 sayılı kanun kapsamında çalışabilmesi için birimlerde en az 1 “su ürünleri teknik personelinin” istihdam edilmesi ve birim sorumluluğunun teknik personele devredilmesi

Talepleri ile ortak kampanyaya davet ediyoruz.


GELBALDER
Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği
www.gelbalder.org 

4 Ocak 2013 Cuma

Dökülük'ün hikayesi ...




Yanço (İsmail Bağkıram
Rahmet ve saygıyla


Dökülük

Dökülük ismini uzun yıllardır sanal alemde kullanıyorum. Üstelik bu isim sadece sanal alemde de kullandığım bir isim değil 2007 yılından beri teknemin adıda Dökülük.
Tanımayan hikayesini bilmeyen çok insan için yadırgatıcı olduğunu biliyorum. Hatta 2007 yılında tekne ismini Dökülük olarak tescil ettirirken limandada çok şaşırmışlardı. Arslan, Kaplan, Yunus, v.s. gibi isimler verine “kimilerine göre dalga geçilebilecek” bu neden kullandığımı hep merak ettiler ve ben her seferinde sıkılmadan hatta gururla anlattım.

Şimdide sizlerle lakabımın neren geldiğinin hikayesini paylaşacağım.
Ben Maltepe’liyim. İstanbul’da Kartal ile Bostancı arasında bir ilçedir Maltepe. Tarihi Bizans öncesine, Antik Çağlara kadar dayanır. Eski çağların tipik bir balıkçı köyü yakın tarihini ise Bostancılık ve Balıkçılık yapılan yerleşim birimlerinden biridir.

İşte bu Maltepe’nin "Yanço İsmail" (İsmail Bağkıran) isimli bir reisi vardı. Kaptanlık, Balıkçılık, Balık satıcılığı ile hayatını kazanan, deniz dışında 5 kuruş geliri olmayan bir insan, bir deniz emekçisi. Zamanında Rahmetli İsmet İnönü’nünde bir dönem kaptanlığı yapmıştı.

Dünyanın en hoş sohbet, en dinlenilesi insanı idi ama aynı zamanda dünyanın en nalet en aksi insanıydı. İnatçıydı, iddiacıydı, bonkördü ve zor adamdı İsmail Reis. Maltepe balıkçılık tarihinin en özgün isimlerinden birisi idi.

Ben Yanço ile ilgili anılarımı belki ileride yazabilirim, şimdi Dökülük'ün hikayesini anlatmak istiyorum.

Zannedersem 80’li yılların başı idi, ben 6 metrelik bir kayık ile olta ve paraketacılık yapıyordum. Balığımıda reis satıyordu. O yıllar Reis için zor yıllardı. Büyük oğlu Ali ağabey gemicilik yapıyor uzak yol çalışıyordu, Ufak oğlu rahmetli Ömer (ağa) de trafik kazasında kaybedeli birkaç yıl olmuştu. Ortanca Oğlu Ufuk ise askere gittiği için Reis yalnız kalmıştı. O yıllarda ben ve ona balık veren birkaç kişinin balığını alıp satıyor ve geçimini böyle sağlıyordu.
İşte bana Dökülük lakabını o yıllarda takmıştı. Ben denizden geldiğimde kayığı toplamaz kendimi kahveye zor atardım, Reiste hep kızardı bu yüzden bana. Sadece kayık toplamamakta değildi mesele, genel olarak dağınık biriyimdir. Sadece yaptığım işe odaklanır diğer işleri ise teferruat hatta çoğu zaman angarya gibi görürdüm. İşte benim sevgili reisim bu yüzden taktı bu lakabı bana. Sonrada her kes alıştı ve adım Dökülük Kenan oldu.

En çok reisim ağzına yakışırdı bana dökülük demek.
Eğer limanda balık az ve ben çok balıkla gelmişsem sevgi dolu sözcüklerle karşılardı beni iskelede. En büyü iltifatı “Kenan bey oğlum a benim Dökülük oğlum” olurdu eğer başkaları balık getirmiş ve ben az balık ile dönmüşsem bana çatacak bir bahane bulur (aslında aramasına da gerek yoktur) “sen yine Mercan, Karagöz peşinemi gezdin, neden balıksız geldin” diye kızardı.
Rahmetliye dair hem benim hem arkadaşlarımın hikayeleri çoktur. Bu öyküleri toparlayıp yazsak hatırı sayılır kalınlıkta bir kitap çıkar ortaya.
Özel ve güzel bir insandı. Bir yerde benim isim babamdı.
Nur içinde yatsın …
İşte Dökülük’ün hikayesi budur, sadece ona ve anısına saygıdan doğan bir borçtur.

2 Ocak 2013 Çarşamba

SÜRDÜRÜLEBİLİR BALIKÇILIK MÜCADELESİNDE 2012



Bir yılı daha bıraktık arkamızda. Gerilimli mücadeleler ve bunlara bağlı yorgunluklar dolu geçmesine rağmen umutların yükseldiği bir yıl oldu 2012. Bizler 2012 yılını Türkiye balıkçılık mücadeleleri tarihinde en ileri hamlelerin yapıldığı, taşların yerine oturmaya başladığı bir yıl olarak anımsayacağız. Kim bilir belki bir gün Türk balıkçılık reformu tarihi yazılırsa eminimki 2012 yılı ve yapılanlar orada hak ettiği yeri alacaktır. Bir kez daha tekrarlarsak 2012 balıkçılığımız “sürdürülebilir yönetimi” ve “balıkçılık gelirlerinde adil paylaşım” için umutların arttığı bir yıl olmuştur.
Bu yazının amacı geçtiğimiz yıl ve olanlar hakkında derin analizler yapmak değil, olanları ve etkilerinin altını çizmek 2013 yılı için dersler çıkarmaktır.

2012 sürecinin tarihsel arka planı
Geçtiğimiz yıl yaşadığımız her şey geçmiş bir zaman periyodu içinde gelişen olaylar, bu olaylar karşısında alınan tavırların ve ortaya konmuş olan talepler doğrultusunda yapılan mücadelelerin eseridir. Bu nedenle 2012 yılını değerlendirmeden önce bizi bu sürece getiren tarihsel olayları hatırlamakta fayda var. Bu tarihsel arka planı hatırladıktan sonra değerlendireceğiz 2012 yılını.
Gırgır av sezonu uzatılması taleplerine karşı mücadele
2008-2009 av sezonu bitiminin yaklaştığı günlerde Gırgır avcılarından gelen sezon uzatma taleplerine karşı ortaya konan tepki ve bu tepkinin akabinde gelişen kampanya bu son dönem mücadele periyodunda bir milat olmuştur. Geleneksel kıyı balıkçıları belki de ilk defa balıkçılık uygulamaları konusunda itiraz etmişler ve bir gurup endüstriyel avcıdan merkezi otoriteye yapılan bir talebe karşı çıkmışlardır. O dönem yapılan kampanyanın başarısı 2012 yılı Haziran aynında Danışma kurulunda ortaya konulan balıkçılık politikalarının habercisi olmuştur.
Bu kampanyanın bir başka önemi ise balıkçılık sorunları konusunda yine ilk defa Geleneksel Kıyı Balıkçıları ve Amatör balıkçı işbirliğinin başladığı tarih oluşudur. Esasen kendiliğinden gelişen bu işbirliği sosyal medyanın olumlu ve verimli kullanılması sayesinde kısa zamanda imza kampanyasının yayılmasına “Gırgır Avcılarının sezon uzatma talebine karşı” itirazların ortaklaşmasına yardımcı olmuştur.
Yine bu kampanyanın bir başka önemli olayı ise İstanbul Birliğin kampanyada sorumluluk üstlenmesidir. İstanbul Birliğin kampanyaya katılması ile hem kampanyanın başarısı garanti altına alınmış hem de sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde gerçek aktörün kim olduğunun ortaya konmasını sağlamıştır. Bu aktör hiç şüphesizki Geleneksel Kıyı Balıkçısıdır. 2012 yılı değerlendirmesi yaparken buraya bir kez daha dönecek ve bu iddialı söylemimizin altını doldurmaya çalışacağız.
Yavru balık avcılığına karşı mücadele ve STK lar
Şuan içinde bulunduğumuz sürecin dinamiklerinden bir başkası ise kampanyanın ikinci yılında balıkçılık mücadeleleri platformunda yer almaya başlayan iki STK ve onların kampanyalarının sürece olumlu etkileridir.
GreenPeace ”Yavru balık yoksa büyük balıkta yok” sloganı ile başlattığı yavru balık avcılığına karşı olan kampanyasını hemen peşinden gelen “Seninki kaç santim” kampanyası ile zirveye taşımıştır. Bu kampanya yaklaşık 600,000 imza ile Cumhuriyet tarihimizin en büyük Sivil Toplum girişimlerinden biri olmuş gerek medyanın gerekse kamuoyunun balıkçılık ve sorunları ile ilgilenmesini sağlamıştır.
Gerek medya gerekse sosyal medyada farkındalık yaratan bir başka girişim ise FSD tarafından yürütülen “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” kampanyasıdır. Bu kampanya sayesinde ağırlıkla İstanbul merkezli Gırgır avcıları ve onların “Sürdürülebilir Balıkçılık” taleplerine karşı gerçek duruşlarının açığa çıkmasına katkı sağlamıştır.
Yukarıda birazda kısa tutarak özetlediğim süreç anlaşılmadan 2012 danışma kurlunda gelinen noktayı anlamak mümkün değildir. Danışma kurulunda tam bir bölünme yaşanmasının sebepleri hiç şüphesiz bu sürecin dinamikleridir. Bu bölümü bitirirken son olarak söylemek istediğim bir konu daha var; sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin içinde bulunduğumuz dönemine dair problemlerinin kodlarıda bu süreçte saklıdır.
Balıkçılık politikalarında radikal dönüm noktası 2012
Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda yaptığımız değerlendirmesinde 2012 yılını ön görürken “Geleneksel kıyı balıkçısı artık kısmi iyileştirmelerle yetinemez” diyerek 2012 yılının mücadelede ve hedeflerinde bir hamle yılı olacağını savunmuştuk. Bizi bu ön görüye götüren en temel sebepler; Sivil Toplum, Akademisyen ve Geleneksel kıyı balıkçılarının işbirliği zemini ve bu zeminin yarattığı sinerjinin giderek yayılmasıydı. Ayrıca mücadele ile geçen 3 yılın sonunda yeni koşullar oluşmuş giderek yılların uyuşukluğunu ve suskunluğunu üzerlerinden atmaya başlayan Geleneksel Kıyı Balıkçıları mücadeleye ilgilerini yükseltmişti. Bu güne kadar hiç tartışılmayan konular tartışılmaya başlanmış, camia geçmişte görülmedik ölçüde hareketlenmişti. Yapılması gereken belki yorucu ama basit görevleri yerine getirmeye başladığımızda savunma durumundan çıkarak ileriye doğru hamle yapacağımızı görmek için kahin olmaya  gerek yoktu.
Olaylar tamda ön gördüğümüz şekilde gerçekleşti. Bir anda ortalığı kaplayan gri bulutlar dağılmaya Siyahlarla Beyazlar belirginleşmeye başladı. Bir yanda “balıkçılık politikalarının değişmesinden rahatsız olan ve her türlü direnişi ısrarla gösterenler” diğer yanda ise “Sürdürülebilir balıkçılık politikaları ve balıkçılık gelirlerinde adil paylaşım” talep edenler olmak üzere ikiye bölünmeye başladık. İşte 20 Haziran tarihli danışma kuruluna gelirken Türk balıkçılık camiasının pür meali bu durumdaydı.
Ortak Deklarasyon çağrısı
Danışma kurulu öncesi Nisan ayı içerisinde kurulan GELBALDER başarısızlık riskinide göze alarak Mayıs ayı içerisinde Sivil Topluma danışma kuruluna ortak bir deklarasyon etrafında toplanma çağrısı yaptı. Bu çağrıya olumlu cevap veren WWF/Türkiye, GreenPeca/Akdeniz, SÜMDER, SAD-AFAG ve henüz kurulmuş GELBALDER ortak imzası ile yayınlandı.  (http://www.gelbalder.org/kampanyalar/14-deklerasyon-metni.html )
Bu deklarasyonun yayımlanması “Sürdürülebilir balıkçılık mücadeleleri tarihimizde yeni bir döneme” işaret ediyordu. İkisi uluslararası olmak üzere Türkiye’nin en büyü 4 Sivil Toplum örgütü ilk defa ortak bir metnin altına isimlerini koyarak merkezi balıkçılık otoritesine “Acil Reform” taleplerini ilettiler.
Basın ve internet medyasının yanı sıra Deklarasyon metni matbu olarak bastırılarak hem Danışma Kurulunda hemde Sivil Toplum ve Balıkçılık Çevrelerinde dağıtıldı.
20 Tarihli Danışma kurulu toplantısında Genel Müdürlüğün tartışmaya açtığı korumacı önerilerin endüstriyel avcı guruplarından büyük tepki alması ve Genel Müdürlüğe karşı bir kampanyaya başlamaları üzerine hemen bir imza kampanyası ile Danışma Kuruluna ve ortaya koyduğu korumacı önerilere sahip çıktık.
28 Haziranda başlattığımız bu kampanyada Balıkçılık rejimimizin, “sucul canlı doğal kaynakların sürdürülebilirliği ve hakça paylaşımı” doğrultusun da 5 Sivil Toplum Örgütü (Greenpeace, WWF/Türkiye, SAD-AFAG, SÜMDER, GELBALDER) tarafından yapılan ortak çağrı ve Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün 20/06/2012 tarihinde Ankara’da topladığı İstişare Kurulundaki Önerileri doğrultusunda; 50 metreden sığ sularda gırgır ve çevirme ağları ile avcılığı yasaklanmasını, İstanbul Adaları ve Ambarlı bölgesi için önerilen sahaların gırgır ve çevir me ağları ile avcılığa kapatılmasını, Hamsi av sezonunun 1 Kasım’da açılmasını ve İstişare kurulunda Genel Müdürlük Tarafından önerilen boy yasakları ve diğer sürdürülebilirlik yandaşı önerilerinin 1 Eylül Tarihinden önce çıkacak olan Tebliğ ile uygulamaya konmasını talep ediyoruz.diyerek 1600’ün üzerinde imza topladık. Ülkenin önde gelen akademisyenleri, sivil toplum unsurları, balıkçılar, amatör balıkçılar gazeteciler ve yazarlar tarafından ilgi gören bu balıkçılık mücadelelerinde sivil toplum işbirliğinin önünü açması ve işbirliği hukukunun gelişmesi açısından önemli bir kampanya oldu. (http://imza.la/balikcilik-uygulamalarinda-cok-paydasli-acil-reform-cagrisi/liste )

Danışma Kurulu ve İstanbul Birlik
 “Danışma kurulu toplantısı sonuçları açısından en büyük, en kalabalık (~400-500 civarı) ve sürdürülebilir balıkçılık açısından tarihinin en önemli toplantısı oldu. Başta İstanbul Birlik (~ 200 küçük balıkçı) olmak üzere geleneksel balıkçıların büyük bir çoğunluk oluşturduğu bu toplantıya son dönemlerde iyice gerginleşen Endüstriye Avcı Grubu 150 civarı büyük balıkçı ile katıldı. Ağırlıkla Gırgır avcılarından oluşan bu grup toplantı boyunca saldırgan davrandı ve toplantının başlaması ile birlikte salona sadece balıkçıların (geleneksel kıyı balıkçısı balıkçı olarak görmüyorlar) alınmasını kendi deyimleri ile oltacıların ve STK’ların çıkarılmasını istediler. Açılış konuşmaları sürecince bu tutumlarını devam ettirerek toplantıyı engellemeye çalıştılar. Açılış konuşmalarının bitmesi ile iyice gerginleşen ortamı sakinleştirmek amacı ile toplantıya ara verildi.
Yaklaşık 30 dakikalık bağrışmalar ve tartışmalardan sonra tekrar toplantı başladı ve genel müdürlük tebliğ değişikliklerini tartışmaya açtı.
Gırgır avlanma derinlikleri ve Gırgır Avcılığına yasaklanmış sahalar gündeme geldiğin de salondaki gerilim had safhaya ulaştı ve o andan itibaren salon büyük avcılar tarafından stadyuma çevrildi. Bağırışlar ile itirazlar, küfürler, hakaretler, havada uçuşurken küçük kıyı balıkçıları bütün sakinliği ile olayları izleyerek ama salonu da terk etmeyerek sağlam bir duruş gösterdiler.
Aslı çatışma alanı Gırgır ağları ile avlanma derinliğinin tüm sularda 30 metreye çekilmesi ve Ambarlı liman bölgesi ile İstanbul adalar bölgesinin Gırgır avcılığına kapatılması oldu.
Bu maddelerin tartışılması esnasında birkaç kez fiziksel çatışmanın eşiğinden belki de bir faciadan (Salondakilerin 3/2 si ayaktaydı) dönüldü.”  
(http://www.gelbalder.org/bsgm/1045-danisma-kurulu-toplantisi-kararlar-olaylar-ve-yorumumuz.html )
Not : İlgili link tıklandığında Danışma Kurulundaki genel hava tarafların duruşu hakkında daha net bilgiye sohip olmanız mümkündür

Yukarıdaki pasaj Danışma Kurulu dönüşü sıcağı sıcağına yaptığımız yorumdan bir alıntıdır. Oradan alıntı yapmaktaki amacım o günkü kavrayışı ve duyguları yazıya taşımaktan başka bir amaç taşımamaktadır.
İşte yukarıda anlattığımız koşullarda gerçekleşti Danışma Kurulu, Genel Müdür açış konuşmasını yaptıktan sonra salonda tam bir kaos başladı. Bağırış çağırış hakaretler, toplantıyı engelleme girişimleri, Küçük balıkçının salondan çıkarılması talepleri ve bin türlü kepazelik.
Genel müdürlük ise bu güne kadar hiç görmediğimiz bir kararlılıkla, avlanma boyları, çevirme ağları avlanma derinliği ve koruma alanları konusunda korumacı politikalardan taviz vermez bir şekilde durdu.
İlk defa reform konusunda gerçek bir duruşla karşılaşmıştık, Genel Müdürlüğün ortaya koyduğu bu radikal duruş karşısında her kes şaşkındı. Bir kısım çevreler açısından bu şaşkınlık Danışma Kurulu sonrasındaki günlerde de devam etti. Genel Müdürlük bütün taleplerin üzerine çıkarak “ Balıkçılıkta korumacı politikalar doğrultusunda çıtayı yükseltmişti” küçük balıkçı umutlu ve heyecanlı büyük balıkçılar ise şaşkın ve öfkeli bir şekilde izlediler toplantıyı.
İşte 2012 yılının balıkçılık mücadelesi açısından en önemli olayı buydu. Genel Müdürlüğün yaptığı temelden bir yön değişikliği ile bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ilan etmesiydi. Bundan sonra “sürdürülebilir balıkçılık uygulamaların egemen olacağı ve mevcut uygulamalar nedeniyle stoklarla beraber en büyük zararı gören geleneksel kıyı balıkçıları korunacaktı.

Adalar Belediyesi ve TÜDAV
Belediyeler balıkçılık yönetiminin doğal paydaşlarıdırlar. Özellikle denize kıyı olan belediyelerin kesinlikle hem yerel balıkçılık politikalarına hem de Ulusal balıkçılık politikalarına katılmaları ve katkı yapmaları kaçınılmazdır. Geleneksel kıyı balıkçılığı sosyo-ekonomik bir topluluk olarak belediye yönetimlerinin sorumluluğu altında olmalıdır. Kıyı balıkçı topluluklarının demografik yapılarının ve Geleneksel Kıyı balıkçılığının korunması konusunda daha fazla sorumluluk almalı bu doğrultuda projeler inşa etmelidirler. Biz Adalar Belediyesinin TUDAV’ın önerileri doğrultusunda Adalar bölgesin Gırgır avcılığına kapalı bölge talebini Genel Müdürlüğe iletmesini savinçle karşıladık ve bölgede Geleneksel Kıyı Balıkçılığının korunması ile ilgili politikallarının devamını bekliyoruz.
İstanbul Birlik
Ben yazının sonunda İstanbul Birlik için bir şeyler söylemek istiyorum.
Hiç şüphesizki bu gelinen noktada her bireyin her sivil toplum gurubunun yada derneğinin katkısı vardır. Bu katkılar çok değerli ve asla birbiri ile kıyaslanamaz katkılardır ama yinede ben İstanbul Birliğe özel bir yer açmak istiyorum. Danışma kurulunda tüm paydaşların morallerinin kaynağı ve Genel Müdürlüğün kararlılığının payandası İstanbul Birlik olmuştur.
Ben son söz olarak şahsım ve GELBALDER adına İstanbul Birlik yönetimine ve bağlı kooperatiflerine müteşekkir olduğumuzu söylemek istiyorum.