23 Nisan 2012 Pazartesi


GELBALDER

Türkiye balıkçılığının içine girdiği krizin giderek derinleşmekte olmasına rağmen, krizin nedenleri konusunda bir görüş birliği sağlanamadığı için olası çözümleri konusunda da yeterli ve ciddi adımlar ne yazık ki atılamamaktadır. Tarihi daha eskilere dayanmasına rağmen 2000’li yılların başından bu yana geçen her yıl bir öncesinden daha kötü geçen av sezonları, küçük bir endüstriyel avcı azınlığı dışında avcı filolarının içine girdiği ekonomik dar boğaz gelmekte olan felaketin en büyük habercisidir. Geleneksel kıyılarımız tahrip olmuş, en değerli ticari stoklarımız belki de geri kazanılmaz bir noktaya gelmiştir. Türk balıkçılığı yaklaşık 10 yıldır 3-5 pelajik stok üzerinden varlığını devam ettirmeye çalışmakta mevcut durumun yarattığı baskılar nedeni ile bu son stoklar da yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.  İçinde bulunduğumuz bu durum sadece balık stoklarını yok etmekle kalmamakta, stoklar ve deniz tabanında baskı yaratmayan geleneksel balıkçılığı ve sosyoekonomik bir gurup olarak ta geleneksel kıyı balıkçılığını da yok oluşa zorlamaktadır. Günümüz Türkiye’sinde balık ve balıkçılık sorunları üzerine düşünce üreten, sucul kaynakların korunması adına faaliyet yapan her kişi ve kurum bilmektedir ki, yapısal bir balıkçılık reformu için zaman ne yazık ki bitmek üzeredir.

Balıkçılık bürokrasimiz sürecin ve gelmekte olan felaketin farkındadır ve içinde bulunduğumuz durumdan çıkma konusunda çaba göstermeye başlamıştır. Balıkçılık yönetiminin bilimsel gerçekleri ve büyük endüstriyel avcı guruplarının baskısı altında kalan balıkçılık yönetimi bu reform sürecinde STK’lar, akademisyenler ve küçük balıkçı gurupları dışında ne yazık ki hiçbir desteğe sahip değildir. İdare tarafından iyileştirme adına atılan her adım büyük avcı gurupları tarafından direnişle karşılanmakta, içine girdiğimiz bu süreç aynı guruplar tarafından bir çatışma ortamına dönüştürülmektedir. Mali güçleri ve siyasi ilişkileri ile merkez bürokrasiyi engellemeye çalışan bu guruplar tabanda reform talebi ile hareket eden küçük balıkçı guruplarına ve sivil toplum kuruluşlarına karşı giderek çirkinleşen bir mücadele yolunu seçmekten çekinmemektedirler.

Önümüzdeki sürecin bir reform ve bu reform için mücadele süreci olacağı artık kesinleşmiştir. Her mücadele ve onun içinden geçtiği evreler kaçınılmaz olarak düşünce, örgütlenme ve eylem alanlarında bölünmeye sebep olur. Bu gün Türk balıkçılık camiası bu bölünmeyi yaşamaya başlamış içine girdiğimiz süreç bir yanda mevcut durumun devamından yana olup avcılık düzenlemeleri ve doğal sonucu olan avcılık kısıtlamalarına karşı mücadele edenleri merkezileştirirken diğer tarafta “sürdürülebilir bir balıkçılık ve sucul kaynakların hakça paylaşımı” için reform talep edenleri birleştirmeye ve merkezileştirmeye başlamıştır. Bu bölünme karşısında tarafsız kalmak ya da görmezden gelmeye çalışmak mümkün değildir.  

GELBALDER ve dayandığı zemin

Kurulmuş olan dernek bir gurup başlatıcının fikri birliğinden değil, 4 yıldır balıkçılık reformu için verilen mücadelenin ihtiyaçlarından doğmuştur. Balıkçı forumu içinde ve çevresinde başlayan bu hareket önce fikirleri ve eylemleri ile var olmuş, dayandığı meşru zemin ve bilimsel gerçeklikler nedeni ile de gerek küçük balıkçılar gerekse akademik camianın ilgisini çekmiştir.

GELBALDER çok basit bir söylemden yola çıkarak savunduğu talepler

Sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım, geleneksel kıyının korunması, Geleneksel kıyı balıkçılığının sürdürülebilir balıkçılık yönetimi açısından önemi, endüstriyel avcılığın dikey büyümesinin yarattığı sorunlar, çok Paydaşlı mücadele ve çok Paydaşlı balıkçılık yönetimi başlıkları altında ürettiği ve savunduğu fikirlerle kısa sayılabilecek bir dönemde kabul görmüştür.

Çok paydaşlı demokratik bir balıkçılık yönetimi için çok paydaşlı bir mücadele ve tüm STK’larla işbirliği dün olduğu gibi bu gün de temel prensiplerden biridir. Canlı sucul kaynakların ortak kamu malı olduğunu savunan GELBALDER, denizlerimizin ve balıkçılığın içinde bulunduğu sorunların çözümünün ancak çok paydaşlı bir mücadele ve işbirliği ile gerçekleşebileceğine inanmaktadır.

Dernek kuruluşumuzun sevincini ve onurunu paylaşmak için 28 Nisan Cumartesi günü dernek binamızda vereceğimiz kokteylde siz değer paydaşlarımızı ağırlamaktan gurur duyacağız.

GELBAKDER

İletişim için

Kenan KEDİKLİ
kenan56@gmail.com

18 Nisan 2012 Çarşamba

Sezon değerlendirmesi

Bir endüstriyel av sezonu daha arkamızda kaldı, balık avlamak için çaba harcamak yerine “balıkları ve denizleri korumak için verilen mücadele” ile geçen bir av sezonu. Sezonun avcılık kısmı herkesin malumu, çok fazla ayrıntıya girmenin bilinenleri tekrarlamanın her halde çok anlamı yok. Türk balıkçılı son 10 yıldır Hamsi, İstavrit, Sardalye vb. gibi kısa ömürlü nispeten aldığı yaraları çabuk sarabilen stoklar üzerinden varlığını devam ettirmeye çalışıyor. Lüfer nereyse hiç olmadı, Palamut olacakmış gibi yapıp kısa zamanda ortadan kayboldu. Uskumruyu, Kolyozu Marmara’da çoktan unuttuk, Tekir bu sene trolcülerin yüzünü güldürmediği gibi küçük balıkçıya da göstermedi yüzünü, Mezgitte öyle, Kalkan av yasağı başlamak üzere ama geçen seneki avın 1 çeyreği bile yapılmadı henüz. Velhasıl avcılık açısından biraz daha kötüye giden bir yıl oldu. Endüstriyellerin umutları ise seneye kaldı, ne de olsa insan nefes aldıkça umut bitmezmiş. Rahmetli reisimde öyle demez miydi zaten “ balıkçının karnını yarmışlar içinden yarın çıkmış” ama yarın için bu günden kimse de bir şey yapmazmış.

Son 3 yıldır geçtiğimiz sezon dediğimizde aklımıza sadece balık ve avcılık gelmiyor. Son 3 yıldır bu ülkede giderek yükselen bir sürdürülebilirlik ve hakça paylaşım mücadelesi ve bu mücadelenin içinden geçtiği süreçte olanları da değerlendirmek gerekiyor. Bu nedenle geçen sezon yaşananları ve bu sezona aktarılanları hatırlamakta fayda var.

Geçen sezon bir evvelki yılın FSD ve Greenpeace yavru balık kampanyaları ardından kısmı ve yetersiz olsa da umut verici iyileştirmelerle başlandı. Hepimizin bildiği gibi Genel Müdürlük Lüfer başta olmak üzere bazı balık türlerinin avlanma boyunu yeniden düzenledi. İstanbul ve boğaz çevresi gırgır takımlarının yeni düzenlemeye karşı eylemleri, yasağı ihlal etme konusundaki ısrarlı tavırları ve bu yasağın uygulanması için mücadele eden STK ve forum çevresi faaliyetleri bu döneme damgasını vurdu. Medya için giderek popülerleşen bu mücadele ve mücadelenin karşıt tarafları daha fazla gündemde yer bulmaya başladılar. 

Diğer yandan bu süreç balıkçı camiamızın esasen bildiği bir sorunu, bu sorun karşısında çaresiz kalan bürokrasinin yetersizliğine bir kez daha şahit oldu. Yetersiz alt yapı, denetim konusunda gönülsüz personel, yerel yönetimlerin olaya baştan savmacı bakışı ve halkımızın konu hakkındaki bilgi eksikliği ve duyarsız davranması sonucunda yasa dışı avlanmış balıklar neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan satıldı. Balık halinden başlayarak balıkçı dükkânlarına hatta hiper market tezgahlarına kadar alay edercesine devam eden bu süreç mücadelenin sertleşmesi ve medyanın konuyu gündeme taşımadaki isteğinin artması üzerine tedricen azaldı ve sağdan soldan kesilmeye başlanan cezalar hakkındaki duyumlarımız artmaya başladı. Geçtiğimiz sezonun en önemli olaylarından biri olarak yasadışı çinekop avcılığı ve ticareti ortak hafızamızdaki yerini aldı.

Geçtiğimiz sezonun önemli olaylarından bir başkası ise İstanbul boğazı ve Marmara’daki yasa dışı trol avcılığının artarak devam etmesidir. Trol çekene bir şey olmadığına dair yayılan psikoljik güvence sayesinde hem yasadışı avcılık gün ve saatleri arttı hem de yasa dışı trol avcısı sayısında önemli bir artış oldu, hiç şüphesiz en büyük sorumluluk tüm sorumluluğu önce sahil güvenliğe sonrada deniz polisine yıkan idarenindir. İstanbul Boğazı ve Marmara’daki bu yasadışı avcılık kabul edilebilir miktarları çoktan aşmış önemli sayıda yasa dışı avcı tarafından önemli miktarlarda balık İstanbul balık halinde satılır hale gelmiştir. Bu yasa dışı avcılığı yapan tekne sayısının 100 adedi aştığı, balık halinde bu yasa dışı avcılığı finanse edenlerin ve halde satışını yapanların kimler olduğunu sağır sultan bile duymuştur.

Bu sürecin en önemli gelişmelerinden biri ise İstanbul Valiliğinin oluşturduğu yasadışı avcılıkla mücadele komisyonunun kurulmasıdır. Komisyon olumlu bazı adımlar atarak yasadı av araçları ve yasadışı avcı tekneleri için yeddi-emin limanlarını tespit ederek önemli bir eksikliği gidermiştir.

Geçtiğimiz sezonun bir başka yasadışı avcılık olayı ise gırgır takımlarının ağ boyutlarını yasal sınırların üzerlerine çıkarmaları ve yavru istavrit avcılığına bu yılda bütün hızıyla devam emiş olmalarıdır. Diğer olaylar da olduğu gibi bu avcılık herkesin gözü önünde gerçekleşmiş, olaylar tüm barınak ve kooperatiflerde sezonun son 2 ayı boyunca yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Konunun artık ayyuka çıkması ve gelen şikayetler üzerine yapılan zorlama denetim hiçbir işe yaramamış iki motora ihtar cezası verilerek konu kapanmıştır.

Kime sorsan her kesin rahatsız olduğu ve kesinlikle eğlenmesini savunduğu yasa dışı avcılık her yıl biraz daha artarak pervasızca yapılmakta, adeta alay edilmektedir.

Mücadelede geçen sezon

3 yıl önce giderek yükselmeye başlayan “sürdürülebilirlik ve hakça paylaşım” mücadelesinde geçtiğimiz sezon tepe noktasına ulaşmış ve İstanbul merkezli gırgır avcıları gurubu için bir hamle yılı olmuştur. Yeni tebliğ zamanının gelmesi 1380 sayılı su ürünleri kanununun bu yıl artık güncellenerek yenileneceği söylentileri tarafları iyice germiş, müstahsiller gurubu tarihinin en aktif dönemine girmiştir. Açık mücadele alanındaki başarısızlıkları ve taleplerinin bakanlık tarafından reddi karşısında savunma durumundan çıkarak karşı atağa geçen bu gurup, siyasi ilişkileri ve geçmişten gelen lobicilik alt yapılarını kullanarak gerek siyasi kadrolar gerekse bakanlık ve bürokrasi üzerinde pres yapmaya başlamış, gelmekte olan muhtemel düzenlemelere karşı direnme noktaları oluşturmaya etmeye çalışmıştır.

Müstahsillerin talepleri net ve açıktır, filo azaltılması, rezerv alanlar ve kota sistemine geçiş karşılığında her türlü avcılık sınırlamasının kaldırılmasını talep etmektedirler. Bu talep ilk bakışta sanki makul bir talep gibi gözükse de gerçekte taşıdığı anlam yeni gelecek düzenlemelerden kurtulmanın yanı sıra avcılıkta daha geniş bir serbestlik sağlamayı amaçlamaktadır. Balıkçılık sistemimiz bu günkü alt yapısı ile filo küçültme ve kota sistemine geçebilmek için minimum 3 yıllık bir zamana ihtiyaç duyacaktır. Müstahsiller balıkçı camiasında kafa karışıklığı yaratarak bürokrasiye baskı yapmak ve zaman kazanmaya çalışmaktadırlar.

Bu sezon müstahsil merkezli gurubun gerek hareketimize gerekse bizimle işbirliği yapan sivil toplum organizasyonlarına karşı tutumunu sertleştirdiği, mücadelede her türlü yola başvurduğu bir dönem olarak ta dikkat çekmektedir. Müstahsil gurubu geleceği konusunda söylentilerin ayyuka çıktığı 50 m altı avcılık yasağı uygulamasından son derece rahatsız olmuştur. Gelmekte olan bu yasağı engellemek, eğer bu mümkün olmazsa erteletmek için her yola başvurmaktan, her türlü direnişi göstermekten çekinmeyeceklerinin işaretlerini şimdiden vermiştir.

Önümüzdeki yakın ve orta vadeli dönemin esas itibari ile “endüstriyel avcılığın kıyılardan uzaklaştırılması” temelindeki çatışmalarla geçeceği şimdiden belli olmuştur. Bu mücadele ve bu mücadelenin sonuçları Türk balıkçılığının geleceğinin belirlenmesi açısından en önemli çatışma alanını oluşturmaktadır. Ya endüstriyel avcılık kıyılardan uzaklaştırılarak kıyı ekosistemi ve buna bağlı olarak stokların nefes almasın sağlanacak yada eski düzene devam edilerek bir işe yaramayan pansumanlarla balıkçılığımızın içine düştüğü hastalık tedavi edilmeye çalışılacaktır. Balıkçılık reformu iin zaman artık iyice kısalmıştır, belki de yarının bile geç olduğu bu süreçte belirleyici olan küçük kıyı balıkçısının mücadelesidir. Bu mücadele geleneksel kıyı balıkçılığı yapan küçük balıkçıların içinde ki umut ateşlerini yükseltmek la kalmamakta, gerçeklerin ve artık bir şeyler yapılması gerektiğini düşünen balıkçılık bürokrasimizin de reform konusunda itici gücü olmaktadır.  AB ortaklaştırma sürecinin de gereği olan bazı iyileştirmeler ve endüstriyel avcılık alanındaki bazı kısıtlamaları ertelemek artık mümkün değildir. Küçük balıkçının kısa vadede en önemli görevi idarenin bu konuda destekçisi olmak ve bu iyileştirmeler için bu güne kadar verdiği mücadeleyi yükseltmektir.

Bu av yılının bir başka olayı ise 4 yıldır Forum merkezli bir muhalefet ve mücadele hareketi olan küçük kıyı balıkçılarının örgütlenme hamlesidir. Küçük kıyı balıkçısını korumak için geleneksel balıkçılığın ve onun av sahası olana geleneksel kıyının korunması gerekir şiarı ile yolan çıkan bu hareket mücadele içindeki yerini dernek yapısı olarak almakta ve otonom yapısından kurtulmaktadır.

Çok Paydaşlı bir balıkçılık yönetimi için çok Paydaşlı bir mücadeleden yana olan dernek “sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım” mücadelesinde,  küçük balıkçı kooperatiflerinin, Sivil Toplum Kuruluşlarımızın ve Genel müdürlüğümüzün en büyük paydaşı olarak bu mücadeledeki görevlerini yerine yetirmeye hazırdır.

Daha sağlıklı stoklar ve daha adil bir balıkçılık dileği ile …
Balık Posteri

16 Nisan 2012 Pazartesi


 
Balıkçılığın yönetiminde uygulanan diğer bir strateji de stoklara ve özellikle ekosistemin diğer elemanlarına zarar veren av araç ve gereçlerinin yasaklanmasıdır. Örneğin AB’ye üye ülkelerde kıyı sürütme ağları, yüzer ağlar gibi ekosisteme zarar verdiği bilinen av gereçlerin
kullanımı tamamen yasaktır. Trol ve gırgır gibi av araç gereçlerinin kullanımına da önemli sınırlamalar getirilmiştir.
Genel eğilim, yakın kıyıda av miktarı ve üretkenliğinin sınırlı, fakat elde edilen ürünün pazar değerinin yüksek olduğu alanlarda endüstriyel balıkçılık sınırlanırken, geleneksel küçük ölçekli avcılık desteklenmekte ve özel koruma alanlarının oluşturulması ön plana çıkartılmaktadır.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Lüfer Koruma Timi'nin 2011-2012 Balık Sezonu Değerlendirmesi

13 Nisan 2012 Cuma, 13:15 · tarihinde Slow Food Türkiye / Fikir Sahibi Damaklar tarafından eklendi
Biz, Fikir Sahibi Damaklar, Slow Food'un İstanbul'da yapılanan bir birliği olarak,
ortak kaynağımız olarak gördüğümüz İstanbul Boğazı
ve onun doğal parçası Karadeniz ve Marmara Denizi'ne dair bir hassasiyet ifade etmeye başlayalı,
tasalarımızı dillendirmeye ve çözüm aramaya başlayalı henüz iki yıl oldu.

Sadece bizim değil, tüm dünyanın denizlerinin,
sucul kaynaklarının kriz yıllarına denk gelmesi sebebiyle,
parçası olduğumuz bu sürecin önemli olduğuna inanıyor
ve 2011-2012 yılı balık avı sezonuna dair değerlendirmemizi ilginize sunuyoruz:


Henüz balıkçılığımızı, göllerimizi, akarsularımızı ve denizlerimizi bir politika çerçevesinde yönetecek tek bir bakanlık kurulmamış olmakla birlikte, Haziran ayında kurulan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, 2011-2012 balık avı sezonunun kanaatimizce en önemli belirleyenlerinden biri oldu.

Sezonun ilk yarısını yapılanmasını tamamlamakla geçiren genel müdürlük, 1380 sayılı Su Ürünlerinin Avlanması ve Ticaretine Düzenleyen Kanun ve 2012 Tebliğ Toplantısı'na giden süreci balıkçı STK'ları ile birlikte yürütmekte. 2012 Tebliğ Toplantısı'nda neticelerini yaşayarak göreceğimiz bu işbirliği, biz Fikir Sahibi Damaklar için heyecan verici bir tecrübe olacak.

Aşırı avcılığın kaynaklarımızın tükenmesinde, balığımızın, denizlerimizin sürdürülebilirliğinde fevkalde olumsuz bir etken olduğunun idrakıyla, filo küçültme konusunun gündeme geldiği ve 2012 yılı içerisinde filodan 200 teknenin gönüllülük esası ve devlet desteği çerçevesinde çekileceği, bu rakamın önümüzdeki üç yılda filonun yüzde 35'ini kapsayacağı söylentileri bile... umutlarımızı besliyor. Denizlerimize, balığımıza, balıkçımıza dair politikaların elbirliği ile kurulduğunu görmeyi diliyoruz.

Sezonun bir diğer önemli belirleyeni lüfer oldu. Bilindiği üzere 2010-2011 yılında 14 cm olan lüfer av alt boyu, bakanlıkça Ağustos 2011'de ilan edilen bir değişiklikle 20 cm'e çıkartıldı.

Lüferin avlanma alt boyunda gerçekleşen değişiklik, Fikir Sahibi Damaklar olarak kampanyamızda talep ettiğimiz "sularımızdaki varlığının devamı için, avlanma alt boyu en az 24 cm olmalı" önermemizle denklik içermemekle birlikte, önemli bir ilk adımdır. Bu ilk adım, bundan böyle her Ekim ayının 3. Cumartesi'si kutlayacağımız İstanbul'un Lüfer Bayramı'na ilham verdi. İstanbullu'nun denizinin, balığının, balıkçısının idrakına varma ve doğasına sahip çıkma sürecinde önemli bir katkısı olacağına inandığımız bu bayramı bizzat Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı'mız Mehdi Eker'in açmasını önemli bir işaret olarak değerlendiriyor ve balığımıza, denizimize sahip çıkma sürecinde bakanlığın desteğinin devamını diliyoruz.

Bizler bakanlığın 20 cm kararını olumlu sayar ve bu başlangıcı bayram vesilesi yaparken, tüm sezon boyunca tezgahlardan boy altı balıklar eksik olmadı ve İstanbullu gırgır balıkçılarımız da Kasım ayında tarihte görmediğimiz boyutta bir gövde gösterisi ile lüferde gerçekleşen avlanma boy değişikliğini protesto ettiler.

Sebebi kanaatimizce aşikar! İstanbullu balıkçılarımız 80'li yıllardan bu yana devam eden büyüme odaklı, kapasite arttırımı odaklı ve sürdürülemezliği net politikaların neticesi varılan bir çıkmaz sokakta!

TURMEPA'nın rakamlarından hareketle, özetleyelim:

Marmara Denizi'nde 143 canlı türü yok oldu. Son kırk yılda barbunya yüzde 73, çipura yüzde 48, palamut yüzde 90, uskumru yüzde 95, lüfer yüzde 58 oranında yok oldu. Karadeniz ve Marmara Denizi'nde akya, çipura, kırlangıç, uskumru, orkinos, mercan, minekop, sinarit, lipsos dahil, birçok tür çok azaldı.

Denizde para edecek ve tüm tükenmeye karşın hala bulunan neredeyse tek balığın, yani lüferin, avlanma boy limitlerinde yapılan değişiklikle başlayan 2011-2012 balık avı sezonu da, haliyle, İstanbullu balıkçı için verimli, bereketli ya da tatmin edici olmaktan bir hayli uzak gerçekleşti. Son beş yıldır olduğu gibi bu yıl da balıkçımız sezona borçlu girdi. En iyimser hesaplamalarla 70-80 milyon Türk Lirası civarında olduğuna inanılan bu borcun muhattabı bankalar ya da devlet değil, büyük oranda kabzımallardır. Yasağa ve geçen yılların fevkinde gerçekleşen denetimlere rağmen, tezgahlarda boy altı lüfer balıklarını görmemizin asıl nedeninin bu borçlar olduğu bellidir ve balıkçıların var olan dar koşullarda borçlarını geri ödemesi de kanaatimizce imkansızdır.

Çıkmaz sokaktan kastımız, budur:

İstanbul Yenikapı Su Ürünleri Hali'nde faaliyet gösteren onlarca kabzımala borcu olan yüzlerce İstanbullu balıkçı teknesi, borçlarını ödeyebilmek ve balıkçılığa devam edebilmek için av yasaklarına uymaksızın, büyük riskler alarak, yasa delerek avlandıkları halde, gene de borçlarını ödeyemeden sezonu tamamlamak üzere. Gelecek sezon balığa çıkacak tekneler de bu yılın borcu üzerine yeni borç alarak avlanıyor olacaklar!

Bakanlığın Kasım ayında tertiplenen ve eşi benzeri görülmemiş bu protestoya rağmen lüferde aldığı karara sahip çıkması, geri adım atmaması, oy uğruna yüzlerce taviz verildiğine tanık olduğumuz tarihimiz adına önemlidir; ancak yukarıda ifade ettiğimiz dar ekonomik koşullar ve borç baskısı altındaki balıkçının tepkisinin doğru değerlendirilmesi en büyük arzumuzdur:

Balıkçımızın refahını sağlanmadan denizlerimizin sürdürülebilirliğinin sağlanması güçtür. Kabzımalların borç baskısı altında faaliyet gösteren balıkçımızdan yasaklara uymasını beklemek adil değildir. Denizlerimizin sürdürülebilirliği adına adil koşulların sağlanması Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın, bünyesinde kurulu Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü'nün ve tüm yerel yönetimlerin öncelikli konusu olmalıdır.

Bu bağlamda gelecek sezon yerel yönetimlerden beklentilerimiz:

- kabzımalların tahakkümünden kurtulabilmeleri amacıyla, İstanbullu balıkçılarımızın, altında toplandıkları kooperatifler aracılığı ile balıklarını satabilmelerinin Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nca organize bir şekilde, sürdürülebilir bir politika dahilinde ve ivedilikle desteklenmesi, teşvik edilmesi...

- İstanbul'un tüm balık tezgahlarında, her bir balığın yasal boyunun yazılı olduğu fiyat etiketleri altında teşhir edilmesi ve zabıtaların satılan balığın boyunun yasal olup olmadığını bu etiket aracılığı ile denetleyebilmesi..

- İstanbullu'nun semt pazarları ve seyyar balık tezgahlarının denetimine katılabilmesi amacıyla zabıtaya ulaşabileceği tek ve ortak bir numaranın tayin edilmesi...

- İstanbul dahilinde işletilen kollektörlerin kapasitelerinin kontrol edilmesi, işlerliklerinin denetlenmesi ve sayılarının Marmara Denizi'nin sucul hayatını desteklemek üzere arttırılması..

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'ndan beklentilerimiz:

- 1380 sayılı Su Ürünlerinin Avlanması ve Ticaretini Düzenleyen Kanun ve bağlantılı tüm yönetmeliklerin akademisyenler, bürokratlar ve balıkçı STK'larının yanı sıra tüketici STK'ları ve ekolojinin sürdürülebilirliğine hassas STK'ların da işbirliği ile ve ivedilikle gözden geçirilmesi bağlamında:
(i) balıkların avlanma alt boyularının gözden geçirilmesi ve korumacı bir yaklaşımla değerlendirilmesi..
(ii) av filosunda küçülmeye gidilmesi..
(iii) avlanma araçlarında seçiciliğin arttırılması..
(iv) av yasaklarının korumacı bir yaklaşımla arttırılması..
(v) denetimlerin maksadına ulaşabilmesi için cezaların caydırıcı kılınması..
(vi) rezerv alanların tayini ve oluşturulması..

- İstanbul Boğazı'nı önemli ve bereketli kılan balık göçünün hedefi Karadeniz'in, Karadeniz'e akan suların ağzında oluşmuş meraların balıkçılığımıza katkısının hızla kavranması ve HES'ler bağlamında politikaların yeniden gözden geçirilmesi..

- gene Karadeniz'e akan ve pek çok başka ülkenin, hükümetin de yönetiminde olan suların Karadeniz'e akıttığı kirliliğin uluslararası platformlara taşınarak bir an önce önlenmesi..

- dalyanların av mevsiminin, genel av mevsimi ile denklik içermesi; yani av yasağının herkes için aynı olması ve bu suretle stokların kendilerini yenileyebilmeleri için çok değerli olan üreme mevsiminin hakkının verilmesi..

- bakanlığımızın balık avcıları ile yetiştiricilerini bir sektörün eşit parçaları gibi görmekten vazgeçmesi ve su ürünlerini bir ekonomik büyüme alanı, bir kapasite arttırım projesi olarak değerlendirmek yerine, bir sürdürülebilirlik politikası dahilinde yönetilmesi; yani endüstriyel balıkçılığı, avlanma kapasitesi ve teknolojilerini geliştirmek yerine, geleneksel kıyı balıkçılığını kuvvetlendirmek, kaynakları korunmak ve stokların kendilerini yenileyebilmesi için destek sağlaması..


Her alanda daha iyi, daha adil, daha temiz ve sürdürülebilir politikalar geliştirilebilmesi için
desteğini, gayretini esirgemeyen tüm dostlarımızın bilgisine...

Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar





                                                         Balıkçılık ve denizler için yol ayırımındayız!



2012 yılı için balıkçılık sezonu 15 Nisan Pazar günü kapanıyor. Greenpeace, denizlerimizdeki balık türlerimizin devamlılığı için av yasağına uyulmasını ve denetimlerin artmasını talep ediyor.





14 Nisan 2012, İstanbul – Her yıl olduğu gibi endüstriyel balıkçılık için avlanma yasağı bu yıl da 15 Nisan Pazar günü başlıyor. Greenpeace, yasal olarak 1 Eylül 2012 tarihine dek sürecek olan bu dönemde yasağa uyulmasının ve denetimlerin daha da artırılmasının üreme dönemindeki pek çok balık türünün devamlılığı için önemini hatırlatıyor. Ayrıca bu dönemin balıkçılık yönetiminde yapılması gereken acil değişimlerin hazırlanması için fırsat olarak görülmesi gerektiğinin altını çiziyor.



Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu Banu Dökmecibaşı, ''Tüm dünyada denizel yaşam çok büyük bir hızla tükeniyor. Türkiye de artık bir yol ayırımında olduğunu anlamalı. Gerek ulusal balıkçılık yönetimi gerekse denizlerimizdeki yaşamın devamlılığını korumak adına acil bir reform gerekiyor. 1 Eylül 2012'ye dek sürecek olan av yasağı dönemi, böyle bir reform hazırlığının yapılması için fırsattır. Bunun ilk adımı ise Tarım Bakanlığı bünyesinde bu konuda çalışacak bir bilimsel komisyon oluşturulmasıdır'' dedi.



Balıkçılıkta reforma ihtiyaç var



Greenpeace, 2007'den beri yürüttüğü, 'Küçük balık yoksa büyük balık da yok' ve yeni avlanma boyları önerdiği 'Seninki kaç santim' kampanyaları kapsamında, yavru balık avının durdurulması, yasadışı avcılığın önlenmesi ve sürdürülebilir balıkçılık için çalışmalarına devam ediyor. Kampanya kapsamında kamuoyundan 600 binden den fazla imza, bakanlığa binlerce faks, yüzlerce telefon ve bakana binlerce kalem toplandı. Greenpeace, yeni dönem (2012-2014) suürünleri tebliğine yönelik hazırladığı 'Balıkçılık Yol Ayırımında' raporu ile şubat ayında Tarım ve Gıda Bakanlığı'na öneri ve beklentilerini bildirdi.



Dökmecibaşı, ''Greenpeace olarak, 2011-2012 av sezonunun  kamuoyundan balıkçısına herkese pek.çok ders verdiği görüşündeyiz. Özellikle avlanma boyları konusunda yapılan değişiklikler (lüferin 20 cm, orfoz ve lagosun 45 cm'e çıkarılması) yetersiz de olsa önemli adımlardı. Bu yıl için de acilen kalkan ve palamutun boylarının değiştirilmesini istiyoruz. Ayrıca geçen yıl Marmara'da yasadışı trol avcılığını gündeme getiren eylemlerimiz bugün yavaş da olsa meyvelerini veriyor. Her ne kadar uygulamalarda hala ciddi sıkıntılar yaşansa da bunlar önemli gelişmeler. Balıkçımızın da kendi geleceği için yasadışı avlanmaya geçit vermemesini ve yasak döneme uymasını bekliyoruz. Şimdi Bakanlıktan beklentimiz, yoğun sezonun bitmesini değerlendirerek bu değişim için harekete geçmesidir. Öncelikle de yeni tebliğin bilimselliğe ve ekosistemin korunmasına dayanarak hazırlanmasıdır” dedi.



Şimdi değişiklik zamanı



Greenpeace'in rapor olarak Bakanlığa sunduğu talep ve önerilerin başında gelenler;



  • Yeni suürünleri tebliğinde artık tüm ticari türlerin avlanma boylarının bilimsel gözle yeniden düzenlenmesinin gerekli olduğu aşikardır. Örneğin kalkanın yasal avlanma boyunun 40 cm den 45 cm'e çıkarılarak türün geleceği koruma altına alınmalıdır.
  • Yasadışı avcılığın önlenmesi için daha caydırıcı cezalar ve denetim mekanizmaları arttırılmalıdır. Bir karaliste oluşturulmalı ve öncelikle bu listedeki tekneler filodan çıkarılarak filo küçültülmelidir.
  • Acilen tür stok çalışmalarına ağırlık verilmeli ve ona uygun olarak avlanma kurallara yeniden belirlenmeli.
  • Devletin kıyı balıkçılarını gözeterek balıkçılık lehine yapacağı değişiklikler için balıkçılara teşvik ve hibe bütçesi ayırması da esastır.
  • Tüm kıyılarımızda tam koruma altında 'deniz rezervleri' alanları oluşturulmalı.






www.kacsantim.org adresi üzerinden imza vererek, yavru balık avını durdurmamıza yardım edebilirsiniz.



Daha fazla bilgi icin:

Banu Dökmecibaşı- Greenpeace Akdeniz Denizler Kampanyası Sorumlusu 0530 291 01 31

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gırgır avlanma derinliği üzerine.Gırgır avlanma derinliği üzerine yapılan tartışmalar sadece “bir hakça paylaşım” tartışması değildir. Bu tartışma “sürdürülebilir balıkçılık ve canlı kaynakların korunması” tartışmalarının mihenk taşlarından biridir” Elbette ki bu tartışmanın sınırlandırmadan yana katılımcılarının bir bölümü konuya sadece bir paylaşım sorunu nedeni ile katılıyor. Ama bizim ülkemiz de bu konuyu balıkçılık tartışmalarının tepelerine taşıyanların önemli bir bölümü sadece bir paylaşım nedeni ile yapmıyorlar bu tartışmayı. Bu nedenle de bu tartışmanın artık uzun sayılabilecek süreci içinde dönem dönem yapılan çubuk bükmeler kapılmadan tartışmak gerekir.
Ben cevap vermeye başlamadan önce bir noktaya dikkat çekmek istiyorum, biz bu konuyu yaklaşık 4 yıldır tartışmakta ve bir talep olarak gündem de tutmaktayız. Bu sürecin son 2 yılı ise tartışmanın da mücadelenin de en sert ve en yoğun olduğu dönemdir. Bütün bu dönemler boyunca, bize karşı sürülen fikirlerin en tartışmaya değeni ise bir gırgır avcısı olmayan Serdar’ın fikirleridir. Eğilmeden, bükülmeden hatta argo deyimle harbiden konuya girmiş ve bu düzenlemenin sosyo-ekonomik sonuçları üzerinden tartışmaya katılmıştır. Bilmeyenler için söyleyeyim, her ikimizin de küçük gırgır sahibi dostları arkadaşları vardır. Bu nedenle ben Serdar’ın ne dediğini ve neden söylediğini herkesten daha iyi anlayabileceğimi düşünüyorum. Bu tartışma bir arkadaşın bir arkadaşı ile yaptığı fikir tartışmasıdır, içinde duygular da aidiyetler de vardır ama gerçek ve samimi bir tartışmadır. Tartışmaya katılacakların buna dikkat ederek hareket etmeleri belki de bu güne kadar bu konuda yapılmış içeriği en zengin ve kalitesi en yüksek hatta iddialı bir ifadeyle çözüme katkı yağlayabilecek bir tartışmanın tarafı olabileceklerini unutmamalıdırlar.
Bu tartışmanın ilerleyen bölümlerinde Serdar’ın dikkat çektiği noktaya dönecek ve uygulamanın sosyo-ekonomik sonuçları üzerine konuşacağız. Kim bilir belki de bu konuda hakça çözümler üretiriz ve balıkçılık yönetimimiz bu çözüm önerilerini dikkate alır.
GIRGIR AVCILIĞI DERİNLİK YASAĞI
Daha önce yapılan tartışmalarda sıkça tekrarladığım bir söz var. Biz Türk balıkçılığını ve sorunların olası çözümlerini yanlış ezberlerle tartışıyoruz. Bu yanlış ezberler gerek balıkçı gerekse bürokrasi içinde o kadar yaygın ki çözüm konusundaki en yüksek niyetlerle yapılan tartışmalar bir yere kadar geldikten sonra tıkanıyor ve bir ilerleme sağlayamıyoruz. Bunun tek bir sebebi var, yaptığımız tartışmalarda tıkanmamızın sebebi bize karşıt fikirler ve argümanlar değil, bir aşamadan sonra kendi düşüncelerimizin önüne çıkan yanlış ezberimizdir. Bu yanlış ezber o kadar yaygın ve etkilidir ki zaman zaman aynı durumu akademik camiamızda yaşamaktadır.
Biz bu ülkede av araçları ve avcılık modelleri hakkında yanlış bir ezbere sahibiz. İşte bu yanlış ezber nedeni Marmara’da trolü yasaklayıp algarnayı ya da gırgır avcılığını serbest bırakabiliyoruz. Bir Allahlın kulu çıkıp “Marmara’da trol yasak peki kirişli trol olan algarna nasıl serbest oluyor , bari mevzuatta düzeltme yapın” demiyor, diyemiyor. Şimdi algarnacılar ayaklanıp konuyu başka yere çekmeye çalışmasın, amacım iddialarıma delil göstermekten, hem de komik bir delil göstermekten başka bir şey değildir. Bana kalsa ben kontrollü bir karides trolünü algarnaya tercih ederim.
Dedik ya ezber yanlış diye devam edelim, gırgır hangi derinliklerde hangi tür balıkları avlamak için geliştirilmiş bir av aracıdır? Bu sorunun cevabı çok basittir. Gırgır orta su ve su üstü balıkları avlamak için geliştirilmiş bir av aracıdır. Bizde ise durum böyle değildir. Biz 9, 12, 14 mm göz açıklıklarına sahip ağlarla her tür balığı her bölge ve her derinlikte avlamayı başaran, bu ağda yaptığımız modifikasyonla literatüre geçen bir ülkeyiz. Derinlik tartışmasını sağlıklı yapabilmek ve doğru sonuçlara ulaşabilmek için tek yol Gırgır avcılığının külliyen yanlış olduğunu (veya olmadığını) anlaşmak zorundayız.
Ben bir kez daha (çoğu okuyucuyu sıkmak bahasına) bazı tekrarlar yapacağım.
Gırgır ağı ve metodu ile avlayacağımız türler orta ve su üstünde yaşayan genellikle de göçmen olan balıklardır. Gırgır avcılığı dip balıklarının endüstriyel avcılığında kullanılmaz. Dip balıkları gırgıra göre gerek ilk yatırım maliyetleri, gerekse işletme giderleri daha düşük olan ve seçicilik özelliği daha yüksek olan dip trolü ile avlanır. Trol çoğunuzun bildiği kapılar vasıtası ile kolları açılan, dibe temas ederek bir tekne tarından çekilerek dibi süpüren bir av aracıdır. Sadece bizim ülkemizde değil neredeyse tüm dünyada kıyılarda ve çok ülkede korumalı alanlarda kullanılması yasaktır. Bu yasağın sebebi ise sucul yaşamın en canlı olduğu kıyı faunası ve florasının korunması sucul ekosistemin en hassas alanları olan kıyı ve kıyı ötesinde fiziki baskının oluşmasına sebebiyet vermemektir. Balık balıkçılık gibi konuları bilen ve ilgilenenlerin neredeyse (gırgırcılar dahil) tamamının kabul ettiği ve onayladığı bir gerçektir bu. Kıyı ve kıyı ötesinde dipte sürüklenen ya da çekilen av araçları ile yapılan avcılık zararlıdır.
Gırgır av aracı ise denizde balık sürülerini dairesel olarak çevirip hapis ettikten sonra kurşun yakalarındaki mapa denilen halkalardan geçen bir çelik tel vasıtası ile büzülüp ağın son kısmına sıkıştırılmış avın çeşitli yöntemlerle tekneye aktarılması şeklinde yapılan avcılık türüdür. Günümüzde ortalama bir gırgır ağının kurşun yakası ortalama 5 ton civarındadır. Bu ağırlığın bu kadar fazla oluşunun sebebi ağın hızla batmasını sağlamak ve tel çekilirken kurşun yakanın dipten havalanmasını engellemektir.
Trol bir noktadan diğer noktaya doğru doğrusal süpürme işlemi yaparken gırgır yine dibe temas ederek dairesel bir süpürme işlemi yapmaktadır. Trol yolunun üzerine çıkan taş, batık vs. gibi her hangi bir engel nedeni ile çalışamazken gırgır dipten yukarıya doğru yükselme hareki nedeni ile takılma ve yırtılmalar olsa bile trole göre çok daha geniş bir çalışma alanına sahiptir. Trol ağları takılma ve bu takılmalar sonucundaki yırtılmalar esnasında dipteki doğal yapıya daha düşük zararlar verir ve daha düşük miktarlarda ağ parçalarının denizde kalmasına sebep olurken gırgır devasa büyük makine güçleri sayesinde dipteki yapıyı bozar, taşları kırar ve bazen tonlarla ifade edilen ağ torlarının deniz dibinde kalmasına sebep olur. Bizim burada Burgaz ada kalpazan kaya ve yelken kaya, yassı adada bulgurlu taşı, büyük adaya yönlendirilmiş doğal gaz borusu, tuzlada mercan taşı gırgır ağ torları ve kurşun yakaları ile sarılmış, tüm yuvaların giriş ve çıkışları işlevsiz hale gelmiştir. Kısa gırgır dip yapısını ya kırarak ya da ağlarla örterek bozar. Bu nedenler de kıyıda gırgır avcılığı aynı trol gibi zararlıdır.
Kıyı ve kıyı ötesi gerek ticari değeri yüksek dip balıkları gerekse biyolojik sürdürülebilirlik açısından denizlerin en hassas korunmaya en muhtaç alanlarıdır. Bu koruma sadece dip yapısının korunması fauna ve floranın zarar görmesinin engellenmesi ile bozulmamaktadır. Genellikle gece yapılan avcılıklardı pervane sesleri, birkaç bin beygirlik motorların gürültüleri ağın altının basılması esnasında oluşan sesler başka bir kirliliğe sebep olurlar ve kıyı balıklarının yaşam alanlarında huzursuzluklarına sebep olurlar. Bu kirlilik ise tahmin edeceğiniz gibi gürültü kirliliğidir.
Gırgır ve trol avcılığının kıyıdan uzaklaştırılmasının nedeni kıyı ve kıyı ötesi doğal ortamının korunması ve bio çeşitliliğin sürdürülebilirliğinin sağlanması nedeni iledir. Balıkçılığı biraz bilerek bu tartışmaya katılan yada okuyan herkesin cevap vermesi gereken soru, yasağın sosyo ekonomik sonuçlarının ne olacağından önce mevcut gırgır avcılığının kıyı ve kıyı ötesi sucul yaşamı, dip yapısı, tür çeşitliliği vs. gibi konularda bakı oluşturup oluşturmadığıdır. Bu soruya hayır böyle bir baskı söz konusu değildir diyor/diyebiliyorsanız kıyı ve kıyı ötesinde trol avcılığını da savunmalı en azından sorgulamalısınız.
Kıyıda oluşan baskıyı ve zararı kabul ediyor ve sosyal sonuçlarını düşünerek yasak talebine karşı çıkıyorsanız unutmamanız gereken tek şey sadece zaman kazanmaya çalıştığınızdır. Tüm dünyada deniz koruma alanları oluşturulup bunlara yenilerinin eklendiği bir dönemde bizim ülkemizde çok basit bir gerçeğin karmaşık ve çetrefilli bir konuya dönüştürülüp tartışılması sadece vagon sallamaktır. Yine tartışmalar içinde geçen bir konu ise yasak yerine deniz koruma alanlarının yasağa bir alternatif gibi sunulmasıdır. Trol ve gırgırın kıyıdan uzaklaştırılması deniz koruma alanlarının içinde bir ayrıntıdır. Tıpkı, manyat, trata algarna yasakları gibi. Kıyı ve kıyı ötesinin endüstriyel av araçlarına kapatılarak zaten bir deniz koruma alanı oluşturuyorsunuz. 20 metre altı gırgırlara kıyıda avlanma izni verme bu koruma alanları içinde küçük (nasıl bir küçüklükse) gırgırla ayrıcalık sağlamaktan başka bir şey değildir.
Serdarın söylediği ve düşüncelerim.

Serdarın tartışmayı başlattığı yazının ana fikri bu yasağın küçük takımları büyümeye zorlayacağı zaten aşırı büyük av takımlarımızın sayısında bir artışa sebep olacağıdır. Çok emin olamadığım bir düşünce olarak ta kıyıdan uzaklaştırılan takımların ağ derinliklerinde artış olacağına dair bir şüphedir.
Filo yönetimi ve filo küçültme üzerine yaptığımız tartışmalar zaten filonun bu hali ile bile hem sayı hem de av kapasitesi ihtiyacımızın çok üzerinde olduğu konusunda ortak bir fikre sahip olduğumuzun ispatıdır. Hatta Genel Müdürlüğün yetki ve tahsis edilen bir bütçeyle filo küçültme konusunda harekete geçeceğini de öğrenmiş bulunuyoruz. Yine mevcut yasalara göre tekne büyütme hakkını kullanmamış teknelerin büyütme hakları %20 ile sınırlıdır.
Yazının girişinde bahsettiğimiz yanlış ezber burada da ortaya çıkmakta, gırgır av takımları ile dip ve dibe yapışık balıkların nasıl avlanabileceği sorusuna cevap aranmaktadır. Sorun tamda burada dır, gırgır av ekipmanları ile Marmara’da avlanabilecek balıklar; İstavrit, hamsi, uskumru, sardalye, palamut vb. gibi orta su ya da su üstü balıklarıdır. 16-17-18-20 metre gibi tekneler bu balıkları Marmara’da rahatlıkla avlayabilirler. Üstelik bu tarz bir avcılık öncekilere göre işletme giderlerinde ciddi düşüşlere sebep olacaktır. Dipten kurtulmuş bir gırgır avcılığı daha az tayfa daha az ağ amortisman gideri demektir.
İşte burada karşımıza çıkan soru diğer büyük teknelerle nasıl rekabet edebilecekleridir. Bunun çözümü ise yine çok karmaşık bir mesele değildir. Filoda sayısal ve kapasite olarak küçülme sağlamak, tür ve tekne başına kotaya geçmek bu işi bu problemin en kolay çözümüdür. Yapmamız gereken balıkçılığa dair bildiğimiz her şeyi sıfırlayarak tartışmaktan başka bir şey değildir. Eski ve hatalı balıkçılık anlayışımız, eski bilgilerimiz “sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım” amacımızın önündeki en büyük engeldir.
Bu temel anlayıştan kurtularak konuya yaklaştığımızda EU ülkeleri ve diğer ülkelerde de uygulanan bu düzenlemeleri daha iyi kavrar bir gurup insanın talep ettiği bu düzenlemenin aslında gırgır avcılığına ya da küçük gırgırların ölümü ile sonuçlanabilecek bir savaş girişimi olmadığını anlayabilirsiniz.
Benim sona sakladığım ve dikkat çekmek istediğim bir başka husus ise küçük dediğimiz gırgırların gerçekte küçük olup olmadıklarıdır. 18-20 metre arasındaki bu takımlar ortalama 65-70 kulaç derinliğinde ağları, bu ağların kurşun yakalarındaki ortalama 2-2,5 ton ağırlıkları ile yaz balıkçılığında 6-12 kulaç derinliğin de sularda avlanmaktadırlar. Bu derinlikte ağlar, bu kadar ağır kurşun yakaları ile başı kıyıdaki dairesel trolü görmezden gelmek izah edilemeyecek bir durumdur. Devasa büyük gırgır takımları karşısında bu takımları küçük kategorisine sokup kıyılarda avcılık yapmalarına izin vermek başlı başına sürdürülebilir balıkçılık fikrine ihanettir. Bizim önümüzdeki görev kıyıları, stokları, türleri korumak ve buna geçiş sürecinde adaletin sağlanması, sonrasında da hakça bir paylaşımın gerçekleştirilmesi için mücadele etmektir.

8 Nisan 2012 Pazar


Filo yönetimi ve Filo küçültme.

Uzun zamandır balıkçılık camiasında dile getirilen avcı filomuzun aşırı büyüklüğü ve küçültülmesi gerektiği tartışmaları hepimizin malumudur. Genel bir mantıkla avcı filosunun sayısal büyüklüğü ve balık stoklarının bu filonun verimli avcılığına yetmediği ve bu nedenle de stok üzerinde aşırı av baskısına sebep olduğuna dayanan bir görüştür. Filoda bir küçülme sağlarsak düz mantık ile daha az balık tutulacağı varsayımına dayanır. Bürokratında balıkçıya kadar geniş bir kesim tarafından da kabul gören bir görüş olduğu yadsınamaz. İlk bakışta doğru gibi düşünülen bu çözüm gerçekten de balık stokları üzerinde av baskısını hafifletmeye yarar mı?  Bu sorunun cevabı ne yazık ki hayırdır. Bizim ihtiyacımız olan aşırı av baskısını düşürmek için Filo Yönetimi ve planlamasıdır. Ancak böyle bir planın hayata geçmesi ve işlemesi ile birlikte söz konusu küçülmenin hedefleri, içeriği ve miktarı belirlenebilir.

Bir filo yönetim planı olmadan sadece tekne satın alarak stoklar üzerinde ki av baskısını azaltmak mümkün değildir. Aşağıda filo yönetimi ve filo küçültme başlıkları altında konuyu tartışmaya çalışacağım.



Filo yönetimi

Türk balıkçılığının en önemli sorunlarından biri belki de en başta geleni Filo yönetimi sorunudur. Daha doğrusu bir Filo yönetim modeline ve mevzuatına sahip olmayışımızdır. Denizde motor ya da yelken ile hareket eden her su aracı Liman mevzuatına göre sefer bölgesine sahip olur. Bu sefer bölgeleri balıkçılık söz konusu olduğunda karşımıza 3 sefer bölgesi olarak çıkar. Bunlar, Liman seferi, Kıyıdan en fazla 10 mil açılarak 100 mil mesafe ile sınırlandırılmış liman seferi ve Kabotaj Seferi’dir.

Kabotaj sefer hakkına sahip olan balıkçı gemileri tebliğ ve kanunlar ile yasaklanmış yerler dışında tüm denizlerimizde avcılık hakkına sahiptirler. Filo yönetim planı için, sınırları kesin olarak belirlenmiş av sahalarında hangi tür balıkçı gemisinden hangi dönemlerde ne kadar sürelerle avcılık yapılacağının belirlenmesi gerekir. Bu sağlanmadıkça, aşağı ya da yukarı göç dönemlerinde ister istemez yığılmalar olacak, filoda yaptığımız sayısal küçültme hiçbir işe yaramayacaktır.

Filo sayısını küçültmek esasen yanlış değilse de eksik bir ifade dedir. Bizim için asıl olan av kapasitesinin düşürülmesidir ve filo küçültme sorunun çözümünde sadece bir ayrıntıdır. Soruna getireceğimiz çözüm sorunu hangi temelde tanımladığımıza ve esasen neyi çözmek istediğimize bağlıdır.

Soruna stokların sürdürülebilirliği açısından baktığımız sürece çözmemiz gereken sorun av baskısını nasıl azaltacağımızın bilimsel ve hakça çözümü sorunudur. Soruna bu noktadan bakmıyor ve gelirleri giderek düşen bir bölüm endüstriyel avcının ekonomik problemleri açısından bakıyorsak o zaman belki sayısal küçülme/küçültme bir çözüm olarak görülebilir. Belki diyorum çünkü mevcut koşullarda, mevcut anlayışla yapılacak bir sayısal küçülme de sorunu çözmeyecektir.

İster av baskısının düşürülmesi amacıyla ister gelirlerdeki düşüşü engellemek amacı yapalım, daha önce yapmamız gereken hangi parametrelere göre filo küçültmeye gideceğimizin belirlenmesidir.

Bu parametreleri belirleyebilmemiz için daha önce yapılması gerek işler vardır. Gerek endüstriyel balıkçılık gerekse küçük ölçekli kıyı balıkçılığı sonucunda yapılan avın gerçek kayıtları elde edilmeli ve bu kayıtların sonuçlarına göre her deniz ve avcılık bölgelerindeki kapasite fazlalığının ayrıntıları ortaya çıkarılmalıdır.  Örneğin Bandırma körfezi ya da Saroz’da ya da İskenderun körfezinde, hangi tonajlarda, hangi boyda teknelerle hangi türlerin ne kadar avlandığını bilmeden, bu bölgelerin ve teknelerin av kayıtlarının yıllık ortalamalarına sahip olmadan, bölgesel olarak yapılan avcılık çeşitleri ve bu avcılığı gerçekleştiren avcı gemilerinin gerçek av kapasiteleri hakkında bilgi sahibi olmadan bir filo planlaması yapmak mümkün olmayacaktır.

Filo yönetimini ve kapsamını belirleyecek bir başka parametre ise göçmen stoklar ve yerel stoklar üzerindeki avcılığa ait yapılması gereken planlamadır. Karadeniz’de hamsi, Ege’de sardalye ve kolyoz yine Marmara ve Karadeniz’de yapılacak istavrit avcılığı için kota sitemine geçilmeli ve sistem tür başına lisans ve kota uygulaması ile desteklenmelidir.

Biz gerçekten stokların sürdürülebilirliği için filo küçültmek ancak bir filo ve stok yönetimi projesinin içinde yer aldığında anlam kazanacak ve sonuç alınabilecektir.

Filo küçültme;

Sızdırılan filo küçültme kararının ayrıntıları tam belli olmasa da bile (130.000.000 Tl ödenek ile 200 teknelik bir sayısal indirimden söz ediliyor) bir zor alımın söz konusu olmadığı, balıkçının kendi rızası ile teknesini satacağı varsayımı ile hazırlanmış bir proje ile karşı karşıyayız. İlk haberde sözü edilen 12 metre üstü tekneler ibaresini bir kenara koyarsak hangi bölgelerden hangi tür tekne sayısında indirime gidileceği hala muğlaktır. Bütün feryat figana rağmen satılık tekne sayısı endüstriyel avcı filosunun %5’ini bile oluşturmamaktadır. Satılık olduğu söylenen tekneler ise bir başkasının avcılık yapmasına yönelik olarak satışa çıkan teknelerdir ve istenen ücretler göreceli olarak değerlerinden yüksektik. Bu yüksekliği meydana getiren olgu ise, teçhizat ve teknenin ederinin yanı sıra av ruhsatından doğan maliyettir. Böyle bir ortamda büyük balıkçıların tekne ve ruhsatlarının devlete devredilmesine teşvik edilmesi gerekecektir. Neredeyse hiçbir büyük balıkçı av takımını ve ruhsatını devletin öngördü fiyatlarla devretmeye yanaşmayacaktır.

Filo küçültmenin sadece tekne sayısının düşürülmesi ile sınırlandırılmaması gerekir. Motor gücü, tekne boyu, av araç ve donanımlarının küçültülmesi ve taşıyıcı gemiler ve yardımcı ekipmanlarda da bir küçülme teşvik edilmeli, görece büyük tekneler küçülmeye yönlendirilmelidir.

Sonuç olarak konuyu toparlamaya çalışırsak;

Filo küçültmeye düşüncesi ve söylemini av kapasitemizi düşürme ve filo yönetimi stratijisi ile değiştirmemiz gerekir. Meseleye buradan baktığımız andan itibarense yapmamız gereken “hadi biraz tekne alıp filodan çekelim” değil, av baskısının düşürülmesi için bir mastır plan hazırlamak ve o planı hayata geçirebilmek için bilim insanları, balıkçılık bürokrasisi ve balıkçı örgütleri ile birlikte süreci yönetecek yapı ve yapıları inşa etmektir.

Ben gerçekten yanlış anlamış ve yanlış yorumlamış olmayı umuyorum. Aksi taktir de “hiç te küçük olamayan bir kaynak israf edilmiş olacak”, hukuki değilse de vicdani ve ahlaki sorumluluğu sırasıyla, Siyasi irade, İcracı bakanlık ve Genel Müdürlüğümüzün omuzlarına yüklenmiş olacaktır.