20 Mart 2012 Salı



İlyas Torlağ'a cevaptır.

Yazınıza başladığınız cümle ile bitirirken kullandınız ifade arasında büyük bir çelişki var. Bir yandan benim meslek hayatımda “denizde büyük küçük yoktur” derken yazınızı bitirirken, Lafa geldiği zaman küçük balikçı olarak çoğunluktan bahsediyosunuz,neyin çoğunluğu bu,ülkenin ekonomisine ne faydanız var,yüzde kaçınız bu işi gerçekten profesyonel olarak yapıyosunuz belli değil.” Diyerek, büyük balıkçımızın gerçek bizlere gerçek bakışını ifade ediyorsunuz. Türkiye’deki gırgır avcıları artık bu konuda bir karar vermeli, işine geldiği zaman hepimiz balıkçıyız, işine gelmediği zaman siz balıkçımısınız demekten vaz geçmelidir. Babalarınızın ve dedelerinizin nereden geldiğini unutmayınız, ayrıca bu gidişi durduramaz ve geri çeviremez isek kaçınılmaz olarak saflarımıza katılacağınızı da hatırlatmak isterim.



Savaş çığırtkanlığı iddialarınıza gelince;

İnsanların haklarını aramaları ve varlıklarını korumaları için mücadele etmeleri hem ahlaken hemde hukuken meşru bir olaydır. Yıllardır ötekileştirilen yok sayılan küçük balıkçı kaderinin stokların kaderine bağlı olduğunu fark etmeye başlamış, kendisi ve sucul yaşamın korunması için örgütlenme çabasına girmiştir. Daha şimdiden yayılan ve giderek yükselen bu mücadelenin sebebi, birilerinin bu insanları mücadele etmeye çağırması değildir. Bu mücadelenin sebebi, sucul yaşamı giderek yok eden ve sucul kaynakların paylaşımında haksızlıklara sebep olan balıkçılık rejimimizdir. Eğer bir sürtüşme itişme ortamına girdiğimizden bahsederek bunları söylüyorsan, bununda nedeni küçük balıkçı değil, denizde kıyı balıkçısına hayat hakkı tanımayan gırgır avcılarıdır. Bunları söylerken elbette tamamınızı kast etmiyorum. İçinizde vicdan ve adalet duygusunu henüz kaybetmemiş reislerde var. Bütünü ile camiamıza baktığımızda genel duruş ve egemen olan ortak eğilimlerden bahsediyorum.

Bu gün yaşanan sorunların ve gelmekte olan çatışmanın sebebi Gırgır avcılarının denizde kendilerinden başka kimseye hayat hakkı tanımayan bakış açıları ve balıkçılığımızın probleri denildiğinde kendilerinin problemlerinden başka hiç probleme yüz dönmeyişleridir.

Biz küçük balıkçılar, balıkçılığımızdaki aşırı ve kontrolsüz avcılığın, filonun içine girdiği dikey büyüme sürecinin sadece bizi değil, gırgır av filosunun tabanını da uçuruma sürüklediğini anlatıyoruz. Sadece kendimiz için değil, herkes için sürdürülebilir bir balıkçılık ve hakça paylaşım talep ediyoruz. Sizlerin en büyük probleminiz, gözünüzün önünde olup biteni kavraya maşınızdır.  Endüstriyel avcı camiası içindeki belli guruplar gelirlerini sürdürebilmeyi ve istikrarlı bir şekilde büyüme trendlerini neden nasıl devam ettiriyorlar? Bu soruyu sorup doğru cevabı veremediğiniz sürece içine girmiş bulunduğunuz krizden kurtulmanız mümkün olmayacaktır. Balıkçılık kaynağın üretimine insan katkısı olmadığı için ekonominin temel parametreleri ile yönetilemez. Balıkçılıkta liberalizm olmaz. Balıkçılık ancak denizdeki yaşam devam ediyorsa var olacaktır. Denizdeki yaşamın güvenliği ve sürdürülebilirliği borçlarımızdan, hayallerimizden, gelecek beklentilerimizin hepsinden önemlidir. Üstelik mevcut sorumlusu da biz balıkçılar ve yıllardır bilimsel gerçeklerden uzak icra edilen balıkçılık yönetimidir. İklim değişikliği, kirlilik yada her hangi bir bahane bu durumu değiştiremez. 4 kulaç suya bot düşürüp bir çelikte 80.000 lüfer avlamak liberal bir hak değildir. Sucul kaynaklar kamunun ortak malıdır ve o kaynakların paylaşımı adil bir şekilde yapılmak zorundadır.

Gırgır av filomuzun içine düştüğü mali dar boğazın nedeni bu kontrolsüz büyüme ve kontrolsüz teşviktir. Yıllık 1.000.000 ton av yapılan denizlerimizde yüzdürdüğümüz avcı filomuzun av kapasitesi ise 30.000.000 tonun üzerindedir. Bu düzen devam ettiği sürece her yıl için sürdürülebilecek yegane olgu maddi zarar ve birim av üzerindeki birim maliyetin artışıdır.

Buradaki avcılığın rasyonel olmadığı konusunda aklı başında olan herkes ile anlaşabileceğimi zannediyorum. Eğer bu gerçekten anlaşıyorsak yapılması gerekenlerde de anlaşmamız geriyor olmaz mı?  Ama iş yapılması gerekenlere gelince anlaşmazlıklar başlıyor. Bunun nedenlerinin başında ise balıkçılık yönetimimiz geliyor. Bilimsel gerçeklere başvurmayan, su ürünleri mühendislerini sahada kullanmayan, denizi, stokları ve av kayıtlarını bilmeyen bir balıkçılık yönetimimiz var. Ne yönetebiliyor ne de denetleyebiliyor. Hal böyle olunca da gırgır avcısı suyun içindeki servetten en büyük payı almanın(kimisi borcunu ödemek, kimisi de daha da zenginleşmek için) daha hızlı motor, daha büyük motor ve daha büyük takım peşine düşüyor. Sistem ufalarak kontrole doğru gideceğine, büyüyerek mali ve biyolojik yok oluşa doğru her geçen gün daha da hızlanarak gidiyor.

Bu içine girdiğimiz durumdan etkilenmeyen hatta tam tersine gelir ve büyümelerinin sürdürülebilirliğini sağlayan bazı guruplar ise yok olmakta olan gırgır avcısı tabanını da kuyruğuna takarak değişime karşı çıkıyor. Ya sopa gösteriyorlar yada havuç. Arada bir kendi içlerinde çıkan homurtular ise ne bütünlüklü fikirler ne de gerçekçi talepler haline dönüşemeden yok oluyor.

Borç bulan, satacak malı olan mutlak sonu erteliyor ve zaman kazanıyor. Artık satacak bir şeyi kalmayan, borçlanma yeteneğini tüketmiş olanlar ise her türlü yasadışı avcılığın ve sucul tahribatın failleri olarak denizde dolaşmaya devam ediyor. 1 Aydır Marmara’da 130-140 kulaç derinliğinde ağlarla avlananları herkes biliyor, görüyor ama ağzını açmıyor. Süt kıraçayı Hamsi ağları ile avlayıp elek vuranları her kes görüyor biliyor ama ağzını açmıyor.

Tam bu noktada bana yapılan eleştiriyi kullanarak cevap vermek istiyorum. Bütün bunları yapanlar, toplantılarda yada sosyal medyada tartışmaya başladığında ya demagojiye başlıyorlar yada kişisel saldırılara hakaretlere. Hiçbir şey değişmesin, hiçbir kısıtlama gelmesin hatta var olan avcılık kontrolü ve kısıtlamaları da hafifletilsin istiyorlar.

Küçük balıkçılık ve neden korunması gerektiği konusuna gelince;

Küçük balıkçılığın doğal avcılık faaliyet alanları olan kıyı ve kıyı ötesi, sucul yaşamın en hassas olduğu ve ticari değeri yüksek değerli dip balıklarının en çok bulunduğu alanlardır. Bu balıklar ömürleri ve üreme yaşları uzun olan türler olduğu için pelajik stoklara göre korunması ve avcılıklarının daha ciddi kontrol edilmeleri gerekir. Ortalama ömrü 4 yıl olan  bir Hamsi stoğu 1 yıl içinde aldığı zararı telafi etmeye başlarken, mercan, dil, pisi, kalkan vs. balık stoklarının böyle bir şansları yoktur. Bu nedenle de seçicilik ve dip yapısına verdiği çok düşük zarar nedeni ile kıyı alanlarındaki avcılık tüm dünyada endüstriyel av teknelerine ve araçlarına kapalıdır. Bizim ülkemizde de trol avcılığının 3 milden kıyıda yasak olmasının sebebi budur. 0-1 YAŞ gurubu onlarca türü yaşamlarına bu alanlarda başlarlar, hem beslenmek hem de korunmak için bu alanları kendilerine yaşam alanları olarak seçerler.

Kıyı ve kıyı ötesinde yapılacak evcılığın av araçları ve yöntemlerinin buradaki yaşamın sürdürülebilirliğine zarar vermemesi gerekir.

İşte bu nedenle de gerek av araçlarının seçiciliğinin kontrol edilmesinin kolaylığı gerekse dip yapışa zarar vermemeleri nedeni ile kıyı ve kıyı ötesinin zararsız tek balıkçılığı geleneksel balıkçılıktır. Bizim ülkemizde 4 kulaçlardan başlayarak yapılan Gırgır avcılığı yaklaşık 4-5 tonluk kurşun yakaları, 25-30 milimlik çelik halatları ve kor ağ gözleri ile kıyı yaşamının en büyük yok edicisidir. Kıyılarda yapılan bu avcılık nedeni ile dip yapısı büyük oranda değişmiş, taşlık kırmalık yerler çöle dönmüş, soküp alamadıkları büyük kayalar ise üzerine sarılıp kalan gırgır torları nedeni ile dip balıklarına saklanaca, beslenecek yerler neredeyse kalmamıştır.

Tüm dünyada Dip balıklarının endüstriyel avcılığı trol, orta suve su üstü balıklarının endüstriyel avcılığı gırgır ile yapılırken bizim ülkemizde ağlardaki ve donamlardaki bazı değişiklerle gırgır ağı bir yuvarlak trol gibi kullanılmaya başlamıştır.

AB balıkçılık kanunları kendi denizlerinde 50 metreden sığ sularda gırgır avcılığını yasaklamıştır. Komşumuz Yunanistan’da 2 bölge (30m) hariç 50 metreden sığ sularda gırgır ile avlanmak yasaktır. İspanya ve Portekiz’de avlanma derinliği 50 metreden başlar ve ağlar 80 kulaçtan derin olamaz. Türk balıkçısı artık bu gerçeği görmek ve yüzleşmek zorundadır. Gırgır ağı ile orta su ve su üstü balıkları tutulur ve kıyı yaşamını koruyamaz isek denizlerimiz kalacak balık  sayısı muhtemelen 2 yada 3 pelajik türe düşecektir. Gırgır kıyıda avlanırken Trol’e 3 mil yasağı ya akıl tutulmasıdır yada insanlarla alay etmekten başka bir şey değildir.



Küçük ölçekli balıkçılığın korunması için uluslar arası girişimler;

Balıkçılık endüstrisindeki teknolojik ve ekonomik gelişmeler geleneksel balıkçılığı tüm dünyada tehdit etmektedir. Dünya toplam av içinde küçük balıkçığın payı % 35, AB ülkelerindeki payı ise %27 dir. Bizim ülkemizdeki payımız ise sadece % 8’dir.

Aradaki bu büyük farka rağmen, diğer ülkelerdeki küçük balıkçıların durumu bizlerden kat kat iyi olmasına rağmen küçük balıkçılığın korunması ve geliştirilmesi için çaba gösterilmektedir. Bankong’ta 35 ülkenin katılımı ile toplanan “Dünya Küçük Ölçekli Balıkçılık Kongresi” La Coruna’da128 büyük STK girişimi olan ve “geleneksel balıkçılığın korunması için” AB’yi göreve çağıran deklarasyon, Beyrut konferansı, FAO’nun geleneksel balıkçılığın korunması içi onlarca ülkede yaptığı çalışmalar hep bir tek gerçeğin altını çizmek içindir.

Bir ülkede geleneksel balıkçılık bitmişse orada kıyı yaşamı bitmiş demektir, kıyı yaşamının bitmesi ise tümden balık stoklarının bitmesinden başka bir şey değildir.

İşte sevgili kardeşim,

Yaptığımız bu tartışmalar 3-5 küçük balıkçının gırgırcılara savaş açmasından daha derin anlamlar içermektedir.





 Lafa geldiği zaman küçük balıkçı olarak çoğunluktan bahsediyosunuz, neyin çoğunluğu bu,ülkenin ekonomisine ne faydanız var, yüzde kaçınız bu işi gerçekten profesyonel olarak yapıyosunuz belli değil.” Diyerek ortak bilincinizin arkasındaki gerçeği ifade ediyorsunuz.

Size anlatayım;

Gırgır motoru sayımız son rakkamlara göre 540 civarıdır, ortlama 20 tayfa çalıştırdığını var sayarsak (çünkü bu rakamın içinde kıyılarda avcılık yapan çok sayıda küçük gırgır motoruda vardır) Gırgır sektöründe istihdam edilen tayfa sayısı 10.000 civarındadır. 18.000 küçük balıkçı motorunun 3.000 adedinin balıkçılık yapmadığını varsaydığımız da bile motor başına 2 kişilik istihdam yine de sizin sektörünüzün istihdam kapasitesini aşmaya yeter de artar bile. Üstelik küçük avcılık sektöründe motor başına istihdam ortalaması 2 kişinin de üzerindedir. Küçük balıkçıyı ötekileştiren, önemsizleştiren ve yok sayan bu bakış çağ dışıdır ve bizbu bakışı tarihin çöplüğüne göndermeye kararlıyız. Elbette bu konuyla söyleyeceklerim bu kadarla da sınırlı değildir. Bu sektörde görev almak için hamle yapan MüHendis arkadaşlarında söyleyeceklerimi dikkatle okuyacaklarını umarak devam etmek istiyorum.

Kıyı balıkçılığının ve küçük ölçekli balıkçılığın korunması sadece sosyo-ekonomik bir talep değildir. Kıyı balıkçılığının korunması için kıyının ve kıyı ötesinin korunması gerekir ki bu, ekolojik bir taleptir. Kıyı ve kıyı ötesi sucul yaşamın sürdürülebilirliğinin başladığı yerdir. Neredeyse tüm türlerin ezici çoğunluğunun 0-1 yaş arası yaşam alanlarıdır. Balık türlerimizin, çocuk odaları, yemek odaları ve çocuk bahçeleridirler. Trol avcılığını kıyı ve kıyı ötesinden uzaklaştıran temel gerçek bu dur.

Yine ticari değeri oldukça yüksek balık türlerinin büyük çoğunluğunun yaşam alanları kıyı bölgeleridir. Bahsettiğimiz bu türler, pelajik balıklara göre yaşam süreleri uzun ve üreme yaşları ise pelajikler  den çok daha fazladır. Bu nedenle de demersal stokların aldıkları hasarların telafisi daha güç ve onarım süreside daha uzundur. Kıyı ve kıyı ötesi hem ekoloji hem de ticari nedenlerle korunmak zorundadır.

4-5 tonluk kurşun yakaları, 25-30 mm çelik halatları ve 90 kulaç (oda yasal olanlar, son 1 aydır Marmara’da kullanılan ağlar 120 kulaç derinliğindeydi) ile gırgır motorları 8 kulaç suda çalışırken kıyı ve kıyı ötesini nasıl koruyacaksınız?  Seçiciliği olmayan ağlarla yavru balıkları, devasa mekanik güçleri ve her biri 50 trolün dip tahribatına sebep olan kurşun yakaları ile bu takımlar kıyılarda çalışacaksa trol’ü neden yasaklıyoruz.

Küçük avcılık söz konusu olduğunda bu resim tam tersine döner, geleneksel av araçları ileyapılan bu avcılıkta seçicilik ve metodolojisi nedeni ile de tip tahribatı sürdürülebilirlik politikalarının en verimli uygulanabileceği bir avcılık türüdür.

Bu nedenle de tüm dünyada kıyı ve kıyı ötesinde endüstriyel avcılığa izin verilmez. Ticari değeri yüksek dip balıkları geleneksel yöntemler ve geleneksel av araçları ile küçük balıkçılık tarafından ekonomiye kazandırılır.

AB balıkçılık yasaları 50 metreden sularda gırgır avcılığına izin vermez.  Örneğin, Yunanistan’da sadece iki bölgede 30 metreye kadar izin verilir ama Yunanistan’da 65 kulaçtan daha derin ağlarlar gırgır avcılığı ülkenin tamamında yasaktır.

Küçük ölçekli balıkçılığın toplam av içindeki yerini dünya örnekleri ile karşılaştırdığımızda, bizim ülkemiz içler acısı durumdadır. Dünya ortalamasında küçük ölçekli av toplam avın  %35’ine denk düşer, AB denizlerinde bu oran % 27 dir. Bizim ülkemizde ise bu oran sadece %de 8 dir.

Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada endüstriyelavcılık küçük öçekl balıkçılığı ezmekte gerek avlanma alanları gerekse Pazar politikaları ile yok oluşa sürüklememektedir. Bu leişmeler karşısında çeşitli ülkeler, bilim çevreleri ve sivil toplum kuruluşları  Küçük ölçekli geleneksel kıyı balıkçılığının korunması için çareler aramakta, ulusal ve uluslar arasıdüzeyde etkinlikler düzenlemektedir.

Bankong’ta 35 ülke katılımı ile toplanan “dünya küçük ölçekli balıkçılık kongresi”, La Corunada 128 Sivil toplum örgütünün imzası ile yayınlanan ve “AB balıkçılık reformunun merkezine küçük ölçekli balıkçılığın korunmasının konulmasını” talep eden deklerasyon, Beyrut konferansı, FAO’nun çeşitli ülkelerde yaptığı, gıdanın ve sosyal refahın korunması amaçlı faaliyetleri hepbugerçeğin karşısındaki direnme ve mücadele hareketleridir.

Sevgili kardeşim,

Senin anladığın ve anlattığın gibi bir gurup küçük balıkçının yada benim kendine eğlence aramak için yaptığı bir eylem değildir. Yok oluşa doğru sürüklenen sucul kaynakların ve bizim ülkemizde gerçekten yok olmaya başlayan küçük balıkçının geri kazanılması mücadelesidir. Bu mücadelenin var oluş sebebi bizler değiliz, forum, dernek ve bizlerin varoluş sebebi bu mücadele ve bu mücadelenin ortaya çıkmasının sebepleridir.

16 Mart 2012 Cuma

Ankaraya abim gitti (!)


Danışma kurulu ve hemen arkasından Ağustos ayında çıkacak yeni tebliğ zamanı yaklaştıkça camia içinde mücadele eden gurupların hareketlilikleri giderek yükselmeye başladı. Toplantılar, siyasi ziyaretleri, bürokrasi üzerinde press karşı tarfın bildik faaliyet tarzı. Yeni olan ise bu faaliyeti ueni taktik ve yeni kadrolar ile desteklemeleri ve kendi taleplerinin merkezde olduğu bir kamuoyu desteğini oluşturmak için çaba göstermeleridir.
Çarşamba günü belli merkez Sn. Bülent Arınç’ı ziyaret ederek kendisine balıkçılığın reformu için yapılması gerekenlerin olduğu bir “rapor” verdiler. Bu heyete hem balıkçılık hemde akademik çevrelerinde iyice itibar kaybeden Bayram Öztürk’te dahil oldu. İletilen görüşlerin hangi balıkıçı çevrelerine ve hangi akademisyenlerin referanslarına dayandığı ise tam bir muamma.
Söz konusu metin forumda paylaşıldı, sağdan soldan toplanmış görüşlerin eklektik bir biçimde bir araya getirilmesi ile oluşmuş bir yaveler dizisi. Benim amacım bu metin içindeki maddeleri tarışmak değil. Arkadaşlar gerekli görürlerse tartışır bizde arada fikirlerimizi söyleriz. İçerik tartışması ile ilgili olarak sadece bir hatırlatma yapıp geçeceğim. Sürdürülebilir bir balıkçılık için balıkçılık reformu savunan ama fikirlerde anlaşamayan insanların tartışması ile bu metin temelinde yapılacak tartışmanın farklı olduğunu unutmayınız. Karşımızda sürdürülebilir bir balıkçılık için mücadeele eden vebuna rağmen fikri ayrılıklarımız olan insanlar yok. O fotoğrafa iyi bakın, tanımadıklarınızı tanıyanlara sorup öğrenin. Son 4 yıldır daha adi daha sürdürülebilir bir balıkçılık için mücadele ederken savaştığımız insanlar. Her sene av sezonunu uzatmak için idareye baskı yapan, Ege’de uluslar arası suyun açılması için çaba gösteren, yavru balık avına karşı yapılan mücadeleye sert ve ahlaksız bir biçimde karşı çıkan, aşırı avcılığın stoklar üzerinde yarattığı tahribatı asla kabul etmeyen, benim gemim bir fabrikadır, fabrikada da tatil 1 ay olur diyenler şimdi sürdürülebilirlik savunuyor olabilirler mi? Bu tartışmada unutulmaması gereken budur. Ben bu hareketlerinin arka planını ve amaçlarını tartışmaya çalışacağım.
Bu gurup daha düne kadar (4 yıl öncesi) sorun aşırı avcılık değil deniz kirliliğidir, bizle değil kirlilikle mücadele edin diyordu. Tamamı ile hegemonyaları altındaki bir balıkçılık örgütlenmesi, siyasi ilişkileri ve günün ihtiyaçlarına uygun bir balıkçılık mevzuatının olmayışı nedeni ile de istedikleri gibi at oynatıyorlardı. Abilerin her dediğinin olduğu günlerin bitişi sezon uzatmasına karşı verilen ve başarı ile biten mücadele ile başladı. Biz bu dönemden itibaren genel teorik önermelerin yanı sıra balıkçı camiası içinde gerçekleri açıklayarak bu guruplara işaret etmeye çalıştık ve soyut talepler yerine somut hedefler göstererek bu çevreleri deşifre ve izole etme uğraşı verdik.
Sezon uzaması karşıtı kampanya, Ege’de uluslar arası suyun açılmasına karşı verilen mücadele, FSD’nin Çinekop kampanyasındaki kararlı desteğimiz, Greenpeace’in yavru balık kampanyasına gönüllü desteğimiz, İstanbul boğazındaki yeni trafik düzenlemesi ile Gırgır av alanının genişletilmesine karşı verdiğimiz mücadele, balıkçılık içindeki anlık gelişmelere karşı gösterilen refleks, denetimsiz balıkçılık isteyenlerin her türlü kitleselleşme çabalarını deşifre ederek gerçekleşmelerini engellememiz, sabırlı çabalarımız sonucunda Gırgır camiası içinde farkındalık yaratmaya başlamamız bu gurubun izolasyonunun önemli köşe taşları oldular.
Daha önceleri kişisel yada grupsal taleplerini balıkçıların talepleri olarak yansıtmalarını engelledik ve tedricen de olsa bürokrasi içindeki etkinliklerini kırmaya başladık.
Balıkçılık bürokrasisinin en alt kadrolarından en küçük balıkçıya kadar genişleyen bir yelpazede artık bir şeylerin değişebileceği umudu doğdu ve bu umut giderek gerçekçi taleplere, somut girişimlere dönüşmeye başladı. Küçük balıkçı eylemi ve düşüncesi yeniden gelişmeye ve Sivil Toplum Örgütlerine kendini fark ettirmeye başladı. Düne kadar koltuklarda oynanan oyunu izleyenler sahneye çıkarak kendileri oynamaya başladılar. Eski senaryolar, eski oyunlar ve oyuncular sahneden çekilme tehdini fark ettiler ve strateji değiştirerek hamla yapmaya başladılar.
Son dönemde yazdığım yazıların birinde “önümüzdeki dönemde bizden daha fazla sürdürülebilirlik yandaşı olurlarsa şaşırmayın” diye yazmıştım.
Bütün bunları hatırlamamın nedeni şimdi olanların anlaşılmasını kolaylaştırmaktır.
Düşüncelerimize ve bize karşı mücadele edenler aldıkları yaraları ve kaybettiklerini yerine koymaya önümüzdeki danışma kurulunda gelmesi muhtemel yeni avcılık kısıtlamalarına karşı önlem almaya çalışıyorlar.
Son 4 yıllık mücadelemiz sonucunda balıkçılık bürokrasisi içinde kaybedilen prestij ve gücü siyasi çevrelerde Lobi yaparak, balıkçı tabanı içinde kaybettikleri gücü ise bizlere saldırıp karalayarak telafi etmeye çalışıyorlar. İstihdam mücadelesi içinde olan Su ürünleri mühendislerine yakınlaşma ve şirin gözükme çabaları, düne kadar kıyı balıkçısı diye bir şey yoktur dedikleri halde “sözde kıyı balıkçısı” destekçiliğine soyunmaları, siyasilere ziyaretler, fotoğraflar, satılık “bilim adamları” düzmece balıkçılık toplantıları ve bir sürü sahtekarlığın sebebi budur.
Yayınladıkları metin bile onlar için bir önem içermemektedir. Zaten böyle bir belgenin balıkçılık bürokrasisine verilmiş olması da inandırıcı değildir. Böyle bir belgeyi olsa olsa balıkçılıkla hiçbir ilgisi olmayan birine verebilirsiniz.
Amaç konu hakkında bilgisi olmayan siyasilere kendi statüleri dayatmak, balıkçılıkla ilgilenen ama yeterince bilgi sahibi olmayan medya ve sivil toplumun kafasını karıştırmaktır. Söz konusu belgenin kendileri için hiçbir önemi yoktur ve biraz sıkışırlarsa belgeyi de üstlenmeyecekleri gün gibi aşikardır.
Metinde ki gerçek talepleri olan kota ve karşılığın da her türlü gırgır av yasağının kaldırılması talebi dikey olarak büyüyen bir gurup endüstriyel avcının varlıklarını daha da önemlisi büyümelerinin sürdürülmesini garanti altına alma çabasından başka bir şey değildir.
Küçük balıkçı bu numarayı yemez, benim merak ettiğim dikey olarak büyüyen bu gurubun uçuruma doğru sürüklediği diğer gırgır avcılarının bu oyunu görüp göremeyeceğidir     

8 Mart 2012 Perşembe

GELENEKSEL ve KIYI BALIKÇILIĞININ BALIKÇILIK SEKTÖRÜ VE BALIK STOKLARI AÇISINDAN ÖNEMİ

1- Kıyı Balıkçılığı nedir?

Balıkçılık; açıkdeniz, kıyı ötesi ve kıyı balıkçılığı olmak üzere üç ana sınıfa ayrılır.

Bu sınıflandırmanın temeli balıkçı teknelerinin avlandıkları saha ile barındıkları liman arasındaki mesafe yani “balıkçılık menzili”dir. Balıkçılık menzili kullanılan av araçlarından çok teknelerin kapasitesini ve avlanan balıkların muhafaza şeklini etkiler. Yani hem kıyı, hem kıyı ötesi hem de açık deniz balıkçılığında paraketa kullanılabilir, fakat kıyıda paraketa kullanan tekne 5-10 m arasında boya sahipken, açık deniz tekneleri 100 m ye kadar olabilir.

Kıyı balıkçıları günübirlik av yapıp, avladıkları ürünü hiçbir işleme tabi tutmadan taze olarak limana getirirler. Oltalardan trol ve gırgıra kadar her türlü av aracını kullanabilirler. Tekneleri, güverte üstü ve köprüüstü donanımları nispeten basit olup, kullandıkları av araçları diğerlerine göre daha küçük boyutlarda ve düşük kapasitelidir.

Açıkdeniz tekneleri ise aynı av araçlarının daha büyük kapasitelilerini kullanırlar. 3-6 ay denizde kalacak şekilde yakıt ve su deposu, kumanya ve yedek parça stoğuna sahip olurlar. Avladıkları balıkları tuzlayarak, kurutarak, konserve ederek veya derin dondurarak işleyebilirler ve yüzlerce ton ürünü depolayacak büyük ambarları bulunur. Bu durum açık deniz teknelerinin masraflarının karşılanması için daha verimli av sahalarında çalışmalarını ve daha çok balık avlamalarını zorunlu kılar.
2- Ülkemizde Balıkçılığın Durumu

Av sahalarının limanlara uzaklığı bakımından hemen hemen tüm balıkçılığımız kıyı ve kıyıötesi balıkçılığı kapsamına girer. Fakat kullanılan teknelerin büyüklük ve kapasiteleri açık deniz tekneleri seviyesindedir. Dün basit donanımlara sahip 20-24 m boyunda teknelerle avlanan balık bugün 50 metreyi aşan boydaki uzay teknolojisine sahip teknelerle avlanmaya çalışılmaktadır. Bu mesnetsiz büyüme, gerek endüstriyel balıkçılar arasında, gerekse endüstriyel balıkçıyla kıyı balıkçıları arasında acımasız bir rekabete neden olmuştur.
Su ürünlerinin değerlenmesi, talebin artması, takımların yüksek kapasiteli olması ve yüksek kazançlar nedeniyle hem yerleşik türlerin hem de göçmen balıkların stokları blinçsiz ve ölçüsüzce sömürülmeye başlanmıştır. Balık avcılığı 1980 li yılların ortasında sahip olunan bilgi ve yetenekler ölçüsünde erişebileceği en yüksek miktara ulaşmış ve sonraki yıllarda bazı türlerin stokları tükenmiş ve genelde av miktarı giderek azalmıştır.
3- Sorunların Temel Nedenleri

Balıkçılar yaptıkları aşırı avcılık için; ben avlamasam başkası avlar, biz avlamayalım da Yunan mı avlasın, yunuslar da aşırı çoğaldı, masrafların karşılanması gerekiyor, bu tekneden kaç boğaz doyuyor biliyor musunuz... gibi pek çok geçersiz bahane arkasına sığınmıştır. Getirilen düzenlemelere riayet edilmemiş, siyasi ve maddi güçlerini, siyasetçi, bilim adamı ve bürokratların zaafiyetlerini kullanılarak sınırlamalar sürekli delinmiş veya engellenmiştir. Kişisel hatalar, yanlış yatırımlar, kötü işletmecilik ve para yönetimi nedeniyle meydana gelen maddi kayıplar ucuz kredi ve teşvikler, yakıt sübvansiyonu gibi doğrudan ve dolaylı desteklerle savuşturulmuştur. Böylece tüm ülkeye ait doğal kaynakları tüketen araçların maddi külfeti de vatandaşın sırtına yüklenmiştir. Balıkçılığa aktarılan bu kaynaklar belli grupların daha da güçlenmesine ve haksız isteklerinin durdurulamaz hale gelmesine neden olmuştur.
Bu gidişin yanlış ve yapılanın bir tür harakiri olduğu bugün bile hala anlaşılamamıştır. Daha düşük maliyetle daha “uygun” kazanç elde etmenin yollarını aramak yerine, hâla teknelere ve ağlara boy verilmeye, ambarlara binlerce beygir gücünde makineler, köprü üstüne karşılığında aylarca çalışılan çeşit çeşit cihazlar doldurulmaya devam edilmektedir. Sonuç olarak sahip olunan maddi gücün kat kat fazlası risk ve borç hanesine yazılmaktadır.
4- Kıyı Balıkçılığının ve Hedef Türlerinin Gerilemesi

Yeni av sahaları ve stoklar devreye sokulamamasına rağmen büyüyen takımlar, artan tekne ve balıkçı sayısı ve doğal ve insan eliyle oluşan bozulmalar büyük balıkçının eskiden yüzüne bile bakmadığı balıkların ve avlakların peşine düşmesine neden olmuştur.
Kör kıyıda avlanan algarna, şebeke, trol ve gırgırlar, ince balığı alabilmek için daraltılan gözler, şalvar donam ve yumtar ipi gibi gırgırı trolleştiren uygulamalar dip balıklarının yavru ve erişkin stoklarını iyice baskı altına almıştır. Sardalya, istavrit ve hamsi gibi yem balıklarının aşırı avlanmasının da etkisiyle avcı balıklar ve dülger, bakalyaro, trança, kalkan, kırlangıç, çivisiz kalkan, iri mercanlar, köpek balığı ve camgözler, levrek ve benzeri pek çok değerli tür dolaylı olarak tükenmiştir. Hatta bu türlerden bazıları belli avlaklarda hiç görünmez olmuştur.
İşte bu noktada, kıyı balıkçısının hedef türleri olan bu balıkların azalması veya yok olması, diğer balıklar yönünden ise av miktarı ve kazanç olarak trol ve gırgırla rekabet edememesi nedeniyel pek çok geleneksel balık avlama yöntemi ve kıyı balıkçılığı gerilemeye başlamıştır.
Bu gün olta balıkçısından, trol ve gırgırına kadar her şey kıyı balıkçısının yok oluş sürecini hızlandırmakla beraber, esas sorun yasaların yetersizliği veya uygulama ve denetlemenin yetersizliğidir.
Bir türlü engellenemeyen yasa dışı balıkçılık, 1996 dan beri uygulanmaya çalışılan fakat ancak son birkaç yılda sabitlenebilmiş yeni ruhsat meselesi, kıyı balıkçısının rekabet gücünü iyice azaltmıştır. Neticede meslek değiştirme gibi nedenlerle yüzlerce yıllık bilgi ve geleneğe sahip kıyı balıkçılığı, tekne bakımı gibi baba mesleklerinde yeni nesillere tecrübe aktarımı durmuştur.
Bu gün eline tokmak alan kalafatçı, bir hızar veya kaynak makinesi sahibi olan tekne yapımcısı, fırça tutmayı beceremeyenler boyacı olarak sektöre hizmet vermektedir.
5- Neden Kıyı balıkçılığı Korunmalı ve Geleneksel Balıkçılık Teşfik Edilmelidir?

Kıyı balıkçılığı ve geleneksel balıkçılık desteklenmeli ve geliştirilmelidir;

1- Çünkü kültürel bir değerdir.
İnsanlık tarihi kadar eski yöntem ve araçların korunması, kar edemese bile devlet tarafından subvanse edilmesi gerekir.
Modern anlayışla düzenlendikten sonra, dalyancılık, manyatçılık, ığrıp ve tratacılık, sepetçilik, volicilik, dip ağcılığı ve paraketacılık gibi av yöntemlerinin ekosisteme zararı olmaz.

2- Daha fazla insana ekmek kapısı, iş kapısıdır.
3-5 kg balıkla üç hanenin kursağına sıcak çorba girer. İki tane kalkan balığı bir trol teknesinin masrafını korumaz fakat 6 m boyunda bir kıyı balıkçılığı teknesi bundan rahatlıkla kar elde edebilir.

3- Daha kaliteli üretim yapılır.
Kıy ıbalıkçılığı ve geleneksel yöntemler bin yılların tecrübesiyle ortaya çıkmış, doğayla barışık yöntemlerdir. Daha iri balıkları, daha ulaşılmaz avlakları, daha dar alanları hedefler. Genelde seçici yada seçiciliği düzenlenebilen av araçlarıyla uygulanır. Avlama zamanını, ağ gözünü, ağ boyut ve miktarını doğru ayarlamak kolaydır. Bu düzenlemeler için yeterince deneyim mevcuttur.

4- Av baskısı düşüktür.
Bir av seferinde yakalanan balık miktarı ekolojik dengenin tolere edebileceği sınırlarda kalır.


KIYI BALIKÇILIĞINI KORUMAK VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KILMAK İÇİN KULLANILMASI GEREKEN ARAÇLAR NELERDİR?

Pek çok yasal düzenleme mevcuttur. Bunlar:
  1. Zaman yasakları (üreme ve göç döneminde balıkları koruma amaçlı),
  2. Bölge yasakları (üreme - göç alanlarının ve kıyı korunması ve av ve avlakların eşit paylaşımını sağlama amaçlı),
  3. Balık türü yasakları (yok olmakta olan türleri koruma amaçlı),
  4. Boy yasakları (balıklara en az bir kere üreme şansı verme amaçlı),
  5. Av aracı miktar ve büyüklük yasaklı (Av baskısının kontrolü amaçlı) ve
  6. Av aracı göz açıklığı, kanca büyüklüğü, yem, kaçış penceresi aralığına ilişkin yasaklar (istenmeyen tür ve boydaki balıkların yaşamasına fırsat tanıma amaçlı)
olarak sayılabilir.

Bugüne kadarki tecrübeler göstermiştir ki; insan faktörü (hem avcılar hem de denetleyiciler) var oldukça yasaları tam işletmek mümkün olamamaktadır.
Öyleyse daha radikal önlemler almak, çoğu zaman işi insana bırakmamak zorundayız.Bunun için uygulanabilecek en önemli araç avlakların korunmasıdır.
Avlakların korunması için çeşitli yöntemler vardır. Mesafe ve bölge yasakları Osmanlı döneminden bu yana uygulanır ama pek başarılı olunmaz. Kıyılarda avlanan troller, sığlarda avlanan gırgırlar vs. en büyük şikayet konusudur. Bu durumda sadece yasak getirip insanların uymasını beklemek yerine radikal önlemler alınması gerekir.
Bir sahayı korumanın en önemli yollarından birisi mania tipi yapay resiflerdir. Bunlar geleneksel yöntemleri engellemeyecek fakat endüstriyel yöntemleri engelleyecek şekilde düzenlenmelidir. Avlaklar küçük balıkçı kooperatiflerine tahsis edilebilir. Bu sahalarda ayrıca mania tipi yapay resiflerden de yararlanılabilir.Geleneksel kıyı balıkçılığına diğer bir katkı da balıklandırma yoluyla yapılır.
Yok olan veya azalan türler insan eli altında çoğaltılıp avlaklara salınarak, dengenin sağlanmasına çalışılır. Bunlar üç beş bin adet balıkla olacak işler değildir. Bir saha için türe göre her 100 yada 1000 m2 ye bir balık gelecek sayılarda balık salmakla etkin bir balıklandırma yapılabilir.
---------------------------
Bu güne kadar alınan önlemlerin neden etkili olamadığı hakkında bir saptamamı aktararak yazıyı sonlandırayım.

Balıkçıyı, hele hele küçük balıkçıyı sadece kendisi kurtarır.
Fakat uzmanlık isteyen, resmi prosedürlerin takibini gerektiren konularda sırf kişisel ego tatmini için mastrubasyon yapmayla hiç bir sorun çözülmez.
35 yılı aşan profesyonel ve amatör balıkçılık hayatımda hangi konularda, neler konuşan, kimleri gördüm. Kimler geldi kimler geçti. Fakat hiç ama hiç bir şey iyiye gitmedi. Herkes ne kadar çok bildiğini ispat etmeye çalışıyor. Ama getirilen düzenlemelere uyma konusunda hiç kimseyi bulamıyoruz. Herkes kuralları delme peşinde.
Sorunlarının gerçekten farkında olan tanıdığım balıkçı sayısı üç bilemedim beş kişiden ibarettir. Bu konuda uzman akademisyen sayısı daha azdır. Balıkçıların sorunlarına gerçekten sahip çıkma isteğinde olan yetkin insan bulmak ta güçtür. Karşılığını vererek, parasını ödeyerek bile hizmet alma imkanı pek yoktur.
Çözüm; sorunların farkında olmayla başlar. İkinci aşamada resmi prosedür takibi gereklidir. Bu da akademik danışmanlık hizmeti alma, sorunları saptayan raporlar ve araştırmalar oluşturma ve son olarak oluşturulan rapor ve elde edilen verilerin ilgili mercilere, doğru yoldan iletmesiyle sonuca ulaşmak çok daha kolay olacaktır...