28 Aralık 2014 Pazar

Artık yeter

Sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım için: Artık yeter: Burada okuyacağınız her düşünce ve her yorum tamamen bana aittir. Kimseyle üzerine konuşulmamış ve tartışılmamıştır. GELBALDER yönetim k...

Artık yeter


Burada okuyacağınız her düşünce ve her yorum tamamen bana aittir. Kimseyle üzerine konuşulmamış ve tartışılmamıştır. GELBALDER yönetim kurulundan da deniz, balık ve balıkçılık alanında faaliyet yapan tüm sivil toplum guruplarından ve unsurlarından özür dilerim. Üstelik sadece Türkiye’de değil, metnin  İngilizce bir çevirisini SLOW FOOD platformlarında da paylaşacağım. Konu FSD “  lideri Defne KORKÜREK tarafından; balıkçılık örgütlenmelerine karşı yöneltiği delilsiz dayanaksız ama hepsinden öte vicdansız karalama girişimleri, yapılmaya çalışılan itibar cinayeti ile ilgilidir.

FSD bilindiği üzere Lüfer balığı merkezli bir kampanya ile sesini duyurmuş, başarılı bir kampanyanın ardından kendini tanıtmış giderekte sempati ve saygı kazanmıştır. Kampanyanın ilk yılında sürekli ve sistemli bir şekilde gerek kampanyaya gerekse Defne Koryürek’e destek verdiğimiz ve sahip çıktığımız tüm camianın da malumudur. Kampanyanın ardından gelen danışma kulunda Lüfer konusunda alınan nispi iyileştirme kararının ardından başlatılan “Lüfer Bayramı” etkinliğine yasal boy altı Lüfer avlayan ve satanların (üstelik çirkin ve yıpratıcı bir karşı kampanyanın da düzenleyicileri olan) Gırgır ve Komisyoncu derneğinin etkinliğe davet edilmesi üzerine yolumuzu ayırdık. Buna rağmen ve bu güne kadar bulunduğumuz her platformda FSD tarafından yürütülen kampanyayı onore etmeye de devam ettik. Bu nedenle aşağıda okuyacaklarınızı “sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım” mücadelesini ve “küçük ölçekli geleneksel kıyı balıkçılığının korunmasını” varlık nedeni sayan yaşamının kalanını bu mücadeleye adayan bir insanın sabrının sınırlarının taşması sonucu yazıldığının altını çizmek isterim.

Artık konumuza dönebiliriz

Bilindiği üzere İstanbul Boğazında 24 m derinlik yasağına uymak koşulu ile avcılık yasaldır. Her yıl hem yasalara uygun olarak hem yasalar zorlanarak hem de yasalar ihlal edilerek Boğazda gırgır avcılığı sürmektedir. Bu konuda çokça kurum tarafından resmi otoriteye başvuru yapılmasına rağmen bu konuda ne yazık ki bir düzeltme sağlanamamıştır. Geçtiğimiz günlerde Tarabya önlerinde yapılan bir gırgır avcılığının peşinden önce “yasa dışı avcılık zannıyla” bir tepki oluşmuş, avlanılan yerin yasal olduğunun anlaşılmasından sonrada FSD geçen yıl başlattığı imza kampanyasını güncelleyerek devreye almıştır. Buraya kadar (bir pardon demenin dışında) bir sorunda yoktur. Sorun Defne KORYÜREK tarafından kooperatifler, birlikler ve üst birliği karşı yapılan çirkin, asılsız ve haksız ithamlardır. Üstelik bu ithamlar konular hakkında bilgisi olmayanları yanlış yönlendirmekte “yasa dışı avcılıkla mücadeleye” zarar vermektedir. Eğer yasal olan bir avcılık faaliyetini yasa dışı göstererek insanlara hedef gösterirseniz, insanların asılsız ihbarlarla Sahil Güvenliği oyalamasına sebep olursunuz. Eğer bir sahada faaliyet gösteriyorsanız ve iddialı iseniz dersinizi çalışacak, konulara (yasa yönetmelik coğrafi bilgi ve avcılık bilgisi vb. ) hakim olacaksınız. Eğer sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi sizin için bir nesne değil özne ise böyle davranmak zorundasınız. Sizin yaptığınız hatalar yüzünden topyekun bir mücadelenin yara almasına sebep olamazsınız. Son olayda da görüldüğü gibi sizin içine düştüğünüz komik durumla eski Cumhurbaşkanını tekneye alarak alay ederler. Hiç şüphesiz alay mevzuu olmak FSD ve (eğer varsa) unsurlarının sorunudur.

Gelelim Defne KORYÜREK’in balıkçılık örgütleri hakkında ki iddialarına. Sanal ortamda balıkçılıkla ilgili bir forumda (http://www.balikcilar.net/eskiya-varsa-yataklik-edeni-oldugundan-9-31885.html ) “eşkiyalık varsa, yataklık edeni olduğundan … üst başlığı altında “ne bir kooperatif başkanı görüyorum ben, bu işleri temizlemek için çalışan, ne bir birlik başkanı, ne de bir üst birlik görüyorum. ne yasayı koyan takibinde balığın ne de vergimle çalışması gereken. denizin, balığın sahibi yok. siz de sahipsiz kalın, diliyorum.

üstüne alınanlar alınsın. hodri meydan.” Diyerek, daha sonra da “kooperatif başkanlarınızı, birlik başkanlarınızı, üst birlik başkanlarınızı, derneklerinizi yalakalıkla değil, yataklık etmekle suçluyorum” diyerek Türk balıkçılık tarihine geçmiştir. Slow Fish aracılığı ile de AB balıkçılık tarihine geçmesi için elimden geleni yapacağım konusunda kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Kooperatif ve birlikler yasa dışı avcılığın engellenmesi konusunda ne yapabilirler, ne yapıyorlar?
Defne hanım bu çirkin yataklık ithamını söz konusu platformda yazdığı bir misalde de görüleceği üzere (hele yasak avlanan avcıyı kooperatifinizden, limanlarınızdan kovarak başlayın ) kooperatiflerin bu balıkçıları barınaklardan atmamalarına dayandırıyor.
Burada da aynı şeyle karşılaşıyoruz. Defne hanım bilmediği işleri öğrenmeye çaba sarf etmiyor. Eğer “Balıkçı barınakları yönetmeliğini” okumuş olsa hiçbir kooperatifin bunu yapamayacağını yaparsa suç işleyeceğini, o teknenin her durumda o barınağa bağlanmaya devam edeceğini öğrenmiş olurdu. Barınakları kiralayan kooperatifler sadece o barınakta “yasa dışı av aracının” bulunmamasından sorumludur. Hiçbir kooperatif ne böyle bir sorumluluğa nede böyle bir yetkiye sahiptir. Buna rağmen kooperatiflerin ezici çoğunluğu her türlü mücadeleyi vermektedirler. Üstelik bu mücadelede ağır bedeller de ödemişlerdir. Ahmet Yavuz, Ahmet Aslan ve Kınalıada’dan Roy yasa dışı balıkçılara karşı mücadele nedeni ile fiziksel saldırıya uğrayanlar konusunda ilk aklıma gelen isimlerdir.
Bir kriminal vaka olarak Marmara trolcülüğü ile usulsüz avcılık yapanları bu mücadelede ayırmak zorundayız. Marmara’da Trol avcılığı yapanlar, yasak mevsimde Gırgır avcılığı yapanlar ve küçük bir gırgırcı odağını tebliğleri ihlal edenleri ayırmadan bu mücadelede adım atamayız. Bunlardan birincisini Marmara’dan tasfiye etmek gibi bir amacımız var ve bu tutumumuz uzlaşmaz bir tutumdur. Avcılıkta zaman zaman usulsüzlüklere ve yasa dışılıklara başvuranları (tebliğleri ihlal edenleri ) sırasıyla;  kazanmak zorundayız. Kazanma konusunda başlayacağımız yer ise hakaret ve ötekileştirmek değil, ikna etmek için sürekli ve ısrarlı çaba göstermektir.
Elbette bu konularda yasal önlemlerin arttırılması ve bu önlemlerin uygulanması konusunda resmi otoriteye karşı çabalarımızı da devam ettireceğiz.

Yazının burasında konuyu uzatmanın çok anlamı yok. Defne KORYÜREK ayrımsız tüm kooperatif ve birlikleri üst birliği de katarak “yasa dışı avcılığa yataklık etmek” ile suçlamaktadır. Bizlerin bilmeyip kendisinin bildiği bir şey var ise bunu alenen ve ismen açıklamalıdır. Bu konu bu güne kadar yaptığı hatalara benzemez. Lüfer kampanyasının itibarı da durumu kurtarmaya yetmez. En kısa zamanda suçlamasını izah edecek somut bilgileri paylaşmak zorundadır. Bunu yapmadığı sürece basit bir iftiracı durumundan kendini kurtaramaz.

Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi ve sivil toplum

Sürdürülebilir balıkçılık yönetiminin çok paydaşlı olması gerektiği gibi “canlı doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir avcılığı mücadelesi de” çok paydaşlı bir mücadeledir. Hele hele bizim ülkemiz söz konusu ise “çok paydaşlılık” ve mücadelede güç birliği daha da elzem hale gelmektedir.

Bu mücadeleye girdiğimiz ilk günden beri küçük ölçekli geleneksel balıkçı, sivil toplum ve akademik camianın paydaş olduğunu savunan, bu iş birliğinin önemine dikkat çeken biri olarak tekrarlamak istediğim birkaç husus var.

Sivil Toplum Örgütleri birbirleri ile mücadele etmemelidir. Balıkçılık gibi kronikleşmiş sorunları, yanlış ezberleri ve hatalı kanaat yapılarının bulunduğu bir saha da yapmamız gereken basit gerçekleri açıklamak, balıkçının örgütlenmesi ve gelişmesine katkı sağlamak ve farkındalık yaratmaya devam etmektir.

Balıkçılık sahasında çok sorun ve bir o kadar da çok yapılacak iş var. Her samimi sivil toplum unsuru buna göre davranmalı sürdürülebilir balıkçılık konusunda yapabileceği her katkıyı ortaya koymalıdır.

Sivil toplum unsurlarının yapması gereken kooperatiflere yada birliklerine saldırmak olmamalı, sürdürülebilir balıkçılık, yasa dışı avcılık, kaynakların sürdürülebilir kullanımları konularında baskı unsuru olmaktır.

Savaşmamız gerek asla kooperatif ve birlikleri değildir.

Son söz olarak; FSD’nin nezdinde Defne KORYÜREK’ten varsa yasa dışı balıkçılığa yataklık eden kooperatif veya birliklerini açıklamasını yoksa camia önünde bu fevri davranışının doğal bir sonucu olarak kocaman bir özür bekliyorum. Kocaman ve sahici bir özür. 

Bu konuda gerekeni yapmaz ise, bu açıklama veya özrü Slow Fish İtalya’dan talep edeceğimi de şimdiden beyan ediyorum.



30 Temmuz 2014 Çarşamba

Türkiye derin balıkçılığın da sona doğru mu?




Son Orkinos av sezonunda yaşanan yasadışı avcılık olayları tam kapanmak üzereydi ki aniden pandoranın kutusu açıldı ve pislikler ortaya saçılmaya başladı. Bu sefer iş sadece avcılarla da kalmayacak gibi görünüyor. Bu güne kadar hep işaret ettiğimiz semirtme çiftlikleri kaçınılmaz olarak gündeme gelecek  ve biziler belki de ilk defa Orkinos avcılığı ve semirticiliğimizin gerçeklerini tüm çıplaklığı ile gözler önüne sere bileceğiz.

Ne odlu da Mustafa Kokoş konuşmaya başladı

Kokoş Kılıç Balıkçılık ile 5 ton canlı (anaç) ve su yüzeyinden Orkinos yumurtası toplamak için bir anlaşma ve peşin ödeme alarak iş koyulmuş. Bu izin belgesi ile yüzer kafesine canlı Orkinos aktaracak bu balıkları da Kılıç Balıkçılığa teslim ederek yaptıkları sözleşmenin gereklerini yerine getirmiş olacaktı, fakat  (bizim zaten daha önceden bildiğimiz ) dün Kokoş’un anlattıklarına göre olayla böyle gelişmemiş. Yasa dışı Orkinos avcılığı ve ticareti yapanlar Kokoş’u ve bunun bir sonucu olarak Kılıç balıkçılığı dolandırmaya kalkmışlar. Olayların ilk aşamasında Kılıç Balıkçılık savcılığa müracaat etmiş konu adli kurumlara taşınmış ve sonuçta da Kılıç Balıkçılık 5 ton balığını almıştı. 

İşte Kokoş’u konuşmaya iten sebepler burada başlıyor. Olayın iki ayağı var; Kılıç Balıkçılık Kokoş’un da bu oyunun içinde olduğuna inanarak aralarında yaptıkları anlaşmayı bozması ve yapılan ödemelerin iadesini talep etmesi Kokoş’u konuşmaya iten birinci neden. İkinci neden ise, anlaşma yaptığı avcı teknelerinin kendi kafesindeki yaklaşık 90 ton balığı Dardenel’in kafesine aktararak Kokoş’u “halk deyimi” ile çırak çıkartmaları. Üstelik Kokoş bu teknelere 100.000 TL ön ödeme yaptığını söylüyor. Olaya adı karışan 4 avcı motoru var. Bu 4 motorun içinde balığı avlayan motor ise Orkinos avlanma belgesine sahip değil. Uluslar arası sularda her yıl yapılan diğer türler için alınan belgeyle bulunuyor.

Yine Kokoş’un anlatımı ile balığın avlanması şöyle gerçekleşiyor. Yaklaşık 90 tonluk bir sürü tespit ediliyor ve takip başlıyor. Tespit edilen sürü çok seri hareket ettiği için sarma teşebbüsünde bulunulmuyor. Sürü dörder saatlik 3 periyotluk ve üç teknenin takibinde iken hareket sizleşerek avlanmaya hazır hale geliyor ve avlanma ruhsatı olmayan tekne çağrılarak balık avlanıyor .

Konuyu şöyle bir sadeleştirirsek;


  • Kokoş 5 ton için izin almış ve kafesine yaklaşık 90 ton balık aktarmış.
  • Bu balıklar Kokoş başka bir tarafta iken Sahil Güvenlik geliyor denilerek bir Dardanel’in kafesine aktarılmış.
  • Dardanel Libya’dan satın aldığı 41 tonluk kotayı dolduramadığı için bir oyunla bu başlıkları satın almış.
  • Dardenel kafese 41 yerine 90 ton balık atmış
  • Kokoş’un diğer motorların kendisini kandırdığını fark etmesi üzerine Dardenel’den 5 ton balığı Kılıç Balıkçılığa teslim etmek üzere geri talep etmesi ile olaylar çığırından çıkmış.

Bütün bu anlattıklarımın karışık geldiğini biliyorum. Ne yazık ki olay gerçekten karmaşık. Zaten biraz da bu karmaşıklık sayesinde yıllardır Akdeniz’de bu yasa-dışı avcılık belasından kurtulamıyoruz. Uluslar arası ve ulusal kontrol ve gözetleme altında olan bir avcılık tam da kör güzüne parmak dercesine yasadışı bir şekilde yıllardır devam ediyor. Düşüne biliyor musunuz bu kadar kontrol altında yapılan bir avcılıkta Kokoş “gümüşcülük” yapıyor denizde balık topluyor.

Kokoş’un video kayıtları ve beyanları buz dağının görünen parçasıdır. Orta da Kokoş’un anlattıklarından da vahim bir tablo vardır ve biz bu tablo karşısında yıllardır üç maymunu oynuyoruz.


Türk derin balıkçılığı

Kaç yılıydı şu an hatırlamıyorum “Türk Derin Balıkçılığı “ tabirini ilk defa Orkinos avcılığı hakkındaki bir tartışmada kullanmış ve “Orkinos avcılığını kazırsanız altından Türk derin balıkçılığı çıkar” demiştim. İnsanların o anki bakışlarını hala hatırlıyorum anlamadıkları yabancı bir lisanla konuşuyorum gibi gelmişti onlara. Gözümüzün önünde yaşanan ama anlamlandıramadığımız olaylar ve olguları daha iyi tarif edebilecek bir tanımdı benim için. Sadece Orkinos avcılığı ve semirticiliği ile ilgili olmayan birazdan bahsedeceğim “Balık Unu ve Yağı Sanayi” ile çağ dışı “Balık Komisyonculuğu” rejimi de kapsayan bir tanım.

Bir olgu hakkında tanım koymak için o olguyu bütün dinamikleri ile kavramak, anlamak ve tarif etmek gerekir. İşte ancak o zaman önünüzde ki sorunu anlamışsınız demektir. İşte o zaman sorunun çözümü konusunda bir gerçek zemin bulur ve paradigma oluşturabilirsiniz.
Bütün bunları anlatırken kimsenin fark etmediği bir şeyi buldum fark ettim ukalalığı yapmıyorum, amacım bu değil. Sadece bu tanımlamanın ülkemizde sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi ve hatta yönetimi açısından öneminin altını çizmek istiyorum. Evet balıkçılık sektörümüzün son 20 yılda yaşadığı dikey büyüme nedeni ile içerisinden derin bir yapı çıkartmıştır.
Bu yapı Orkinos avcılı ve semirticiliği, Balık unu ve sanayi ile komisyonculuk sistemi üzerinde yükselmiştir. Bu yapı gerek balıkçılık yönetimi gerekse mali denetim alanında bir boşluk yaratmış kendi yarattığı bu boşluk sayesinde ise 20 yıldır her türlü yasal ve mali kontrolün denetiminin dışında varlığını sürdürmektedir.

Kısaca söylemek gerekirse; balıkçılık rejimimiz açısından oluşmuş üç kara deliğimiz vardır ve arık bu gerçeği görmek, masaya yatırmak ve kalıcı bir önlem almak zorundayız. Eğer bu konuda gereken adımlar atılmaz ve kalıcı bir çözüm sağlanmazsa bu kara delik kendi içine doğru çökecek bu çöküş ile birlikte ortada Türkiye balıkçılığı diye bir şey kalmayacaktır.


Derin Balıkçılık Orkinos avcılığı

Ülkemizde Orkinos balığı bir sanayi ham maddesi olarak algılanmış ve bunun sonucunda da semirtme çiftliklerinin doğal kaynakları olarak görülmüştür. Neredeyse algılarda balık olarak avlanmaktan çıkan Orkinos balığı uzunca bir süredir denizden toplanan canlı kaynak kapsamındadır.
İşte bu canlı kaynak toplayıcılığı sisteminin ihtiyaçları göz önüne alınarak yapılan düzenlemeler Orkinos avcılığında resmi bakışı değiştirmiştir. Bu değişim sonucunda Orkinos avcılığı kendine bir hoş görü alanı bulmuş bu alanı suistimal ederek ülkemizi belki de Akdeniz’in  en büyük kaçak avcısı haline getirmiştir. Şüphesiz otoritenin Orkinos avcılığına gösterdiği hoş görünün arkasında bu sektörün yaptığı ihracat yatmaktadır. Unutulmamalıdır ki ihracat yapıyor olmak asla yasa dışı faaliyetlerin görmezden gelinmesinin sebebi olunamaz. Esrar, Eroin, diğer kimyasal uyuşturucular ve benzerleri de önemli yasa dışı ihracat kalemlerindendir. Ülkemize döviz getiriyorlar diye bu ticareti görmezden gelemeyeceğimiz gibi balıkçılıkta da her türden yasa dışılığı görmezden gelmek gibi bir hakkımızdır yoktur. Suç hangi alanda olursa olsun suçtur ve ortada bir yasa varsa uygulanmalıdır.

Orkinos avcılığında bu derin yapı nasıl çıktı?

Bu derin yapının ortaya çıkışının birinci sebebi yukarıda anlattığım bakış açısı ve adil olmayan kota paylaşımıdır. Kota paylaşımı yapılırken yaşanan rezalet bu konuları takip eden herkesin bilgisi dahilinde dir. Yukarıda bahsettiğim sakat bakış açısıyla “çiftliklere ham madde” sağlamak için sadece Gırgır avcılığına izin verilmiş yüz yıldır olta, parakete, uzatma ağları vs. ile avlanan küçük ve orta ölçekli balıkçılar görmezden gelinmiştir.  Avcılık gelirlerinde yatay paylaşım yerine sermaye birikimini hedefleyen bu yaklaşımın sonucunda gelirlerde dikey bölünme yaşanmaya başlanmıştır. Mevcut sistemde gelirlerde en büyük pay çiftliklere aksa da çiftlik çiler sayesinde filoya verilen milyon dolarlık borçlar filo da öz kaynağa dayanmayan bir büyümeye sebep olmuştur.
İşte buradan palazlanan avcı gurupları artan kapasiteleri ve güçlenen mali yapıları ile ulusal sulardaki balıkçılıkta filonun kalanına büyük bir üstünlük sağlamış ve kendisi ile rekabet edemez hale getirmiştir. Bu tekneler sahip oldukları donanım ve kapasiteleri sayesinde, Palamut, Lüfer ve Hamsi gibi büyük stoklar oluşturan türlerin avcılığında haksız rekabete sebep olmaktadır. Geçmişte 150-200 motor tarafından paylaşılan av miktarı günümüzde 10-15 motor tarafından paylaşılmaktadır.

Özetlemek gerekirse, Orkinos’tan lotarya geliri alanlar ülke balıkçılığından da pastanın büyük dilimini almaktadırlar.

Çiftlikler yada semirticiler

Bu piramidin tepesini çiftlikler oluşturmaktadır. Güvenilir bir kayıt sisteminin olmadığı, kafes denetimlerinin yapılmadı/yapılamadığı ve günün ihtiyaçlarına cevap veren yasal düzenlemelerin bulunmadığı bu alanda çiftlikler “yağma hasanın böreği” gibi üretim ve ticari faaliyetlerde bulunmaktadır. Günümüzde balıkçılık bürokrasimiz kafeslerdeki balığın gerçek miktarını bilmemektedirler. Beyana dayalı bir sistemimiz vardır ve bu sistem yıllardır suistimal edilmesine rağmen görmezden gelinmektedir.
Yine herkes tarafından bilinmektedir ki İCCAT gözlemciliği bizim ülkemizde ( başka ülkeleri bilmiyorum ) bir işe yaramamaktadır. Resmi otorite son noktada kendi dalış ekiplerini oluşturmalı kafeslere taşınan balığın miktarını kendi tespit etmelidir.

Yasa dışı bir alanda elde edilen mali güç ile ülke balıkçılığının baskı altına alınmasının en önemli sebeplerinde birisi orkinos avcılığı ve semirticiliği sektörüdür ve bu alanda gereken önlemler acilen alınmalıdır.
Gelirler de haksız paylaşıma, bunun bir sonucu olarak haksız rekabete sebep olan kota sitemi yenden masaya yatırılmalı adil ve vicdani bir çözüm bulunmalıdır.

Çağdaş bir ülkede ayrıcalıklı zümreler olamaz üstelik bu ayrıcalıklı zümreler başkalarına zarar veriyor, onları da yası dışılığa itiyor ve bir sistemi batışa doğru sürüklüyorsa hiç olamaz.


Derin Balıkçılık ve Hamsi avcılığı

Dikey büyümenin yaşandığı ve buna bağlı olarak kontrolsüzlüğün geliştiği ikinci kara delik burada oluşmuştur. Bu kara deliğin beslendiği alan Hamsi avcılığına bakıştaki hatalı temel yaklaşımdır. Aynen Orkinos balığında olduğu gibi Hamsi balığı giderek gıda olma işlevini yitirmeye başlamış bir sanayi ham maddesine dönüşmüştür.  Sanayinin ham maddeye ihtiyacı vardır ve bu ham maddenin aşırı ucuz olması gerekmektedir. İşte bu noktada derin yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Hammad denin ucuza mal edilmesinin tek yolu vardır. Pazara arzın kapasitenin çok üzerine çıkarılması ve balığın pazarda para etmez hale getirilmesi. Satılamadığı için hallerde denize dökülen balıkları hepimiz hatırlıyoruz işte bu aşamada birileri çıkar ve derki; dökmeyin bana getirin balığı. Kasa parası yok, nakliye yok ben 30-40-50 krş veririm.   Filoda dikey büyümeyi besleyen sistem geri beslemeli bir şekilde sanayinin büyümesini beslemekte Hamsi avcılığı gelirlerinde dikey bölüşümü sağlamaktadır.

Yine Orkinos avcılığında olduğu gibi bu alanda da avcı gemileri kapasiteleri ve elektronik donanımlarında da bir dikey büyüme yaşanmış, bazı motorlar sezonda 1000 tonu tamamlayamaz iken filonun küçük biz azınlığını oluşturan tekne gurubu toplam avın neredeyse yarısını yapmaktadır. Orkinos avcılığı ile bir başka benzerlik ise sektörün bu alanında da avcıların sanayiye mali bağımlılığıdır. Balıkçılar sıcak para ihtiyaçlarını fabrikalardan karşılamaktadır ve bu borçlar asla bitmemektedir. 
Sanayinin Hamsi avcılığına bir başka olumsuz etkisi ise balıkçılık gelirlerinin çalışanlarla (tayfa) paylaşılmasında ortaya çıkmaktadır. Büyük buzhane kapasitesi olan avcılar ve avcı gurupları balığı buz hanelerine atmakta tayfa payını da fabrika fiyatları üzerinden hesaplamaktadırlar. Buzhaneye atılan 10 kg lik bir kutu hamsi 5 tl fiyat üzerinden satışlara girilmekte bir iki ay sonra aynı balık 30-40-50 tl gibi fiyatlarla pazara sürülmektedir.

Bu sistemin beslendiği en önemli alanlardan bir diğeri ise yine aynen Orkinos avcılığında olduğu gibi kayıt dışılığın önüne geçilememe sidir. Türkiye balıkçılığında rakamlar üzerine konuşmak büyük bir safdilliktir. Bunun farkında olan TUİK resmi kayıtlar yerine anket yöntemi ile istatistik çıkartmaya çalışmakta ama gerçek rakamları yakalama konusunda asla yeterli performansı gösterememektedir. Jurnalini doğru tutmayan birinden anket yoluyla doğru  rakamları alacağını ummak nasıl tanımlanır bilmiyorum. Ayrıca, filonun önemli bir kısmı gerçekte tuttuğu miktarı da bilmemektedir. Birazdan komisyonculuk sisteminde buna değineceğim.




Derin Balıkçılık Komisyoncular

Balıkçılık rejimimizin üçüncü kara deliği çağ dışı komisyonculuk (kabzımallık) sistemimizdir. Özellikle orta ve büyük ölçekli balıkçılar üzerinde bir karabasan gibi duran çağ dışı bir yapı. Bu yapı örtülü tefecilik, mali sistemde kayıt dışılık ve filonun yasa dışı ava itilmesinin en önemli sebeplerinden birisidir. Hamsi ve Orkinos avcılığında olduğu gibi pazara balık arzında da bir dikey büyüme yaşanmış ve  (özellikle İstanbul merkezli olmak üzere) komisyoncu sayısı azalmıştır. Bu durum “serbest piyasa” veya “serbest rekabet” ile açıklana bilinecek bir durum değildir. Kayıt dışı işlemin egemen olduğu hiçbir piyasada serbest rekabetten bahsedemeyiz. 

Mevcut sistem balıkçıyı kontrol almış kelimenin gerçek anlamı ile kendisine bağlı balıkçıların avcılığını yönetir hale gelmişlerdir.  Resmi otorite, Su Ürünleri Kanunu ve Tebliğlerin devre dışında kaldığı bir sistemden bahsediyoruz. Borçlu balıkçı için komisyoncunun talimatı her türlü yasa ve yönetmeliğin üzerindedir. Bir komisyoncu balıkçısına avla ve getir/yolla diyorsa balıkçının yapacağı bir şey yoktur. Komisyoncunun talimatına uymak yasa-dışı da olsa balığı avlamak zorundadır.

Günümüzde balıkçılığın derin yapısının dışında kalan filonun yarısından fazlasının komisyoncu ipoteği altında olduğu bir gerçektir. Üstelik bu ipotekli teknelerde önemli bir bölümü tekne ederinin üzerindedir. Her şeyini kaybetmiş ve kaybetmek üzerine olan bir balıkçı resmi otoriteye ve yasalara değil komisyoncuya boyun eğmektedir. Avcılık faaliyetlerinin belirlenmesi ve yönetilmesinde egemen otorite uzunca bir zamandır komisyoncu iradesidir.





Sonuç Yerine


Karadelik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddi oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir.


Balıkçılığımızın bu üç büyük kara deliği aynen astrofizikte olduğu gibi balıkçılık alanındaki her türlü geliri kendi içine çekmektedir ve bu çekim giderek artmaktadır. Bu mevcut rejim sayesinde Türkiye sularında yapılan ticari avcılık faaliyetleri bir sermaye birikim modeline dönüşmüştür. Bizim ülkemizde balıkçılık; gıda güvenliği ve sürdürülebilirliği, istihdamın ve toplumsal gelirin tabana yayılması, sucul ekosistemin sürdürülebilirliği ve “sürdürülebilir balıkçılık yönetimi” gibi değer ve parametrelerden yoksun hale gelmiştir.

Ne yazık ki bu ülkede başta resmi otorite olmak üzere hiç kurum ve kuruluş avlanan/toplanan canlı sucul kaynak miktarını bilmemektedir.  

Neleri Bilmiyoruz ;

  • Bu ülkede buzhane kapasitesi bilinmemektedir
  • Bu ülkede Buzhanelerde  ki balık türleri ve miktarları bilinmemektedir
  • Bu ülkede avlanan Hamsi miktarı bilinmemektedir
  • Bu ilkede işlenen Hamsi miktarı bilinmemektedir
  • Bu ülkede avlanan Orkinos miktarı bilinmemektedir
  • Bu ülkede kafeslerde semirtilen Orkinos miktarları bilinmemektedir
  • Bu ülkede diğer türlerin miktarı bilinmemektedir
  • Bu ülkede gerçek ticari balıkçı ve balıkçılık çalışanı sayısı bilinmemektedir
  • Bu ülkede amatör balıkçı sayısı bilinmemektedir
  • Bu ülkede amatör avcının avladığı balık türleri miktarları bilinmemektedir
  • Bu ülkede balıkçılığın yarattığı gerçek katma değerin parasal karşılığı bilinmemektedir
  • Tüm dünyada yasa dışı avcılar teşhir edilirken bu ülkede kimlerin yasa dışı avcılık yaptığı bilinmemektedir.

Bu listenin eksikleri olabilir ve tamamlanmaya açıktır. Bizim açımızdan önemli olan; bu listede ki eksikler sayesinde ortaya çıkan ve yanlış kanaat yapıları ile de büyüyen bu kara deliklerin bu eksiklerin giderilmesinde ki en büyük engel oluşudur.

Bu kara deliklerin oluşması ve giderek büyümesinde ki temel bir başka sebep ise siyasal iktidarların hatalı kanaat yapılarıdır. Bu hatalı kanaat yapısının beslendiği nokta Orkinos ve Balık Unu sanayinin ihracat yapıyor olmasıdır. Bu hatalı bakış çoğu zaman balıkçılık bürokrasisi üzerinde baskı oluşturmakta faaliyet ve görevlerini kısıtlamaktadır. Hiç kimse Orkinos avcılığında başka ülkelerin yasa dışı avcılığını göstererek kendi ülkemizde kileri meşrulaştıramaz. Bir kez bu yola yasa dışı avcılıkla mücadeleyi tümden kaybederiz.
Oltacının ağcıyı, ağcının trolü, trolün gırgırı v.b. işaret ettiği bir sistem de yasa dışı avcılıkla mücadele mümkün olmayacaktır.

Mevcut sistemin sonuçlarından birisi olan balıkçılık gelirlerinde dikey paylaşımın önüne geçilmesi ancak gelirlerin adil paylaşımı için gereken hukuki önlemlerin alınması  ile mümkündür. Bu konuda başlamamız gereken yer ise dost düşman herkese karşı boynumızı büken çarpık kayıt sistemimiz veya bir kayıt sistemimizin olmayışıdır. SUBİS belli bir noktaya gelmiştir yapmamız gereken sadece kayıt dışılığa gerçekten ağır cezalar getirmektir.

Balıkçının kendisinden başka herkesin para kazandığı bir balıkçılık ekonomimiz var. Bir an önce çarpık hal ve komisyonculuk yapımızın tasfiye edilmesi ve balık arzında balıkçı örgütlerinin söz sahibi olduğu bir yapıya geçmemiz gerekmektedir.  Başlamamız gereken yer filonun borç envanterini çıkarmaktır. Bu envanter çıkarıldıktan sonra hiç bir komisyoncu alacak iddiasında bulunamalı ve gerekirse bu borçların ziraat bankasında merkezileştirilerek balık “tefeci” (komisyoncu) baskısından kurtarılmalıdır.

Büyük stok oluşturan türlerde taban ve tavan fiyat belirlemesi yapılmalı hem tüketici hem balıkçı balığın kaç olacağını sezonun başında bilmelidir Bu sistemin işlemesini sağlayacak olan, merkezi otorite ve çıkaracağı yasal alt yapıdır,



Mustafa Kokoş’un iddiaları ve kanıtları neler getirecek bunu ilerleyen günlerde göreceğiz. Biz ne kadar kızsak ne kadar tepki gösteride çıktı ve açık açık konuştu. Üstelik bunu sürdürülebilir balıkçılık adına yapmadığını zarara uğradığı için yaptığını da bütün samimiyeti ile anlatıyor. Ortada kirli bir sistem var ve Kokoş fırsatları değerlendirerek para kazanmak istemiş. Kendisine oyun oynanınca da çarşafı çekti ve pisliği ortaya döktü. Eğer bu yaptığı hareketin arkasında durur sonuna kadar giderse bu kara deliğin tasfiyesi uğruna çaba harcarsa sadece memlekete hizmet etmiş olmaz kendisi hakkında oluşmuş imajı da çöpe atar.

Peki bu rezilliğin tasfiyesi için sadece Kokoş’un kararlılığına mı muhtacız?

Resmi otorite hatta siyaset bürokrasisi ne yapacak bunları zaman içinde ve hep birlikte göreceğiz

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Sosyal Medya Maymunları






Dijital Devrim insanlığın Sanayi Devrimden sonra yaşanan ikinci büyük sıçramadır. İlk zamanlarda kablosuz iletişimin endüstriyel uygulamalar konusunda ki sonsuz ve ucuz maliyetli uygulamaları ortaya çıktı ve haberleşme, uzaktan kontrol, telemetri ve benzer uygulamalarda büyük patlamalar yaşandı.  Teknoloji ve bağlı olarak sanayi alanında ki değişiklikler bu yazının konusu değil. Ben esas olarak bu sürecin sonunda ortaya çıkan Sosyal Medya ve yarattığı olanaklarla Sosyal Medyanın gençlik dönemi hastalıklarının sosyal hayatımıza ve Sivil Toplum faaliyetleri üzerindeki etkileri üzerine bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Yazıyı bağlayacağım yer ise balıkçılık mücadelesi ve bu mücadelenin aktörleri üzerinde ki etkileri.

Sosyal Medya 21. yüzyılda kitle iletişiminin en etkin unsuru olarak damgasını vurdu. Bir blog, bir forum ya da benzeri bir mecra doğru kullanıldığında ve etkili içerikle doldurulduğunda büyük masraflarla çıkarılan bir çok dergi ya da gazetenin tirajına ulaşabiliyor. Bireyler veya bir amaç etrafında toplanmış guruplar seslerini (fikirlerini ) normal koşullarda ulaşamayacakları sayıda insan ulaştırabiliyor. Evet içine girdiğimiz bu döneme kitle iletişim çağı desek çok abartmış sayılmayız. Henüz gerçek anlamda öngörülemeyen olasılıkları ve olumsuzları olan bu yeni olgunun yaşadığımız kısa döneme dair sonuçları üzerinden birkaç laf etme zamanı geldi diye düşünüyorum.

İnsanlar (bir kısım ) bu sanal dünyada bir klavye bulup bir monitör arkasına geçtiklerinde her istediklerini yapabileceklerini, dünyalar yıkıp yeni dünyalar kurabileceklerini zannediyorlar. Yönetimleri deviriyorlar yasalar yapıyorlar ya da toplumu değiştirebileceklerini zannediyorlar. Yanılıyorlar; eğer hayatın içinde değilsen bir eylemin yoksa değiştirmek istediğin olguların iç dinamiklerinden habersiz isen sosyal medyada varacağın yer ya maniple edilmektir ya da değiştirmek istediklerinin, karşı durduklarının hatta savaştıklarının yanına düşmektir. Bu öyle bir sondur ki bu noktaya nasıl geldiğini içine düştün bu pislik çukurunu nereden bulduğunu kendinden de anlayamazsın.
Bu uzun girizgahın amacı tam da bu noktadır. Sürdürülebilir ve sucul kaynakların hakça paylaşımı mücadelesi için yola çıkan ( samimi ya da gayrı samimi )  kişilerin günümüzde içine düştükleri durum ve o sözde savundukları fikirlere verdikleri zarardır. O fikirleri için mücadele eden birey ve kurumlara karşı yapılan iftiralar, hakaretler kısaca söylemek gerekirse “itibar cinayeti” teşebbüsleri.
Bu mücadeleyi ve bizleri takip edenlerin önemli bir bölümü bilir ki bu itibar cinayetlerinden nasibini almış insanların başında gelmemize rağmen bunlara cevap vermeyi hem kendimize hem de paydaşlarımıza zül saydığımız için hiçbir zaman polemiğe girmedik. Mücadelenin en kritik süreçlerinde yapılan saldırılara hiç cevap vermedik. Bize dair yapılan girişimlere  bundan sonra da aynı çizgiyi koruyup cevap vermeyeceğiz.
Bize yapılanlara cevap vermeyeceğiz dememiz her yapılana cevap vermeyeceğimiz anlamı taşımıyor. Daha asçık söylemek gerekirse derneğimiz ve unsurlarına yapılan bu saldırılara cevap vermeyeceğimizi kast ediyorum.

Zor koşullar altında varlığını sürdürmeye çalışan kooperatiflerimiz, birliklerimiz, SÜRKOOP ve bu kurumları temsil eden şahıslar adına yapılan çirkin kampanyalara, utanmadan söylenen yalanlara, atılan iftiralara ve itibar cinayetlerine sessiz kalmak artık mümkün değildir.

Kişiler ve kurumlar eleştirilmez değildir. Haksiz bir eleştiri bile hiç eleştiri olmamasından iyidir ve ihtiyacımız olan şeylerden birisi hiç şüphesiz eleştiri öz eleştiri kültürünün kurumsallaşmasıdır.
Bütün bunları bizim mücadelemizin alanında durmaya çalışan ama bu mücadelenin gerçek faaliyet alanında bulunmayan karar alınan, kararlara etkili olan ya da sorunların masaya yatırılıp olası bir çözüm konusunda fikir üretilmeye çalışılan hiçbir toplantıya katılmayan “sadece sosyal medyada” varlık gösteren sayıları sabit ama yapıları dinamik ( bunların içinde kimin kiminle olduğu belli değildir) bir gurup insan yapmaktadır.

Diğer bir başka konu ise balıkçılık camiamız sürdürülebilir balıkçılık konusunda bir bölünme yaşamış ve bu bölünmede mevcut durumun değişmesine itirazı olanların bir direnme noktası olarak sürdürülebilir uygulamaları savunanları itibarsızlaştırmaya seçmişken sözüm ona bu sürdürülebilirlik yandaşları aynı cephede saf tutarak yukarıda saydığım silsile içinde tüm paydaşlarımıza ve balıkçı temsili yetine saldırmaktadırlar.

Yeni av sezonunun yaklaştığı bu günler de İstanbul merkezli Gırgır avcılarının derinlik yasağı zamanın yeniden düzenlenmesi konusunda merkezi otoriteye yönelik hazırlıkları camiadaki herkesin malumudur. Üstelik bu taleplerin gerçekleşmesinin yegane garantisinin olarak karşıt seslerin susturulması gerektiğine inanan bu yüzden de sürekli başta SURKOOP olmak üzere İst Birlik ve STK’ları hedef alanlarla (bireylerin niyetleri ne olursa olsun) iş birliği görüntüsü verenlere bu yıl bir de dernek katıldı. Poyrazköy’de kurulu bulunan bu derneğin sosyal medyada bulunan sayfasında  misina ağ yasağı kast edilerek Surkop nerede neden bu konuda devreye girmiyor, görmüyormu,küçük balıkçı bitti . eğer imza koymasaydı küçük balıkçı bu hale düşmezdi, bakanlığa bu konuda neden yazı yazmıyor ozaman balıkçıların mağduriyetini ve zararlrını ödeyeceksin.denmektedir.
Söz konusu gurupta bu postun altına iki kez SURKOOP hangi kararın altına imza koydu diye sormama rağmen cevap alamadım. Zaten soruyu sorarken bu soruya bir cevap alamayacağımı bilerek sordum. Göz göre göre atılan bir iftirayı açıklamanın mümkün olmadığını bilerek sordum.
Ya kendi cehaletlerinden ya balıkçının cehaletine güvendiklerinden ya da en temel insani değerlerini yitirdiklerinden olsa gerek kooperatifler merkez birliği ile Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünü birbirine karıştırıp bu karışıklıkla da yetinmeyip balıkçının kafasını karıştırmaya çalışıyorlar.

Misina ağ yasağına karşı olan ve tüm platformlarda bunu savunan birisi olarak söylüyorum, SURKOOP değil misina ağ balıkçılıkla ilgili hiçbir karara imza atamaz. SÜRKOOP bağlı birliklerin görüşlerini ve taleplerini genel müdürlüğe taşımak ve sunmakla yükümlüdür. Keşke bu kararlarda SURKOOP’un onayı gerekiyor olsaydı ama ne yazık ki böyle bir durum söz konusu değil.

Peki bu kadar ciddi bir sahada faaliyet yapmaya soyunan bir dernek bu kadar basit bir gerçeği bilmiyor olabilir mi?
Evet Poyraz Köy Tülina ve Kılıç Balığı Avcılığı Derneği  bir açıklama ve sonrasında bir özür bekliyoruz.

Adınızı Sosyal Medya çöplüğüne yazdırıp yazdırmayacağınıza siz karar vereceksiniz.

Not: İnternete girmeyen üyelerinizin olduğunu bildiğim için bu yazıyı derneğinize elden ulaştıracağım bilginiz olsun.

27 Mayıs 2014 Salı

Balıkçılık aşkına, vicdan aşkına ve Allah aşkına teşhir edin bunları.



    Utanmak toplumsal değerlerimizin, bu değerleri oluşturan standartların dışına çıktığımızda bireysel olarak yaşadığımız içsel bir duygudur. Her ne kadar sadece insanlara has bir duygu olduğunu düşünsek bile şu yada bu ölçüde çoğu canlının zaman zaman yaşadığı bir ruh halidir. Belli bir yaşam süresini aşmış insanlar Kedi, Köpek, At ve benzer bir çok canlının bu duyguyu yaşadığına şahit olmuştur. Bir kuralı olan, bu kuralı savunan başkaları bu kuralları ihlal ettiğinde onları eleştiren her birey kendisi aynı işi yaptığında utanmalıdır. Bir birey hangi gerekçe ile olursa olsun utanma duygusunu yitirmişse o artık ortak etik standartları olan bir toplumun parçası olmaktan çıkmıştır. Eğer içinde bulunduğu durumun bilincinde olarak bir gurubun içinde var olmaya üstelik bu var oluşu gurubun diğer unsurlarını karalayarak sürdürmeye çalışıyorsa bu bireyin durumu artık sıradan bir ahlaksızlık ve utanmazlık durumu olmaktan çıkmıştır.

   Böyle bir birey,kişisel çıkarları ve hesapları nedeni ile bir zamanlar ait olduğu gurubu kandırmaktan başka bir şey yapmamaktadır ve pozisyonuda sıradan bir utanmazlık ile açıklanamaz. Böylebir birey kendi çıkarları ve bu çıkarları nedeni ile çevresini her türlü yalan ile kandıran sadece ve sadece çıkarları doğrultusunda hareket eden zavallı birisidir.

   Son dönemlerde camiamızda bu utanmazlık durumu giderek gemi azıya aldı ve izan sınırlarını aştı.  Gün geçmiyor ki bu insanlara dair bir haber duymayalım. Ya yasa dışı avcılıkla geliyorlar gündeme yada başka kepazeliklerle. Evet konumuz yine bir yasa dışı avcılık olayı ve benim artık bu konudaki tahhammül sınırlarımın aşılmasıdır. Üstelik bu yazının konusu da bu yasa dışı avı yapan vatandaş değildir. Konumuz bu tür olaylarda baş röl oynayan aktörlerin camiamız içinde ki itibarlarının zarar görmemeleri ve balıkçılık örgütlerimizden resmi otoriteye hatta bakanlığa kadar uzanan bir zincirde gerek şahsi gerekse kurumsal temsiliyetlerinin devam etmesidir. Daha da acısı midemizi ekşiten bulandıran bu durumun bizler tarafından da kabulünün beklenmesidir.

   Olaya gelince; Yine yasa dışı Orkinos avı yapıldı Anamur açıklarında, balığın 150 ton olduğu iddia ediliyor. Üstelik bu balığı çeviren motora Orkinos kotası kapsamında bölgede avcılık yapmak üzere bulunan başka bir motorun da pay karşılığı yardım ettiği de iddialar arasında. Biz bu filmi geçen sene de seyrettik daha önceki yıllarda da. Hatırlayacağınız üzere geçen yıl yine bu olaylar yaşanmış hatta bakanlık yetkilileri yakalanan balıkları satmakta da zorlanmıştı. Yaşa dışı balıkları almakta beis görmeyen konserve sanayi devletin el koyduğu bu balıkları satın almamak için bin bir dereden su getirdi.
Peki ne oldu sonrasında, orada balığı yakalanan reisler imiz gelip toplantılarda yasa dışı avcılıktan şikayet ettiler.
Utanmadan sıkılmadan, dalyandan, şebeke/korsan troldan, hatta küçük balıkçılardan ve amatörlerden bile. Yine aynısı olacak, bu seferki reisimiz de giyecek takım elbisesini bakanlığa gidecek çayını kahvesi içecek, gelecek balıkçılık toplantılarına balıkçılığı yönetenlerin bu işi bilmediği konusunda ahkam  kesecek.

   Ben bu adamları bir yerde anlarım. Çıkarları nedeni ile ahlaklarını ve utanma duygularını devredi çokzaman olmuş. En küçük bir rahatsızlık duymadan usul ve yöntemlerinden vaz geçmeden faaliyetlerine devam ediyorlar. Peki biz ne yapıyoruz? Bu soruyu; Resmi balıkçılık otoritelerimiz den balıkçılık örgütlerimize, bu örgütlerin asli unsurları olan balıkçı arkadaşlarımıza hatta siyasi kimliğe sahip olup bunlarla aynı fotoğraf karesine girmekten rahatsız olmayan siyasi kadrolara soruyorum. Biz ne yapıyoruz. Yasa dışı avcılığı engellemekte haklı sebeplerimiz olabilir, hatta bu sebeplerin çoğuna bizzat işaret etmiş birisi olarak soruyorum, ahlaksızlarla ahlaklının, suçlu ile mağdurun eşit sayıldığı bir düzen, rejim olabilir mi?

   Biliyorum ölçüyü kaçırmak üzereyim, belki bir çok insan kırılacak bu yazıdan sonra ama yapacak bir şey yok. Yapacak bir şey bırakmadınız. Bu camiada ayrıcalıklı insanlar var ise açıklayın bilelim, dokunulmazlıklarının sınırlarını öğrenelim. Kapatalım ağzımızı oturalım. Yok bunlar ayrıcalıklı değil sadece utanma duygusunu yitirmiş ahlaksız iseler o zaman bir duruş sergileyin. Allah aşkına bir duruş sergileyin de yanınızda duralım. Duruşunuzdan, duruşumuzdan onur duyalım ve azmimizi kaybetmeden çıktığımız bu yolda birlikte yürümeye devam edelim.

   Biz gerçekten aynı yolun yolcusu yol arkadaşları isek artık yapmamız gereken tek bir şey var. Ya bunu yapacaksınız biz size güvenmeye devam edeceğiz yada her kuş kendi sürüsü ile uçacak. Bunu gerçekleştirmenin yolu hak mahrumiyeti ve teşhirdir. Bu ülkede bunun yasal alt yapısı da vardır.
Balıkçılık aşkına, vicdan aşkına ve  Allah aşkına teşhir edin bunları. Bu ülkede artık kim yalancı, kim yüzsüz, kim sahtekar hepimizin bilmek hakkıdır.


Çocuk sizin kucağınızda dır ve gereğini yapmak boynunuzun borcudur.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Haber kömürden daha kara





  İş kazaları ancak infial uyandıracak büyüklüklere ulaşınca yer almaya başladı medyada. Oysa ülkemizde her gün ölümlü bir iş kazası var. Evlerine ekmek götürebilmek için daha güvenli iş bulamayan insanlarımız ölümü veya sakatlığı göze alarak çalışıyorlar. Madencilik, İnşaat sektörü ve denizcilik bu alanların başında geliyor. İnsanlar ölüyor, ocaklara kor ateşler düşüyor ancak biz bu ölümler kitlesel olunca farkına varıyoruz olan bitenin.

  Varıyoruz da ne oluyor, bir sonrakini ne kadar unutuyoruz. Her seferinde tekrar yaşıyoruz aynı acıları, aynı öfkeyi ve umutsuzluğu. Kalkınmanın adını ne pahasına olursa olsun büyümek ve ne pahasına olursa olsun sermaye birikimi olarak koyduğumuz zaman yaptığımız her işte Pazar ve maliyet masraflarından başka bir şey olmuyor gündemimizde. Ne yitirdiğimiz insanları yazıyoruz bilançolarımıza nede canlı kaynaklardan yitirdiklerimi. Demir başlarımızın arasında ne doğa var nede insan. Ham maddenin, üretim aracının  ve insan emeğinin maliyetini hesaplıyoruz da diğer yitirdiklerimizi yazmıyoruz bir türlü zarar hanelerimize. Canlar gidiyor, ocaklar sönüyor ve biz sadece üzülüyoruz. Toplumsal acılarımızın kitlesel halde sebep olduğu travmaların yeri yok maliyetlerde. Tıpkı kaybolan Uskumru'nun, yitirmek üzere olduğumuz Kalkan balığının, Bodrum’un ünlü Dil balığının, Mercanın, Istakoz’un ve onlarcasının maliyetlerde yerinin olmadığı gibi.

  Ne kaybettiğimiz Arıların hesabını yapıyoruz nede her gün daha da yok olan yaban hayatının.  Varsa yoksa kalkınma varsa yoksa ekonomik büyüme. Doğası tükenen dünyanın, insanı iş kazlarında umarsızca ölen bir toplumun aslında büyümediğini, sadece gelecekten çaldığını göremiyoruz. 

  Üretim planlamalarımız da, kar ve zarar hesaplarımızda ne doğa var nede insan.
Kaç işçiyi öldürdük, kaç ağacı kestik, ne kadar su kirlettik, ne kadar tür yok oldu. Bunların hesabını tutmuyoruz. Ölümler istatistiklerde ruhsuz rakamlar olmakta öteye gitmiyor.

  Sonra karşımıza çıkıp kader diyorlar, diye biliyorlar.
Oysa unutuyorlar kader ve kazadan bahsetmek için tüm tedbirleri almış, planlamalarımızı kazaları ön görerek yapmış olmamız gerekir. Bunları yapmamışsak eğer söz konusu olan kaza değil ihmaldir. Bu tarz ihmallerin Ceza Huhukunda ki yeri ise “Kastı aşan fiillerdir” "ihmal sebebiyle ölüme sebebiyet" vermektir. Hatta, İhmal sebebi ile toplu ölüme sebebiyet vermektir.
İyi de ihmalin bu kadarı cinayettir  mi dediniz, iyi niyetime saflığıma verin

13 Mayıs 2014 Salı

Gokhan’ı uğurlarken





Giderayak işlerim var bitirilecek, 
                                                    giderayak. 
Ceylanı kurtardım avcının elinden 
ama daha baygın yatar ayılamadı. 
Kopardım portakalı dalından 
ama kabuğu soyulamadı. 
Oldum yıldızlarla haşır neşir 
ama sayısı bir tamam sayılamadı. 
Kuyudan çektim suyu 
ama bardaklara konulamadı. 
Güller dizildi tepsiye 
ama taştan fincan oyulamadı. 
Sevdalara doyulamadı. 
Giderayak işlerim var bitirilecek, 
                                                    giderayak. 
 



  Dün Tekirdağ’da Gökhan’ı son yolcuğuna uğurlamak için toplandık. Değişik illerden gelmiş büyük bir kalabalık vardı. Ankara’dan ODTÜ akademisyenleri ve öğrenciler, Kaş’tan gelen dostları, İstanbul’dan gelenler ve nereden geldiğini bilmediğim insanlar. Yolu denize düşmüş, gözü kuşa ilişmiş ve eli yeşile bulaşmış insanlar. Derin bir sızının tutsağı olmuş bu insanlar ancak Gökhan’dan bahsederken kurtuluyorlardı acılarından. Anıları anlatır Gökhan’ı konuşurken onun hayatlarına kattıklarından bahsederken sanki o derin acını yerini utangaç bir mutluluğa bırakıyordu. Onu ne kadar sevdiklerini ve ne kadar özleyeceklerini anlatmaktan çok, onun neler yaptığını ve kendilerine neler kattığını anlattılar. Gökhan hiç ölmemişti sanki birazdan bir konuya dikkat çekecek ve hadi şunu yapalım yada yapsanıza diyecekmişçesine bir duygu hali hakimdi insanlara.



  Ben Gökhan’ı geç tanıyanlardanım. Bizim tanışıklığımız 5 örgütle beraber yayınladığımız 3 yıl evvel ki deklerasyona dayansa da Gökhan ile ilişkimiz esasen daha çok yeni idi. Genç bir dernek olarak çıktığımız sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde SAD bizim için değerli bir paydaş haline geldi. İşte Gökhan dabizim içinbu hareketin başlatıcısı ve lideri olarak önemli bir isim.
Dedim ya geç tanıdım diye, bunu cenazede tekrar düşündüm. Gökhan’ı belki geç tanıdım ama en iyi tanıyanlardan biriydim muhtemelen. Gökhan lider özellikleri olan insanlardan dı. İtiraz edilecek bir noktada birisi itiraz etsin diye beklemeyen itiraz eden, yapılacak bir işi birisi yapsın diyerek beklemeyen, yürünecek bir yol var ise yürümeye başlayıp “ hadi siz de gelsenize” diyen bir insan .
Bazı insanlar vardır, ben onlara yaşamın ressamları derim. Ellerinde fırçaları hayatı boyarlar. Gökhan aynı zamanda böyle bir insandı. Elinde fırçası hayatı boyayan bir adam. Tek bir rengi vardı mavi, binlerce tonuyla maviye boyamaya çalıştı hayatı. 
Mavi belki de en çok ona yakıştı.



  Dün Tekirdağ’a giderken yönetim kurulumun, balıkçıların ve dostların taziyelerini ailesine iletmek görevi ile çıktım yola.
Yapamadım,
 acınızı paylaşıyoruz diyemedim
 gururunuzu paylaşıyoruz diyemedim
sizin kadar özleyeceğiz diyemedim
Varmadı dilim tüm bunları söylemeye. Dün beni bu görevle yollayan arkadaşlarım beni affetsin ama ben bir yolunu bulamadım, beceremedim. Anneler gününde oğlunu kaybetmiş bir anneye, henüz 15 yaşındayken babasınına en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde onu kaybetmiş bir kız evladına ve yol arkadaşını kaybetmiş bir eşe nasıl söyleneceğini bilemedim.  Sadece, içimden sessizce sizi anlıyorum diye bildim.
Bu dünyadan bir Gökhan TÜRE geçti elinde fırçası ve her tondan mavisiyle.
Ne fırça kalır ortada nede güzelim mavi tonlar
Uğurlar olsun kardeşim

9 Mayıs 2014 Cuma

Kalkan yarışması hakkında






Bu yazının amacı elbette bir polemik yaratmaktır. Bu polemiğin tarafları kardeş saydığımız amatör dernekler, tüm amatör balıkçılar, tüm balıkçılık faaliyetlerinden sorumlu resmi otorite olan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ve geçtiğimiz günlerde yarışmaya sponsor olan Kocaali belediyesidir. Bu yarışma vesilesi ile ortaya çıkan mevzuat yetersizliği, kişi ve kurumların pozisyonları ve sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde paydaş olmaları gerektiğine inandığımız yerel yönetimlerden birinin (bu yarışmaya sponsor olan belediyenin) düştüğü durumdur.
Önce hadiseyi bir özetleyelim.
Bir derneğimiz “Kalkan balığı yakala bırak” yarışması için müracaat etmiş, Kalkan balığının üreme döneminde olması nedeni  ile merkezi otorite tarafından bu başvuru red edilerek yarışmaya “Yakala bırak balık avı yarışması” olarak izin almıştır. Hal böyle iken yarışmanın tüm tanıtım faaliyetinde yerel belediye başta olmak üzere iki derneğin ve bir federasyonun adının olduğu afişler sosyal medyada dolaşmış hatta yarışma günü asılan bir pankart ile de bu yarışmanın “Kalkan avı yarışması” olduğu ilan edilmiştir.
Ortaya garip bir durum çıkmış, üreme döneminde olan bir balığa dair bir yarışma,ret edildiği halde, alınan izne uygun olmayan bir  yarışma düzenlenmiş ve tanıtımı da bu  şekilde yapılmıştır. Kısaca iş kılıfına uydurulmuş kamuoyundan özür dileyerek yarışmayı iptal etmek yerine “tüm sürdürülebilir balıkçılık paydaşlarını karşılarına almak pahasına”, yarışma Kalkan Balığı Yakala Bırak  Yarışması” olarak” yapılmıştır.

Bu yarışma bizi neden ilgilendiriyor, neden tepki duyuyoruz ?

Arkadaşlar, Kalkan balığı stokları aşırı derecede yıpranmış ve nerede ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Benim çocukluğumun fakir balıklarından olan Kalkan balığının geçtiğimiz yıllarda kilosu 60 tl ye düştüğünde gazetelere haber olduğunu hatırlatmak isterim. İşte biz böyle bir balığa dair yapılan yarışmayı tartışıyoruz. Kendi aramızda 3-4 yıl için yasaklanmasını tartıştığımız bir dönemde yapılan bu yarışma bizi ilgilendiriyor.
Hiç şüphesiz Kalkan balığının içinde bulundu bu durumun sorumlusu biz ticari balıkçılarız. Sorun bir gurup amatör arkadaşın 3-5 balık avlaması değildir. Sorun her türlü yasa dışı avcılığa karşı mücadele eden, etmeye çalışan STK ların faaliyetleri ve farkındalık yaratma çabalarının görmezden gelinerek yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan bir canlı türü üzerinde (ve üreme döneminde )faaliyet yapılmasıdır.
Hepiniz elinizi vicdanınızın üzerine koyup düşünün, evine ekmek götürmekten başka derdi olmayan ve yasak zamanda ağ atan balıkçıya biz nasıl yapma kardeşim diyeceğiz. Baksana orada yarışma yapılıyor, sen önce ona git demezler mi adama. Bir tarafta ekmek derdinde olanları engellemeye, koruma fikrine kazanmaya çalışırken bu yarışmayı sadece bir sosyal faaliyet olarak yapanların duyarsızlıklarına tepki göstermekte haksız mıyız.
Bu tepki ne bir derneğe nede konunun öneminin henüz farkında olmayan amatör arkadaşa değildir. Bu tepki; böyle bir yarışmayı engellemeyen (belkide engelleyemeyen ) resmi otoriteye, bu sivil toplum örütlerinin önderliklerine ve amatör balıkçılığın kanaat önderlererinedir.
Bu satırların bir çok dostu hafiften kızdıracağını, hatta biraz da üzeceğini biliyorum. Onların bu yarışmadan nasıl rahatsız olduklarını, nezaketleri ve dernekler arasında bir rekabet görüntüsü vermeme amacı ile sessiz kalmaya çalıştıklarınıda biliyorum. Yalnız herkesin bir şeyi bilmesini ona görede tavır almasını bekliyorum. Denizlerde ve özellikle de kıyılarda balık olmaz ise ne amatör avcılık kalır nede küçük ölçekli kıyı balıkçılığı. İşte bizleri paydaş yapan bu konuda bir olmak birlikte hareket etmek zorundayız. Ayrı durabiliriz ama “sorumsuz balıkçılığa” , bu doğrultuda ki  girişimlere karşı çıkabilir, birlikte vurabiliriz. Bu bizim STK’lar olarak görevimizdir.

Bu yarışma göstermiştir ki;
Konular hakkında bilgisizlik,
Mevzuat konusunda yetersizlik,
Balık ve balıkçılık konusunda ciddiyetsizlik vardır.
Yazdığım başlıkları açayım.
Üreme zamanında yakala bırak yarışması olmaz, yumurtasını dökmek için yer arayan balığı strese sokar ve uygun sahaya yumurta dökmesini engellersiniz. Ayrıca, yakala bırak yarışmalarında üreme zamanları olmasa bile her türü avlayamazsınız. Yakaladığınız balığı salmanız onun yaşadığı anlamına gelmez. Stres nedeni ile yüzme keseleri şişen ve mideleri dışarı  çıkan balıklar midelerini içeri iterek suya bıraksanız bile neredeyse tamamı ile ölür, çok azı kurtulur. Üzerine tartıştığımız Kalkan balığı hareketsiz olan yemleri tamamı ile yutar. Bu nedenle yutulmuş iğneyi balığa zarar vermeden çıkartmak oldukça zor bir iştir. Nitekim geçen senenin yarışma fotoğraflarından birinde ölmüş bir Kalkan balığı gayet net görülmektedir.
Bu yarışma göstermiştir ki mevcut mevzuat yetersizdir. Amatör tebliğ hızla yeniden düzenlenerek;
Üreme zamanlarında yarışma yapılamayacağı,
Yakala bırak yarışmalarında kullanılacak av araçlarının ve teknik özellik ve ölçülerinin türe göre belirlenmesi,
Yakala bırak yarışması yapılamayacak balık türlerin kesin bir şekilde listelenmesi gerekmetedir.

Balık ve Balıkçılık konusunda ki ciddiyetsizlik iddiama gelince;
Yarışmanın yapıldığı bölgede balıkçılığın küçük ölçekli ekonominin içinde önemli bir yer tuttuğu bilinen bir şey iken, bölge belediyesinin adını böylesine hatalı bir yarışmaya vermesi hatta daha da kötüsü sponsor olması büyük bir ciddiyetsizliktir. Belediyeler her türden, sosyal ve çevresel konularda paydaş olmak ve bu paydaşlığın gereklerini ciddiyet ile yerine getirmek zorundadır.
Bu yarışmayı düzenleyen arkadaşların (özel görüşmelerim de oldu ve aslında durumun farkındalar) bir kez ilan ettik diyerek bu yanlıştan dönmemeleri ve daha da vahimi üzerinde faaliyet yaptıkları alanda tam bir bilgi eksikliği içinde olmamaları da başka bir ciddiyetsizliktir. Sosyal medyada bilim kuruluna sorduk öyle yapıyoruz demelerine rağmen söz konusu hocalar böyle bir yarışmadan haberdar olmadıklarını, haberdar olmaları durumunda da onay vermelerinin mümkün olmadığını beyan etmişlerdir. En azından bilmedikleri bir konuda kendi bilim kurullarına danışarak bir ciddiyet örneği gösterebilirlerdi.
Ez cümle;
Bu yarışma ve bu yarışma ile yan yana adı geçen her kurum ve bireyin “sürüdürülebilir balıkçılık taraftarları” nezdinde lekelendiği bir gerçektir.
Bu lekeyi temizlemek kendilerine düşmektedir ve ben gerekeni yapacaklarına inanıyorum.

Kendilerinin balıkçılık kamu oyuna bir özür borçları vardır. 

26 Nisan 2014 Cumartesi

Maskeli Balo





Son günler de bizim mahalle yine hareketlenmeye başladı. Aslında gırgır av sezonu bittiğinde bu hareketlilik rutin bir şey. Gırgır avcısı arkadaşlar her sezon sonu ; sezon kötü geçti borçlar ertelensin, yasaklar  kalksın, kota gelsin vb. gibi konularda kulis atmaya lobi yapmaya başlarlar. Bizim camia da sıradanlaşmış bir hadisedir bu. Sorunları ve bu sorunların bazılarında ki haklılıkları şüphesiz doğru ama çözüm konusunda bir avuç ailenin kuyruğuna takılmaktan kurtulamadıkları için gelecek sezonun şikayetleri hiç değişmez. Bu arkadaşlarımız da bu durumu hiç fark etmezler.

Bu yazının konusu gırgırcı arkadaşlar ve onların söylemleri yada talepleri ile ilgili değil. Son günlerde ortaya çıkan yeni bir durumla ilgili. Yeni bir insan türü ortaya çıktı. Son 5 yıldır isimleri ve kimlikleri yıpranmış, camiamızda teşhir olmuş, buna rağmen kendine çok büyük önem atfeden ama bu önemleri konusunda camiadan bekledikleri karşılığı göremeyen kişilerin yüzlerine taktıkları maskelerle yeniden sahne alma girişimleri ile karşı karşıyayız. Yazının başlığında da söylediğim gibi, mahalle kavgasından maskeli baloya geçmiş durumdayız.

Zannedersiniz ki balıkçılık dünyasının “WikiLeaks” belgelerini yayınlıyorlar. Gerçekleri açığa çıkaracağız, kurumların ve kişilerin kimlikleri teşhir edeceğiz, bir konuşursak ortada kimse kalmaz vb. gibi beylik lafları ve miş li muş lu söylemleri ile bir hareketlilik yaratmayı başardılar. Bu hareketliğin yeni olan yanı ise epeyce eğlenceli olması. Bir kişiyle başlayan bu girişime özenen "eski pislikler" yüzlerine maskelerini takarak birer birer bu sahnede rol almaya çıkıyorlar. Görünen o ki bu yeni trend “maskeli’ başka katılımlarla bir müddet daha devam edecek. 

Son 3 yıldır kişilere ve kurumlara attıkları iftiraları, yaptıkları hakaretleri, itibar cinayetlerini bu sefer yüzlerine taktıkları maskelerle tekrar edecekler. İşin ahlaki ve hukuki boyutları ilerleyen günlerde elbette gündeme gelecek. Bu pisliklerden yaptıklarının hesabını soracak ve bedelini de ödeteceğiz. Kafalarını deve kuşu gibi kuma gömenler kıçlarının açıkta olduğunu ve biz orada çakılı plakalardan her birinin kim olduğunu bildiğimizi belli ki görmüyorlar.



Bizim mahallede uzunca bir zamandır devam eden zaman zaman da ciddi bir şekilde sertleşen bir “sürdürülebilir balıkçılık ve hakça paylaşım” mücadelesi var. Bu mücadele çeşitli süreçlerden geçti ve nitelik olarak değişime uğradı. Bu değişime ayak uyduramayan, sızlanma ve şikayet etmeyi mücadele etmek zanneden ve daha da önemlisi bu mücadelenin temel unsurlarını (talepler ve balıkçılar) bir özne değil de nesne olarak gören pislikler bu mücadelenin dışına itildi ve 3. Şahıslar konumuna düştü. Zaman zaman büyük laflar eden küçük kafalı bu insanlar, balıkçılığın içinde bulunduğu durumun sorunları ve sorumluları ile mücadele etmek yerine bu durumdan çıkış için çare arayan,fikir üreten, mücadele eden kişiler ve kurumlarla mücadele etmeyi  seçtiler. 
SURKOOP, İstanbul Birlik, GELBALDER ve isimlerini burada tekrar etmek istemediğim akademisyen ve STK temsilcileri bunların saldırı hedefleri. Her kim bu saydığım ismler yada kurumlarla yan yana gözükürse iftira ve şantajdan nasibini alıyor.
Balıkçılığın içinde bulundu durumun sorumlusu olarak, endüstriyel avcılık, aşirı ve plansız avcılık, mevzuatlar ve balıkçı yönetimini sorumlu tutup ondan sonrada sorunların sebebi olarak işaret ettikleri unsurlara yılışarak onlarla birlikte saf tutarak mevcut durumun değişmesi amacıyla mücadele edenlere saldırmak olsa olsa bizim ülkemize ait bir olgudur. Bu durumu mevcut mantık ve akıl yürütme anlayışımızla izah etmek mümkün değildir. Sözü fazla uzatmaya gerek yok,bu mücadelenin kustuğu pislikler yeniden sahneye dönme bu oyunda rol kapma çabası içindeler.
Kendileri küçük iddiaları büyük bu vatandaşlara bir önerim var madem Türkiye balıkçılığının gerçeklerini açıklamak iddiasındalar kendilerine bazı önerilerde bulunacağım.
Danışma kurulunda 30 metre olarak ilan edilen derinlik yasağının nasıl 24 metreye indiğini, toplantıda gösterilen koruma alanının nasıl traşlanıp yaklaşık %20 küçültüldüğünü, lüfer’deki arızi boy oranının nasıl %15 e çekildiğini açıklayarak başlasınlar.
Mesela Orkinos avcılığında planlanan yeni girişimleri mevcut kota sisteminin tasfiye edilerek Orkinos balığının çiftliklerin malı haline getirilme girişimlerini, bu girişimlerin arkasında ki isimleri ve bu isimlerin neden geçtiğimiz yıl yeni motorlar yapmaya yada satın almaya başladığını açıklasınlar.
Sözde hasımları olan komisyoncuların neden Üretici Birlik üyesi olup İstanbul balık hali üzerine planlarını açıklasınlar.
Hamsi’de kotaya kimlerin neden karşı çıktığını, daha da önemlisi kotanın gelmesine nasıl engel olduklarını açıklasınlar.
Kendilerinin önünde engel olarak gördükleri küçük balıkçıların barınaklarını ellerinden almak için Ulaştırma bakanlığı nezdinde nasıl girişimde bulunduklarını ve yeni su ürünleri kanununa barınak kiralama hakkı koymayı nasıl başardıklarını açıklasınlar.
Ama açıklayamazlar, ağabeylerinden korktukları için değil (artık ağabeyleri de ciddiye almıyor bunları ) bir mok bilmedikleri sadece biliyormuş gibi davranıp şantaj ve içi boş palavra tehditlerle kendilerine yer açmaya çalıştıkları için yapamazlar.

Sizi gidi pislikler sizi …