4 Haziran 2015 Perşembe

Durduğun yeri bilmek



Doğa bilimcilerinin söylemlerinin doğa kanunları ile birebir örtüşmesi tek seçenekleridir. Zaten bilim, herhangi bir biçimde düzenlenmiş doğru bilgiler bütünü değil midir? Bilimci ise gerçekleri ve doğruları ortaya koyan, gerçek ve doğrulardan sapmayan ve taviz vermeyen kişilikte olması gerekmez mi? Bilimci, olgu ve olayları bilimsel düzlemde inceleyip analiz eden, değerlendiren kişi olarak tanımlanmaz mı? Bilimcinin mantıklı olması, kendisini her türlü çelişkiden uzak tutması ve kendi içerisinde de tutarlı olması gerekmez mi? 

Bu yüzeysel tanımlamayla bile örtüşmeyen kişiler hangi ekolden gelirlerse gelsinler veya hangi akademik kuruluşun mensubu olurlarsa olsunlar konularının bilimcisi olarak yorumlanamazlar. Daha açık bir ifade ile bir akademisyen bilimci tanımlaması için öngörülen hasletlerin herhangi birinden yoksun ise zaten bilimci olarak tanımlanamaz. Çünkü bilimci doğruyu arayan, evrensel düşünen ve doğaya karşı mutlak sorumluluğu olan kişidir. Öz olarak bilimci, bilimsel sonuçlarını çıkarsız olarak insanlığa sunan kişidir. Etik olan budur.


Bu nedenle mesleki etik veya sektörel etik hiç bir şekilde meslektaşını veya sektörünü korumak için değildir. Etik bir zümrenin değil sadece ve sadece toplumun yani insanlığın menfaatlerini korumak için vardır. Bu menfaatlerin temelinde yatan ana etmen ise doğanın insanlık yararına korunarak sürdürülebilirliğidir. Burada esas olan doğadır. Dikkate alınması gereken ana olgu ise doğa kanunlarının ta kendisidir. Fizik başta olmak üzere, maddeyi inceleyen kimya, canlıyı inceleyen biyoloji, gök cisimlerini inceleyen astronomi ve yerbilim doğa bilimlerinin alt dallarıdır. Bu nedenle doğa bilimlerinin bir alt dalı olan biyolojinin üyesi olan biyolojik bilimciler (örneğin; hidrobiyologlar, balıkçılık biyologları, veteriner hekimler, ziraat mühendisleri, su ürünleri mühendisleri) bu hususu özellikle göz ardı edemezler. Aksine bir durumda bilimci olma özelliği zaten yitirilmiş demektir.


Balıkçılığın ilgi alanına giren yani hidrobiyoloji, balık bilimi, balıkçılık biyolojisi, deniz biyolojisi v.b. konularında gerek resmi kurum ve gerekse akademik kuruluşların bünyesinde görevli olan bireylerin özellikle doğanın işlevselliğini dikkate almaları ve bu düzene uygulamalarda ters düşmemeleri esas olmaktadır. Biyolojik bilimcinin asli görevi tüm insanlığın yararına olacak şekilde doğanın korunarak sürdürülebilmesine katkı sağlamaktır. Canlı doğanın kaynak yönetimi açısından yozlaştırılmasının önünü kesmektir. 


Biyolojik bilimciler sorumluluk alanlarına giren konularında canlı doğanın işlevselliğine ve onun sürürülebilirliğine ters düşemezler ve ters düşmemeleri de gerekir. Biyolojik bilimciler için öncelik daima doğadadır. 
Duracağın yeri bilmek Nezih Bilecik

Son birkaç yıldır bilim camiasından anlamaya çalıştığımız ama bir türlü de anlamlandırmayı başaramadığımız görüşler yada söylemler düşüyor medyaya. Deniz, balık, balıkçılık ve benzer konuların dışındakileri fark etmiyoruz ama hayatımızın, faaliyetimizin ve mücadelemizin ana eksenini ilgilendiren bu söylemlerden ciddi ölçülerde etkileniyoruz. Yukarıda alıntıladığım bölüm Nezih hocanın son makalesinden. İzin almadan yazımın içine aktardığım bu bölümde ki birkaç satırı bold (kalın karakter ) yaptım. Umarım hocamı kızdırmam ve beni mazur görür. Amacım her nekadar bir bilimci ile polemik yapmak olmasa da bu yazının sebebi olan Cemal Saydam hocamızın söylediği bazı sözlere cevap vermek için tutunacağım yegane dal yine bilim ve bilimcidir.

“DENİZ bilimci Prof. Dr. Cemal Saydam Marmara Denizi’nde ilk 25 metrede hayat bulunduğuna dikkat çekerek “Daha sonrasında oksijen de yok hayatta yok. Siz kıyıları doldurarak bu hayatı yok ediyor ekolojik dengeyi alt üst ediyorsunuz. Tek iç deniziniz burası. Karadeniz ve Akdeniz gibi değil. Özel bir deniz. Doldurduğunuzda denizdeki sirkülasyona ne tür etkiler ettiğinizi incelediniz mi? Miting alanı denizi doldur, yol ihtiyacı denizi doldur, inşaat alanı denizi doldur, Marmara’yı kapatmak mı niyetleri. Uzun vade planları olmadığı gibi bu tür durumlarda da bilimsel bir araştırma yapmıyorlar. Ataköy sahil Tekirdağ’a kadar balık üreme alanıdır. İlk 25 metre derinlikten sonra hayat yok zaten. Bunun adı denizi hoyratça kullanmaktır” diye uyardı.”
Cemal SAYDAM Hürriyet

Konu Ataköy’de yapılacak olan dolgu üzerine Cemal Saydam hocanın Marmara’ya ilişkin söyledikleri ve bu söylediklerinin sonucunda kendi itibarına ve bizlerin verdiği mücadeleye yaptığı olumsuz etkidir. Leven Artüz tarafından sistematiğe bağlanmış olan Marmara’da yaşam bitti söylemine Cemal Saydam hoca da katılmış gözüküyor. Levent Artüz 5 metreden sonra hayat yok derken Cemal hoca 25 metreden sonra yok diyor. Gerçeklikle uzaktan yakından alakası olmayan bu söylemdeki ortak yanları nedir bunu bilemiyorum. Neden bı kadar büyük risk alarak gerçek olmayan bu cümleleri uluorta ediyorlar bunu da bilemiyorum. Bildiğim tek şey Marmara’da canlı yaşamının devam ettiği ama aşırı avcılık, yasa dışı avcılık, plansız ve düzensiz avcılık nedeni ile stokların bazı türlerde önemini yitirdiği bazı türlerde ise yitirmek üzere olduğudur.

Bunları neden söyledikleri üzerine spekülasyon yapmak yerine söylediklerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bunu da “denie çıkan” her kesin bildiği sıradan örneklerle yapacağım.

Armutlu Bozburun hatının doğusu;

Bu bölge dip balıkları açısından hala en zengin bölgelerimizden birisidir. Bölgenin tamamında 50 metreden daha derin sularda Pembe Karides, Bakalyaro, Kocagöz İstavrit, Dülger, Patlakgöz Mercan, Camgöz, 6 yarıklı Camgöz, Domuz balığı, Lipsoz, Fener, Yabani Kalamar ( bilimsel adını bilmiyorum biz Bülbülya diyoruz ) Kalamar senenin tümünde yaşamaktadır.
Yüzey sularının soğuyup balıkların termoklin tabakasının altına indiği kış aylarında ise;
Bu listeye ilave olarak, Tekir, Sinarit, Çipura, İstavrit, Lüfer, Kırlangıç, Dil, Pisi, kıi aylarında avlanmaktadır. Örneğin Gırgır avcılığı yapan motorlar yasal ağ derinliklerini ihlal ederek 100-130 kulaç arası ağlarla kışın dibe yapışık halde yaşayan İstavrit balığının avcılığı yapmakta ve çok şikayetlere sebep olmaktadırlar. Yine İstanbul Adaları eteklerine dayanan Akdeniz suyunda tüm kış boyunca uzatma ağları ile Lüfer ve Sarı Kanat avcılığı yapılmaktadır. Ambarlıdan çıkıp ada arkasından geçerek Pendik’e inen boru hattının bulunduğu 80-100 metre arasında ki güzergah tüm kış boyuca gerek tür gerekse miktar olarak zengin bir yaşama sahiptir. Okuyucunun bir çok türü atladığımı düşündüğünü tahmin etmek zor değil. Ben en yaygın olan ve hemen hemen herkesin bildiği türlere değindim.

İstanbul Boğazından Tekirdağ’a kadar olan saha;

Yukarıda saydığım türler birkaç eksiği ile burada da varlığını ve yaşamını sürdürmekte yine tüm kış boyunca av vermektedirler. Aynen Kuzey Doğu Marmara’da olduğu gibi, derinleştirilmiş ağlarla yılbaşından sonra 40-60 kulaç derinliklerde İstavrit avcılığı devam etmektedir. Yine Algarna ile Karides avcılığına açık olan bu sahada ciddi sayılabilecek miktarlarda hedef dışı av yapılmaktadır.

Gerek Leven Artüz’ün gerekse de Cemal hocanın Marmara’nın derin sularında hayat yok iddiası içi boş bir söylemden başka bir şey değildir. Cemal hoca herkesten iyi  bilir ki Marmara’da hayatın bitmesi için önce Akdeniz ve Karadeniz’de ki hayatın su kalitesi nedeni ile bitmesi gerekir. Marmara denizi alttan Akdeniz suları ile beslenen yüzeyden ise Karadeniz’den çok büyük miktarda su girişi olan bir denizdir.  Akdeniz ve Karadeniz yaşadığı sürece Marmara yaşamaya devam edecektir. Marmara’da ki türlerin stoklarının ekonomik büyüklüğünün yitirilmesinin sebebi aşırı ve düzensiz avcılıktır ve adı bilimci olan birinin dikkatleri başka (içi boş ) alanlara çekmeye hakkı yoktur.

Dolgu meselesine gelince. Şüphesiz aklı başında hiç kimse acil ihtiyaçlar dışında deniz dolgusunu savunmaz savunamaz. Aynen Cemal hoca gibi bende bu dolguya karşıyım fakat zaten daha önceden doldurularak kıyısı kumsalı yok edilmiş bu bölgelerin rant merkezli eleştirilerine bilimin alet edilmesine karşıyım.

Nezih hocayla başladık Nezih hocayla bitirelim.

Nezih hoca Duracağın yeri bilmek başlığını atmıştı yazısına. Ben de “Durduğun yeri bilmek” diye bitireyim.
Bilimin mi yanında mısınız yoksa siyasi polemiklerin mi?
Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin mi yanında mısınız yoksa plansız ve aşırı avcılık için en geniş özgürlüğü talep edenlerin mi.

Bu söyledikleriniz en çok onların işine yarar.
Bizim değil.


25 Mayıs 2015 Pazartesi

Amatör balıkçılık esnafları ve bir yarışma





Balıkçılık bir gurup insan için bir meslek büyük bir kitleyi oluşturan amatör yada sportif balıkçılar içinse bir hobi. Hobi derken küçümsediğimi zannetmeyin, derin ve büyük bir aşktan beslenen bir yaşam tarzı. İnsanların nefes aldığı, suya onun yaşamına dokunduğu zengin ve derin bir yapı.

Takip edenler bilir. Çok kelam etmem amatör arkadaşlar hakkında. Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin en önemli paydaşlarından biri olarak görmeme rağmen örgütlenmeleri ve mücadeleye katılmaları konusunda dışarıdan (profesyonel balıkçılık alanından) müdahaleleri doğru da bulmam.  Kendi süreçlerinin kendi yapılarını, faaliyet tarzlarını ve pozitif oluşturacağına inanırım. Nitekim bu düşüncemde çokta yanılmadığımı ASOF ve oluşturan derneklerde ne kadar haklı olduğumu gördük. Neler yaptıklarını nasıl yaptıklarını ve ne zorluklarla yaptıklarınatanık oluyor ve gurur duyuyoruz. Belki başka derneklerde vardır ve ben bilmiyorumdur eğer varsa onları da alkışlar takip listemize alırız. Eğer varsa onlara da haksızlık etmiş olmayayım.

Derdim ASOF güzellemesi yapmak değil. Bir olumlu ve bir olumsuz örneği bir arada işaret etmek geçen sene oynanan bir tiyatronun bu sene tekrarı vesilesiyle bir sorunun bir kez daha altını çizmek ve Genel Müdürlüğümüzün (özellikle iletmemize rağmen) neden duyarsız kaldığını anlamaya çalışmak ve bu duyarsızlığı kamuoyu ile paylaşmaktır.

Konu bir türün üreme dönemi nedeni ile av yasağının bulunduğu bir dönemde av yarışmasına malzeme yapılması ile ilgilidir. Geçen sene yaşanan rezalet bu sene tekrar edilmiş bir (sözüm ona amatör) dernek ve bir belediye işbirliği ile sıradan bir reklam malzemesi haline getirilmiştir.  Daha da kötüsü bu rezalet rutin hale gelmek üzeredir.

Geçen yıl yapılan yarışmaya itiraz etmiş (http://dokuluk.blogspot.com.tr/2014/05/kalkan-yarsmas-hakknda.html ) Genel Müdürlük nezdinde konunun takipçisi olmuştuk. Genel Müdürlük “Kalkan türü nezdinde bir yarışmaya izin vermediklerini” alınan iznin yakala bırak yarışması olduğunu beyan etmiş bizim itirazımız üzere polemik yapan arkadaşlar bu durumun bir defaya mahsus olduğunu gelecek yıllarda yasak zamanda Kalkan yarışması olmayacağını beyan etmişlerdi. Ben burada isim telaffuz etmeyeceğim. Hem yarışmayı düzenleyenler hem de konuyu takip edenler kimin ne dediğini biliyor ve ayrıca polemiklerde edilen kelamlar facebook sayfalarında duruyor.



Önce bu yarışmayı düzenleyenlere;

Geçen sene bizim bilim kurulumuz var dediniz, bilim kurulunun onayı ile düzenliyoruz dediniz bizde sizin bilim kurulunuzla görüştük. Burada isim vereceğim, Vahdet Ünal böyle bir olaydan haberimiz yok eğer varsa izin vermiş isek bizi de asın dedi. Diğer hocayla da görüştük, üreme zamanında yarışma mı olurmuş” dedi. Siz bir seferlik bir karışıklık oldu bir daha yasak zamanda yapmayacağız dediniz. Belediye başkanı ben festivali duyurdum bir seferlik izin verin dedi, peki ne odluda bu sene üreme zamanının bitmesini beklemediniz.
Sizi üreme zamanında yarışma yapmaya zorlayan sebep ne ?
Zorlayan kişi kim?

Bu işten kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz.  Yaptığınızın hesabını sizden ve suç ortaklarınızdan sormayız mı zannediyorsunuz. Siz tahrip olmuş bir stok üzerinde üstelik üreme zamanında avı teşvik eden, insanları Kalkan avlamaya özendiren bir işe nasıl cüret ediyorsunuz.



Gelelim yörenin belediyesine;

Siz böyle bir rezaletin nasıl ortağı olursunuz. Adınıza bu lekeyi nasıl sürersiniz. Geçen yıl size bu işin yanlışlığı anlatıldığı halde nasıl tekrar edersiniz. Balıktan balıkçıdan sürdürülebilirlikten bu kadar mı uzaksınız. Her ikinize de çok laf etmeyeceğim. Sizin seviyenizde, anlayışınız da vicdani kavrayışınızda buraya kadarmış.

Gelelim sorumlu otoriteye;

Mevcut su ürünleri kanunumuz sizi canlı sucul kaynakları korumakla yükümlü kılıyor. Üstelik gerek geçtiğimiz yıl bu yarışma izniniz olmadığı halde yapıldı. Antalya Belek’te konuyu size aktardığımızda hem şahsınız hem de yeni daire başkanımız konuyla ilgileneceğinizi böyle bir yarışmaya izin vermeyeceğinizi söylediniz. Ne oldu, nasıl oldu da bu işleri meslek edinmiş 3-5 kişinin bu faaliyetini durduramadınız. Üreme zamanı yarışmaya izin veren bir otorite üreme zamanı yapılan yasa dışı balıkçılıkla nasıl mücadele edecek? Kendini sivil topluma ve balıkçıya nasıl inandıracak. Biz üreme zamanı Kalkan ağı atanları “üreme zamanı yarışma yapılırken” nasıl ikna edeceğiz.
Tahrip olan Kalkan stokumuzu nasıl koruyacağız.

Balıkçılığı “amatör balıkçılık esnafları” ve belediyeler yönetecekse ne gerek var resmi otoriteye …


16 Şubat 2015 Pazartesi

Helalleşme zamanı









Resmi otorite ile Orkinos avlanma ruhsatına sahip Gırgır avcıları çevresinde başlayan polemikler yavaş yavaş yayılmaya başladı. Henüz ortada kesin sınırla belirlenmiş net bir bilgi yok. Bildiğimiz tek şey ICCAT’ın Akdenizde avlanan Orkinos kotasında ciddi bir artışa gittiği ve kademeli olarak bu artışın 2017 yılına kadar süreceği. Her yıl için gerçekleşen %20 olarak gerçekleşecek artışların sonucunda 2017 de ülke kotamızın 1050 ton olacağı söyleniyor. Buna ek olarak ortada dolaşan bir 500 tonluk ekstra kota artışı söylentisi var ki aslı astarı nedir henüz öğrenemedik. Bu nedenle konuyu resmi olan yanından tartışmakta fayda var. Tartışmaya başlamadan da hafıza tazelemekte aslında neyi tartıştığımızı hatırlamakta da fayda var.




Neyi tartışıyoruz


Bir çok insan unutsa da siyah beyaz fotoğraflarda saklı zengin bir tarihsel mirası tartışıyoruz. Avcılığının tarihi ülkemizde motorsuz kürekli teknelerin zamanına kadar dayanan, Marmara daha çok olta ve parakete ile avlanan ama sıkça dalyanlara da giren kış balıkçılığında adalar civarında mavrukalarımızı koparan halkımızın söylediği gibi telaffuz edersek “Ton” balığından bahsediyoruz. Sırt hamalları ile dükkanlara pazarlara taşınan, kilo kilo satılan siyah beyaz bir hatıradan bahsediyoruz.

Acılığının bilgi sabır ve kol gücüyle yapıldığı, karnına tel geçirilmiş Palamutların Toriklerin teraziye alındığı oltalarla tutulan zaman zaman efsane köpek balıklarının yakalandığı kocaman bir tarihten bahsediyoruz. İnsanların 2 balık tutup koca bir ailesine baktığı, çoluk çocuğunun nafakasını çıkarttığı mağrur bir balıktan ve ona sonsuz şükran ve saygı duyan avcısından oltacısından bahsediyoruz. Bizi biz yapan değerlerimizden her gün biraz daha yitirdiğimiz kültürümüzden bahsediyoruz. Avla avcının son anda tam zıpkının vurulacağı zaman göz göze geldiği ve bir biri ile helalleştiği bir duygu yumağından bahsediyoruz. Başından sonuna namuslu, başından sonuna adil be başından sonuna helal bir insan hikayesinden bahsediyoruz. Boğazın efendisinden Ege’nin hırçın çocuğundan bahsediyoruz.

İşte son gelişmelerin ve bu gelişmelerin yaratacağı haksızlıkları giderme ve helalleşme fırsatlarını tartışırken aklımızda hep bu siyah beyaz bulunsun istedim.


Yukarıda da bahsettik ülkemizin Orkinos kotası kademeli olarak 2017 ye kadar artmış olacak ve 2017 de kotamız var olanın iki katını geçmiş olacak. Denizde ki canlıların sahibi yoktur. İnsanların bu kaynaklardan faydalanma hakları vardır. Bu kaynakları korumak ve adil dağıtımını/kullanımını sağlamakla yükümlü olan da resmi otoritedir. Mevcut kota artışı resmi otoritenin önüne tarihi bir fırsat koymaktadır. Geçmişin haksızlıklarının giderilmesi, günümüz ve geleceğin adalet ekseninde kurtarılması için bu fırsatı değerlendirip değerlendirmeyeceklerini hep birlikte göreceğiz.

Ben bu yeni durumun yarattığı fırsatları hatırlatmak ve bazı önerilerde bulunmak istiyorum.

Hepimizin bildiği gibi ülkemiz /ülkeler sadece ulusal balıkçılık yönetiminde değil bölgesel balıkçılık yönetiminde de paydaş ve alınan karalarda söz sahibidirler. ICCAT ve GFCM bu konuda muhatap olduğumuz kurumlardan başlıcalarıdır. Biz bu kurumlarla birlikte balıkçılık uygulamalarında balık nesillerinin devamı konusunda alınan kararlara imza atıyoruz.
Balıkçılık yönetimimize belirleyici etkilerden bir diğeri ise AB uyum sürecinden gelmektedir. Birlikte bölgesel kararlar alıyor ve bu kararları ülke sınırlarımız içinde hayata geçirmeye çalışıyor.
Bizim dışımızda ki ülkeler bu kararları hayata geçirirken yeni uygulamaların yaratacağı sosyal ve ekonomik zararları şu veya bu ölçüde telafi edecek önlemler alırken bizim ülkemiz (haklı yada haksız ) gerekçelerle alınması gereken bu önlemler konusunda gerekenleri yapmadı/yapamadı.

Drifnet ağları ile yapılan avcılık yasaklandı ama geçimini bu işten sağlayan ve bu avcılık için yatırım yapan insanların kararların negatif etkilerine karşı korunmadı.

Marmara’nın ve boğazların, Ege ve Akdeniz’in geleneksel balıkçılığı olan Orkinos avlama hakkı ellerinden alındı sessiz çaresiz bu kararlara boyun eğen küçük ve orta ölçekli geleneksel balıkçılarımızın yaraları sarılmadı.

Şimdi elimizde bu yaraları sarmak ve helalleşmek için bir fırsat var. Kota artışından sağlanacak maddi kaynağı bir süre için kullanabiliriz.

AB sürecinin temel politikalarından birisi balıkçılık örgütlenmesinin güçlendirilmesi ise diğeri de küçük ölçekli kıyı balıkçılığının korunması için alınacak önlemlerdir. Bu önlemler ise hepiniz kabul edeceği gibi ancak mali bir kaynak yaratmak ve bu kaynağı gerçekçi bir bütçe ile yönetmekle mümkün olabilir.

Şimdi elimizde bu doğrultuda alınacak kararları hayata geçirebilmek için bir mali kaynak fırsatı geçmiştir. Gereken sadece iradedir.

Genel Müdürlük filo küçültme kapsamında tarihi bir karar almış ve bu kararı hayata geçirmiştir. Ne yazık ki bu girişim rezerv ruhsatların geriye alınması konusunda önemli olsa da av kapasitesinin küçültülmesinde bir işe yaramamıştır. Hatta gelirler de av kapasitesi de dikey olarak büyümeye devam etmektedir.
Şimdi resmi otoritenin önünde bir fırsat vardır. 2X4 yıllık bir planla av kapasitesinin düşürülmesi ve av gücü yüksek teknelerin filodan çıkarılması sağlanabilir. Bu güne kadar yapılan alımlara yüksek av gücüne sahip teknelerin başvurmaması ödeme miktarlarının gerçek ederlerinin altında kalmasıdır.

Ülke kotamızdaki artış gerçekçi bir fiyatlandırmaya mali fırsat yaratmaktadır.


Öneriler

  • Drifnet yasağı ile mağduriyet yaşayan balıkçıların zararları tazmin edilmelidir. Daha önceden Tulina ve Kılıç balığı avlanma izni alan motorlar için makul bir tazminat ödenmeli av araçları idare tarafından satın alınmalıdır.



  • Yaklaşık 500 ton artan ülke kotamızın en az 250 tonu olta ve paraketa avcılığı yapacak olan küçük ve orta ölçekli balıkçılar için ayrılmalıdır.



  • Filodan yüksek kapasiteli avcı motorlarının maddi olarak özendirilmesinin sağlanması için gerçekçi fiyat belirlenmeli 30 metre üzerinde ki avcı gemilerinin alınması için artan kotanın makul bir bölümü kullanılmalıdır.



  • SURKOOP, DEMBİR ve SUYMERBİR 10 yıl için Orkinos kotasından ayrılan pay ile desteklenmelidir. Bu desteklerin nasıl ve nerelerde kullanılacağı bir yönetmelikle belirlenmeli, her yıl sonunda kullanım alanları ve miktarları açıklanmalıdır. Kota artışı ve Yen’de ki düşüş göz önüne alındığında Orkinos kilo fiyatlarında ciddi bir düşüş dönemine gireceğimiz bilinen bir gerçektir bu nedenle SURKOOP kota miktarı 30 tona çıkarılmalı diğer birliklere ise birlik başına 10 ton pay ayrılmalıdır.


Yazımın başlarında dediğim gibi, BSGM mevcut durumun sorumlusu değildir ama balıkçılığımızı içinde bulunduğu durumdan çıkartma konusunda sorumluluk sahibidir. Kota artışının yaratacağı ek mali kaynak tarihsel haksızlıkların, yanlışlıkların ve ihmallerin giderilmesi için bir fırsat yaratmaktadır. Bu fırsatı değerlendirmek insani, ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur.

Unutmayalım ki tarih irademizin dışında yazılmaktadır ama o tarihe nasıl geçeceğimiz kendi ellerimizdedir. 
Ne dersiniz?

13 Şubat 2015 Cuma

Quo Vadis Defne



Haksızlığa sapıp bütün insanların seni izlemeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir.
Mahatma Gandhi

Yıl başından bu yana tuhaf ama tuhaf olduğu kadar da çirkin, haksız ve adaletsiz bir çatışmanın içinde bulduk kendimizi. Yalanların, iftiraların, itibar cinayetlerinin ve inanılmaz bir ahlaksızla sürdürülen bir saldırının muhatabı olduk. Böyle tarif etmemin sebebi bu kirli savaşın hedefi artık sadece kişiler değil. Geçmişte kişiler düzeyinde süren bu saldırı yılbaşından bu yana balıkçı örgütlerine ve sonunda da ismen GELBALDER’e yönelmiştir.
Girizgahın hemen altında Defne Koryürek’in “balıkçı forumda” şahsen ismime ve 3 yaşını daha tamamlamamış olan derneğimize karşı söylediklerini okuyacaksınız. Satır satır tüm yalanlarını cevaplayacak ve ispat edeceğim.
Önce bu noktaya gelmemize dair birkaç kelam etmek istiyorum.

Defne’nin vahim bir sorunu var. Kendisine yapılan eleştirileri karalama kendisinin yaptığı karalamaları ise eleştiri kapsamında değerlendiriyor ki bu kendisi açısından vahim bir durumdur. Çünkü eğer böyle olduğuna inanıyorsa psikolojik, yok böyle olmadığını bilerek bunları yapıyor ( söylüyorsa ) ahlaki bir sorunla karşı karşıyayızdır. Bu saatten sonra probleminin ahlaki mi yoksa sağlık sorunumu olduğu bizi değil SlowFood ve gönüllülerini ilgilendirmektedir.

Ben kısa bir iki hatırlatma daha yapıp hemen güncel olan konuya geçeceğim.
Fikir Sahibi Damakların “İstanbul Lüfere hasret kalmasın” kampanyası ile başlayan ilişkimiz hızla paydaşlığa dönüşmüş ve kampanyanın ilk yılında hem şahsın hem de bir kısım arkadaş ile birlikte bu kampanya tarafımızdan desteklenmiş ve tüm saldırılara karşıda savunulmuştur. Bizim Defne ile sorunumuz kampanyanın  ( talepler tam olarak karşılanmasa da ) başarısının ardından gelen ilk Lüfer bayramı nedeni ile olmuştur. Üstelik karşılaştığımız sorun tek bir sorun değildir ve bir hafta gibi kısa bir süre de 2 büyük problemle yüz yüzü kalmış ve bir karar vermeye zorlanmıştık.
Defne Lüfer bayramının teknik ayrıntılarını görüşmek üzere bizi Küçükyalı’da ziyaret etmiş bu toplantıda da Boğazın endüstriyel avcıları ve AKP Milletvekili Dursune Memecan ile yaptığı görüşmeyi aktarmıştı. Defne, parlamento açıldığında boğazın etkin ve büyük Gırgır reislerinin parlamentoya bir dosya vereceğini, dosyanın kendisi tarafından görüldüğünü, başlıkların yazılı olduğu ama içlerinin boş olduğunu ve bu boşlukları bizim doldurmamızı talep etmişti. Bu konudaki görüşmemiz “biz mücadele ettiğimiz insanlarla ortak bir görüntü veremeyiz” demem üzerine tatsız bir şekilde kesilmiş ve Defne sertleşince de “kamuoyu önünde yazılı tartışalım” dememle sonlanmıştı. Konu bu kadar ile sınırlı kalsa buna telafi edilebilir bir anlaşmazlık gözü ile bakabilirdik ama ne yazık ki aramızda ki ayrılık bununla sınırlı kalmadı. Lüfer bayramı için hazırladığı E-Davetiyeyi gördüğümüzde şok olmuştuk. Davetiyenin birinci sırasında “İstanbul Balık Müstahsilleri Derneği” ikinci sırasında ise “ İstanbul Balık Komisyoncuları Derneği” yazıyordu.
Gerek faaliyetlerimizde gerekse FSD kampanyasına destek verdiğimiz dönemde bize karşı çok çirkin bir mücadele verenler FSD nin dağıttığı davetiyenin 1. ve 2. sırasını almışlardı. Defne "komisyoncular da müstahsiller de halin doğal parçası olarak geliyorlar. gelecekler. " diyordu


Bundan bir müddet sonra Defne kendinse hakaret edenlerle birlikte hatta GreenPeace’i de ortak ederek iş yapmaya çalıştı. Artık orta yerde bir saatli bomba gibi dolaşıyor hiçbir ahlaki standarta dayanmayan ilişkiler kuruyor kampanyanın popülerliği uğruna her türlü ahlaki değeri yok sayıyordu. Bu durumu o noktalara vardırdı ki GreenPeace denizler kampanyasının bir dönem sorumluluğunu üstlenen arkadaşa “ortalıkta benim dolandırıcı olduğuma dair dedikodular olduğunu benimle ilişkisine dikkat etmesi gerektiğini” söyleyecek kadar çirkin bir boyuta taşıdı.

Ben tüm bu dönem boyunca Defne ve Lüfer kampanyasında bir ayrım gözeterek durdum. Her ne kadar artık Defne güvenilmez birisi olsa da kampanyalarını övmeye devam ettim. Gerek davet edildiğim programlarda gerek gazete röportajlarında kampanyalarına hak ettikleri değeri verip haklarını teslim ettim. Hem TV radyo kayıtları hem de yazılı medya bunların örnekleri ile doludur. Üstelik kendim görüşmesem de benimle yapılan röportajlarda birçok gazeteciyi Defne’ye de yönlendirdim. YANLIŞ MI YAPTIM HAYIR. Bu gün bu noktada bile şahsıma, kooperatif ve birliklere ve derneğime söylediklerine rağmen hayır. Sivil toplum faaliyetlerinin bir hukuku ve aktivistlerin ahlakı olduğu, olması gerektiğine inanan biri olarak böyle yapılması gerektiğini savunuyorum.

Peki, ne oldu da birden tekrar sertleşti bu çatışma?

Kalender ordu evinin önünde ki (ne yazık ki yasal ) Gırgır avcılığının yasa dışı olduğu iddiası ile başlattığı tartışmanın bir noktasından sonra Defne Ezici çoğunluğu küçük balıkçılardan olan kooperatifleri ve birlikleri eşkıyalığa yataklık ettiği iddiası ile ortalık tekrar karıştı. Üstelik Su Ürünleri kanun taslağına Boğazın Kapatılmasını ekleyen kooperatifler ve birliğine yapılmıştı bu haksız suçlama. Yapılan tam bir itibar cinayeti idi. Hem adli hukuk hem de insan vicdanında suç olan bu ifadeler belki çaresizlik ve öfke ile söylenmiştir dedik bekledik ama Defne devam etti üstelik bu sefer “hodri meydan” diyerek. Bu olan bitenle ilgili yazımı dileyenler okuya bilir.

Gelelim Defne’nin son mesajına.

Gelelim son olaya. Geçen gün Balıkçı Forumda benim iradem dışında gerçekleşen ( bir kooperatif başkanı hasar ziyaretleri ile ilgili fotoğrafımızı paylaşmış ) bir olayda Defne aşağıda ki satırları yazarak konuya dahil oldu ve şahsımın yanı sıra derneğimizin adını da bu çirkin polemiğin içine çekti.

öncelikle söylemek isterim, adını artık sadece benim hakkımda kötü konuştuğu için duyduğum biri Kenan :) oysa bu forumla ilk tanıştığımda bambaşka yeri vardı.

geleneksel kıyı 
balıkçısının sözcülüğüne soyundu ama dernek olarak varlıklarını göremiyorum. ne bir panel, ne bir toplantı düzenlediklerini duydum. istişare toplantısında onu kovmaktan beter eden İstanbul birlik'in kıyısında varlık gösteriyor şimdilerde. tabi benim kanaatimce. kötü bir şey mi, yapılması yanlış bir şey mi? elbette değil. ama bu forumun yarattığı eleştiriye karşı İstanbul birlik Kenan'la işbirliği yapmayı seçti diye düşünüyorum. bu da ancak bu forumun gücünü gösterir. başkalarına kara çalmadan var olmayı denese aslında Kenan, problem de olmaz, derim. ama olmuyor galiba. zamanında, taa ilk lüfer bayramı öncesi hakkımda kabzımal ve gırgır reisleri ile işbirliği yapıyor iddiası atarak başlamıştı beni karalamaya. hala devam ediyor, duyduğum. Cengiz'e, Cumhur'a sözü lafı da benzerdir, öfke içerir. ona rağmen alikuşçu ile aynı fikirdeyim. keşke Kenan aşsa bunları, kara çalmadan yoluna baksa diyeceğim gibi, bu foruma da yerinin, sorumluluğunun hakkını ver, Kenan'ı bu kadar önemseme demek isterim.

alikuşçu'nun Kenan'ı sevme hakkı kadar benim ahlaksızlığına vurguyla yazma hakkım olmalı bu forumda. başka türlü aklar karalar değerlendirilemez kanaatimce.
Demiş.


Sırasıyla cevaplayalım …

  • öncelikle söylemek isterim, adını artık sadece benim hakkımda kötü konuştuğu için duyduğum biri Kenan :)

  • Yalan konuşuyor demek yakışmaz diye yanlış konuşuyor diyelim. Defne’ye karşı eleştiri düzeyinde polemiğin sayısı 4-5 cıvarıdır ama en az 10 katı kampanyalarını alkışladığım konuşmam vardır ve hepsi kayıt altındadır. Defne içine düştüğü durumdan çıkışı bu müstehzi ifade ile elde edemez.

  • geleneksel kıyı balıkçısının sözcülüğüne soyundu ama dernek olarak varlıklarını göremiyorum. ne bir panel, ne bir toplantı düzenlediklerini duydum.

  • Hem balıkçılık camiasında hem de hayatımın diğer alanlarında beni tanıyanlar bilir ki ben sözcülük önderlik gibi iddialı ve gerçekçi olmayan işlere bulaşmam. Tam da bu nedenden dolayı derneğin adını Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği koyduk. Eğer sözcülük gibi bir niyetimiz olsaydı “Balıkçılar derneği” koyardık. Bu konuda her hangi bir engel de yoktu. Bu ifade de doğru olan tek şey var GELBALDER’İ duymaması ve görmemesi. Defne bu konuda haklı işte, çünkü Defne medya ve sosyal medyanın dışında yok. 2 AB Projesinde resmi paydaş olan, Kaş amatör balıkçılık projesinin paydaşı olan, Datça Sorumlu Balıkçılık Projesinin resmi paydaşı olan, GP, WWF, SAD ve SÜMDER ile birlikte daha kuruluşunun ikinci ayında deklerasyon yayınlayıp 50 metre derinlik yasağını cesaretle telaffuz eden, 1. yaşını henüz tamamladığında Yalova’da “Ulusal Denizimiz Marmara” panelini düzenleyen, kurulduğu günden bu yana ülkede yapılan istisnasız tüm balıkçılık toplantılarına katılan, çoğu İstanbul dışında olmak üzere 100 civarı kooperatif ziyareti yapan, her balıkçının ve balıkçı örgütünün her türlü sorununa zamanım var mı param var mı diye düşünmeden koşan, yönetim kurulunda bir akademisyen birde saygın balıkçılık bilimcisi olan GELBALDER’i göremiyor. Haklı Defne hem de çok haklı görmek için buralarda karşılaşıyor olmak lazım. Bu toplantılarda yıpratıcı tüketici saldırıları göze alıp fikirlerini savunmak lazım.

  • istişare toplantısında onu kovmaktan beter eden İstanbul birlik'in kıyısında varlık gösteriyor şimdilerde.

  • Benim en çok ilgimi bu iddia çekti. Ev sahibinin Genel Müdürlük olduğu bu toplantıda neden ve nasıl birlik tarafından kovulmaktan beter edilmişiz. Oradan bizi kimin kovmaya ne kadar hakkı varmış. Üstelik bu lafı eden kendilerinin kovulmasına karşı her zaman tepki koyan bana nasıl edilir bu laf dedim ve araştırdım. Birlik başkanına sordum nedir bu konu senin bir bilgin var mı diye. Danışma Kurulu günü Ankara’da dağıttığımız Deklerasyon metnini bazı balıkçılar alıp dağıtmış. Birlik başkanı da bunların dağıtılmasına izin vermemiş. Nasıl oluyor da gıyabımızda yapılan bir hareket nedeni ile kovulmaktan beter oluyorum. Eğer kast ettiği olay buysa tabi ki. Üstelik kim olursa olsun yapılan yanlış bir şeydir madem böyle bir şeye tanık olmuş neden müdahale etmemiş Defne. Hayat ne kadar acımasız, “Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler” miş Defne beni aşağılamaya çalışırken kendini ele vermiş.  Şu birliğin kıyısında dolaşma mevzu ise hepten bir tuhaf. Nerede dolaşacaktık. Kafeler de barlarda mı? Geleneksel Balıkçılığın korunması için faaliyet yapan birisi nerede dolaşır acaba. Önereceği bir yer varsa değerlendiririz. Acaba kendisi nerede faaliyet yapıyor da bir türlü karşılaşamıyoruz. Söylemek istediğim son şey ise kıyısında dolaştığım tek birlik değildir İstanbul Birlik. Hepsinin kıyısında dolaşmaya da devam edeceğim.

  • ama bu forumun yarattığı eleştiriye karşı İstanbul birlik Kenan'la işbirliği yapmayı seçti diye düşünüyorum

  • İstanbul Birliğin düşüncesini veya ne yaptığını söylemek bana düşmez. Cevaplamaya değer bulurlarsa cevabını verirler. Benim için ilginç olan kendisi dahil her kese hakaret edilen, iftira atılan, küfür edilen, itibar cinayetleri işlenen, kendisi gibi hiçbir balıkçılık faaliyetinin içinde olmayan bir avuç insanın toplandığı bir yerin bir gücü olduğuna gerçekten inanıyor mu yoksa orada bulunan bu bir avuç insanı yaptıkları çirkinliklere devam etmeleri için motive etmeye mi çalışıyor. İftiralara hakaretler itibar cinayetlerine devam çocuklar aman ha safları bozmayın mı demek istiyor.

  • başkalarına kara çalmadan var olmayı denese aslında Kenan, problem de olmaz, derim. ama olmuyor galiba.

  • Kara çalanlar orada aslında, ben Defne’ye hiç kara çalmadım. Yasa dışı Lüfer avlayanlar ve yasa dışı Lüfer satanlarla bayram yapmaya kalktığında eleştirdim, bir avuç gırgırcı ile bizi iş birliği yapmaya davet ettiğinde eleştirdim, kendisine ve Banu’ya en ağır en seksist hakaretler de bulunan Şevki Yalçın’la iş yapmaya üstelik bir de bu işe GP yi bulaştırmaya kalktığında eleştirdim, Kooperatifleri, Birlikleri SURKOOP’U eşkıyaya yataklık etmekle suçladığında eleştirdim. Defne’ye kara çalanlar, kendisine “siyanürcünün kızı”, “çiftliklerden aldığın paraları biliyoruz”, “çiftlikçi ajanı” benzeri bir çok karayı çalanlar belli. Defne’nin de kiminle iletişim kurmaya işbirliği yapmaya çalıştığı belli. Üslubum serttir belki ama kara çalmam ben eleştiririm sen de varsa cevabın ve istersen cevaplarsın. Hem eğer senin iddia etiğin gibi biri olsaydım Cansın’a, Kenan için dolandırıcı diyorlar dikkat et dediğinde gelir senden hesap sorardım. Yapmadım, sadece seni yıpratmamak için ses etmedim, kampanyan zarar görmesin balıkçılık düşmanlarının ekmeğine yağ sürülmesin diye tek kelam etmedim.

Yazacak söyleyecek çok şey daha var ama senin söylediklerinin, yapmaya çalıştığın ötekileştirme ve itibar cinayetinin dışına çıkmamak istiyorum. Sadece son söylediklerine cevap vermek bu söylediklerini senin mahalleye taşımak istiyorum.
Bu işi böyle kapatamazsın, bir arada tutmaya çalıştığın, dağılmasınlar diye gayret gösterdiğin, hatta bu nedenle kampanyana laf söylenenleri bile görmezden geldiğin, sesini çıkarmadığın, çıkaramadığın bu insanlar seni kurtaramaz.
Yapman gereken basit, üstelik onursuz bir şey de beklemiyorum senden.
Öz eleştiri ve özür erdemli insanların işidir insanı küçültmez yüceltir.
Hatanı kabul et ve özür dile

Bu konu kapansın

9 Şubat 2015 Pazartesi

ICCAT’tan abim geldi






Kara delik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir. Kara delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ışık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler. Kara deliklerin, "tekillik"leri dolayısıyla, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir.

Biliyorum ne alakası var balıkçılığın astrofizik ile diyeceksiniz. Çok alakası var, anlatacağım zaten ama önce doğruluğuna emin olsak bile resmen doğrulanmamış bir bilgiyi paylaşayım. Türkiye Japonya’ya ihraç kotasına ek olarak iç pazarda tüketilmek garantisi ile ek 500 tonluk bir kota aldı. Bu bilgi kesin bir bilgi. Bu ek 500 tonluk balığı kimin avlayacağı, nasıl avlanacağı, nereye ve nasıl pazarlanacağı henüz meçhul. Önümüzdeki günlerde bir yönetmelik çıkacağı ve bu konuların açığa çıkacağı ikinci şahıslar tarafından söyleniyor. Yönetmelik çıktığında ne olacağını hep birlikte öğreneceğiz.

Son günlerde bir çok dedikodu dolaşıyor camiada. Bu balıkların da çiftliklere verileceği ve ihraç etmenin bir yolunun bulacağını söyleyenler de var bu balıkların konserve fabrikalarına verileceğini söyleyenlerde var. Avcılığı konusunda ise tek bir dedikodu var. Eski düzende olduğu gibi Orkinos avlama izni bulunan tekneler ile kura usulü ile avlanacağı söyleniyor.

Herkesin elini ovuşturduğu bir döneme girmiş bulunuyoruz. ICCAT tarafından zaten ülke kotası yükseltildi ve kademeli olarak 2017 de 1200 tona ulaşacak peşine gelen bu 500 tonluk iç Pazar kotası da işin kaymağı oldu.

Peki durum bazı gırgır avcılarının umduğu kadar parlak mı bu yeni durumdan kar sağlaya bilecekler mi? Konu biraz dikkatlice incelenince hiç böyle gözükmüyor. Henüz yeni yönetmelik yayınlanmamış olsa bile kuraya katılan Orkinos avcılarının sevinçlerinin kursaklarında kalacağını görmek için ekonomist olmaya da yüksek matematik bilmeye de gerek yok. Önümüzdeki yıldan itibaren Orkinos fiyatlarının çok yüksek bir düşüş yaşayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Japonya ben ICCAT’ın tanıdığı 704 ton ihracat kotasından fazlasını almam dediğine göre, Japonya’da ki balık alış fiyatı neredeyse sabit olduğuna göre bu arada ki fark doğal olarak Orkinos semirten çiftlik sahiplerinin cebine gidecek. İç pazara gidecek Orkinos’un fiyatının Japon’ların alım yaptığı fiyatların yanına bile yaklaşması mümkün olmadığına göre 500 tonlun kota fazlası çiftliklerin elinde fiyatları aşağı çekmek için büyük bir silaha dönüşecek. Geçen yıla kadar nedeyse mezatla belirlenen fiyatlar bundan sonra kim düşük verirse ondan alırıma dönüşecek.
İdare ne düşünüyor ne planlıyor kesin olarak bilmiyoruz. Bu fiyat düşüşünü ön görerek mi hareket ediyorlar ve zaten bunumu istiyorlar çok kısa bir zamanda göreceğiz.
Önümüzdeki seneden itibaren gerçekleşecek bir başka yenilik ise DEMBİR ve Üretici merkez birliğine de dersek payı verileceği. Bu konuda çeşitli rakamlar dolaşıyor ama resmi bir açıklama olmadan bu rakamları telaffuz etmenin doğru olmadığını düşünüyorum

Ben şimdilik olası gelişmelere dikkat çekmek ve konu hakkında kamuoyumuzu bilgilendirmek istedim





Gelelim şu kara delik meselesine.

Bizler sürdürülebilir balıkçılık üzerine tartışmaya başladığımızda genellikle avlanma derinliği, yasa dışı avcılık, ağ gözü, balık boyu, kayıt dışı avcılık ve benzeri konuların etrafında döner dururuz. Oysa bu önemli konuları tartışmak kadar gereken bir konu ise balıkçılık içinde son 15 yılda gerçekleşen dikey büyüme, balıkçılık gelirlerinin haksız paylaşımına dayanan bir sermaye merkezleşmesi ve birikimi ile balıkçılık ekonomisinin dışına çıkan büyük kazançları da tartışmak zorundayız.
İşte evrende oluşan kara delikler gibi balıkçılık rejimimizin de kara delikleri vardır ve tıpkı onlar gibi çekim alanına giren her şeyi (gelirleri ) çekmektedirler ve yine aynı onlar gibi etraflarını aydınlatmazlar ( elde edilen ve balıkçılığın dışına akan gelirler ) ve yine onlar gibi bizim kara deliklerimizde bir gün patlayacaklardır. Aralarında ki tek fark evrendeki kara deliklerin patladıklarında yeni yıldızlar ışık kaynakları oluşturacak olmaları bizim kara deliklerin patlamalarından ise topyekûn bir yok oluş yaratacak olmalarıdır.

Ülkemizde balıkçılık gelirlerini emen ve etrafını aydınlatmayan bu kara delikler Orkinos avcılığı/semirticiliği, Balık unu/yağı sanayi ve ona yönelik hamsi avcılığı ile kabzımallık sistemidir. Bu 3 kara delik balıkçılık gelirlerinin yarısından fazlasını emmekte ve yine bu gelirlerin küçük bir azınlık tarafından paylaşılmasıdır. Bunlar için balık bir tüketim maddesi değil “bir sanayi hammaddesidir” bunlar için balıkçılık geçinme hedefli bir faaliyet değil “bir sermaye birikim” aracıdır.

Ne yazık ki bu 3 konuda ülkemizde akademik bir çalışma yoktur. Bu konular balıkçılık ekonomisinin dışında kalan konular olduğu gibi (kusura bakmasınlar ama ) balıkçılık yönetiminin gündeminin de dışındaki konulardır. Anket yoluyla avlanan Hamsi’nin miktarını belirlemeye çalışan, Akdeniz’de her yıl avlanan yasa dışı Orkinos konusunu İCCAT’ın sorunu diye görmezden gelen balık hallerine giren balığın fiyat ve miktarını bilmeyen bir balıkçılık yönetimi mümkün değildir. Bir başka ifade ile bunları bilmeden balıkçılığı bilmek mümkün değildir.

Küçük ve orta boy balıkçıları ilgilendiren kısmı en sona bıraktım. Kota artışı ve Pazar kotası Orkinos avcılığındaki haksızlığı giderme konusunda bir fırsat yaratmasına rağmen bu konuda olumlu bir değişiklik işareti ortada gözükmemektedir. Fiyatlar düşer Çiftlikler karlarını arttırır kalan Orkinos konserve fabrikalarına gider ve balıkçılık camiasının “ötekileri” avcunu yalar gibi geliyor bana.
Elbette bir ihtimal daha var, ben yanılırım ve büyük bir mutlulukla seve seve tüm camiadan özür dilerim.

Özür dilemek umuduyla

http://www.gelbalder.org/showthread.php?t=6938 

11 Ocak 2015 Pazar

Yapılan ayıp için küçük ama Defne KORYÜREK için büyük bir adım


Yazının başlığı ile içeriği arasından “küçük ama makul” bir çelişki olacak ama olsun. Sürdürülebilir balıkçılık için verilen mücadelenin yorgunlukları, stres ve öfkeleri içindeki insanları ( arkadaşlarımızı ) biraz gülümsetmek istedim. Henüz yaptığı haksızlık ve ayıp konusunda en küçük bir özür dileme girişimi yok ortada.

Koryürek 11 Ocak tarihli Taraf gazetesinde “Boğaz’ı aşan …” başlığı ile bir yazı kaleme almış. Yazısında yasadışı avcılıkla mücadele konusunda görüşlerini paylaşıyor. Esasen görüşleri dediği de sağdan soldan edindiği yanlış yada eksik bilgiler ve kendisine anlatılanlardan anladıklarından ibaret. Adalar bölgesindeki bu pervasız yaşadışılık konusunda günlerdir yazılanları da eksiksiz bir şekilde okuduğu anlaşılıyor.

Yazının içinden aktaracağım iki paragraf bu yazının esas amacını ve hatta hedefini kolayca açığa çıkarıyor. Bu yazının Adalar bölgesindeki yasa dışı avcılıkla bir ilgisi yok. Bu yazı Kalender ordu evi önünde yapılan balıkçılığa karşı kampanya yaptığı ( çok yakın ) dönem de Sürkoop İstanbul Birlik ve kooperatiflere karşı yaptığı suçlama ve karalamalardan bir geri dönüş yazısıdır. Fakat ( sebebi ne olursa olsun  ) yanlış yaptık hatalıydık veya özür dileriz mealinde bir yazı değil. Kendi yaptığı suçlama ve karalamaları önemsizleştirme, aslında öyle demediği başka bir şey anlatmak istediği konusunda bir zemin oluşturma yazısıdır.

Koryürek yazısında  Slow Food ve Greenpeace’in de parçası olduğu, SürKoop ve İstanbul Birlik’in başı çektiği o mucizevi işbirliği bugün mevcut değil. Belki hareketlerin doğası gereği, belki de kaçınılmaz yorgunluk.. ne derseniz deyin sebep adına; bu boşluk yasakları adil bulmadıklarını her fırsatta tekrar eden ve lüferin yok olmakta olduğunu reddeden kimi İstanbullu gırgır reisleri için bir avantaja dönüştü bile! Son bir aydır Boğaz’da, neredeyse yangından mal kaçırır bir hâlde, avlanıyorlar!”  diyor. “Eşkiyalık varsa yataklık edeni var” diyerek başladığı saldırıyı, “yasadışı avcılık varsa bunun sebebi kooperatifler birlik ve üst birliktir” diyen Koryürek yaptığı polemikte “sizin başkanlarınızı birlik üst birlik başkanınızı suçluyorum” diyerek net bir duruş belirtmişti. Yaptığı polemik yazdığı metinler bir yanlış anlamaya açık olmayan net metinlerdir. Üstelik birkaç günlük aralarla tekrarlandığı için duygusallık ve öfke ile edilmiş laflar olarak değerlendirmek mümkün değildir.

Yukarıya aldığım paragrafla bu duruşu terk ettiği anlaşılıyor. Terk ediyor ama konunun yataklık kısmını terk ediyor yasadışı avcılığın var olmasının sebebini yine birlik ve üst birliğe yani İstanbul birlik ve SURKOOP’a bağlıyor. Eğer bu örgütler Koryürek ile yaptığı (özellikle Koryürek diyorum çünkü ortada sadece bir birey var ) işbirliği devam etse bu yasa dışı avcılık bu kadar kolay olmazdı diyor. Tamda burada “yasa dışı avcılara yataklık etme argümanının yerini” “yorgunluk” alıyor. İyi de yorgun olan kim acaba. Koryürek mi yoksa balıkçılık örgütlerimi.
Balıkçılık örgütleri son 3 yıldır enerjileri ve artan faaliyet tempoları ile bir yandan kendilerini geliştiriyor diğer yandan ise “canlı sucul kaynakların sürdürülebilir avcılığı” konusunda tarihimizde görülmemiş bir faaliyet yürütüyor. Sorun Koryürek’in bütün bu olan bitenden haberinin olmamsındadır. Koryürek Türkiye’de ki sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin dışındadır. Haberi, bilgisi ve bu mücadele ile bir ortaklığı yoktur. Hatta ortaklıktan öte iletişimi bile yoktur. Türkiye’de 2.5 yıldır balıkçılık konusunda Sempozyum, Çalıştay, Panel ve benzeri etkinliklerin hiç birisine katılmayan, düşünce ve çözüm önerisi dinlemeyen, düşüncelerini ve önerilerini aktarmayan, bu mücadelede gündemi kaçırmış olan birisinin bu duruma düşmesi kaçınılmazdır. Zaten, böyle olmasaydı Adalar bölgesine giden SG botunun Birlik ve Üstbirlik sayesinde gittiğini bilir haksızlık etmez iftira atmazdı.

Son söz olarak,
Ben bu konuda yazmaya ve bu tutumu teşhir etmeye devam edeceğim. Koryürek “sürdürülebilir balıkçılık” mücadelesinin sınırlarını ve içeriğini belirleme, bu mücadelenin asli unsurlarını itibarsızlaştırma girişimlerinden vaz geçmek ve özür dilemek zorundadır.

Ya yasadışı avcılara yataklık edenleri (kurum-birey) ismen açıklayacak yada özür dileyecek. Mevcut durumdan çıkmak için başka bir yol yoktur. Hele hele Slow Food’un itibarı pahasına bu durumu devam ettirmek asla mümkün değildir.

Zaman giderek daralıyor …

3 Ocak 2015 Cumartesi

Bu bir dilekçe metni değil.




Bir durum bildirme yazısıdır bu, ne düşündüğümü, ne hissettiğimi ve size nasıl baktığımı paylaşmak istiyorum. Eğer benden başka aynı duygu ve düşüncelere sahip olan var ise onları da bu paylaşıma davet ediyorum.

Konu elbette balıkçılık ve hiç şüphesiz yasa dışı balıkçılık ama daha da kötüsü yasayla, Tarım İl Müdürlüğü ile Büyükdere Sahil Güvenlik Gurup Komutanlığı ve Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ile alay edercesine yapılan bir yasadışı balıkçılık.

Sizlerinde bildiği gibi (sahi biliyorsunuz değil mi ) Adalar bölgesi 2012 yılından beri “ Gırgır ve çevirme ağları ile avcılığa kapalı” o günden bu yana da her kış makul sınırları zorlasa da adların ırak saklı köşelerinde yasa dışı avcılık devam etti. Yakalandıkları olsa da çoğu zaman yakalanmamayı becerdiler. Ama bu Ocak ayına gelene kadar hep gizli saklı iki ara bir derede yaptılar bunu. Alenen olan bir konu değil, gizli saklı yapılan bir kabahatti. Ne olduysa nasıl olduysa bu durum aniden değişti aylardır boğazda yatan balık sert  hava ile birlikte boğazı terk ederek önce Fenerbahçe sığlıklarına oradan da Adalara yayılarak dağılmaya başladı. İstanbul’un Gırgırları da bunu bekliyordu zaten. Balığın boğazdan çıkmasını ve Marmara’da yapılacak avcılığı.
Beklenen oldu ve 1 Ocak’tan bu yana tarihimizde görülmedik bir küstahlık ama bir o kadar da üzücü olan vurdumduymazlık yaşanmaya başlandı. Daha düne kadar gizli saklı, gecenin karanlığın koyun körfezin sığlığında yapılan yasa dışı avcılık ayan beyan göz ortasında yapılmaya başlandı. Ne utanma ne saklanma, ne yakalanma korkusu nede adalet (yasağa uyan burada avlanmayan balıkçılar da vardı ve onlara karşı yapılan bir haksızlık, adaletsizlikti ) hatta daha ilginç olanı bu yasa dışı avcılığın bir meydan okumaya dönüşmesiydi.

Ankara nezdinde yaptığımız girişimler ve Ankara üzerinden Sahil Güvenlik iletişimleri neticesinde dün bir SG botu bölgede tam gün görev yaptı. Bu bot ve personeline yapılan denetim esnasında saldırı girişiminde bulunulması üzerine ek kolluk gücü çağrılarak konu yargıya taşındı. Peki bundan sonra ne oldu dersiniz? Pabucun pahallı olduğunu düşünüp bu yasa dışı avcılığa son mu verildi? Hayır, ne yazık ki hayır. Bu gün daha ortada gün ışında göz önünde daha fazla avcılık oldu. Yasanın, Tarım Bakanlığının ve Sahil Güvenlik komutanlığının gücü 10-15 yasa dışı av yapan motora yasa emrini dinletemedi sözünü geçiremedi. Ne yazık ki bölgede avcılık hala devam ediyor.

Şimdi aşağıda ismini zikrettiğim kurumlar, sizden gerçekten bir şey beklemiyorum. Çünkü inancımı kaybettim size.



Balıkçılık ve Su ürünleri Genel Müdürlüğü

Bundan sonra sizden bir şey beklemiyorum. Yoğun bürokratik yaşamınızdan başını kaldırıp burada olan biteni göremediğiniz için. Olayın sıradan bir balıkçılık vakıası olmayıp topyekun merkezi bürokrasinin itibarının ayaklar altına alınmasına ( göz yumdunuz demeye dilim varmıyor ) sessiz kaldınız. Yasanın size yüklediği sorumluluğunuzu yerine getiremediğiniz gibi kendi çocuğunuz bizlerinde umudu olan iyileştirmelerin en önemlilerinden birisine, reform kapsamındaki kararlarınıza sahip çıkmadınız.

İstanbul Tarım İl Müdürlüğü
Balıkçılık ve su Ürünleri Şube Müdürlüğü

Sizler sadece Bakanlığın İstanbul’da ki temsilcisi değil aynı zamanda bizlerin arkadaşları, kardeşleri idiniz. Arkadaşlık ve kardeşlikten daha önemlisi paydaşlarımız idiniz. Bu gelen fırtınayı, bu balığın boğazdan çıkacağını bildiğiniz halde önleyici bir önlem almadınız. Gözümüzün, gözünüzün önünde süren bu pervasızlığa kabadayılığa sessiz kaldınız. Hava koşullarını teknelerinizin yetersizliğini elbette biliyorum ama göreviniz bu yasa dışı avcılığı durdurmaktı, bunun yolu ise SG komutanlığının gerekiyorsa kapısında yatmaktı, yapmadınız.

Sahil Güvenlik Boğazlar Gurup Komutanlığı

Biliyorum bu ülkede hiçbir kurumun yüklemediği kadar görevden kanunen siz yükümlüsünüz. Yine de topu topu 4-5 gün sürecek bir bölge korumanın önemini anlamadınız. Mazot kaçakçılığı, göçmen kaçakçılığı gibi itibarlı görevler var iken bu görevi ciddiye alamadınız. Yada bilemediğimiz bir sebepten bu sahayı bış bıraktınız. Belki düne kadar görevinizi layığı ile yapamayışınızın bir sebebi vardır da biz bilmiyoruzdur. Bir şekilde bütün bu olanı anlayabilir size de hak verebiliriz.  Dün yaşanan kabadayılık ve olayın bir kriminal olay haline dönüşmesinden sonra bu gün aynı bölgede çok daha fazla sayıda avcılığın nasıl yapılabildiğini ve sizin daha fazla SG botu ile orada nedem olmadığınızı anlayamayız. Bir başka deyiş ile benim idrakim bu gün neden orada olmadığınızı anlamaya yetmiyor.
Hani derler ya, doluya koysam almıyor boşa koysam dolmuyor.

Bütün samimiyetimle söylüyorum ki, sizlerden hiçbir şey talep etmiyorum.

Sizlere inancımı yitirdim ve sadece bilin istedim …


https://www.change.org/p/balıkçılık-ve-su-ürünleri-genel-müdürlüğü-sahil-guvenlik-komutanlığı-istanbul-balıkçılık-ve-su-ürünleri-şube-müdürlüğü-duygu-ve-düşünce-açıklamak