18 Temmuz 2021 Pazar

Kooperatif ve Birlik genel kurullarına temel hatırlatmalar;

 Bilindiği üzere pandemi nedeni ile ertelenen genel kurullar peşi sıra yapılıyor. Ardından bölge birliklerinin ve sonrasında da merkezi birliğin genel kurulu yapılacak. 

Merkez birliğin genel kurulunun bu sene seçimli olması nedeni ile sosyal medyada dolaşan mesajlar, beni bir yazı yazarak tüm örgütlere genel kurulların ve seçimlerin ne anlama geldiğini bir kez daha hatırlatmak zorunda bıraktı. 

Ülkedeki tüm kooperatif ve birliklerin hangi perspektif ile genel kurul topladıklarına hakim değilim. Bu nedenle bu yazıyı yazmama sebep olanın İstanbul, Karadeniz ve SURKOOP Genel Kurulu ve bu genel kurullar üzerinden dönen tartışmalar olduğunu belirtmek isterim.

Önce bazı temel bilgileri tekrarlamakta fayda var.

Kooperatif ve birliklerin en üst organları genel kurullarıdır.

Bizler genel kurullarda başkan değil, yönetim seçeriz.

Başkanın kim olacağı, ilk yönetim kurulu toplantısında alacağı görev dağılımı kararı ile belli olur.

Seçilen yönetim kurulunu da, genel kurulda ortakların yetki verdiği (seçilmiş) denetleme kurulu denetler.

Hiyerarşik yapı; Genel Kurul, Denetleme Kurulu ve Yönetim Kurulu şeklindedir.

Anlayacağınız, biz hiç bir genel kurulda başkan seçmeyiz. Başka bir ifade ile kooperatiflerde başkanlık sistemi yoktur.

Son günlerde yapılan tartışmalara, yazılan mesajlara baktığımda, yapılacak olan seçimli genel kurullar için yönetim kurulunun kimlerden oluşacağı değil, kimin başkan olacağı tartışılıyor.

Bu mevcut durum ülkemizdeki balıkçı kooperatif ve birliklerinin aslında neden bu halde olduğunun en büyük göstergesidir.

Dedim ya, “Bu yazıyı yazmamın sebebi üç olaydır.” diye, anlatayım.

Umarım Ahmet Mutlu yanlış anlamaz (Ayrıca kendisini severim) ve gönül koymaz. 

SURKOOP başkanlığına aday olduğunu ilan etti. Yönetime aday olması en doğal hakkıdır lakin bir yönetim kurulu aday listesi açıklamak yerine kendini aday gösterdi. İyi de, başkanı genel kurul seçmediğine göre bu durum tuhaf değil mi? 

Ahmet Mutlu kardeşim, bir liste ilan etmek yerine kendi adaylığını ilan ederek, en doğal hakkını tartışılır hale getirdi. Bunun sebebi tam da yukarıda anlattığım temel bilgilerin artık unutulmasıdır. Yani SURKOOP yönetimine aday olan kardeşimiz, kooperatif tüzel yapısının nasıl oluştuğunu ve işleyişi ya bilmemektedir ya da unutmuştur.

Yazıyı yazmama sebep olan ikinci konu ise, İstanbul Birliktir. Son iki aydır İstanbul kooperatifleri çevresinde yapılan tartışmalar, Erdoğan Kartal tartışmasının dışına çıkmamakta, aynı Ahmet Mutlu kardeşimde olduğu gibi, kooperatif ve birliklerin tüzel yapı ve işleyişleri muhtemelen unutulmuş durumdadır. Aynı SURKOOP'ta olduğu gibi, arkadaşlarımız yönetim seçtiklerini unutup, başkan üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Bunca yıllık kooperatifleşme süreci sonunda geldiğimiz bu durum tek kelime ile hazin bir durumdur.

Bu zihniyet çarpıklığının uzun zamandır yapılan tartışmalara nasıl yansıdığına dair kısa örnekler verip, önümüzde bizi bekleyen olası tehlikeler ve tartışılması gerektiğini düşündüğüm çözüm önerilerine geçeceğim.

Balıkçılık ile ilgili tartışmaları takip edenler hak verir diye düşünüyorum. Tam 10 yıldır bu ülkede rahmetli Ali Güney, Erdoğan Kartal ve Ramazan Özkaya tartışıldı/eleştirildi. Peki İstanbul Birlik yönetim kurulunun, DEMBİR yönetim kurulunun, SURKOOP yönetim kurulunun eleştirildiğini hiç gördünüz mü? Halbuki bu yönetim kurulları 5 kişiden oluşmakta ve kararlar oy çokluğu ile alınmaktadır. Eğer bir kooperatif veya birliğin işini yapmadığını yada yanlış yaptığını düşünüyorsanız, eleştirmeniz gereken başkan değil, yönetim kuruludur. Hiç değilse bundan sonra bu hatalı bakış açısını terk edelim ve örgütlerimizin "başkanlık rejimi" ile yönetilmediğini unutmayalım.

Üstelik bu sözler, sadece bu örgütlerin başkanlarını eleştiren ve hedef gösterenlere söylenmemektedir. Önümüzdeki İstanbul Birlik ve SURKOOP hazirununu oluşturan arkadaşlara da söylenmektedir. 

Başkanlara değil, yönetim kuruluna dikkat edin. Eğer aklınıza yatmaz ise, şu ya da bu başkanın hatırına hiç bir listeye oy vermeyin. İş yapma potansiyeli olmayan, bütün sorumluluğu başkana bırakan bir yönetim seçmek yerine, çarşaf liste ile seçime gidin. İçinde bulunduğumuz durumun sebebi, yönetim kurullarının tüm yetki ve sorumluluğu başkana bırakmalarıdır.

Faroz'dan bir arkadaşın Ahmet Mutlu'ya veda mesajında gördüğüm bir yanlışa dikkat çekip yazının bu kısmını bitireceğim.

Arkadaş Ahmet Mutlu başkana teşekkür mesajında "Dile kolay 30 yıldır, s.s Trabzon merkez su ürünleri koop. Faroz balıkçı barınağı başkanlığını yapan son 2 dönem kendisine başkan yardımcılığı yaptığım abim Ahmet Mutlu dün yaptığımız genel kurulla limanımızdaki aktif görevini bırakıp bayrağı bizlere teslim etmiştir" diyor. Ahmet Mutlu’nun limandaki aktif görevlerini devretmesine dikkat çekiyor. Arkadaşlar, kooperatifler barınak yada liman işletmek için kurulmadı. Kooperatifler avcılık maaliyetlerinin düşürülmesi, avlanan ürünlerin pazarlanması ve avcılık gelirlerinin artması için kurulur. Eğer bunu yapmıyorlarsa, sadece barınak ve liman işletiyorlarsa, onlar artık (hukuken böyle olsa bile) kooperatif değildir.

Önümüzdeki dönemde terk etmemiz gereken hatalı bir diğer bakışta işte tamda budur.


Yazının bu bölümü Marmara denizi merkezlidir.

Hepimizin bildiği gibi son 3 senedir tekrarlayan müsilaj/kaykay bu sene büyük bir patlama yaparak tarihinin en büyük eko felaketine dönüştü. Pandemi ile birlikte, açlık ve hastalık arasına sıkışan Marmara balıkçıları, kaykay ile birlikte kelimenin gerçek anlamı ile uçurumun eşiğine geldi. Benim dikkat çekmek istediğim nokta, Kocaeli Bölge Birliği dışında neredeyse kimsenin ve neredeyse hiçbir birliğin bu konuda tepki vermemesi, hiçbir çaba göstermemesidir. Özellikle İstanbul küçük balıkçısının büyük bir bölümü yalnız ve çaresiz kalmıştır. 

Kaykayın önümüzdeki sene tekrarlayıp tekrarlamıyacağı konusunda net bir görüş yoktur. Ama tekrarlaması durumunda (eğer zihniyeti değişmez ise) İstanbul Birliğin ne yapacağı konusunda net bir fikrimiz vardır.

İstanbul Birlik, geçmiş yıllarda yaşanan lodos felaketinde olduğu gibi, sokağa çıkma yasaklarında (tüm türkiye balıkçıları avlanırken) olduğu gibi herkes başının çaresine baksın diyerek hiç bir şey yapmayacaktır. Marmara, kaykay ve korsan trolden yıkılırken yaptığı Torik kampanyasında olduğu gibi, topu boş sahaya taşıyarak gerçek gündemden ne kadar habersiz olduğunu acı bir şekilde bir kez daha gözümüze sokacaktır.

İçinde bulunduğumuz bu süreçte bir başka tehlike ise "tuhaf bir şekilde" Erdoğan merkezli inançsızlık ve kızgınlık nedeni ile (onlarda İstanbul Birliğin bir yönetim kurulu olduğunu unutmuş görünüyor.) birlikten ayrılma kararlarıdır. Eğer birliğin unsurları, ikna edici bir tutum değişikliği göstermezler ise, 5-6 kooperatif birlikten ayrılacak gibi görünüyor. Birlikten ayrılmanın hiçbir çözüm getirmeyeceğini görmüyor, göremiyorlar.

Birliğin içine düştüğü bu durumun sorumlusu tek başına Erdoğan Kartal değildir. Bu sorumluluk en başta görevini yapmayan (muhtemelen toplanmayan) birlik yönetim kuruludur. Bir başka sorumlu ise görevinin sadece mali denetleme olduğunu zanneden Denetleme Kuruludur ve (gönül kırmaya sebep olsa bile) kaç genel kurulda bu basiretsizliğe onay veren İstanbul Birlik hazirunudur. Bana İstediğiniz kadar kızabilirsiniz ama Birliği bu hale tek başına bir kişinin getirmesi mümkün değildir.

Bu Birlik sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde sancak tutmuştur ve içine düştüğü bu durumu hak etmemektedir. Marmara denizi için mücadele etmeye niyetiniz varsa, bu birliği eski şanlı günlerine döndürmek zorundasınız. Bunun yolu, birliği Erdoğan Kartal'ın değil, yönetim kurulunun yönetmesinden ve denetleme kurulunun da işini yapmasından geçer.

Ve son söz birlikten ayrılma konusunda (resmen olmasa bile) karar alan kooperatiflere;

Birlikten ayrılma kararlarınızı ortaklarınızla konuşarak gözden geçirin. Hemen ve hızla, tüm kooperatiflerle görüşerek birliğin sorunlarını çözüp yaralarını saracak bir yönetim aday listesi oluşturun veya tüm temsilcileri ikna ederek birlik seçimlerinin "çarşaf liste" ile yapılmasını sağlayın.

Birlikten ayrılmak hiç bir soruna çözüm getirmeyecek ve siz mücadele etmemeyi seçmişler olarak geçeceksiniz tarihe.

Unutmayın!

Tarihin kalemi yazmaya devam ediyor.




14 Temmuz 2021 Çarşamba

İBB Küçük Balıkçı destek kampanyası üzerine.



"Byzantion kenti de balıklardan sağladığı gelirle refah düzeyini artırmıştı. Byzantionlular balığı esas olarak Boğaz’dan (Bosporos) sağlasa da, kentlerine yakın göllerden (Derkos ve Daskylitis) ve muhtemelen nehirlerden de balık elde ediyorlardı.Balıkçılık Byzantion’da o derece önemli bir sektördü ki Aristoteles, Politika adlı eserinde toplumdaki sınıflardan söz ederken verdiği örnekler arasında Byzantion’daki balıkçılar da vardır." Prf. Dr. Oğuz TEKİN


Bizans Parası


İstanbul antik çağlardan bu yana bir balıkçılık başkentidir. Homerosun destanlarında yer bulmuş antik çağ yazarlarının sosyolojik yada ekonomik yazılarında balıkçılığı ve balıkçıları anlatılan dünyanın en kadim şehirlerinden birisidir. Dünyanın en değerli balık geçitlerinden birisine sahip olan bu şehirde yaşayan insanlar balıkla beslendi. Binlerce yıldır bu şehrin balıkçıları insanları besledi. Bizans, Osmanlı ve genç Cumhuriyet boyunca sofralara en değerli protein kaynağını bu şehrin balıkçıları taşıdı.

Günümüz balıkçılık teknolojisine sahip değildi. Makine güçleri, tekne kapasiteleri ve av araçları günümüz ile kıyaslanamaz derecede düşüktü geçmiş dönemlerin balıkçılarında. Sadece tarihsel bilgi ve sadece kol gücü vardı. 

Sadece şehri beslemediler. Üretim ve tüketim zincirinin üzerinde inşaa edilmiş çok zengin bir kültürde geliştirdiler. Boyuna göre Lüfer'e 5 Palamut'a 7 ayrı isim verdiler. Ve bir çok diğer türe de. Avladıkları balığı tanıyan ve ona saygı duyan bir nesil.

Deniz ürünlerini çeşitli şekiller de pişirmeyi ve çeşitli şekillerde işlemeyi öğrendiler ve öğrettiler . Dünyanın en kadim mutfak kültürünü inşa ettiler iki boğaz arasında.

Sonra sanayileşme ve kalkınmacı ekonomik anlayış denizi kenarlarını ve körfezleri ucuz yatırım alanları olarak belirledi. Kıyı ve körfezler doğal dengesini yitirmeye başladı aniden. Sucul deniz canlıları ise bir başka yatırım ve sermaye birikim alanı haline geldi. Canlı sucul kaynaklar yavaş yavaş tükenmeye başladı. Ülke av kapasitesinin yarısından fazlasını oluşturan Hamsi avcılığını bir kenara koyarsak elimizde Akdeniz çanağına giren ve üremek için Karadeniz'e çıkan Lüfer ve Palamut'tan başka pek bir şey kalmadı.

Oysa en değerli balık türlerimiz çoğunlukla deniz tabanında yaşayan demersal türlerdi. Ve bu türler büyük çoğunluğu itibari ile kıyı ekosisteminde yaşayan türlerdi. Ve yine bu türleri denizden sofraya taşıyanlar ise varlıkları kıyı ekosisteminin varlığına bağlı olan Küçük Ölçekli Geleneksel Balıkçılardı. Kıyı ekosistemini kaybettikçe Gelenek Balıkçılığımızı da kaybettik.

Balık pazarının en değerli türlerini balıkçılığımızın yegane kültürel kaynağını kaybetmeye başladık. Ne yitirdiğimiz türleri nede yitirmek üzere olduğumuz Küçük Ölçekli Geleneksel Balıkçılığı yerine koyabilecek ne bir mühendislik bilimi ve nede bir para olmadığını söyleyerek bitirmek istiyorum bu uzun girişi.

Bu kadar uzun bir giriş bölümü için okuyucunun beni af edeceğini umuyorum. İBB'nin Geleneksel Balıkçıya verdiği desteğin anlam ve önemini tam olarak anlamak/anlatmak için İstanbul ve onun balıkçılığının tarihsel önemini hatırlamak/hatırlatmak gerektiğini düşündüm.


Son bir kaç yıldır Küçük Ölçekli Balıkçılığı savunmak moda olsa da 10 yıl önsesine kadar bu ülkede Küçük Ölçekli Balıkçılık hakkında yapılmış bir araştırma yazılmış bir makale "neredeyse" hiç yoktu desek pek abartmış sayılmayız. 2004 yılında FAO ilk Küçük Ölçekli Balıkçılık Kongresini topladı gıda temininde Küçük Ölçekli Balıkçılığın önemine ve yok olmakta oluşunun tehlikelerine işaret etti. Peşinden Bakü konferansı ve nihayetinde Akdeniz çanağında Küçük Ölçekli Balıkçılığın korunması yönündeki devletler düzeyindeki girişimle birlikte ülkemizde de balıkçılık gündeminde yer bulmaya başladı. Hiç şüphesiz bu alana yönelik verilen (bazı dostları kızdırmak pahasına da olsa) fonların da gündemin değişmesinde büyük etkisi oldu. Zor, sert, acımasız ve hatta zaman zaman ahlaksız mücadelelerle dolu bir 10 yılın ardından ilk defa Tarım Bakanlığı Küçük Ölçekli Balıkçılara verdiği hibe desteği ile Küçük Balıkçının adını kitaba yazmış oldu. Çoğu çevre tarafından (parasal miktarın düşüklüğü nedeniyle) küçümsense de ben atılan bu adımın kıymetinin (daha ilan bile edilmemişken) öneminin farkındaydım. Yıllardır "biz varız, önemliyiz ve korunmamız gerekir" diye verdiğimiz zor mücadelenin ilk evresinin biteceğinin farkındaydım. Ve nitekim öyle de oldu. Hala bir kısım Gırgır avcısı tarafından yok sayılsak ta Küçük Ölçekli Balıkçılık ve onun hakkında konuşmak bir trend haline geldi. 

Lakin gerek ülkenin içinden geçtiği zorlu süreçler gerek sivil toplumdaki ani ve trajik düşüş gerekse de pandemi koşullarının aşırı olumsuz etkisine bir de Marmara denizinin oluşumundan bu yana yaşanan en büyük ekolojik felaket sayesinde bırakın yeni bir trend haline gelen Küçük Ölçekli balıkçılarının koşullarının iyileşmesini tam aksine yok oluşunun hızlanmasına sebep verdi.

İşte İBB'nin destek kampanyası tam da böyle bir sürece denk geldi. Şüphesiz bu destek küçük balıkçıları ferahlatıp düze çıkaracak bir destek değil. Lakin teknesinin yıpranmış boyalarını onarıp su kesimine antifouling boya sürmek için para bulamayan çok sayıda balıkçı (ki bir kısmına ben şahidim) için küçük ama umut verici bir adımdı.

Elbette "marifet iltifata tabidir" ve elbette İstanbul Büyük Şehir Belediyesine teşekkür etmek bir borçtur. En azından ben şahsım adına ve konuşup fikrini aldığım bir çok balıkçı adına teşekkür etmek durumundayım. Bu nedenle Başta sayın İmamoğlu olmak üzere Tarım ve Su Ürünleri Dairesine ve Su Ürünleri Şubesine projenin her aşamasında emek veren ter akıtan arkadaşlara sonsuz şükranlarımı iletmek istiyorum. 

Ama belki bu destekten bile daha önemli bulduğum bir düşünceyi paylaşmak Büyük Şehir Belediyemize tarihi sorumluluğunu hatırlatmak için yazıyorum bu yazıyı. Yazının giriş bölümünde de anlatmaya çalıştım. Sayın İmamoğlu sadece Türkiye'nin en büyük şehrinin başkanı değil. Dünyanın sayılı balıkçılık başkentlerinden birisinin de başkanı. Bu büyük ama bir o kadarda sorumluluk getiren bir sıfat. Bu sorumluluk kendisinden önce yapılmayan her şeyi yapmakla yükümlü kılıyor başkanı. 

Silivri'de yaptığı konuşma konulara uzak olmadığını balıkçılığın da küçük balıkçının da ne olduğuna dair sağlam ip uçları içeriyordu. Bu teşekkür yazısını kısa bir teşekkür mesajı olmaktan çıkarıp sizi sıkacak kadar uzun yazmamın sebebi bu konuşmadır.

Sayın Başkan.

Ben size ne yapılması gerektiğini değil sorunları anlatmak anlatmak istiyorum.

  • Bu kadim şehrin Geleneksel Balıkçıları yok oluyor.
  • Bu kadim şehrin sucul ekosistemi yok oluyor.
  • Bu kadim şehrin balıkçılık kültürü ölüyor.
  • Bu kadim şehrin kadim balıkçılık ilçeleri ölüyor.
  • Bu kadim şehrin bir balıkçı bayramı yok.
  • Bu kadım şehrin bir balıkçılık araştırma enstitüsü yok.
  • Bu kadim şehrin bir balıkçılık okulu yok.
  • Bu kadim şehrin balıkçı barınakları rant alanı olarak görülüyor.

Sağ olun var olun.

Saygılarımızla.