31 Aralık 2011 Cumartesi

Mücadele de yeni evre.

Mücadele de yeni evre.

Türkiye’de 3 yıldır yükselen balıkçılık mücadelesi yeni bir evreye girmiş bulunmaktadır. Hepimizin bildiği gibi yükselen küçük balıkçı muhalefeti STK birlikteliği ile hamle yapmış, Sürdürülebilir Bir Balıkçılık doğrultusunda mesafe kat etmeye başlanmıştır. Bu muhalefetin beslendiği Forum büyümüş, camia içinde saygınlık kazanmış ve giderekte bir eylem platformu haline gelmiştir. Balıkçılık tarihinin geçmişine baktığımızda balıkçılık için bir şeyler yapan ya da yapmaya çalışan STK örnekleri var olmasına rağmen, balıkçılarla birlikte mücadele eden ilk örnek Forum merkezli gelişmiş ve kısa zamanda zengin deneyimler ve başarılar elde edilmiştir. Bu yazının amacı bu konuda bir polemik yapmak değil son günlerdeki gelişmelerin ve hareketliliğin arka planını açığa çıkartmaktır. Eğer bu ülkede bir gün balıkçılığın tarihi yazılırsa, yaşadığımız dönem, eylemlerimiz ve Forum zaten orada yerini alacaktır.
Bu yeni sürecin yarattığı en önemli değişiklik balıkçılık yönetiminde ve işleyişinde yıllar içinde oluşturulan alışanlıkların ve eğilimlerin tasfiye ye zorlanması ve bu konuda mesafe alınmasıdır. Endüstriyel balıkçılığın kendi taleplerini sürekli genel bir balıkçı talebi olarak idareye taşıdığı, mali güçleri, siyasi ilişkileri ve lobileri sayesinde kabul ettirdiği güzel günler bitmiştir.
Bu yeni durum, esasen artık bir balıkçı olmaktan daha farklı bir şey olan sermaye guruplarının kabul edebileceği bir şey değildir. Balık avcılığı, Orkinos semirticiliği, yem sanayi ve balık ticareti alanlarda yatırımları olan bu yatırımlarını büyütmek yatırım alanlarını genişletmek isteyen bu guruplar büyümek istemektedirler.
Stoklar ve toplam av miktarında artışı gerçekleşmeden bu büyüme nasıl sağlanacak? İşte büyük balıkçılığın içinde bulunduğu açmaz tamda burasıdır. Henüz Gırgır avcılığı sektörünün kavramadığı olay bu büyümenin dikey bir şekilde gerçekleşeceği olgusudur. Eğer toplam av artmıyorsa mevcut avdaki payını arttırarak büyüyebilirsin. Bu büyümenin adı dikey büyümedir. Sektör olarak Balık Avcılığının büyümesi yerine kişisel, grupsal büyüme. Bunun anlamı ise denizde diğer rakiplerin azalması giderek yok olması gerçeğidir. Gırgır avcılarının av gücü, tekne ve donanım kapasitesi ve ekonomik olarak en zayıf kesimleri sahadan ve rekabetten tasfiye edilecektir.
Bu içine girdiğimiz bu dönemde dikey olarak büyümeğe çalışanlar, küçük balıkçılardan ve STK’lar dan gelen sürdürülebilirlik ve hakça paylaşım talebine karşı sessiz kalamazlardı, bu son girişimleri ile de kalmayacaklarını gösterdiler.
Şimdi bu bağlamda, hem bu araştırma önergesinin içeriğini hem de Ahmet Menekşe’nin son TV programında söylediklerini değerlendirebiliriz.
Esas olarak hem Menekşe’nin söyledikleri hem de Sayın Torlak’ın mecliste yaptığı konuşma eklektik bir şekilde bir araya getirilmiş, sürdürülebililirliğe dair her paragraf mantıksal bütünlüğü olmayan cümlelerden oluşmaktadır. Bu metinin oluşturulmasının tarihi biraz eskilere dayanmakta, balıkçılığın ıslahı için dosya hazırladık, bir araştırma komisyonu kurulmasını sağlayıp mecliste götüreceğiz diyenler tarafından sayın milletvekilimiz aracılığı ile düşünceleri hayata geçirilmişlerdir. Burada bir kez daha ve tüm sorumluluğunu üstlenerek söylüyorum, Sayın milletvekilimizin mecliste yaptığı konuşma, müstahsillerin daha önce hazırladığı dosyadan oluşmaktadır.
Bu metinde genel kabul göreceği umularak aralara sıkıştırılmış cümleleri bir kenara bırakırsak anlatılmak istenen nedir? Bu sorunun cevabı söz konusu konuşmanın içinde hem de gayet açık olarak gözükmektedir.“Küçük teknelerle genellikle amatör balıkçılık kapsamında yan uğraş olarak balıkçılık yapılmakta, bu durum zaman zaman sektörün anlaşılmasında sıkıntı doğurmaktadır.”
Konuşmanın en başında telaffuz edilen bu cümle bu girişimin esas amacının, sürdürülebilir bir balıkçılık olmadığını, içinde bulunduğumuz durumdan kendi lehlerine bir çıkış arama çabası içinde olduklarını anlatmaktadır. Bu alıntı iki temel fikirlerini ifade etmektedir. Türkiye’de küçük balıkçılık yoktur (bunlar balıkçı değildir) ve bunların son yıllarda yaptıkları faaliyetler nedeni ile bürokrasinin ve kamuoyunun kafası karışmaktadır. Bu küçük balıkçılar nedeni ile sektör anlaşılamamaktadır. Şimdi soruyorum; bu cümle bu metne tesadüfen girmiş yada öylesine söylenmiş bir cümlemidir. Mecliste bir sektörün araştırılması için verilen bir önergenin konuşmasında rast gele cümleler kullanılmayacağına göre, yapılmak istenen gayet açık değimlidir? Bir yanda AB ortak balık politikaları diğer tarafta STK ve küçük balıkçı muhalefeti nedeni ile sürdürülebilirlik adına cılızda olsa adımlar atan Bakanlık ve Genel Müdürlük üzerinde baskı oluşturmak ve kendilerinden başka balıkçı temsili yetini kabul etmediklerin göstermektir. Eğer böyle bir komisyon kurulması sağlanırsa, komisyon üyeleri tek tek barınak kooperatif gezmeyeceklerine göre Ankara’ya taşınacak yegane fikirler kendi fikirleri olacaktır. Sayın Torlak’ın konuşmasına nasıl kendi fikirlerini ve taleplerini taşıdıysalar Ankara’ya da öyle taşıyacaklardır.
İşte bu araştırma önergesinin içerdiği ilk önemli fikir budur. Bizlerin balıkçı olmadığını sektörün anlaşılmasında taleplerimiz ve eylemlerimizle sıkıntı yarattığımızdır.
Yukarıda alıntıladığımız ve yorum yaptığımız cümlenin hemen peşine gelen “Dolayısıyla dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de kıyı alanının en yoğun ve en eski kullanıcılarının balıkçılar olmasına rağmen kendilerinden beklenen başta deniz balıkçılığı ve yetiştiriciliği olmak üzere dünya kooperatifçilik hareketindeki ivmeyi maalesef gösterememiştir. Var olan birçok su ürünleri kooperatifi de kuruluş amaçlarına yönelik faaliyetlerini tam manasıyla gerçekleştirememişlerdir”.paragraf, küçük balıkçıların Geleneksel Kıyı üzerine yaptıkları taleplere karşı bir ön savunma zemini yaratma amacı taşımaktadır. Bir doğru birçok yanlışla birlikte telaffuz edilmekte ucuz demagojilerle parlamenterlerin kafası karıştırılmaya çalışılmaktadır. Evet kıyının en eski ve en yaygın kullanıcıları balıkçılardır, bunlar “tarih sahnesine çıkalı 30-40 olan endüstriyel avcılar” değil sizin yukarıda paragrafta yok saydığınız küçük kıyı balıkçılarıdır.
Bu paragrafın ikinci fikri kooperatiflerle ilgilidir. Belli ki kendileri açısından işlevselliğini yitiren bu yapılardan artık vazgeçilmiş yerlerini kendi fikir ve taleplerini daha etkili savunacak yeni yapılarla değiştirmeye karar vermişler. Bu konuya yazının ilerleye bölümünde başka bir alıntı altında cevap vereceğim.
Sayın bakanımızın konuşmasındaki sürdürülebilir balıkçılığa ilişkin görüşler mantıksal bir bütünlüğüne sahip değildir ve çelişkilerle doludur. Konuşmanın bir yerinde “, kontrolsüz ve aşırı avcılık sonucunda balık stokları hızla yok olmaktadır.” Derken, başka bir yerinde“, zamanı geldiği hâlde avlanmayan bir deniz ürünü de aynı tehlikeyi taşımaktadır”diyerek şaşırtmakta, az ilerisinde de “Bu nedenle, Uluslararası Atlantik Orkinoslarını Koruma Komisyonu nezdinde ülkemize tahsis edilen orkinos avlama kotasını artırmaya yönelik girişimlerde bulunulması önemli ve gereklidir”diyebilmektedir.
Araştırma önergesinin kabulünü sağlamaya yönelik amaç taşıdığı belli olan pasajlar tamamı ile zıt ve çelişik fikirlerle doldurulmuştur. İlk bakışta aşırı ve plansız bir avcılık eleştirdiği zannı veren konuşmada, talepler sıralanmaya başladığında sürdürülebilirlik talebi yok olmaya, konuşma mantıksal bütünlüğün dışına çıkmaya başlamaktadır.Talepler ve öneriler sıralanmaya başladığında sürdürebilir avcılığa yönelik bulanıklık kaybolmakta, net somut ekonomik çıkarlar savunulmaktandır
Sayın milletvekilimiz“Su ürünleri sektöründe ileri derecede işlem görmüş, fileto edilmiş ve tütsülenmiş balık ihracatının özendirilmesi ve markalaşmanın teşvik edilerek sektörün bir meslek grubu olarak tanımlanmasına yönelik adımlar mutlaka atılmalıdır.” Yada “balık yağından alınan KDV’nin yüzde 1′e düşürülmesi, konserve edilmiş su ürünlerine verilen ihracat desteğinin taze ve dondurulmuş ürünler dâhil tüm su ürünlerini kapsayacak biçimde genişletilmesi gerekmektedir.”
derken sürdürülebilirliğe ilişkin politikalardan değil, artık büyük sermayeye sahip bir balıkçı gurubunun ekonomik taleplerinden bahsetmektedir.
Ben şahsen Sayın Ali Torlak’ın bu grup tarafından kötü bir oyuna getirildiğini düşünüyorum en azından buba inanmak istiyorum.
Yazının sonuna geldiğimiz bu satırlarda tekrar başa dönerek konuyu toparlamak istiyorum.

Bu bahsettiğimiz gurubun sorunu Sürdürülebilir Balıkçılık değildir, onlarda bilmektedirler ki stokları arttırmak günümüz bilimsel teknoloji ile mümkün değildir. Onlar açısından yapılması gereken stoklardaki paylarını arttırmak büyümelerinin sürekliliğini saplamaktır. Bu büyümenin kaçınılmaz sonucu ise rakipleri olan diğer Gırgır motorlarının toplam av içindeki paylarının daha da küçülmesi olacaktır. Bu gün ne yazık ki plansız büyümüş ve yüksek işletme giderlerine sahip onlarca belki yüzlerce gırgır motoru iflas etmek durumundadır. Filolun sayıca çoğunlunu ama ekonomik olarak en küçük kesimini temsil eden bu Gırgır avcıları sorunun bir paylaşım sorunu anlamazlar ve bu doğrultuda hak talep etmezlerse bu en büyük avcı/komisyoncu/komisyoncu gurubu tarafından yutulacaklardır.
İşte küçük kıyı balıkçılarının hakça paylaşım talebinin yarattığı tehlike burada açığa çıkmaktadır. Gırgır av filosunun tabanı aynı fikirler doğrultusunda ayrışır ve mücadele etmeye başlarsa kaçınılmaz olarak diğer gurubun büyümesi duracaktır.Bu tehlikeli fikirlerin maddi bir güç haline gelmesinin engellenmesi ise, Küçük balıkçı STK işbirliğinin balıkçılık yönetimine müdahalelerin yok edilmesi ile mümkündür. Cansın’ın programa katılması ile başlayan kepazeliğin sebebi de budur.
Sürdürülebilir bir balıkçılık, sucul kaynakların hakça paylaşımı ve çok paydaşlı demokratik bir balıkçılık yönetimi fikirlerinin kök saldığı zemin Küçük balıkçı STK işbirliği zeminidir. Koca koca adamlar siyasi ve ekonomik güçlerine rağmen bu zeminden korkmakta ve tasfiye etmek için bütün güçlerini kullanmaktadır.
Biz küçük balıkçılar ve STK’lar, Türk balıkçılık reformunun merkezine “geleneksel balıkçılığın oturtulması fikrimizden asla vazgeçmeyeceğiz.Geleneksel kıyı balıkçılarının varlıklarını devam ettirebilmelerinin yegane yolu, stokların ve Geleneksel Kıyının korunması ile mümkündür.

Geleneksel Balıkçılık

Balıkçılık sorunları diye başlayan her tartışma genellikle kirlilik ve aşırı avcılığın stoklar üzerindeki tahribatı ile sınırlı kalır.

Büyüyen tekneler, gelişmiş av araçları, balık bulma ekipmanlarının gelişmiş kapasiteleri bu tartışmaların konuları olmuştur.

Meseleye buradan bakınca doğal olarak problemin çözümüne yönelik tartışmalar da hep yukarıdaki konu başlıklarının etrafında yapılmaktadır. Elbetteki av araç ve gereçlerini, bunları nasıl kullandığımızı ve yöntemlerimizi tartışmalıyız. Ben tartışmaya başlamamız gereken yerin burası olduğunu düşünmüyorum. Bizim tartımaya başlamamız gereken yer balıkçılık politikalarımız ve balıkçılık yönetimimiz olmalıdır.

Konuyu biraz açarsak;
Hepimizin bildiği gibi insanoğlu balık rezervlerinin oluşması konusunda pozitif bir faktör değildir. Bunu söylerken anlatmak istediğim, hayvancılık ve tarımdan farklı olarak avlayacağımız yada toplayacağımız türlerin stoklarını arttırmak konusun da bir katkımız olmadığını söylemek istiyorum. Bizim balıkçılık faaliyetimizin sonucunda stoklar düzenli (hatta çoğu zaman düzensisiz) bir şekilde küçülmekedir. Bu küçülme günümüzde öyle boyutlara gelmiştir ki artık bazı türler tamamen yok olmuştur. İşte bu nedenlerle balıkçılık alanının diğer üretim ve ticaret alanlarından farklı bir yönetim modeline ihtiyaç vardır. Bu yönetim modeli sürdürülebilir bir balıkçılık yönetimidir. Sürdürülebilir balıkçık dediğimiz de ise, tekrarlanan her av sezonu için maksimum avcılık yapmaktan (YAPABİLMEKTEN) bahsediyoruz. Maksimum avın sürekliliğini/sürdürülebilirliğini sağlayacak temel polikaların
belirlendiği süreçlerin ve bunların hayata geçirilmesinde kullandığımız yöntemlerin tamamına sürdürülebilir bir balıkçılık modeli diyoruz.
Günümüz de Türk balıkçı camiası, tamda bu alandan bölünmeye başlamıştır ve bu bölünme hızlanarak artmaktadır. İçine girdiğimiz bu süreç balıkçılarımız ve balıkçılık camiası açısından yeni bir süreçtir. Ne yazıkki balıkçılık bürokrasimiz "sürdürülebilir bir avcılık" doğrultusunda niyet göstermesine rağmen, süreci yönetecek politikaları üretme konusunda yetersiz kalmaktadır.

Sadece bu hükümetin değil (bana göre en iyisidir) gelmiş geçmiş tüm hükümetlerimizin temel sorunu balıkçılığa bakış açılarıdır. Daha net bir ifade ile balıkçılığa hiç bakmamış olmalarıdır. Bir önceki hükümetin bir sonrakine miras bıraktığı hiç bir gelişme ve kazanım olmamıştır. İlk defa bu hükümetin balıkçılık alanında adım atma ve kendinden sonraki hükümetlere bir miras bırakma şansı vardır.

Kıyı balıkçılığı ve küçük balıkçılık;
Balıkçı sektörü içindeki en büyük istihdam alanını küçük balıkçılar oluşturmaktadır. Geleneksel av araçları ile ekosistemin en hassas olduğu alanlarda avcılık faaliyeti yapmaktadırlar. Balıkçılığın başladığı ilk çağlardan bu yana vardırlar ve sürdürülebilir bir balıkçılık yönetiminden çıkarı olan tek balıkçı gurubudurlar. Günlük av hedefleri ve kapasiteleri hiç bir zaman stoklar üzerinde baskı yaratmaz. Yüzyıllardır yaptıkları av nedeni ile stoktan aldıkları miktar doğal süreçler içinde doğa tarfından telafi edilmiştir. Endütriyel av araçları deniz tabanında tahribat ve değişiklikler yaparken geleneksel av araçları asla böyle bir tahribata neden olmazlar. Yine aynı nedenlerde dünyanın ezici çoğunluğunda geleneksel kıyılardaki ticari değerleri yüksek olan türler sadece kıyı balıkçıları tarafından avlanır. Gırgır ve trol'ün tüm dünyada kıyılardan uzaklaştırılmasın sebebi budur. Endüstriyel av araçları bu hassas ekosistemin sürdüğü kıyı şeridinde ağır tahribat yaratırken geleneksel balıkçılık bir tahribata sebep olmamaktadır. Yatırımları ve günlük kazançları küçük olan bu kesim modern balıkçılık polikalarının geçerli olduğu ülkerde korunmakta ve desteklenmektedir. Bizim ülkemizde ise durum gerçekten utanç vericidir. En büyük endüstriyel av araçları ile en sığ sularda avcılık yapmakta, küçük balıkçılarla rekabet etmektedirler. Bir yanda kıyı ekosistemini tahrip ederken diğer yandak sadece bu kıyı şeridinde avlanan küçük kıyı balıkçısının av miktarının sürekli düşmesine sebep olmaktadırlar. Kalkan, kırlangı, mezgit, pisi, dil, mercan, tekir vb. balıklar gırgır motorları tarafından avlanmakta, avladıkları miktarlaın çok üstünde tahribatlara da neden olmaktadırlar. Kıyı balıkçılığının giderek yok oluşunun sebebi endüstriyel av araçlarının kıyılarda yaptığı avcılıktır.

Sürdürülebilir bir balıkçılık yönetine geçiş ve kıyı balıkçıları.

Balıkçılık sorunları ve çözümlerinin konuşmaya başladığımız andan itibaren mevcut durumunun sebeplerini de sorgulam ve tespitler yapmak zorundayız. Stoklardaki bu tahribatın sebebi nedir? Bu soruyu hangi kıyı balıkçısına sorarsanız sorun alacağınız cevaplar benzer cevaplar olacaktır. Gırgır ve trole bağlı olarak aşırı avcılık ve yavru balık avı. Aynı soruyu gırgır vet trol avcılarına sorarsanız alacağınız cevaplar, kirlilik ve trol yada kirlilik ve gırgır avcılığı şeklinde olacaktır. Yine aynı guruplar ile balıkçılığın kurtuluşu tartışmalarını yapmaya başladığınızda, bu sorudan anladıklarının kendi kurtuluşları olduğunu göreceksiniz. Yaşadığımız yakın tarih ve kişisel süreçlerimiz bu örneklerle doludur. Eğer gerçekten sürdürülebilirlik konusunda bir reformdan bahsediyorsak av sahasında başlayacağımız yer, kıyıların endüstriyel ava kapatılması ve av miktarlarının düşürülmesi olacaktır. Bu konuda alınacak (alınması gereken) her karar endüstriyel avcıların muhalefeti ile karşılaşacaktır. Bu karalara sahip çıkan ve destekleyen tek balıkçı gurbu her zaman olduğu gibi yine geleneksel kıyı balıkçısı olacaktır. Çünki sürdürülebilir balıkçılık politikalarından çıkarı olan tek balıkçı gurubu geleneksel kıyı balıkçısıdır ve en büyük balıkçı gurubuda kendisidir.

Yeni dönem,
İleriye doğru baktığımızda ne kadar moralimiz bozulursa bozulsun, başımızı arkaya çevirdiğimiz de ne kadar yol adığımızı görebiliyoruz. İdarenin ayağındaki prangalara rağmen gösterdiği niyet, STK'ların önemli desteği (greenpace 600.000 imza toplamıştı ve tek bir tür için bile olsa Lüfer kampanyası) ve herşeyden önemlisi küçük balıkçının artık yeter demesi. Önce forum, peşine çanakkale ve son olarak foçadan yükselen yeter sesleri ileriye doğru baktığımızda umut veren gelişmelerdir. Yine 3 yıl evvel sezon uzatmasına karşı yapılan kampanyanın başarısı, Ege'nin uluslar arası sularındaki avcılık taleplerine karşı verdiğimiz mücadelenin, ilk yıllında olmasa bile ikinci yılında başarıya ulaşması, bakanlığın yavru balık avına karşı yetersiz de olsa verdiği destek, mücadele potansiyelimiz ve kazanma umudumuz açısından hiç te küçümsenecekm olaylar değildir. Bu yeni bir dönemdir, mücadele potansiyelimizin artığı, saflarımızın genişlediği ve örgütlenme eğilimlerinin yükseldiği bu dönemi iyi kullanabilirsek başarabiliriz.
3 yıl önce küçük balıkçı ayrı örgütlenmeli ve sadece sürdürülebilirlik için değil "sucul kaynakların hakça paylaşımı" içinde mücadele etmeldir diye ortaya çıktığımız da büyük tepki almış ve şiddetle eleştirlmiştik. Bu tepkilerin nerelerden geldiğini tahmin etmeniz için kahin olmanız gerekmiyor. Bizi bölücülükle suçlayanlara verdiğimiz cevap "ayrı örgütlenmenin ayrı mücadele anlamına gelmediğini, ortak mücadeleye kendi örgütlenmemiz ve kendi taleplerimizle katılmak" istediğimizi söylüyorduk.
Kısaca bu yeni dönemin en temel görevi giderek yükselen bu küçük balıkçı muhalefetini önce yerellerde sonrada ülkenin tamamında bir örgütlülüğe taşımaktır. Bu çetin ve zorluklarla dolu bir görevdir. Bir yandan kendi yerellerimizde bu zor işe soyunurken diğer yanda da değişiklik limanlarda başlayan ve tepkilerini ortaya koyan küçük balıkçı muhalefetleri ile bağ kurmamız gerekmektedir.
Balıkçılığımızın geleceği biz küçük balıkçının ellerindedir. Örgütlü bir küçük balıkçı ve diğer paydaşlarının ortak mücadelesi başarabiliriz.

Eşitlik mi adalet mi?

Eşitlik mi adalet mi?

Eşitlik sihirli bir kelimedir, dışarıdan bakıldığında herkesi cezp eder, adalet karşısında eşitlik, özgürlükleri kullanmada eşitlik, kamusal hizmetleri kullanmada eşitlik vs. Oysa özgürlüklerin ve hizmetlerin kullanımı herkes için yasalarla korunmamışsa ve kullanabilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmamışsa bu söylem bir ütopyadan başka bir şey değildir. Eğer bir toplumda ekonomik eşitliği sağlayamıyorsan, özgürlüklerin ve hizmetlerin kullanımında eşitliği sağlayamazsın. Yasalarımıza baktığımızda herkesin seyahat özgürlüğü vardır. Gerçek hayatta ise herhangi bir seyahatin masraflarını karşılayabilenlerin seyahat özgürlüğü vardır.
Adelelet ise eşitlikten farklı bir kavramdır. O olaylara eşitlik gibi soyut bir alandan bakmaz. Hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesini sağlar. Dayandığı kaynak ahlak ve din kurallarıdır. Aristolase'e göre de adalet eşitlik sistemi değildir, güçsüzleri koruyan bir hukuk sistemidir. Bu konuyu daha da uzatabiliriz ama bu sefer de siyaset ve felsefe tartışmaya başlarız.

Balıkçılıkta adalet;
Stokların iyileştirilmesi ve reform sürecinde adalet.

Sucul kaynakların hakça paylaşımı içi boş, ucuz kışkırtma amaçlı bir kavram değildir. Sucul kaynaklardaki tahribatın, yavaşlatılması, durdurulması, iyileştirilmesi, kaynak yönetimi ve paylaşım sürecinde gözeteceğimiz temel anlayışı tanımlar. Bu anlayış sürdürülebilir bir balıkçılık için yapılacak her düzenleme ve reform da adil olmak ve güçsüzleri korumak anlayışıdır. Günümüzde balık stoklarının da balıkçılarımızın da içinde bulunduğu durum hepimizin malumudur. Endüstriyel balıkçı camiasının % 10luk bir kesimini saymaz isek genel olarak bir memnuniyetsizlik ve gelecek endişesi herkesi sarmış durumdadır. Avlanılabilen tür sayısı azalmış, av paylaşımındaki dengesizlik artmış, pazarın ve gelirlerin kontrolü komisyoncuların eline geçmiştir. Bu içinde bulunduğumuz bu durumun sebebi asla geleneksel kıyı balıkçıları değildir. Geleneksel kıyı balıkçıları av metotları ve araçları ile bu tahribatın sorumlusu olamazlar. Bu tahribatın sebeplerini yazmaya kalktığımızda her birimiz aynı sebepleri yazarız. Kıyı balıkçılığı bu sebepler içinde ilk ona bile girmez. Kalkan'ı, Uskumru'yu, Lüfer'i, ekosistemin bulunduğu kıyı yapısı tahribatının da sorumlusu küçük kıyı balıkçısı değildir. Kırmalıklar, mercanlar, tırandillik alanlar tonlarca ağırlıkta kurşun yakası olan gırgır ağları ile tahrip edilmektedir. Dileyen olursa bu tahribatların olduğu lokasyonlarını da söyler, iddiamızı ispat ederiz.
On yıllardır süren bu zalim düzenin mağdurları bellidir. Balık stokları ve tahrip olan kıyı tabanı ile birlikte, bu kıyılarda yüzyıllardır süre gelen geleneksel balıkçılığı. Geleneksel kıyı balıkçılığının tahrip olması ve bu tahribatın sonucunda giderek yok olması ise yüzyıllardır bu balıkçılığı sürdüren geleneksel kıyı balıkçılarının da tahrip olması demektir. Başkaları kar hırsı ile acımasızca canlı doğal kaynakları sömürdüğü, merkezi idarenin bu sömürü sürecine ilgisiz kaldığı için zarar gören bir sosyal gurup bu gün sebep olanlarla aynı kategoride değerlendirilip, aynı bedelleri ödeyemez.
Stok yönetimi yada başka avcılık kısıtlayıcı tedbirler tartışılırken bu tedbirlerin küçük kıyı balıkçılarına da uygulanması gerektiğini söylemek, hatta ima etmek yıllardır süregelen tahribatın ortağı olduğunu söylemek demektir. Küçük kıyı balıkçıları sebep olmadıkları bir zararı tazmin etmeyeceklerdir. Küçük kıyı balıkçıları bir suçun eşit ortakları değil balıkçılık rejimindeki adaletsizliğin mağdurlarıdır.
Kıyı avcılığının günün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiği bu konuda bir ihtiyaç olduğu tartışılamaz. Bu düzenlemeler, tür-zaman yasağı, ağ gözü açıklığı, uzatma ağlarında ağ boyları vs. gibi konularda yapılmalıdır.
Kıyı balıkçılığına kota talep etmek kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Kıyıların korunmasının ve demersal balık stoklarının iyileştirilmesi için başlayacağımız yer Gırgır avcılığının kıyıdan uzaklaştırılması ve yasadışı trol avcılığının kesinlikle engellenmesidir. Trol ağı teknik özelliklerinin (göz açıklığı ve ağ donamı) yeniden düzenlenmesi ve trol av alanlarının ekosistemin korunması gözetilerek yeniden düzenlenmesi bir zorunluluktur.
Kıyı balıkçılığının toplam av içindeki payı % 8 ler seviyesinde iken yapılması gereken onlara kota getirmek değil, bu payın % 15 ler seviyesine acilen çıkarılması için projeler üretmek ve onları hukuki koruma altına almaktır.
Büyük balıkçıların, bize yasak gelecekse size de gelsin, biz tutamazsak size de tutturmayız tehditlerinin giderek arttığı şu günler de, bunlara verilecek tek cevap vardır.
Biz adalet istiyoruz ve alacağız.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

La Coruna Bildirisi

La Coruna Bildirisi
 Sürdürülebilir Küçük Ölçekli Kıyı Balıkçılığını Avrupa Birliği Ortak Balıkçılık Politikası  (CFP) reformunun temeline oturtmak

Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı filoların %80'nini (araç sayıları olarak), yaklama miktarının değer bakımından %30'unu  oluşturur ve Avrupa Birliği su ürünlerinde%65 doğrudan iş imkanı sağlar.  Küçük ölçekli balıkçılık, yoğun olmayan bir tutumla, çeşitli türler üzerinde sezonluk olarak değişiklik gösteren avlanma metotları kullanarak, ekosistem üzerinde nispeten düşük oranda etki yaratır.

Bu tür balıkçılık aynı zamanda kayda değer ölçüde yan iş alanları meydana getirir. Gıda güvenliği, sosyal ve ekonomik istikrarı sağlanmasına büyük ölçüde katkı sağlayarak, kıyı toplumlarını ayakta tutacak sosyal, ekonomik ve kültürel dokuyu temin eder.

Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı, iyi tanımlanmış haklarla adilane bir şekilde ele alınır, sorumlulukla idare edilirse, uzun vadede sağlıklı balıkçılık ve sürdürülebilir bir geçim yolu sağlama potansiyeline sahiptir.
Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı filosu, yararlandığı alana büyük ölçüde bağlıdır ve en hassas, biyolojik olarak en zengin denizsel ekosistemlerde faaliyet gösterir. Bunun sonucunda geniş bir sorumlu yönetim tedbiri geliştirmiştir. Desteklendiği ve Avrupa Birliği, ulusal yöneticiler ve uygun bir hukuki çerçeve tarafından eşit fırsatlar sağlandığı takdirde, bu tedbirler temelinde gelişmesi, sürdürülebilir balıkçılığın ve Avrupa boyunca yer alan zengin denizsel ekosistemin korunmasını güvence altına alır.

Sivil toplum örgütleri (STÖ), deniz kaynaklarının korunmasının, sosyal adaletin ve ekonomik eşitliliğin sağlanmasının destekleyicileri olarak, gelecekteki balık stokları ve sürdürülebilir kalkınma hususunda kamu bilincinin oluşmasında önemli bir rol oynar. Politikanın belirlenmesi ve karar alma süreçlerinin demokratikleştirilmesini; kurumsal sürecin şeffaf, karar mercilerinin sorumlu bireyler olmasını ister.

Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı ilgilileri ve sivil toplum örgütleri; daha az katılım hakkı, destek ve itibar verilerek, karar alma aşamasında yetersiz temsil edilmektedir.

Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı birliğimiz ve sivil toplum kuruluşları, balık stoklarının ve gerekli alanlarda denizsel ekosistemin iyileştirilmesini, sürdürülebilir balıkçılığa desteği, sosyal ve çevresel ölçütlere göre balıkçılık erişim hakkını ve bu faaliyetlerin kazançlarının eşit miktarda dağılımını güvence altına alarak, Ortak Balıkçılık Politikası reformuna destekle, Avrupa balıkçılığını sürdürülebilir bir temele oturtma konusunda isteklidir.

Bu yüzden biz, belirtilen amaçlara ulaşabilmek adına Ortak Balıkçılık Politikası reformunu destekleme kararı aldık. Avrupa Birliği Komisyonu Balıkçılık- Denizcilik Komiseri, Avrupa Birliği Balıkçılık Bakanları ve Avrupa Parlamentosu üyelerine, aşağıdaki şıkları güvence altına alması için çağrıda bulunuyoruz:


-
İşlevsel bir deniz ortamı ve sağlıklı balık stoklarına doğru hızlı bir dönüşüm, sürdürülebilir balıkçılığın ön şartıdır. Sürdürülebilir küçük ölçekli kıyı balıkçılığının, aşırı avlanmanın durdurulmasını, yıkıcı avlanma faaliyetlerinin son bulmasını, sağlıklı balık stoklarının adil ve eşit ölçüde kullanımının sağlanmasını mümkün kılacağı fark edilmeli ve Ortak Balıkçılık Politikası reformunun temeline oturtulmalıdır.

- Ortak Balıkçılık Politikası reformu, küçük ölçekli kıyı balıkçılığını icra eden erkek ve kadın üyelerin, sivil toplum kuruluşlarının her alanda en geniş ölçüde katılımı sağlanarak, şeffaf ve demokratik olmalıdır.

- Balık kaynaklarına öncelikli erişim, çevresel açıya en uygun ve sosyal olarak en sürdürülebilir biçimde avlanma faaliyetlerini gerçekleştirenlere yönelik olmalıdır.
Temelden başlayarak katılmalı, sürdürülebilir kalkınmaya ağırlık veren ortaklaşa yönetim süreci* yoluyla uygun tedbirler uygulayan uzun zamanlı yönetim planları saptanmalıdır.

- Avlanma politikaları, kotaları ve diğer yönetim sistemleri ve avlanma metotları, biyolojik, besinsel ve ekonomik olarak önem taşıyan balık veya diğer su türlerini tehlikeye atmamalıdır.

- Paylaşılan stoklar ve ortak avlanma alanlarını hedef alan farklı gruplar arasında anlaşmazlıkları engellemek amacıyla anlaşılır şartlar ve usuller saptanmalı ve uygulanmalıdır.

- Karar alınmada sağlıklı avlanma faaliyetleri desteklenmeli, yerel balıkçılığa ekolojik ve osinografik bilgi sağlanmalı, balıkçılar ve bilim insanları arasında iş birliğine ön ayak olunmalıdır.

- Eğitim planlaması ve kadın veya erkek tüm balıkçıların karar alma sürecine katılımını (ve buna bağlı olarak bu süreçlerde söz hakkına sahip olmalarını) destekleyen etkin ortak yönetim gelişimi için Avrupa Balıkçılık Fonu ve diğer destek ölçütleri tarafından uygun yardım sağlanmalıdır.

*(Ortaklaşa yönetim süreci için:
http://www.mekonginfo.org/mrc_en/doclib.nsf/0/554c85f73d6ca1d6472568d40010b407/$file/fulltext.html)

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Japonya’daki Balıkçılık Yönetim Modeli ve Bu Modeli Oluşturan Değerler

Japonya’daki Balıkçılık Yönetim Modeli ve Bu Modeli Oluşturan Değerler
Dr.Mustafa ZENGİN – SÜMAE Balıkçılık Biyolojisi Bölüm Başkanı

Türkiye balıkçılığı açısından son derece  önemli ve güncel olan bir konunun, “Balıkçılık Yönetimi”konusunun, belli bir sınırlama ile anlatmanın zorluğunu yaşayarak bu yazıya başladığımı belirtmek istiyorum. Japonya’da kaldığım bir aylık zaman diliminde, gerek katıldığım kursta bizlere sunulan bilgiler, gerekse tanıtım gezilerindeki gözlemlerim, bu ülkedeki balıkçılığın bizdeki gibi merkezi yönetim tarafından ve sadece resmi otoritenin koyduğu kurallarla yönetilmediği gerçeğini çok net bir şekilde sergilemektedir. Japonya’da balıkçılık, bu kaynağı kullanan kişiler yani balıkçılar tarafından yönetilmektedir. Bu yönetim modelinde temel olarak insanın sahiplenme, mal edinme, koruma ve bireysel başarısını etkileyen temel kriterler ön plana çıkarılmaktadır. Bir tarafta kolektif, katılımcı ve toplumsal sorumluluğu paylaşma bilinci, diğer tarafta ise bireyin başarısını ön plana çıkaran, onun başarı ve kazanma güdüsünü kamçılayan bir anlayış egemen kılınmıştır.

Japonya’da balıkçılık yönetimi, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi geleneksel ve çağdaş değerlerin bir sentezi olarak uzun bir tarihsel süreçten sonra oluşmuş ve birçok deneyim geçirerek bu günlere kadar gelmiştir. Burada Japon halkının tarihten gelen birikimlerine ve geleneksel değerlerine gösterdiği önemin de payı büyüktür. Balıkçılık kaynaklarının yönetiminde doğrudan etkili ve söz sahibi olan kooperatiflerin gelişimi incelendiğinde, bu oluşumların daha 1800’lü yılların sonundan itibaren izlerine rastlanmaktadır. Feodal dönemde samuray kanunları, balıkçı ve balıkçı köylerinin de yönetimini kapsıyordu. Bu dönemde her feodal idare kendi avladığı ürünün karşılığında ihtiyacı olan mal değişimini balıkçı birlikleri yoluyla sağlıyor ve merkezi otoriteye (Tokugawa Shogun) adil olmayan vergiler ödüyordu. 1868 yılında Japonya’da feodal sistem son buldu ve balıkçıların kendi haklarını da içeren ve ilk sivil balıkçılık birliği ve bunun yönetim ilkelerini belirleyen “Balıkçılık Kanunları” doğmuş oldu. Bu tarihten sonra giderek geliştirilen ve değişime uğrayan balıkçılık yönetim modeli İkinci Dünya Savaşının bitimini izleyen yıllarda, 1948 yılında bugünkü modern şeklini aldı. Ancak bu yönetim modeli hiçbir zaman statik olmamış, birbirini izleyen yıllardan günümüze kadar demokratikleşme süreci devam etmiş, balıkçıların hak ve sorumlulukları sürekli olarak ekosistemin değişen durumuna ve balıkçıların sosyo-ekonomik konumlarına göre şekillenmiştir. Bu gelişmede en önemli referansı sosyo-ekonomik ve biyolojik araştırma sonuçları oluşturmuştur.

Japonya’daki balıkçılık kooperatifleri ve bunların oluşturduğu üst birliklerin işlevi, ülkemizde olduğu gibi salt balıkçıların gereksinim duyduğu bazı av araç ve gereçlerini temin etmekle sınırlandırılmamıştır. Bu yönetim birlikleri çok fonksiyonlu işlevleri sayesinde; av sahasındaki avcılığın düzenlenmesinden, balıkçı lisanslarına, avlanan ürünün satışına, kredi ve finans teminine, balıkçılık araştırmalarına destekten, balıkçılık politikalarını belirlemeye ve en önemlisi kaynağı kullanırken her türlü kararı verme ve uygulamada yetkili olmaya kadar çok geniş bir sorumluluk yelpazesini üstlenmişlerdir. Son derece komplike bir yapı sergileyen bu sistem sayesinde Japonya bugün, su ürünleri konusunda dünyada en fazla üreten ve en fazla tüketen ülkelerin başında yer almaktadır.
Kıyı balıkçılığı yönetim modelinde, temel olarak bu kaynağı kullanan balıkçının, sahiplendiği kaynağın kendisine ait olduğu fikri ön plana çıkartılmıştır. Balık üretiminin sürekliliğini sağlayabilmek, stokları belli seviyelerde kullanmak ve korumak için ülkedeki idari yapılanmaya bağlı olarak alt alanlar sistemi getirilmiştir. Bu sistemde, her idari bölge kendi sınırları içerisinde kalan av sahasında avcılığı düzenleyecek önlemler almaktadır. Bölgesel balıkçılık modelinde her balıkçı yasal olarak bağlı olduğu idari bölgenin dışında avcılık yapamamakta, lisanslı her balıkçı kendi bölgesinde avlanabilmekte, her av dönüşünde avladığı ürünü kooperatifin tesis ettiği satış yerinde bizzat kendisi pazarlamakta ve av ile ilgili tüm kayıtlar doğrudan kooperatifin ilgili birimine aktarılmaktadır. Kooperatif üyesi balıkçılar, bu hizmetlerin karşılığında tüm yıl boyunca avladığı toplam ürünün miktarına bağlı olarak, araştırma, geliştirme ve balıkçılık kaynaklarını korumak amacı ile oluşturulan fona, %3 ve %5 arasında bir ödeme yapmaktadır. Bu şekilde pazarlama sürecindeki aracı tekeli en aza indirilerek, avlanan ürün doğrudan tüketiciye sunulmaktadır.
Bugün Japonya’da her bir balıkçılık sahasında, o sahanın ekolojik özelliklerine, balıkçılık tipine ve balığın biyolojik özelliklerine uygun son derece çoklu/spesifik bir yönetim modeli geliştirilmiştir. Bu modelde, ilgili kooperatife üye her bir balıkçının aynı saatte limandan ayrılarak belirlenen av sahasında, av operasyonuna birlikte başlaması ve eşit sürelerde av sahasını terk etmesine varıncaya kadar en küçük ayrıntı dahi göz ardı edilmemiştir. Bu düzenleme, idari ya da hukuki kurallarla belirlenmiş olmasına karşın uygulamada etken olan faktör bireysel disiplin ruhu ve kendi kendini kontrol mekanizmasıdır. Bu ülkede rekabete dayalı piyasa kuralları geçerli olmasına karşın, balıkçıların birbirinin haklarına saygılı olmaları ve bu sınırı sürekli korumaları ahlaki bir kural olarak kurumsallaşmıştır.

Bu kurs süresince Japonya’nın farklı balıkçılık bölgelerinde kıyı balıkçıları ve kooperatif yöneticileri ile yaptığım sohbetlerde, özellikle bizim ülkemizde kıyı balıkçıları ve büyük balıkçı grubunu oluşturan gırgır ve trol balıkçıları arasında yaşanan karşılıklı çıkar çatışmasının burada yaşanmadığını gördüm. Farklı balıkçı grupları kendi sahalarında birbiri ile barışık ve saygıya dayalı olarak üretim faaliyetlerini sürdürmektedir. Her kooperatifte, bir araştırma personeli gözlemci ve danışman olarak istihdam edilmekte, balıkçılıkla ilgili tüm bilgilerin aynı zamanda enstitü veya üretim istasyonlarına akışı sağlanmaktadır.
Japonya’nın Kuzeydoğu bölgesinde, Pasifik Okyanusu kenarında yer alan ve karides balıkçılığı ile karakterize edilen Niigata’da, kıyısal balıkçılık, son derece dik, ve kıyıdan itibaren 2 km’lik bir mesafede 300 m derinliğe kadar olan dar bir sahada yapılmaktadır. Bu bölgede 1987 yılına kadar karides avcılığında önemli bir üretim artışı sağlanırken, bu yıldan itibaren gerek karides avında gerekse avlanan bireylerin boy dağılımında hızlı bir düşüş gözlenmeye başlamıştır. Pazar fiyatlarının düşmesi nedeniyle balıkçı kooperatifi bu durumu çözmek için 1989 yılından itibaren farklı büyüklükteki ağ gözü uygulamalarını başlatmış ve bu gönüllü uygulamalarına karşın karides stoklarında önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Kooperatif yönetimi bölgedeki balıkçılık araştırma enstitüsüne ağ gözü artırımının etkisini araştırmak amacı ile bir öneride bulunmuş ve 1998 yılında yürütülen araştırmalarda karides stoklarındaki zararın çok küçük ağ göz açıklığı uygulamaları sonucunda meydana geldiği tesbit edilmiştir. Bu sonuçlardan sonra kooperatif yönetimince alınan bir kararla trol torbası ağ göz açıklığı 17.8 mm’den, 30.3 mm’ye çıkartılmıştır. Ayrıca doğal karides stoklarını desteklemek ve optimum miktardaki avı sağlamak amacı ile her yıl kooperatif tarafından bu bölgede yetiştiricilik yoluyla elde edilen 7-8 milyon yavru birey denize bırakılmaktadır. Buna benzer uygulamalar, adanın Kuzeybatısında, Japon Denizi kenarında yer alan Ibaraki ve Akita balıkçı kooperatifleri tarafından, Japon pisi balığı ve çok özel bir balık türü olan kum balığı (Hatahata) için de uygulanmaktadır.
Bugün Japonya’da tüm ülke insanı için balıkçılık bir yaşam biçimini ifade etmektedir. Avcılıktan, sportif balıkçılığa, balık işleme ve değerlendirmeden, yemek çeşitlerine kadar hayatın her kademesinde bu sektörün etkileri hissedilmektedir. Belki de Japon halkının uzun bir hayat sürmesinin sırrı burada yatmaktadır. Bu ülkede, çalışmayı bir hobi haline getirmiş ve asla emekli olmayı düşünmeyen, 70-75 yaşına ulaşmış ve fabrikalarda balık etini işleyen yaşlı kadınlarından, torununa ağ tamirini öğreten, yüzündeki derin çizgilerde bütün bir yaşamın engin tecrübe ve bilgeliği saklı yaşlı balıkçısına kadar, tüm insanlar deniz ile varolmaya ve onu sonsuza değin yaşamaya sanki yemin etmiş gibiler....

23 Nisan 2011 Cumartesi

Nasıl Bir Balık Hali Olmalı?

Nasıl Bir Balık Hali Olmalı?
Balık hallerinin nasıl olması gerektiği konusunu yine başta eğitim, fiziki konum, yönetmelik, uzman personel, çalışma şekli, örnek üzerinden müzayede, internet kullanımı ve internet üzerinden satış, sağlık ve temizlik, istatistikler başlıkları altında değerlendirmek mümkün görülmektedir.
Eğitim
Balık hallerinde alıcı ve satıcı esnaf (komisyoncu), müstahsil, hal içi taşıyıcı, nakliyeci, kaşarcı, temizlik ve güvenlik elemanları ile belediye çalışanları bulunmak zorundadır. Hal içerisinde dolaşımı sağlayan bu görevlilerin gıda ve insan sağlığı, çevre temizliği ve hijyen konularında hizmet içi eğitimden geçirilmeleri gerekmektedir. Eğitim sonrası uyulması gereken kurallara uymayanlara yaptırım, tekrarı halinde balık satmasına, almasına, taşımasına kısacası su ürünü ile temasına müsaade edilmemelidir.
Halin Altyapısı - Fiziki Konumu
Balık halleri denizden bağımsız düşünülemeyeceğinden tercihen deniz kenarında kurulmalıdır. Kıyıdan uzaktaki bir hal birçok problemi de içinde barındıracaktır. Buna İzmir Balık Hali örnek gösterilebilir. İzmir civarında avlanan balıkların önemli bir kısmı hale getirilmemekte, kaçak satılmaktadır. Altyapı ve fiziksel şartlar açısından bir balık halinin kesinlikle sahip olması gereken başlıca özellikler şöyle sıralanabilir:
• Haller tamamen kapalı bir mekan olarak inşa edilmeli, uygun aydınlatma ve havalandırma koşullarına sahip olmalı, kapı ve pencerelerde koruyucu sineklikler ve haşere girişi önleyicileri yer almalıdır.
• Ürün kabul alanları oluşturulmalıdır. Hale gelen ürünlerin gerekli teknik sağlık, av yasakları kontrolleri yapılarak, kayıtlar bu noktalarda tutulmalıdır.
• Hale gelen su ürünlerinin en kısa sürede girişi ve çıkışını sağlayabilecek taşıma hatları, nakil bantları, yükleme ve boşaltma rampaları kurulmalıdır. Bu sayede en kısa sürede ürünlerin alımı, satımı ve nakliyesi sağlanmış olacaktır.
• Ürün ve personel giriş-çıkış kapıları sınırlandırılmalı, ürün, alıcı ve satıcıları kontrol altına alınmalı, düzgün bir iş akışı sağlanarak, hal içerisinde oluşan kargaşa önlenmelidir.
• Günlük ürün giriş kapasitesine göre; alıcı ve satıcıya kolaylık sağlayacak büyüklükte müzayede alanları oluşturulmalı ve su ürünlerinin sıhhi ve geniş ortamlarda satılması sağlanmalıdır.
• Müzayede alanında fiyat oluşumunun sağlanmasında etkili olacak ürünlerin değerlerinin ve satış sonuçlarının duyurulacağı dijital-elektronik gösterim panoları oluşturularak alıcıya, satıcıya ve işleyişe kolaylık sağlanmalıdır. Mezada katılanların dışındaki kişiler için bir mezat izleme locaları bulunmalıdır.
• Mezat alanının çevresinde en az 2 aracın geçebileceği genişlikte yol bulunmalıdır.
• Hallerin zemin, tavan ve duvarlarının pürüzsüz ve kolaylıkla temizlenebilir özellikte yapılması sağlanmalıdır. Yapılacak düzenlemelerle kirlilik ve yetersiz temizlik nedeni ile mikroorganizmaların oluşması ve halk sağlığının riske atılması engellenmelidir.
• Balık kanı, suyu, ezilen, dökülen balıklar, kırık ambalaj malzemeleri vs. nedenlerle oluşan atık ve artıkların çevreye ve toplum sağlığına zarar vermesi engellenmelidir.
• Kaliteli içme ve kullanma suyu kullanımı sağlanmalı, sağlıklı buz üretim ve depolama üniteleri oluşturulmalıdır.
• Sıhhi tesisata sahip elle temas edilmeden kullanılan otomatik musluklu lavabolar tesis edilmeli, temizlik ve dezenfektan maddelerin depolanacağı dolapların oluşumu sağlanmalıdır. Bu sayede kişisel bulaşma önlenerek, ürün güvenliği korunacaktır.
• Su ürünlerinin şoklanacağı ve depolanacağı soğuk muhafaza üniteleri kurulmalı, mevcut soğuk muhafaza depolarına teknolojik bakım ve rehabilitasyon yapılmalıdır. Soğuk muhafaza depoları kullanım ve düzen yönünden sürekli kontrol altında tutulmalıdır. Bu sayede ürünlerin soğukta depolanması sağlanarak, sıcak mevsimde ve alıcı bulunmadığı dönem içerisinde ürün kalitesi korunmuş olacaktır.
• Personel için soyunma odaları, dolaplar, tuvalet ve duş yerleri oluşturulmalıdır. Böylece çalışanların temiz ve sağlıklı koşullarda hizmet vermesi sağlanacaktır.
• Sağlıklı ambalaj malzemeleri satış deposu kurulmalıdır. Bu da hallere gelen ürünlerin en sağlıklı strafor ve plastik kasalarda muhafaza edilmeleri sağlayacaktır.
• Ürünle temas halinde bulunan malzeme ve teçhizatın temizlenip dezenfeksiyonunun yapılacağı sıcak su hatlı yıkama ve dezenfeksiyon ünitesi oluşturulmalıdır. Böylece halde kullanılan tüm malzemelerin temizlik ve dezenfeksiyonu sürekli yapılabilecektir.
• Çöp ve atık depolama alanları oluşturulmalı, hal içerisinde su geçirmez, paslanmaz kolay temizlenebilir atık depolama kaplarının bulundurulması sağlanmalıdır.
• Yazıhaneler, bürolar, idari üniteler, hakem kurulu bürosu, denetim ve kontrol noktası gibi üniteler kurulmalıdır. Böylece işleyiş, yönetim, kontrol ve oluşacak sorunların çözümü gerçekleştirilebilecektir.
• Su ürünü getiren ve nakleden araçlarla birlikte; alıcı, satıcı ve idarecilerin kullanımına yönelik yeterli büyüklükte otopark alanları oluşturulmalıdır.
Yönetmelik
Balık hallerinin mutlak suretle uyması gereken, mezadın nasıl yapılacağını, kimlerin katılabileceğini, kayıtların nasıl tutulacağını belirten bir çerçeve yönetmeliğin hazırlanması ve hallerin işleyiş bakımından bu yönetmelik hükümlerine göre yönetilmesi zorunludur. Bu olmadığı takdirde bir yetki ve sorumluluk karmaşası çıkmaktadır. Bugün, bazı balık hallerinin yönetmeliği yoktur. Bu durum haller arasındaki satışlarda sorunlara neden olmaktadır.
Eğitimli ve Tecrübeli Personel İstihdamı
Yapılacak olan yönetmelikte balık hali müdürlerinin; müdürlük içerisindeki birimlerin ve birim şeflerinin kimler olabileceği tarif edilmelidir. Aynı zamanda çalışacak teknik personel sayıları kapasiteye göre belirtilmelidir.
Balık Hallerinin Çalışma Şekli
Ülke genelindeki tüm balık hallerinin ortak bir çalışma standardına kavuşturulması için aşağıdaki hususlar göz önünde tutularak bir düzenleme getirilmelidir:
• Belediyelerce işletilen su ürünleri hallerinde Hal Müdürlükleri, müzayede görevini üstlenmelidir. Oluşturulacak bir sistem ile müzayede yöntemi, sorumluları ve saatleri belirlemeli, satış işlemleri belirlenen ve ilan edilen saatler içerisinde yapılmalıdır.
• Belediye; müzayede sistemi içerisinde, fiyat oluşumunda ve satışların yönetiminde
doğrudan görev almalıdır.
• Hal içerisindeki işleyiş kesin kurallarla yürütülmeli, uymayanların faaliyetleri kısıtlanmalı veya faaliyetten men edilmelidir.
• Su ürünleri hallerine ürün getirecek kişilerden; getirdikleri ürüne ilişkin olarak ürünlerin özelliklerini ve hale geliş koşullarını gösterir “Giriş Belgesi” alınmalı ve bu belge ile ürünlerin hal içerisinde satımına müsaade edilmelidir.
• Ürünlerin satılarak halden çıkarılması esnasında “Giriş Belgesi”ne ve yapılan kontrollere bağlı olarak; ürünün özelliklerini, nakil koşullarını ve nakledileceği yerleri gösterir “Sevk Belgesi” düzenlenmelidir.
• Hal müzayede alanında satışa sunulan tüm ürünler yükselticiler veya paletler üzerinde sergilenmelidir.
• Habersiz, kontrolsüz ve kaydı yapılmayan ürünler ile yetki ve izin verilmeyen kişilerin hal ve içerisindeki ünitelere girişi engellenmeli, giriş- çıkış noktaları kontrol altında tutulmalıdır.
• Halde yer tahsisi yapılmış olan yazıhane sahipleri de dahil, çalışan tüm personel giriş öncesi çizme, önlük, eldiven, galoş vb. giysilerle içeri alınmalı, işletmeci tarafından düzenlenmiş olan kendisini tanımlayacak ve görevini belirleyecek bilgilerin yer aldığı “Kimlik Kartı” taşımalıdır.
• Su ürünleri müstahsilleri, bunların üst kuruluşları, komisyoncu, balıkçı esnafı ve işletmeciler arasındaki anlaşmazlıkların çözümlenmesinde, öneri getirmekle yetkili ve sorumlu olan bir hakem kurulu oluşturulmalı ve uygun çalışma ortamı sağlanmalıdır.
• Denetim ve kontrol üniteleri, kayıt ve kontrol birimleri oluşturularak yeterli teknik ve idari personel görevlendirilmelidir.
• Bilinçsiz faaliyetlere yönelik balıkçıların birbirlerini uyarmaları istenmeli, ürünlerin sağlığını bozacak kirli sularla ürünlere işlem yapan, kirli ortamlarda balık temizleyen, ayıklayan, tasnif eden ve ambalajlayan, temizliğe dikkat etmeyen kişiler uyarılmalı ve faaliyetlerine son verilmelidir. Bu amaçla, herkesçe görülebilir uyarı levhaları kullanılmalıdır.
• Halde düzenli aralıklarla su ve buz analizi yapılmalı, iyileştirici önlemler alınmalıdır.
• Hale girecek her türlü üründe tahta kasaların kullanımı yasaklanmalı, plastik ya da strafor malzemelerin kullanımı sağlanmalıdır.
• Kasalara fazla ürün doldurulmasının yol açtığı yere dökülme, ezilme ve kalite bozulmasına neden olacak faaliyetler durdurulmalıdır.
• Müzayede ya örnek üzerinden ya da internet üzerinden yapılabilmelidir. Örnek üzerinden satış muhakkak uygulanmalıdır.
Halde ürünler geliş sırasına göre soğuk hava deposuna alınıp etiketlenir. Bu salona görevlilerin dışında kimse alınmaz. Ürün depoya alınıp kaydı tutulduktan sonra satış işlemi gerçekleşir. Bu sistemde de en az iki ayrı deponun bulunması önemlidir. Müzayedeye katılacak kişiler günlük teminatlarını yatırdıktan sonra müzayedeye katılabilirler. Müzayedememurları tarafından ürününün miktarı ve özellikleri ilan edildikten sonra tesadüfen seçilecek örnek kasa salona getirilip alıcıların görmesi için bant üzerinde gezdirilerek teşhir edilir ve stok bitinceye kadar satışı yapılır. Satışı yapılan ürünün halden çıkışı için, alıcının satış ücretini ödemesi istenmelidir. Alıcının ürünü almaktan vazgeçmesi halinde teminatı iade belediye bütçesine gelir kaydedilmelidir. Aynı davranışın üç kez tekrarı halinde ilgilinin müzayedeye katılması engellenmelidir. Bu satış sisteminin yürümesi için, kilo ve kalite standardı olmalıdır. Bu standart sağlanmazsa, alıcılar aldatılmış duruma düşerler ve buna karşı yaptırım getirilmelidir. Ancak, satış müstahsil ya da komisyoncu adına yapılacağı için alıcı esnafın o kişiye ait ürünlerin mezadında gereken ücreti vermeyeceği ve değerinin altında satış yapılacağı için kısa sürede bu standart otomatik olarak sağlanacaktır. İnternet üzerinden satış, basitçe yukarıdaki yöntemin internet üzerinden yapılmasıdır. Ancak ülkemizde balıkçılık ile uğraşan üretici ve esnafın büyük bir çoğunluğu internet dünyasını bilmemektedir. Zamanla bunun değişeceği beklenmeli ve dışsatım çerçevesinde de değerlendirilmeli ve hazırlıklı olunmalıdır.
Balık Hallerinde Sağlık ve Hijyen
Su ürünleri hallerinde, çalışma esnasında uyulması gereken teknik ve hijyen şartlar asgari olarak aşağıda belirtilen şekilde olmalıdır:
• Su ürünleri hali sadece ürünlerin satışı, muhafazası, gerektiğinde değerlendirilmesi ve paketlenmesi amaçlarına yönelik olarak kullanılmalıdır.
• Hiçbir şekilde yazıhane yada büro önünde, içinde, müzayede alanında veya satışla ilgili bölümün herhangi bir yerinde baş kesme, iç organ alma, temizleme, yıkama, buz kırma işlemleri yapılmamalıdır. Bu tür işlemler halde, bu amaçla ayrılmış bulunan ünitelerde gerçekleştirilmelidir.
• Hal içerisinde tahta kasa veya doğrudan ürünlerle temas eden yerlerde, alet ve ekipmanlarda tahtadan üretilmiş malzemeler kullanılmamalıdır. Ürünün özelliğine göre bir kullanımlık olmak üzere diğer materyalden yapılan muhafaza kapları kullanılabilir.
• Ürünlerin muhafaza edildiği her kapta ancak tek tür su ürünü bulundurulmalıdır.
• Plastik kasaların iç ve dış yüzeyleri, her satış sonrası ve her kullanım öncesi uygun kullanım suyu ile yıkanarak temizlenmeli ve dezenfekte edilmelidir.
• Ürünlerin canlı olarak muhafaza edildiği durumlarda, en iyi yaşamsal ortamı sağlayacak şekilde, portatif stok düzenekleri, uygun kullanma suyu kriterlerine sahip, durgun olmayan, akışkan sistemli temiz su ile beslenmelidir. Bu sistemin uygun tahliyesi olmalıdır.
• Çıkardıkları egzoz gazının, su ürünlerinin kalitesini etkilemesine neden olabilecek araçların dolaşımına ve faaliyetine izin verilmemelidir.
• Halin iş öncesi ve sonrası temizliği bir temizlik planı doğrultusunda düzenli olarak, uygun maddelerle yapılmalı ve bunlara ilişkin kayıtlar tutulmalıdır.
• Halde çalışan tüm personel önlük ve çizme giymeli, kendisini tanımlayacak bilgilerin yer aldığı ve işletmeci tarafından düzenlenmiş olan kimlik kartı taşımalıdır.
• Halde görevli olanlar dışında giriş çıkışlar kontrol altında tutulmalı, bu kişilerin giriş öncesi, işletmeci tarafından temin edilecek çizme, önlük, galoş gibi hijyenin sağlanmasına yönelik giysilerle içeri alınmaları sağlanmalıdır.
• Tüm çalışanlar ve işçiler için, işe başlamadan önce resmi bir kurumdan alınan ve su ürünleri tesislerinde çalışabilir ifadesinin yer aldığı sağlık raporu bulunmalıdır. Periyodik sağlık kontrolleri ise, portör muayeneleri ve akciğer raporunu gösterecek şekilde 3 ayda bir yapılarak sağlık kartlarına işlenmelidir.
• Ürün boşaltma işlemleri hızlı bir şekilde yürütülmeli, ürün yapısına uygun sıcaklığa sahip depolara nakledilmelidir. Ürünlerde hasara neden olmayacak ekipman kullanılmalıdır.
• Boşaltma ekipmanları, temizlenmesi ve dezenfeksiyonu kolay olan bir materyalden yapılmış olmalı ve uygun şartlar altında muhafaza edilmelidir.
• Kullanılan tüm alet ve ekipman sağlığa uygun, kolay temizlenebilir ve dezenfekte edilebilir, pürüzsüz, paslanmayan ve kontaminasyona yol açmayan malzemeden yapılmış olmalı, daima temiz bulundurulmalıdır. Tüm malzemeler, alet ve ekipmanlar ısı, buhar, asit, alkali, tuz gibi maddelere dayanıklı olmalıdır.
• Su ürünlerinin ambalajlanmasında, üretim izni almış materyalden yapılmış ambalaj malzemeleri kullanılmalıdır.
Balık Hallerinde Kayıtların Tutulması
Hale gelen ürünler tür ve miktar olarak tespit edilmektedir. Ancak miktar tespitleri kasa, adet, çift ve kg olarak yapılmaktadır. Örneğin lüfer adet olarak, palamut, torik çift olarak diğer ürünler ise kasa olarak tespit edilmekte bazı ürünler de (çipura, levrek ve kalkan gibi) kg olarak tespiti yapılmaktadır. Daha sonra bu ürünler çarpan değerleri ile kg olarak değerlendirilip istatistiklere yansıtılmaktadır. Ağırlık, (kg) değerleri sadece istatistik kayıtlarını hazırlamak için yapılmaktadır ve düzenli olarak TÜİK ve Tarım İl Müdürlüğü’ne bildirilmektedir.
Bu işlemde yapılan iki yanlış vardır. Örneğin kalkanda ağırlık tespiti tamamı ile tahmini değerler üzerinden yapılmaktadır. Kasa tespiti yapılan ürünler ise ürüne ait ortalama kg değerleri tespit edilmektedir. Bu değer hamsi için 1 kasa = 20 kg gibi. Balık haline gelen ürünlerin kasalarında kg standardı olmadığı için sapmalar olabilmektedir. Herhangi bir nedenle tespiti yapılamayan ürünler kayıtlara girmemektedir. Ayrıca ürünün izlenebilirliği mevcut değildir. Örneğin İstanbul balık halinden diğer şehirlere nakledilen ürünlerin hal çıkışıkaydının yapıldığına ait belge bulunmadığından mükerrer kayıtlar söz konusu olabilmektedir.

Dokuzuncu Kalkınma Planı Balıkçılık Özel İhtisas Komisyonu Raporu

22 Nisan 2011 Cuma

Balık Halleri



Balık halleri, su ürünlerinin açık artırma ile toptan satışının, muhafazasının, kalite, hijyen ve sağlık kontrolünün ve dağıtımının yapıldığı toptan satış yerleridir. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu, balık hallerinin belediyelerin yanı sıra, gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulmasına imkan sağlamaktadır. Ancak ülkemizde, toptan satışların gerçekleştirildiği işlem hacmi yüksek su ürünleri hallerinin tamamı Belediyeler tarafından kurulmuş ve işletilmektedir. Bu da Belediye Kanunu ve Büyükşehir Belediye Kanunlarında, belediyelerin toptancı halleri tesis ve idare görevlerinin bulunması ve hal kurmak isteyenlerin belediyelerden izin alması gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Buna bağlı olarak, gerçek ve tüzel kişiler yeni hallerin kurulmasında yeterince etkin olamamaktadırlar.

Su ürünlerinin pazarlanması ve korunması için önemli işlevi olan su ürünler halleri henüz ülke çapında yeterli sayıda bulunmamaktadır. Ülkemizde, işlem hacmi yüksek başlıca 10 adet su ürünleri hali bulunmaktadır:

1. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Su Ürünleri Hali 6. Çanakkale Belediyesi Su Ürünleri Hali

2. Samsun Büyükşehir Belediyesi Su Ürünleri Hali 7. Bursa Büyükşehir Belediyesi Su Ürünleri Hali

3. İzmir Büyükşehir Belediyesi Su Ürünleri Hali 8. Balıkesir-Bandırma Su Ürünleri Hali

4. Ankara Büyükşehir Belediyesi Su Ürünleri Hali 9. Trabzon Belediyesi Su Ürünleri Hali

5. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Su Ürünleri Hali 10. Ordu Belediyesi Su ürünleri Hali.

Son yıllarda, güvenilir su ürünlerinin tüketimine yönelik olarak, özellikle Avrupa Birliği mevzuatına uygun çalışmalar yapılmış olmasına karşın, henüz ülkemizdeki su ürünleri hallerinin hiç birisi fiziksel ve alt yapı şartları açısından Avrupa Birliği standartlarında bulunmamaktadır.

TKB tarafından hazırlanan ve 19 Haziran 2002 tarih ve 24790 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Su Ürünleri Toptan ve Perakende Satış Yerleri Yönetmeliği” ülkemizde, güvenilir su ürünlerinin tüketimine yönelik olarak Avrupa Birliği standartlarına eşdeğer bir mevzuat çalışmasıdır. Bu yönetmelikle su ürünlerinin toptan ve perakende satışlarının disipline edilmesi, daha sağlıklı ve kaliteli su ürünleri tüketiminin sağlanması, hammaddeden yani üretimden başlayarak, tüketime kadar her aşamadaki satış şartlarının kontrol altına alınması amaçlanmıştır. Bu yönetmelikte; su ürünleri hallerinde bulunması gereken üniteler, uyulması gereken asgari genel teknik, hijyenik, fiziksel ve altyapı şartları ile bu yerlerin kurulma, çalışma, yönetim ve işleyişine yönelik hususlar ve düzenlemeler yer almaktadır.

1380/3288 Sayılı Kanun ile balıkhane dışında su ürünleri satışı serbest bırakılmıştır. Bu durum, su ürünlerinin kontrolsüz satışının yapılmasına imkan verdiği gibi, avlanan ve pazarlanan miktarın tam olarak bilinememesine de neden olmuştur. Altyapı yatırımları tamamlanmadan bu Yönetmeliğin yürürlüğe girmesi de beklenemez. Son yıllarda su ürünleri toptan satış yerleri konusunun TKB’nca sürekli gündemde tutulması ve takip edilmesi nedeniyle yapılan çalışmalar yavaş yavaş sonuç vermeğe başlamıştır. Belediye Başkanlıklarınca AB standartlarında modern su ürünleri hallerinin kurulmasına yönelik yeni haller planlanmakta, mevcutlar ıslah edilmeye çalışılmaktadır. Ancak, gelişmeler istenilen düzeyde değildir. Ayrıca, balıkçılar, alıcı ve satıcılar yapılan çalışmalara yoğun bir destek vermekte, hallerin bir an önce sağlıklı, fiziki ve teknik şartları yüksek ortamlara dönüşmesini, tüketiciler ise taze, sağlıklı ve güvenilir ürün alabilmek için toptan satışın yapıldığı balık hallerindeki koşulların en kısa sürede iyileştirilmesini beklemektedirler. Haller konusu incelenirken, kapasite bakımından en büyük ve pazarlama yönünden de önemli olmasına rağmen hala birçok eksikliği olan “İstanbul Balık Hali” örnek olarak aşağıda değerlendirilmektedir.

İstanbul Balık Hali

Eminönü-Bakırköy sahil yolu ile Marmara denizi arasına sıkışmış bir konumda olan İstanbul (Kumkapı) Balık Halinde, 1350 m2’lik iki katlı idari bina, 4800 m2’lik bir müzayede salonu, toplam 117 komisyoncu yazıhanesi, 5 paketleme tesisi, 690 m2’lik bir buzhane, 12 soğuk hava deposu, 1 modern şoklama tesisi ve soğuk hava deposu bulunmaktadır. Bunun yanında, 460 m2’lik kalorifer dairesi ve depo, 2 lokanta, 1 kahvehane, yaklaşık 11,000 m2’lik otopark alanı ile 3 adet kazıklı iskelesi bulunmaktadır. Hal, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca işletilmektedir. 1994’den sonra mezat alanı 4800m2 ye çıkarılmış, üzeri kaplanmış, sosyal amaçlı bir bina yapılmıştır. Yılda ortalama 25–40 bin ton balığın satışı yapıldığı İstanbul Balık Hali Müdürlüğü’nde 13 Su Ürünleri Mühendisi, 6 Veteriner Hekim, 1 Biyolog ve 1 Doktor ile birlikte ortalama 150 kişi hizmet vermektedir.

Halin işleyiş durumu

1977 öncesinde uygulanan yönetmelik gereği, her türlü işlem Hal Müdürlüğü tarafından yapılmakta; esnaf-komisyoncu ve müstahsil birbirlerine karşı güvence altına alınmış durumdaydı. Hale kara ve deniz yolu ile gelen balıklar önce mezat alanında geliş sırasına göre depolanır ve tespit personellerince tespiti, veteriner hekimlerce muayenesi yapıldıktan sonra sabah saat 06.00 dan itibaren belediye satış memurlarınca satılır ve satış katibi tarafından müzayede cüzdanlarına işlenir, satıştan kaynaklanan vergi kayıpları yaşanmazdı. Satıştan sonra balıkların irsaliye ve faturası Müdürlük tarafından düzenlenir ve naklinin yapılabilmesi için irsaliyesi esnafa verilirdi. Alıcı sattığı ürünün faturasını, ertesi gün Müdürlük veznesinden almış olduğu balığın alıp, satış bedelini öderdi. Üç gün içinde ücretini ödemeyen esnafa yapılmaz ve almış olduğu ürünlerin bedeli Müdürlüğe vermiş olduğu teminattan tahsil edilirdi. Bu şekilde komisyoncunun zarara uğramaması sağlanırdı. Müdürlük veznesinde toplanan paralardan satışa ait KDV ve belediye rüsumu düşüldükten sonra kalan para ilgili komisyoncuya verilir, ilgili komisyoncu da kendi komisyonunu aldıktan sonra kalanını müstahsile öderdi. Müstahsil müdürlük ile bu konuda muhatap değildir. Maliyenin alacağı olan KDV ise Müdürlük tarafından yatırılması gereken sürede Maliye veznesine yatırılırdı. Hal tamamıyla müdürlük denetiminde olduğu için düzen ve intizam konusunda daha az karmaşa söz konusu olmaktaydı. Satışı yapılıp, irsaliyesi düzenlenen su ürünleri hal çıkış kapısında tekrar denetlenir ve Müdürlük tarafından satışı yapılmayan ürün var ise gerekli yasal işlem yapılırdı. Ayrıca avlanması yasak olan su ürünlerine Tarım Bakanlığı denetim elemanlarınca el konur ve müdürlük satış elemanlarınca müzayede usulü ile satılır ve satış bedeli emanet defterine kayıt edilir ve KDV ile birlikte tamamı maliye veznesine yatırılırdı. Anılan sistemde hiçbir işlem, tek bir kişinin inisiyatifine bırakılmamaktadır. İşyoğunluğundan dolayı tespit eksikliği söz konusu olsa bile satış resmen yapıldığı için satış cüzdanlarında fazlalık çıkacak ve dolayısı ile bu var olan fazlalık yine tespit kayıtlarına girecektir. Eğer hem tespiti ve hem de satışı yapılmadan (kaçak) ürün satışı yapılacak olursa bu kez hal çıkışındaki irsaliye denetiminde ortaya çıkacaktır ve yasal işlem uygulandığı için tekrar resmi kayıtlara intikal edecektir.

Bu sistemin avantajı, bütün kontrol ve otorite Müdürlükte olduğu için istatistikî kayıtlar gerçek işlemi yansıtmakta ve devletin KDV ve gelir vergisi gibi mali alacakları düzenli ve satış bedelleri üzerinden yapılmakta olduğundan vergi kaybı minimum seviyededir. Ayrıca hal’de düzen ve intizam daha kolay sağlanmaktadır. Dezavantajı ise, Hal’de yük Müdürlükte giderleri artmakta ve tüm mali işlemlerin müdürlük tarafından yapılmasından dolayı örneğin istenmeyen gelişme töhmet ve zan altında kalma olayları söz konusu olmaktadır. Ancak sistemin değiştirilmesindeki temel etken serbest piyasa ekonomisine geçme isteği olduğu söylenebilir. 1997’de yapılan Yönetmelik değişikliği ile Balık Hali Müdürlüğü’nün müzayede yapma yetkisi kaldırılmış ve sadece mezadı denetleme ve izleme görevi verilmiştir. Satışlarınmüzayede usulüyle balık komisyoncuları elemanları tarafından yürütülmesi kabul edilmiştir. Bu durumda aynı komisyoncuya ait farklı noktalarda satış yapılabilmektedir. Vergi tahsili Maliye’nin görevi olduğu gerekçesi ile hal çıkışında fatura ve sevk irsaliyesi kontrolü ortadan kaldırılmıştır. Maliye yılda ancak birkaç gün gelip burada fatura denetimi yapmaktadır. Yeni yönetmeliğe göre, mezat yapıldığı saatlerde satılan ürünlerin satışı sonucu oluşan fiyat ve bu satışlardan doğan belediye alacakları, komisyoncuların vermek zorunda oldukları beyannameler ile tahsil edilmektedir. Satış şefliği yapmış olduğu tespitler ile beyanları karşılaştırmakta ve bir uyumsuzluk olduğu takdirde tespit edilen fiyatlar geçerli olmaktadır. Bu sistemde yapılan satışları tam anlamı ile denetleme imkânı yoktur. Bunun nedenleri:

• Saat 04:00’dan sonra yasak olmasına rağmen su ürünü satışı yapılabilmesi,

• Hal içerisinde aynı anda birden çok noktada aynı komisyoncu veya farklı komisyoncular tarafından satış yapıldığından, her birinin satış fiyatlarının tek tek kontrol edilememesi, sadece ortalama fiyatların alınabilmesidir.

Yeni sistemin dezavantajı, satış sonucunda düzenlenmesi gereken faturalarda ne kadar doğru rakamlar kullanıldığının bilinmemesidir. Sistemde inisiyatif tamamıyla bir ya da birkaç kişinin vicdanına bırakılmış durumdadır. Dolayısı bu ticaret sonucu devletin kasasına girmesi gereken meblağın ne kadarının girdiği belli değildir. Buna KDV haricindeki diğer vergiler de eklendiği zaman önemli vergi kayıpları yaşandığı bir gerçektir. İyi niyetli bu uygulamanın zamanla kişileri yozlaştırdığı, yanlışlara ittiği görülmüştür. Bu nedenle bu sistemin yerine yeniden müstahsili, komisyoncuyu, perakendeciyi ve devleti de düşünerek yeni bir sistemin hayata geçirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Bütün olumsuzluklarına rağmen İstanbul Balık Hali, dünyadaki birçok balık halinden daha iyi konumdadır. Ancak yeterli olduğu söylenemez. Balık halindeki sorunlar, nakliye, satış ve depolama sürecinde görevli personelin eğitimi, fiziki konum ve ulaşım, iskele, giriş ve çıkış trafiği, yönetmelik sorunları ile tecrübeli personel istihdamı zorunluluğu ve üniversite ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği eksikliği olarak özetlenebilir.

Dokuzuncu Kalkınma Planı Balıkçılık Özel İhtisas Komisyonu Raporu

Karadeniz Herkesindir

  Karadeniz Herkesindir


    Evden, görünen denize baktığında, çok uzaklara kadar uzanan deniz önümde seriliydi. Rüzgar ve dalga olmadığından oldukça sakindi. Büyük balıkçı teknelerinin hepsi denizin üzerindeydi. Görüldüğü kadarıyla yirmi-yirmibeş tekne balık avlıyordu.
    Balıkçi teknelerinin kimileri ağlarını sarmıştı. Kimileride balık kovalıyordu. Avlanan balıkları limanlara taşıyanlarda onların peşinden gidiyorlardı. Denizin üzerinde bir karış boş yer bırakmamışlardı. Bütün tekneler biz, küçük balıkçıların balık avladığı sularda toplanmış avlanıyorlardı.
     Gerçektende  orada olan büyük balıkçılar, onlarla çalışanlar avlanacakları balıkların kazançlarıyla evlerine yiyecek götüremek için çalışıyorlardı. Sanırım, kazançlarıyla kimileri çocuklarını okutacak, kimileri hastalarının bakımını sağlayacak, kimileride yapmış oldukları borçlanmaları ödemek için uğraşıyordu. Herkes yaşam için gerekli olanları yapmaya çalışıyorlardı. Harcadıkları bu emek için kimse bir şey diyemez. Herkes gibi onlarında karadenizden kazanç sağlama hakkı var.
     Karadenizde küçük balıkçılarda kendi geçimleri için bir şeyler yapıyorlar, yapacaklarda. Kimileri; geçim için para kazanma, yada yaşam için yapılan mücadeleye yardım için bu işi yapıyorlar. Kimileri de kendileri için balık avlanmak, günlük yorgunlukları gidermek için bu sularda balık avlarlar.
     Her ikiside kendileri için Karadeniz yaşamından bir şeyler kazanmaya çalışır. Bu, büyük ve küçük balıkçıların en doğak hakkıdır.
    Burada önemli olan ve en iyi yapılacak iş; bir şey yaparken başkasını engellenilmemesidir. Birbirinin gelirlerini engellemeyeceksin. Karadeniz ürettiği ürünler Karadeniz kıyısında yaşayan bütün insanlarındır. Gerçek olan budur.
    Burada anlatmak istediğim; biz küçük balıkçılar balık avlandığımız sulara büyük balıkçıların avlanması nedeniyle hiç balık kalmamaktadır. Büyük balıkçılar balık bulabilmek için teknelerindeki elektronik aletleri kullanmaktadırlar. Onlar çok uzaklardan ve suyun derinliklerindeki balıkları görebiliyorlar. Balıkların onlardan kaçış şansı hiç olmaz.
    Küçük balıkçıların böyle aletleri hiç yoktur. Onlar belirli yerlerdeki sularda balıkları aramakla bulurlar. Durum böyle olunca yapılan doğru ve yakışık alan bir iş olmaz.
    Biz küçük balıkçılar, büyük balıkçılar balık avlanmasında biz avlanalım diye birşey demez, diyemez. Böyle birşey demeğe kimseninde hakkı yoktur.
    Burada yapmamız gereken ve doğru olan; büyük balıkçılar, küçük balıkçıların avlandıkları sulardan biraz dışarıda avlanmalılar. Yada; küçük balıkçıların avlandıkları yerleşim yerlerinin önünde avlanmalılar. Çoğunlukla küçük balıkçılar ya yerleşim yada liman açıklarında avlanırlar. Bu yerleri büyük balıkçılar biraz dikkat ederlerse küçük balıkçılara avlanacak yer düşer. Deniz ve suların herkesin olduğu unutulmamalıdır.
    Kimi zamanlar küçük balıkçılar avlanırken onların yanıbaşında ağ sararlar. Kimi zamanda küçük balıkçıların kayıkları sarılan ağın içinde bırakılır.
    “ Büyük balık küçük balığı yutar” suyun altındaki yaşamda olur. Ne yazıkki İnsanların yaşadığı yerlerdede yapılıyor. Bırakın! Denizin yüzeyinde bunu yapmayalım.
    Bu deniz, balık avlayan büyük balıkçılar gibi, küçük balıkçıların hatta deniz kıyısından olta ile balık avlayanlarında denizidir. Hepimiz, birbirimizin hakkına saygı duyalım. Yaşamın güzelliği böyle sağlanır.

   Tuta-stveli.2010     Arkabi

Osman Şafak Büyüklü

20 Nisan 2011 Çarşamba

LÜFERLER AMERİKA’DAN


Önce Uskumru, sonra mezgit, barbunya, kalkan, lagos derken şimdi de taze Lüfer ithal ettik.

2010-2011 av sezonunun bittiği gün (15 Nisan) İstanbul Balık Halinde yapılan mezatta 400 – 600 gr. ağırlığa sahip ortalama 30 cm boylarında taze lüfer balığı satışının yapıldığı görülmüştür. Renk ve boy olarak her ne kadar ülkemizde avlanan lüfer balığına benzese de bu lüferlerin Kuzey Amerika’dan ithal edildiğini öğrendik.
Balığı ithal eden ve satışını yapan firma yetkilileri piyasanın talebi doğrultusunda ithalatın devam edeceğini söylediler.
İthal edilen lüferlerin tanesinin mezatta ortalama 15 – 18 TL arasında satıldığı görülmüştür.

KAYNAK

Sucul kaynakların hakça paylaşımı.

Sucul kaynakların hakça paylaşımı.

"Balıkçılık her ne kadar tarım sektörü içinde konumlanmış olursa olsun onu tarımdan ayıran en temel faktör kaynakların yenilenmesi ve gelişimi doğrultusunda insan emeğinin herhangi bir katkısı olmayışıdır. Değişik ülkelerde tohumlama ve yavru salma gibi çalışmalar olmasına rağmen bunlar henüz deneme aşamasında yapılan faaliyetlerdir. Bu nedenle de sürdürülebilir balıkçılığa dair tartıştığımız her şey, esas olarak “nerede, ne zaman, nasıl, neyle ve ne kadar avlarsak stoklar varlığını sürdürebilir” tartışmasıdır. Tüm dünyada stoklar tahrip olmuştur ve hala hızlı bir biçimde tahribat devam etmektedir. Önlem almaz isek en değerli ticari stoklar yok olacak ve ekolojik sistemin en önemli parçası olan denizlerin yapısı ve fonksiyonu da değişecektir."


Türk balıkçılığının bu gün içinde bulunduğu durum bu tartışmayı bir başka tartışma ile birlikte yapmayı zorunlu kılıyor. Bu tartışma sucul kaynakların paylaşımında adaletin nasıl sağlanabileceği tartışmasıdır. Bu adaletsiz sistem devam ettiği sürece stoklar bu günkü seviyesinin 10 yada 100 katına ulaşsa bile balıkçımızın büyük çoğunluğu açısından değişen bir şey olmaz. Ne borç stoğu azalır nede yaşam standardında bir değişiklik olur.
Sucul kaynakları hakça paylaşmak, en dar anlamıyla balıkçılık rejiminin eşitlik ilkesi yerine adalet ilkesi ile yönetilmesi demektir. Sadece balık stoklarını korumak yetmez o stoklardan kimin nasıl faydalanacağını adil bir şekilde düzenlemek gerekiyor. Bu ise en büyüğünden en küçüğüne kadar stoklar üzerinde tüm balıkçıların hak sahibi olduğunu kabul etmekten geçiyor. En büyük avcının en büyük hakka sahip olduğu mevcut düzen, sadece stokları değil, geri dönülemez bir şekilde tüm avcı filosunu tehtid etmektedir. Canlı doğal kaynakları kamu adına yöneten devlet ve balıkçılık sektörü bu tartışmayı yapmaktan kaçamaz. Önümüzdeki döneme bu tartşmanın daha sık gündeme geleceğını ve mücadelenin ana cephelerinden birisinin bu tarışma olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Hakça paylaşım tartışması dünyada esas olarak ,  geleneksel balıkçılığın büyük balıkçılık karşısında korunmasını ve sınırdaş/denizdaş ülkelerin göçer balık stokları üzerindeki hakları kapsamında yapılmaktadır. Bu kapsamdadüzenlene çeşitli toplantılarda uyuşmazlıklar konusunda anlaşmalar yapılmış "ulusların geleneksel balıkçılık hakları" konusunda çeşitli anlaşmalar yapılarak sorunlar çözülmeye çalışılmıştır. FAO'nun 1995 yılında yaptığı bir çalışmada 46 ülkede birinci çatışma alanının kıyı kullanım hakları  sorun olarak gözükmektedir. Yine bu 46 ülkeye baktığımızda küçük kıyı balıkçılığının toplam  avcılık içindeki paylarının oranları % 16 ile % 22 arasında gözükmektedir. AB ekonomik bölgesinde küçük kıyı balıkçıları toplam av miktarındaki payları % 18 olarak gerçekleşmektedir. Türkiye istatiklerine baktığımızda bu oranın % 10 seviyesini geçmediği ve giderek düştüğü gözükmektedir. İspanyanın LaCoruna şehrinde 2006 da yayınlanan deklarasyon, 2010 yılımda Bankongk'ta toplana Dünya küçük balıkçılık kongresi hep bir gerçeğin altını çizmeye çalışmıştır. Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı yok olmaktadır ve korunması için acil önlemler gerekmektedir.


Son yıllarda küçük kıyı balıkçılarının seslerini yükselmeye ve balıkçılık yönetime daha fazla müdehale etme girişimim arkasında ki sebep budur. Mevcut balıkçı örgütlenmeleri içinde seslerini yeterince duyuramayan ve en önemlisi herhangi bir kooperatif ortağı olmayan bu balıkçılar balıkçılık yönetimine katılmak için örgütlenmeye başlamışlardır.
Çanakkale,Ege ve Marmarabölgesinden yükselen bu örgütlenme hareketi 2012 Danışma Kuruluna en geniş küçük kıyı balıkçı temsiliyeti ve talepleri ile katılmayı amaçlamaktadır.
Geleneksel kıyı ve Geleneksel Kıy Balıkçısının kurtuluşu birlikte mümkündür.
Kurtuluşa giden yol ise örgütlenmek ve birlikte mücadele etmektekten geçmektedir.






2011 Danışma Kurulu öncesinde sürdürülebilir balıkçılık için önümüzdeki görevler.

Her yıl av sezonun sonu ile birlikte başlayan mücadelenin yorgunluğu ve görece başarılarımız doğal olarak bir rahatlama ve rehavet duygusunu da beraberinde getiriyor. Hazirandaki Danışma Kurulu toplantısana çok az bir süre kalmış olması nedeni ile bu rehavetten hızla çıkmalı ve bu kısa süreyiyi en verimli bir şekilde kullanmalıyız.
Son 2 yıldır ivme kazanan balıkçılık mücadelesi genel olarak mevcut durumu koruma ve tabliğlere sahip çıkma etrafında sürdü. Bütün bu kampanyalar ve tartışmalarımız, daha fazla av zamanı ve daha fazla av alanı taleplerine karşı bir savunma  savaşı şeklinde gelişti.  El yordamı ile çıktığımız bu yolda stokların iyileştirilmesi için kazanımlar elde edeme sekte, var olanları koruma konusunda kısmi başarılar elde ettik.  Yine de bu 2 yılın en önemli kazanımları sürdürülebilir balıkçılığın yanı sıra sucul kaynakların hakça paylaşımı fikrinin gündemimize girmeye başlaması ve değişik liman ve barınaklarımızdan bu mücadeleye katılan arkadaşlarımızın çoğalması olmuştur.   Bu mücadele bundan sonra gündemi takip etmekle ve karşı saldırılara karşı müdafaa savaşı yaparak devam edemez.
Bundan sonraki süreç gündemi değiştirmek, taleplerimizi tartışmak ve bu talepler etrafında örgütlenmek için bize fırsatlar  getirecektir.  Artık gündemi değiştirmek ve iyileştirmeler için mücadele etmek zorundayız. FSD ve “İstanbul Lüfere hasret kalmasın” kampanyası bizim için zengin deneyimlerle doludur.  
Elbetteki her balıkçı yapılması gerekenler hakkında bir fikre sahiptir ve bunların kendilerine göre öncelikleri vardır. Ortak önceliklerin en geniş balıkçı desteğinin (sektör ayırmaksızın) en  kısa zamanda belirlenmesi  ve önümüzdeki Danışma Kurulu toplantısına yetiştirilmesi şarttır. Burada dikkat etmemiz gereken husus aşırı sayıda taleple kampanya yürütmek yerine en acil 3 yada 4 talebin etrafında örgütlenmektir. Bu kampanya bu avcılık dönemi için kazanımlar getirmese bile, önümüzdeki yıl için bizi deneyimli kılacak ve daha uzun sürede daha disiplinli bir şekilde örgütlenmemize ve mücadele  etmemize katkı sağlayacaktır.

Ben Çinekop avlanma boyu konusundaki FSD kampanyasına en yoğun desteğin verilmesi  ve bu kampanyaya en geniş balıkçı desteğinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Unutmayalım ki bu kampanya başarılı olursa “sürdürülebilir balıkçılık” mücadelesinin önü iyice açılacaktır.
Av yasağı tarihlerinin yeniden düzenlenmesi en acil ikinci konudur. Mevcut sürenin uzatılması taleplerine karşı mücadele etmek yerine sezonun 1 Nisan’da bitmesini talep etmeli ve bu talebe en geniş gırgır avcısı ve trol avcısı arkadaşı ikna etmeliyiz.  Şahsi çevremden de biliyorum ki  1 Nisan tarihi  gırgır avcısı arkadaşların çok önemli bir bölümü açısından kabul görecek bir taleptir ve ertelenemez.
Boğazların  endüstriyel avcılığa kapatılması için acil ve hızlı bir şekilde örgütlenmeli, Karadenizli balıkçı arkadaşlarımızı bu tartışmaya ve kampanyaya katmanın yollarını bulmalıyız.  Konu sadece dalyanlara karşı mücadele ile geçiştirilemez ve en can alıcı sorunlarımızdan biridir. Giriş ve çıkış seviyelerinin belirlenerek  Gırgır avcılığına kapatılmalıdır.
Dalyan doğru zamanlarda kurulduğu sürece zararsız bir av aracıdır. Biz dalyana çok balık tuttuğu için değil havyardaki balığın göç zamanı kurulduğu ve avcılık yaptığı için karşı çıkmalıyız. Bu nedenle de kampanyamızı dalyanı yasaklatmak yerine kurulum tarihlerinin değiştirilmesi üzerine inşaa etmeliyiz.   Doğru talep budur ve bizi hem balıkçının hem de idarenin karşısında cahil istemezükçüler durumuna düşmekten alıkoyar.
Bu talepler etrafında bir kampanyayı örgütleyebilmek ve Danışma Kuruluna bu talepleri balıkçı talepleri olarak iletmek bu kısa zamanda en acil görevdir.  Kampanyanın sonuçları ne olursa olsun kazanacak olan biz olacağız. Bu kısa dönemde bu kampanyayı örgütleyebilirsek en can alıcı konularda gündeme müdahale etmiş ve savunma durumundan çıkmış olacağız.  Bu güne kadar kötüye gidişi durdurmaya çalıştık bundan sonra iyileştirme için mücadele etmeliyiz.