5 Nisan 2016 Salı

Kuklacılar, kuklalar ve yeni tebliğ senaryolarında SURKOOP


Prensip olarak her eleştirinin işe yarayacağına inanan birisiyim. Haksız ve hatalı eleştiriler bile benim için bu kapsamdadır. Yalnız, gerek ülkemizde gerekse camiamızda yapılan bir hata daha doğrusu yanlış bir algı vardır ki o da karalama ile eleştirinin sıklıkla aynı kapsamda algılanmasıdır. Her kurum, her kişi ve her karar ya da faaliyet eleştirilebilir. Aynı amaç ve ortak değerler için birlikte olan insanların arasında eleştiri de özeleştiri de sıradan bir olaydır. Yeter ki eleştiri de eleştiren de sahici olsun. Yani gerçekten eleştirdiği konuyla alakası olsun ve eleştirdiği konu hakkında geçmişe dair bir duruşu olsun. Eğer bu kıstasa sahip değilse kişisel nedenlerle ( örneğin kendisine karşı yapılan bir davranış ) pozisyonunu savunmak veyahut karşısındakinin pozisyonunu zayıflatmak için  başka bir alandan üstelik mesnetsiz bir şekilde itham ediyorsa bu bir eleştiri değil suçlamadır ve daha da ötesi içeriğine göre karalamaya kadar gider.
Bu yazıyı yazmamın sebebi Foça Su Ürünleri kooperatifinden bir arkadaşımız olan ve aynı zamanda gazetecilik yapan Hasan Eser’in Ege bölgesi yerel gazetelerinde çıkan bir yazısıdır. Hasan ESER gerek sürdürülebilir balıkçılık konusunda gerekse küçük ölçekli balıkçılığın korunması konusunda bizimle aynı saflarda duran ama son yıllarda bu alanda daha az yazan bir arkadaşımızdır. Açıkçası ben daha az yazmasını yaşanılan bazı olaylar nedeni ile gönül kırıklıklarına ve bir cins duygusal kopuşa bağlıyordum. Yazmamak pasif bir tutumdur keza konuşmamakta öyle ama eğer yazmaya veya konuşmaya devam ederseniz ve (velev ki haklı ) ajandanızda biriktirdiğiniz eleştirilerinizi zamanlaması manidar bir takvim ile konuşmaya başlarsanız aktif duruma geçersiniz ve söylediklerinize cevap hakkı doğar.

Hasan ESER veya başka arkadaşlar konunun seninle alakası ne SÜRKOP ve Ramazan ÖZKAYA’yı ilgilendiriyor diyebilirler. Elbet bir kurum ve bir şahıs ismi söz konusu olan ama sadece bununla sınırlı değil. Bizimde gerek dernek olarak gerekse de şahıs olarak bir parçası olduğumuz bir mücadelenin kritik bir aşamasında baştan aşağı sübjektif, katıldığı onca toplantıda dile getirilmemiş ve en önemlisi mücadelenin kritik bir aşamasında yapılmış bu suçlamalara şahsen benim cevap hakkım vardır ve sonuna kadar kullanacağım. Söylediklerime verilecek her cevabı da saygıyla karşılayacağımı şimdiden kabul edeceğimi beyan ederim. Yeter ki edep sınırları içinde kalması yeterlidir.

Hasan ESER’in
BALIKÇILIK SEKTÖRÜ NASIL KURTULUR?  -1-“ başlıklı yazısını defalarca okudum. Yanlış mı anlıyorum gerçekten samimi ve sahici bir şeyler söylüyor da ben mi göremiyorum diye. Hayır bunca uzun bir yazıda anlatmaya çalıştığı 3-5 satıra sığabilecek suçlamalardan ibaret. Okumayanlar yazının linkini de kopyasını da ekte görebilirler.

Hasar ESER sözkonusu yazısında;
“Balıkçılık sektörünü kurtarmak adına, yıllardır Sür-Koop’un öncülüğünde toplantı üzerine toplantılar yapılıyor.

Peki ya sonuç? Ne yazık ki negatif..!”
Diyerek başladığı suçlamaların birinci bölümünde kooperatifleri;
Sahici olmamak
Samimi olmamak
Kiralanan barınak gelirleri üzerinden suiistimal yapmak ile başlamış.
Yazısının ikinci bölümünde ise yazının temel amacı olduğu anlaşılan SURKOOP ve Ramazan ÖZKAYA’yı  hedef almış.
Yazının temel iddiasını Ve Ankara’da lüks odasında oturan, altında son model makam arabasıyla gezen ve aldığı dolgun maaşla adeta saltanat süren, üzerine bir de yıllardır bize güzel güzel masallar anlatan,  ikbal uğruna Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nı ya da Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nü karşısına alamayan,  yani masaya yumruğunu vuramayan bir Genel Başkanı var bu camianın…

Evet, doğru okudunuz. Aynen şunu diyorum; sektörün en tepesinde bulunan Türkiye Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Başkanı Ramazan Özkaya da, işgal ettiği koltukta; 'tavşana kaç, tazıya tut' politikasını izliyor.
İfadesinde buluyoruz.
Satır satır polemik yapmak pek doğru değil ama bazı yanlışları düzeltmekte fayda var. SURKOOP idari binası lüks bir bina değildir keza ofis ortamı ve eşyaları da öyle. Gerekirse ofisin fotoğraflarını paylaşabilirim. SURKOOP asgari çalışma standartları ile donatılmış hala bir çok eksiği olan ama günümüz şartlarında ihtiyaca cevap veren bir ofistir. Öyle yazıda iddia edildiği gibi lüks bir ortam yoktur. Evet temiz ve düzenlidir birisi Su Ürünleri Mühendisi olmak üzere iki çalışanı vardır ama kesinlikle lüks değildir. Belli ki Hasan ESER temiz ve düzenli oluşunu lüks olarak tanımlamış ama ben değil SURKOOP’un bütün kooperatif ve bölge birliklerinde aynı standartların sağlanmasından yanayım.
Araç mevzuuna gelince; hemen hemen her gün en az bir kamu kurumunun ziyaret edildiği ANKARA GİBİ BİR ŞEHİRDE ARAÇ SAHİBİ OLMAK LÜKS DEĞİL TASARRUFTUR. Sadece genel müdürlüğe gitmenin aylık taksi maliyeti ayda yaklaşık 500 tl gibi bir rakama denk gelir ki buna diğer kurumlara gidişleri de eklerseniz araç alınarak yapılan tasarr5ufun ne kadar ciddi bir tasarruf olduğunu anlarsınız. Yine yazıdan aracın şahsi kullanıldığı gibi bir anlam çıkmaktadır ki zinhar yanlıştır. Kooparatif ve birliklerden Ankara’ya gelenler kamu kurumlarında ki işlerini çoğunlukla bu aracın kullanımı ile halletmektedirler.  Araç Ramazan ÖZKAYA’ya ait değildir araç SÜRKOOP bağlı birliklerinin tasarrufu altındadır ve Genel Kurulun onayı ile alınmıştır.
Maaş konusunda söyleyeceğim kısa ve nettir. Bütün profesyonel kadrolarımıza ücret ödemeliyiz ve en küçük suiistimale izin vermemeliyiz.
Hasan ESER söz konusu yazıda 5 yıldızlı otellerde yapılan toplantılardan alaycı bir dille bahsediyor. Oysa bu toplantıların birçoğunda birlikteydik ve bu konuda bir eleştirisini duymadım arkadaşımızın. Ben konunun bu kısımlarında çok laf etmek istemiyorum. İnanıyorum ki Hasan ESER gün gelecek bu söylediklerinden pişmanlık duyacak ve utanacak.

Yazısında cevaplanması ve açığa çıkarılması gereken tek yer bence SURKOOP ve Ramazan ÖZKAYA’nın sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde “tavşana kaç tazıya tut” iddiasıdır.
Arkadaşlar SURKOOP av araçları ve metotlarına göre bölünmüş sektörün tüm unsurlarının temsilcisidir. Ne yazık ki küçük ve büyük balıkçının aynı kooperatif çatısı altında örgütlendiği ülkemizde kaçınılmaz olarak örgütlenmede çarpıklıklar ortaya çıkmış ve buda doğal olarak tüm balıkçı örgütlerine yansımıştır. Bu konu kişisel sınırlar içinde tartışılması mümkün değildir. Bu sorun yapısal ve kroniktir.
Zaten yazının ana muhtevası da topyekûn balıkçı örgütlerine öfke ve kişisel olarak da Ramazan ÖZKAYA’ya karşı suçlama amaçlı olduğuna göre Hasan ESER’in bu kronik yapısal sorunu tartışmayı gündeme getirmeyi amaçlamadığı anlaşılmaktadır.
Ben kör topal yürüyen Türkiye Sürdürülebilir Balıkçılık Mücadelesinin sürecini hatırlatarak ve b süreçte kişisel olarak Ramazan Özkaya’nın duruşuna dikkat çekerek devam edeceğim.

Arkadaşlar eğri oturup doğru konuşalım diye söylenen bir halk deyişi vardır. Biz de öyle yapalım. Eğri oturup doğru konuşalım ve son 7 yılı şöyle bir hatırlayalım.
Son 7 yıldır balıkçılık konusunda çatışma dinamiği oluşturan meseleler sırasıyla şöyledir;
·         Her sezon çeşitli bahanelerle Gırgır av sezonunun uzatılmasının engellenmesi
·         Lüfer balığında ki avlanma boyunun yükseltilmesi
·         Gırgır avlanma derinliğinin yükseltilmesi
·         Gırgır avcılığına kapalı alanların ilan edilmesi

Bu saydığım konular var olan ve aynı zamanda sürmekte olan çatışmanın temel dinamikleridir. Gerek SURKOOP yönetim kurulunun gerekse de Ramazan ÖZKAYA’nın bu meseleler de durduğu yer nettir. Söylediğimin doğruluğundan şüphe (bu işin içinde olup bilmemenin tuhaflığına değinmiyorum bile ) en yakınında ki Gırgır avcısına giderek düşüncelerini sorabilir. Eğer Ramazan ÖKAYA bu konularda balıkçı içinde başka konuşup Genel Müdürlüğe gittiğinde başka konuşuyor ve sürdürülebilir balıkçılık karşıtı taleplere sahip çıkıyorsa bu konuda ortaya bilgi belge koymak zorundadırlar. Bu bilgi ve belgelerin açıklanması durumunda pozisyonumu değiştirmeyi de Hasan ESER’den özür dilemeyi şimdiden ve gönül rahatlığı ile taaddüt ediyorum. Benim açımdan bir sorun olmaz ve hatta bir hatadan dönmemi sağladığı için de müteşekkir kalırım.

Yazıyı okuduğumda ne çok şey var söylenecek diye düşündüm ama yazmaya başladığımda dilimi de elimi kısıtladım. Baştan aşağı kişisel baştan aşağı hiçbir kanıta dayanmayan baştan aşağı art niyetli bu yazı nasıl oldu da Hasan ESER’in kaleminden çıktı diye düşündüm.
Elbette söylenecek daha çok şey var ama Hasan ESER’e bir fırsat tanımak belki de içinde bulunduğumuz süreci bilmediğini hatta belki de manüple edilerek bu yazıyı kaleme aldığını var sayarak bu yazının zamanlamasının ne kadar manidar olduğunu anlatmak istiyorum.
Anlatayım;
Bildiğiniz gibi içinde bulunduğumuz dönem 4 sayılı Tebliğin hazırlanarak önümüzdeki 4 ılı belirleyecek olan 4 sayılı tebliğ dönemidir. Son birkaç aydır başta İstanbul merkezli Gırgır avcılrı arasında dolaşan ve kaçınılmaz olarak etrafa yayılan bir söylenti var. Tebliğin değiştirilmesi ve eski mutlu günlere dönülmesi hayalleri ile yaşayan ve bu hayalleri de kendi tabanlarına pompalayan bu çevreler hayallerin önündeki en büyük engel (birkaç ismi saymazsak ) olarak SURKOP yönetimi ve Ramazan Özkaya’yı görmekteler. Eğer bu sorunu (SÜRKOOP) çözerlerse her şeyi bağlamışlar 18+18 hayallerine kavuşaklar ve Adalarda ki yasağı kaldırtacaklarmış. İşin siyasi ayağınıda bazı birlikleri de ayarlamışlarmış. Aklınızı seveyim mi desem aklınıza şaşayım mı desem bilmiyorum.
Bildiğim tek şet daha doğrusu beni ilgilendiren tek şey bunların aklına uyarak bu kukla tiyatrosunda rol kapan birlik başkanı olup olmadığı.
Eğer varsa vay onun haline …
Bu kukla tiyatrosunda oynan oyunun senaryosunu yazanlar kuklaların iplerinden tutarak; Derinlik 18 metre olsun, Lüfer’in avlanma boyu 18 cm olsun Adalar bölgesinde ki Gırgıra kapalı alanda açılsın diyeceklermiş/dedirteceklermiş. İyi de nasıl olacak bu iş. SURKOOP görüşünden nasıl dönecek bu taleplere ikna olsalar zaten kendi önerilerine yazarlardı. Bir tek yol bir tek yöntem var herkesin bildiği gibi. Kimilerine SURKOOP başkanlığı teklif ederek Ramazan ÖZKAYA’yı da orada duramazsın diyerek kuşatmak. Baskı altına almak ve Gırgırcıların taleplerini bakanlığa SURKOOP üzerinden taşımak.

Son günlerde sağır sultanın bile duyduğu bildiği bu oyunları Hasan ESER bilmeden bu yazıyı yazdıysa hem camianın tanınmış bir aktörü hem de bir gazeteci olarak ehliyetinden de liyakatinden da şüphe etmeye başlarım. Eğer bilerek yazıyorsa bu oyunun bir parçası olduğunu düşünürüm ki işte benim açımdan acı olan budur.
Ben Hasan ESER’e küçük bir tüyo vereyim. Sosyal medyaya şöyle bir baksın. Yazdıklarına sahip çıkanlar kim? Neler diyorlar? Aralarında hiç küçük balıkçı var mı? Sahip çıkanlar bu güne kadar hiç Hasan ESER ile yan yana durmuşlar mı? Ve yine orada sorulan kocaman bir soru ortada duruyor. Bunca zamandır beraberdiniz de şimdi ne oldu? Sadece bakması ne yaptığını anlaması için yeterlidir.

Bu iki şıktan hangisinin gerçek sebep olduğunu ilerleyen günlerde görür anlarız. Eğer ikinci şık geçerliyse yapacak bir şey yok ama birinci şık geçerliyse Hasan ESER birilerine bilmeden alet olduysa kendisinin yapması gerekenler olacak. Her iki şıkta da bizim yapacağımız bir şey yok.

Biz Derinlik yasaklarında, boy yasaklarında ve Gırgıra kapalı alanlarda “yetmez ama evet” demeye devam edeceğiz.

Son olarak,
Hasan yazısının devamı olacağı anlamına gelen 1 rakamını eklemiş. Bu yazısında hiçbir çözüm önerisi olmadığına göre muhtemelen ikinci yazısında çözüm önerilerini yazacağını düşünüyorum.

Eğer yanılmıyorsam bu minvalde olacaksa ikinci yazısı o zaman verimli ve keyifli bir tarışma yapabiliriz. 

Yok kargaların kılavuzluğunda devam edecekse tartışmaya bile değmez …