17 Mayıs 2012 Perşembe


GELENEKSEL BALIKÇILIK KORUNMALIDIR
NEZİH BİLECİK


10 yıldır sürekli yakınma içerisinde olan ülkemizin tüm balıkçı kesimlerindeki hoşnutsuzluklar son üç yıldır tavan yapmış durumda. Büyük balıkçı da küçük balıkçı da av verimliliği açısından gelinen noktadan yakınmakta. Bu neden böyle oldu? Sektörden sorumlu merkezi otoritenin kaynak yönetimini bilimsel ve disiplinli bir sistem üzerine oturtamamasını bir kenara bırakıp, avcılıkları gerçekleştiren balıkçıların temel oluşumları açısından konuyu masaya yatırmak ve bir analize tabi tutmak gerekli. Balıkçı, sucul ortamda bulunan her türlü canlıyı çeşitli yöntemlerle avlayan bireylere verilen sıfattır. Balıkçılar konumlarına, sahip oldukları altyapı donanımına göre amatör balıkçılar, küçük ölçekli balıkçılar ve endüstriyel balıkçılar olarak yorumlanırlar. Amatör balıkçılık, ticari amacı olmadan tamamen dinlenmek ve boş zamanı değerlendirmek gayesiyle yapılan balık avcılığı olduğundan ve bunların stoklar üzerinde herhangi bir etkisinin olmaması nedeniyle dikkate alınma konumları söz konusu değildir. Ülkemizde ticari anlamda balıkçılık kıyı ve kıyı ötesi avcılıklarıyla gerçekleştirilir. Kıyı balıkçılığı iki ayrı özellikli balıkçı kesimince yapılır. Bunlar küçük ölçekli balıkçılar ile endüstriyel balıkçılardır. Küçük ölçekli balıkçılar sadece kıyısal bölgede, endüstriyel balıkçılar ise hem kıyısal hem de kıyı ötesi bölgelerde avcılık yaparlar.
Balıkçılık uygulama modelleri ve altyapıları
Küçük ölçekli balıkçılık diğer tanımlamayla geleneksel veya mesleki balıkçılık kıyıdan fazla uzaklaşmadan günü birlik mesafe içindeki av bölgesinde avlanıp limana dönülme biçiminde yapılır. Bu avcılık modelinin en karakteristik özellikleri tek başına veya 2-3 birey taşıyabilen 6-12 metre boylarında ve 10-40 HP gücünde teknelerle yapılmasıdır. Balık avcılığında geleneksel ağ takımları egemendir. Bunlar yemli olta (parakete), yemsiz çapari, zoka, sade ağ, fanyalı dip ağları, yüzey ağlarıdır. Küçük ölçekli olarak gerçekleştirilen bu balık avcılığı düşük teknoloji, az sayıdaki personel nedeniyle “geçimlik” olarak da yorumlanan bir balıkçılık uygulamasıdır. En belirgin dominant karakteri ise buradaki sınıflamaya giren tekne sayısı ile balıkçı sayısının fazlalığıdır. Denizlerimizde mesleki balıkçılık yapan tekne sayısı 15 bini aşkın olup balıkçı sayısı ise 35 bin dolayındadır. Her ne kadar yapılan balık avcılığının verimliliği “geçimlik” hüviyetinde ise de istihdam ettiği balıkçı sayısı yoğundur. Bu özelliği onu sosyal açıdan son derece önemli kılar. Geleneksel balıkçılıkta kullanılan tekneler ortalama 3.6 GRT ve 15 HP veya 11 kW’a sahiptir. Toplam denizel üretimin yaklaşık yüzde 10’u geleneksel balıkçılıkla yapılmakta ve ortalama üretim ise yıllık 45 bin ton dolaylarındadır
(*) . Buna karşın avcılık yoluyla yapılan toplam denizel üretimin yüzde 90’ı endüstriyel balıkçılıkla sağlanır. Endüstriyel balıkçılığın da ana ağırlığını pelajik balıklar açısından gırgır, demersal (dip) balıkları açısından ise trol avcılığı oluşturur.

Gırgır balıkçılığı ile yüzey ve orta su balıkları avcılığı gerçekleştirilir. Bu grupta yaklaşık 952 tekneden oluşan filonun yapısını; ana tekne, peş kayığı, taşıma teknesi, Ege ve Akdeniz’de ise bunlara ek olarak ışık tekneleri oluşturur. Bir gırgır takımı ortalama 200 GRT ve 1275 HP veya 937.5 kW’a sahiptir. Ortalama insan gücü 13-15 bin dolayındadır. Gırgır tekneleri büyüklüğüne, donanım özelliklerine ve gereksinimlere göre günü birlik av yapabilecekleri gibi, haftalık veya daha uzun süreçli olarak av mahallerinde de faaliyetlerini sürdürebilirler. Filonun avladığı ortalama ürün miktarı ise yıllık 330-350 bin tondur. Diğer yandan 670 dolayındaki ve dip balıkları avcılığının yapıldığı trol teknelerindeki ortalama groston ise 60 GRT ve 335 HP veya 246 kW’a eşittir. İnsan gücü ise 3.500 kişiye yakındır. Denizde kalma süreleri de günü birlik olabileceği gibi teknenin lojistik donanımına bağlı olarak haftalık da olabilir. Trol tekneleri ile yapılan ortalama yıllık üretim ise 70 bin ton dolaylarındadır.
 Av bölgeleri itibarıyla genel değerlendirme
Türkiye’de temel olarak hüküm süren avcılık kıyı balıkçılığı özelliğindedir. İstisnai olarak kıyı ötesi avcılıklar da söz konusudur. Geçmişte kuzeybatı Karadeniz’de yoğun olarak yapılan kalkan balığı avcılığı ile günümüzde Akdeniz’de yapılan orkinos avcılıkları örnek olarak verilebilir. Gerek endüstriyel balıkçı gerekse geleneksel balıkçı kıyı bölgesini ortaklaşa olarak kullanırlar. Konuyu netleştirmek için ayrıntılara girmek gerekli. Kıyısal bölgeden kastedilen nedir? Yazanın kişisel görüşü Marmara Denizi haricindeki kendi ulusal sularımız yani altı deniz mili açığa kadar olan bölgedir. İstisnai durum ise Ege Denizi’nde Yunan adalarından dolayı orta hatta kadar olan kısımdır. Özetle ulusal sularımız ana kara ile açık denize doğru olan yaklaşık 11 km eninde olan alandır. Bu bölgenin ilk yarısı yani 3 millik, diğer yaklaşımla yaklaşık 5.5 km’lik bölümü trol avcılığına karşı korumaya alınan bölgedir. Doğal olarak üç milin dışında her balıkçı kesimi rahatlıkla av yapabilir. Üzerinde durulması gereken husus kıyısal bölgenin ana kara ile açığa doğru olan üç millik yani 5.5 kilometrelik bölümüdür. Bu bölüm derinlik itibarıyla karmaşık bir yapı gösterir. Bunun temel nedeni ülkesel çerçevede kıta sahanlığımızın genelde olumsuz konumundan ileri gelmektedir. Bu nedenle bazı sığ derinliklere (banklara) kıyıdan uzaklarda rastlanabileceği gibi bazen de ana karaya yakın mesafelerde çukurlara (löngözlere) rastlanılmaktadır. Denizlerimiz kıta sahanlığının homojen olmayan konumu üç millik mesafe içerisindeki alanda gırgırla yapılan avcılıkları da tartışma konusu içerisine taşımaktadır. Özellikle sığ sularda yapılan avcılıklara ağın derinliğinin denizin derinliğinden çok daha fazla olması başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkar. Sığ sularda gırgır ağları ile yapılan avcılıklar onu zararlı av faaliyeti konumuna düşürmektedir. Nasıl mı, bir de ona bakalım!
 Kıyıya yakın bölgelerin özel konumu
Denizlerin her bölgesi, her derinliği, her noktasının yaşamsal bir önemi vardır. Fakat kıyısal bölgelerin ayrıcalıklı olarak özellikle ilk 50 metre derinliği kapsayan ortamın “özellikli yoğunluk” gösteren yapısı bulunmaktadır. Doğal olarak kıyıya yakın bölgeler denizlerin en verimli bölgesini teşkil eder. Bu bölge denizlerde yaşayan omurgasız hayvanlar ile bitkilerinin asli yaşam ortamıdır. Omurgalılardan olan balıkların da özellikle dip balıklarının üreme göçü yaparak yumurta döktükleri ve nesillerini devam ettirdiği diğer bir tanımlama ile adeta bir doğumhane ortamıdır. Beri taraftan yavru balıkların ergin hale gelene kadar kaldıkları ve besin deposu olarak kullandıkları yerdir. Deniz bilimi açısından incelendiğinde tüm artı değerlerin bu ortamda yoğunlaştığı dikkati çeker. Ne yazık ki insan-doğa ilişkileri çerçevesinde insanoğlu avcılık yoluyla bu ortamı hoyratça kullanmaktadır. Onun bu tutumu denizlerin biyolojik yönden en zengin kesimi için ileri düzeyde bir tehlike yaratmaktadır.
 Kıyısal bölge zenginliğinin sürdürülebilir konumda olmasını temin için endüstriyel balıkçılığın asli özelliğini teşkil eden gırgır av filosunu kontrol altına almak kaçınılmazdır. Bunun için hiç bir şekilde 3 mil ile ana kara arasında kalan özellikle 50 metre ve daha sığ sularda deniz tabanına temas eden derinlikteki gırgır ağlarının kullanılmaması gerekir. Çünkü sığ sularda derin sulara uygun olan gırgır ağlarının kullanılması deniz tabanında yaşayan tüm hayvansal ve bitkisel organizmalar topluluğunu yıpratmaktadır. Ayrıca sığ sularda aşırı avcılık yapılarak stokların dengesini altüst edecek seviyede avlanma yapılmaktadır. 50 metre ve daha sığ sularda gırgır teknelerinin av yapmasına merkezi otorite tarafından mutlaka bir kısıtlama getirilmelidir. İlk 50 metre derinliği kapsayan bölge sadece meslekigeleneksel balıkçılık yapan kesime tahsis edilmelidir. Bunun temel nedenini şu şekilde belirtmek olasıdır.
 Her ne kadar mesleki balıkçılık yapan tekne sayısı ile mesleki balıkçılık yapanların sayısal yoğunluğuna karşın bu grubun stoklar üzerinde oluşturduğu av baskısı son derece kısıtlıdır. Haliyle onun bu özelliğinin balıkçılığın sürdürülebilirliği üzerinde en küçük bir olumsuzluğu söz konusu değildir.
Türkiye balıkçılığının kurtuluşu endüstriyel balıkçılığın disiplin altına alınmasında yatmaktadır. Trol avcılığı kanunda öngörülen hususlar çerçevesinde yapılmalı ve bu sağlanmalıdır. Gırgır avcılığında ise merkezi otorite iki hususu önemle dikkate almalıdır. Türkiye balıkçılığını ayakta tutan en önemli özellik Atlantik kökenli balıkların sularımıza giriş ve çıkışlarındaki yoğun av verişleridir. Bunun nedeni ise palamut ve lüfer gibi balıkların Akdeniz’den Karadeniz’e yaptıkları üreme ve beslenme içerikli göçleridir. Ne var ki endüstriyel balıkçı filosunun yoğun av baskısı ve buna bağlı olarak avcılıklarda da görülen düşüşler dikkat çekicidir. Özellikle lüfer avcılığında sergilenen tablo dramatikliğin de ötesindedir. Atlantik kökenli balıklarda avlanma verimliliği ile bunun devamlılığını sağlamak açısından Çanakkale Boğazı ile İstanbul Boğazı; ayrıca her iki boğazın giriş ve çıkış ağızlarının belirlenmiş bir açıklığına kadar olan ortamları salt endüstriyel gırgır filosunun avcılığına tamamen kapatılmalı ve bu ortamlar “balıkçılık koruma bölgesi” ilan edilmelidir. Bunun haricinde ise tüm kıyılarımızda gırgır avcılığına 50 metre derinlik tahdidi konularak kıyı bölgesinin biyolojik zenginliği ve onun devamlılığı güvenceye alınmalıdır. Gerek kıyısal bölgenin ve gerekse geleneksel yani küçük ölçekli balıkçılık yapanların esenliğini sağlamak için AB’nin Ortak Balıkçılık Politikası çerçevesinde konuya çeki düzen vermek merkezi otoritenin görevidir.
 Onur kırıcı yaptırımlar
Türkiye insan kaynakları açısından zengindir. Ama ne yazık ki ülke bilimcilerinin, bürokratlarının ve konu ilgilisi bireylerin görüşlerini, önerilerini ülke yönetimleri olarak dikkate almama hastalığımız bulunmakta. Oysa benzer konular AB tarafından önümüze konulduğunda ülke olarak bunları gözü kapalı uygulamaya koymak rencide edici olmuyor mu? Bunun örneklerini balıkçılıkta yoğun bir şekilde yaşıyoruz. En son ki somut örneklerinden biri dayatma ile Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıdır. Aslında AB’ye gereksinim duyulmayacak kadar önemli olan bu konuda böyle bir yapılanmayı ülke olarak geçmişte göz ardı etmemiz hiç bir şekilde mazur görülemez. Ama
bu dayatmaların bazen faydası da olmuyor değil. Gönül arzu ediyor ki AB’nin Ortak Balıkçılık Politikası’nın temel özellikleri de benimsenir ve kaynakların yönetimi açısından ülke olarak düzlüğe çıkılır.
 Nasıl mı? Şimdi de bir ona bakalım;
Ortak Balıkçılık Politikası’nın içerisinde yer alan bazı temel hususlar şu şekildedir. “Stoklarla balıkçılık arasında bir denge kurulmasını sağlamak; balıkçıların geçim kaynağını garanti altına almak; balık stoklarını koruyacak şekilde sürdürülebilir balıkçılığı sağlamak için kapasite sınırlandırılmasına yönelmek ve bunun içinde kapasite fazlası olan endüstriyel balıkçı tekne sayısını devlet yardımı ile sınırlandırmak ve yeniden yerine konulmasını yasaklamak; balık neslinin korunması için zarar verici avlanma şekillerini yasaklamak; balıkçıların geleceğini garanti edebilmek için endüstri içindeki balıkçılık filolarının balık tutma kapasitelerinin eldeki balık stoklarına uygun bir düzeye indirilmesini sağlamak; küçük ölçekli balıkçılığı korumak ve geleceklerini güvenceye almak” şeklinde özetlenebilir. Ülke balıkçılığındaki uygulamalarda en belirgin sorun yakın kıyı sularında gırgır balıkçılarının derinlik sınırlaması yapmadan, derin sular için kullanılması gereken çevirme ağları ile hem hedefledikleri pelajik balıkları avlamanın yanı sıra küçük ölçekli balıkçıların kullandıkları sahalardaki her çeşit balık türü üzerinde av baskısını yoğunlaştırmalarıdır. Endüstriyel balıkçıların yüksekteknoloji, kıyı balıkçılarının ise düşük teknoloji kullanmaları sonucu, tüm olumsuzluklar tamamen mesleki balıkçılıkla yaşamını sürdüren bireylere olmaktadır.
Tüm balıkçılık kesimleri açısından konuyu şu şekilde toparlamak olasıdır. Amatör balık avcılığı da bir ruhsata bağlanmalı ve bununla ilgili olarak devlete sembolik bir bedel ödeme konumunda olmalıdırlar. Trol avcılığı yasada öngörülen şekilde uygulanmalıdır. Marmara Denizi ve Boğazlarında trol teknelerinde kati olarak av takımlarının bulunmaması sağlanmalı ve bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Denizlerimizde stoklar üzerinde yoğun av baskısı yaratan gırgır avcılığı kesin olarak 50 metreden sığ sularda yapılmamalıdır. Gırgır tekneleri, ağ derinliklerinin en az 3/4’ü derinlik ve daha derin sulara ağ dökebilirler olmalı. Ege ve Akdeniz’de 50 metreye kadar olan sularda, ışığa yönelme durumunda olan tüm canlı organizmaların varlığına ve yoğunluğuna olumsuzluk yaratmaması açısından, 60 metre derinden daha sığ sularda gırgır teknelerinin ışıkla balık avcılığı yapmaları söz konusu olmamalıdır. Ayrıca Marmara Denizi Boğazlarının giriş-çıkış ağızlarını kapsayan ortamların güven verici bir mesafesi gırgır balıkçılığına kapatılmalıdır.
 Sonuç itibarıyla, kıyısal bölge sığ sularının endüstriyel balıkçı filosunun av baskısından arındırılmasıyla hem biyolojik kaynakların sürdürülebilirliğine hem de geleneksel balıkçılığın kalkınmasına olanak sağlanmalıdır.
 (*): Üretim ile ilgili olarak verilen rakamlar TÜİK’in Su Ürünleri İstatistikleri (Fishery Statistics) 2010 yılı verilerinden derlenmiştir.
Yazarın notu: “Bu makale kendilerini geleneksel kıyı balıkçılığını
yaşatmaya adayan balıkçı Kenan Kedikli ve balıkçının dostu Halit
Konanç’a ithaf edilmiştir.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder