29 Haziran 2012 Cuma

Danışma Kurulu Kararları ve İmza Kampanyası

Sevgili Arkadaşlar Son yıllarda balık, balıkçı ve balıkçılık ile ilgili haberleri sıklıkla duymaya başladınız. Her ay birkaç TV programı, gazete haberi ya da köşe yazısına rastlamak mümkün. Balıkçılık aslında basın için popüler bir konu değil. Buna rağmen bu haberlerin giderek daha fazla bir sıklıkla Medya’ya düşmesinin bir sebebi var, canlı sucul kaynaklarımız yok oluyor. Gıdanın endüstriyelleştiği günümüz dünyasında en sağlıklı ve ucuz protein kaynaklarımızı kaybetmek üzereyiz. Okyanuslardaki stokların yarısından fazlası tüketildi. Ülkemizde de durum farklı değil, bazı türlerimiz yok oldu bazı türlerimiz ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Son 8 yıldır Türk balıkçılığı 3-4 pelajik türe (hamsi, istavrit, sardalye, çaça) bağımlı hale gelmiştir. Ticari değeri görece yüksek dip balıklarımızın ise uzun zamandır kayda değer bir avcılığı yoktur. Bundan sadece 20-30 yıl evvel yoksul sofralarını süsleyen Kalkan, Uskumru, Lüfer, Palamut gibi balıklar ne yazık ki orta ve düşük gelir düzeyli ailelerin sofralarını çoktan terk ettiler. Stoklarımızın içine düştüğü bu durumun çeşitli sebepleri vardır ve bunları tartışmak bu yazının amacı değildir. Yine de 90 lı yıllardan bu yana Endüstriyel Avcı filosu ve av kapasitesinde ki kontrolsüz avcılık, aşırı avcılık, yavru balık avcılığı, ekosistem ile uyumlu olmayan bilimsel gerçeklerin dışında avcılık ve kıyı alanlarındaki endüstriyel avcılık bu sebeplerin en başında gelenlerdir. Balıkçılık uygulamalarında ki bu yanlışlıklar sadece stokları tüketmedi, bir yandan avcı filosu içinde kontrol edilemez bir dikey büyümeye sebep oldu diğer yandan ise tarih boyunca deniz ekosistemi ile barışık ve uyum içinde yaşamayı başarmış olan Geleneksel Kıyı Balıkçılığını da uçurumun eşiğine getirdi. Ülkemizde avlanan balığın yaklaşık % 10’unu 16.000 civarı 12 metre altı tekne avlarken kalan miktar ise yaklaşık 2000 Gırgır ve Trol teknesi paylaşmaktadır. Dünya ortalamalarında küçük avcılığım payı %35’ler, AB sınırları içinde % 20-25 arasında iken bizim ülkemizde ne yazık ki % 10’lar seviyesindedir. Gerçek av kayıtlarına sahip olabilirsek bu oranın daha da aşağıda olduğu görülecektir. İçinde bulunduğumuz dönemde sorun sadece basit bir paylaşım sorunu da değildir. Ticari değeri yüksek, ekosistem açısından ise önemi büyük, üreme yaşları uzun ömürleri nedeni ile geç olan dip balıkları ekosistemin en hassas alanları olan kıyı alanlarında yaşarlar. Bu alanlarda günümüzde yapılan endüstriyel avcılık, kullandıkları makine gücü, av araç ve gereçlerinde ki aşırı büyüklükleri, sığ alanlarda yarattıkları makine ve av gürültüleri, seçici olmayan av araçları nedenleri ile bu alanlarda onarılmaz tahribatlara neden olmaktadırlar. Bu tahribata bağlı olarak ta kaçınılmaz bir şekilde küçük balıkçılık ekonomisini ve küçük balıkçıları da yok etmektedirler. Geleneksel kıyı balıkçılığının sürdürülebilirliği, kıyı ekosisteminin sürdürülebilirliğine bağlıdır. Kıyı ekosisteminin sürdürülebilirliği ise üzerindeki Endüstriyel Av baskısının yok edilmesi ile mümkündür. Günümüz dünyasında balıkçılığın bilimsel ve sosyo ekonomik parametreler ile yönetildiği ülkelerde böyle bir garabet ile karşılaşılmaz. Kıyı ekosistemleri Endüstriyel avcılığa kapalıdır, bu alanlarda 30-40-50 metrelik balıkçı gemilerinin 6-7-8 metrelik tekneleri ile avcılık yapan küçük balıkçılarla rekabet ettiğini de göremezsiniz. Endüstriyel avcılık günümüz dünyasında canlı denizel kaynakların yağmalandığı bir sermaye birikim modeli iken, Geleneksel kıyı balıkçılığı kıyı toplulukları için günü birlik geçim kaynağıdır. Emek yoğun bir avcılık türü ve tarihsel bilgiye dayanması nedeni ile de yüksek makine gücüne ve teknoloji kullanımına ihtiyaç duymaz. Birim av miktarı başına daha düşük yakıt kullanır ve daha fazla istihdam yaratır. İnsan ve doğa merkezli bir avcılık faaliyeti olan geleneksel kıyı balıkçılığı bilimsel gerçekler ışığında yönetildiği ve mühendislik hizmetleri ile desteklendiği taktirde insanlık var olduğu sürece denizel gıda arzının güvencesi olmaya devam edecektir. Bu uzun yazıyı sabırla okumaya çalışanlara şimdiden teşekkür ederim. Bu kadar uzun açıklamamın amacı sizlerden istediğimiz destek için konuyla ilgili bilgi ver içindi. Çoğumuzun bildiği üzere balıkçılığımız Tarım Bakanlığı’na bağlı olan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü tarafından yönetilmektedir. Ticari balık avcılığının yasal düzenlemeleri 1380 sayılı Su ürünleri Kanunu ile Genel Müdürlük tarafından hazırlanan Resmi Gazete ’de yayınlanarak yürürlüğe giren (Sirkü) Tebliğlere dayanır. Tebliğ dönemlerinde ise Genel Müdürlük tarafından toplanan danışma kurulunda öneriler, eleştiriler tartışılır ve yeni avcılık döneminin kuralları belirlenir. Genel Müdürlüğümüz 20 Haziran’da Ankara’da toplanan danışma kurulunda tarihi ve cesur bir adım atmış “sürdürülebilir balıkçılık ve sucul kaynakların hakça paylaşımı” konusunda sahici düzenlemeler önermiştir. Bu yeni düzenlemelerin en önemlileri ise, “Endüstriyel Avcılığın (Gırgır) 30 metreden sığ sularda yasaklanması”, İstanbul Adalar bölgesinin “Gırgır ve Çevirme ağları ile avcılığa kapatılması” bazı balık türlerinin avlanma boylarının yükseltilmesi gibi konulardır. Genel Müdürlük tarafından ortaya konulan bu önermelerin balıkçılık tarihimizde bir şimdiden bir milat olmuştur ve devrim niteliğindedir. Geleneksel kıyı balıkçıları ve STK çevrelerinde heyecan ile karşılanan ve sürdürülebilir balıkçılık konusunda büyük umutlar yaratan bu kararlar, Endüstriyel Avcı grupları tarafından tepki ve direniş ile karşılanmıştır. Balıkçılık bürokrasisine, küçük ölçekli geleneksel kıyı balıkçılarına ve STK çevrelerine kelimenin neredeyse gerçek anlamı ile savaş açan bu gruplar her araç ve metodu kullanarak bu yeni düzenlemeleri engellemeye çalışmaktadırlar. Danışma kurulunda önerilen bu kararların Resmi Gazetede yayınlanarak yasallaşmaması durumunda hiçbir hükmü yoktur. Bu gün merkezinde “sürdürülebilir balıkçılık ve sucul kaynakların hakça paylaşımı” olan bir mücadele yaşanmaktadır. Küçük balıkçılar, küçük balıkçı kooperatifleri, akademik cami ve STK çevreleri ile Endüstriyel Avcı grupları arasında yaşanan bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağı belli değildir. Her türlü sürdürülebilirlik önerisine şiddetle direnen Endüstriyel avcı grupları bu mücadeleyi giderek bir sava dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Onların mali güçleri, siyasi çevreleri ve lobi yetenekleri karşısında biz küçük geleneksel kıyı balıkçıları olarak ancak sizlerin, sivil toplumun desteğine güvenebiliriz. Canlı doğal doğal kaynaklar tüm toplumun ortak mallarıdır ve geleceği hakkında her kesin söz hakkı vardır. Bu nedenle açtığımız imza kampanyasına destek vermenizi bekliyoruz. İmza için link ! GELBALDER Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder