30 Eylül 2013 Pazartesi

Kirli olan sadece Marmara’mı


“Herkesin paylaştığı yanlışlarla yetinmemizi istiyor, çünkü hiç olmazsa bunlar bizi araştırmaktan alıkoyar”.
                                                                                                                      Pascal
Her sezon başı tekrarlanan tartışmalar kısa bir süre gündemi etkiler ama gerçeklere dayanmadığı için zaman içinde söner gider. Uzunca bir zamandır bizm ülkemizde her endsütriyel avcılık sezonu başında deniz kirliliği üzerine yapılan kampanyalar artık gelenekselleşöiştir dersek çokda haksız sayılmayız.
Belli çevreler ve belli kişiler tarafından tekrarlanan bu girişim tamda kabak tadı vermeye başladığında, bu konuda sivil toplum nezdinde gerçekler açığa çıkmaya başadı dediğimiz bir zamanda oyun yeniden sahneye konmaya başlandı.

İçine düştükleri rating sefaletinden kurtulmak için aynı senaryoyu farklı sahnelerde farklı oyuncularla oynaya  başlıyorlar. Tamda ratingleri düşen bir dizi filmin senaryoya popülaritesi yüksek bir şarkıyı oyuna dahil etmesine benzer bir şekilde yapıyorlar bunu.
Bizi Türkiye balıkçılığının gerçeklerinden bu gerçeklerim sonucunda başlatılan mücadelen uzaklaştırmak istiyorlar.
Bu mücadeleye duyulan sempati ve oluşan desteğin kırılmasına bu mücadelenin ortaya koyduğu değerlerin ve alınan sonuçların yok hükmünde sayılmasına uğraşıyorlar.

Daha düne kadar birbirlerinin ve yaptıklarının aleyhine duruş sergileyenler bir birlerinin aleyhine konuşanlar bu gün bir araya gelerek yeni bir izdivacın temellerini atıyorlar.
Başkalarının ilişkileri ve neden bir araya geldikleri neden işbirliği yaptıkları esasen çokta umurumuzda değil. Bu ilişkinin mutlu sonla bitip bitmeyeceği gibi bir süre sonra bu ilişkinin neden olacağı hüsran ve  ve hasar da umurumda değil açıkçası.

Benim umurumda olan bu kirli oyunların ve şer ittifaklarının sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi ve geleneksel balıkçılığın korunmsaı konusunda oluşan umutlara bu umutların yarattığı sinerjiye zarar verme potansiyelidir.
Bu kadar uzun bir girizgahın peşinden yeter artık kimlerden bahsediyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Aslında sürecin tarafları yada yakın takipçileri neden ve kimlerden bahsettiğimi hemen anlayacaklardır. Balıkçılık mücadelesinin içinde bulunduğumuz bu son periyodunun artuk uzun sayılabilecek bir tarihi ve bu tarihinden popüler aktörleri oluşmuş durumda.

Ben yine de konu hakkında yetersiz bilgisi olanlara aktörlerden birinin ismini vereceğim diğerinin ismini ise okuyucunun zekasına hatta araştırmacılığına bırakacağım.
Bu yazının konusu bir kez daha ne yazık ki bir kez daha Levent Artüz ve ben bir kez daha bu şahıs hakkında yazmak zorunda kalıyorum.

Babasından devraldığı bir proje üzerinden gündem yaratmaya çalışan üstelik gündem yaratmak için bırakın bilimsel ahlakı genel ahlak kurallarını bile hiçe sayan, gözümüzün içine baka baka büyük bir özgüven ile yalan söyleyen Levent Artüz’den bahsediyorum.
Bu arkadaş yaklaşık 4 yıl önce sezon kampanyasının uzatılmasına karşı verdiğimiz kampanyayı küçümseyerek hatta karşı çıkarak kendini gösterdi.
Bu kampanyadan 1 yıl bile geçmeden FSD'nin Lüfer kampanyası başladı. Levent Artüz önce basına kampanya aleyine demeçler verdi sonrada İstanbul merkezli endüstriyel avcı gurubu ile işbirliği yaparak “sözde bir Lüfer araştırmasını” birlikte gündeme alarak bakanlığın getireceği olası bir boy yasağını en az 5 yıl ertelemeye çalıştılar.
Aynı dönemde biz bu araştırma projesine karşı çıkıp aleyhine konuşmaya başlayınca Leven Artüz görüşme talep etti ve buluştuk. Bu görüşmede var olan Lüfer araştırmalarını ret edip Lüfer’in 18 cm  boy erişiminde yumurtladığını savundu.

Yani Levent Artüz İstanbul gırgırcıları ile güdümlü bir araştırma yapacaktı. Biz bir tek koşulla projeyi destekleyeceğimizi belirttik. Araştırma sonuçlana kadar (araştırma için verdikleri tarih en az 5  an fazla 10 yıl idi ) avlanma boyunun 24 cm çekilmesi gerektiği konusunda açıklama yapmalarını araştırmanın sonuçlarına göre yeniden düzenleme gerekirse destek olacağımızı beyan ettik.

Bütün bunları anlatmakta bir amacım var elbet süreci ve olayları bilenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Anlayanlar da anlamayanlara anlatır.
Gelelim Sn. Artüz’ün dediklerine; aslında zırvalıklarına demek isterdim ama kamu oyu önünde fikir beyan ediyoruz diye nezaketi elden bırakmak istemiyorum.

Sn. Artüz araştırmanın geçen yılki ayağında Marmara’da 5 metreden sonra yaşam olmadığını ve yaşayan balık türü sayısının 5 olduğunu iddia etmişti. Bu sene işi daha da ileriye götürmüş 1.5 tür olduğunu iddia ediyor. Buçuk türün muhtemelen bilimsel bir açıklaması vardır elbette muhtemelen ben cehaletimden bilmiyorum.
Bir başka hoşluk ise sanayi işletmelerinin denizi kirletmediği iddiası, acaba bu iddianın sebebi projenin bu yılki ayağına sponsor olan deniz kenarında kurulu bir kimya fabrikası sebep olabilirmi? Hem nasıl oluyorda çevre ve deniz kirliliği üzerine araştırma yapan biri deniz kenarında kurulu bir kimyasal üretim tesisinden fon sağlayabiliyor.

Türkiyede pek yaygın olmayan ama yurt dışında çevre mücadelesi arasında yaygın olan bir terim vardır. Buna “Yeşil Yıkama” diyorlar.
Biz Artüz’ün bir yıkama işi yapıp yapmadığını bilmiyoruz ama daha önce çevreci gurupları mahkemeye veren bu işletmenin sponsorluğunu kabul etmenin “bilim” camiası içinde nasıl karşılandığını elbette merak ediyoruz.
Ben şahsım adına bu araştırma projesine adı bulaşan her kişinin bu konuda ki fikrini almak ve paylaşmak konusunda kararlıyım.

Geçen Marmara konusunda peş peşe iki olay yaşadık. Levent Artüz'ün popüler raporu ( sansasyon yaratmaktan başka amacı olmadığı her halinden belli olan ve içinde bilimsel hiçbir parametre olmayan) bir rapor ve bir TV kanalı aracılığı ile uyduruk bir ağır metal raporu etrafında koparılmaya çalışılan fırtına.
Bu fırtınanın rüzgarına kapılıp gündemden düşme korkusu ile hareket eden ve sahnede rol kapmaya çalışan uvertürler.

Artüz’ün açıklamalarına TUBİTAK MAM sert ve güncel değerler içeren bir açıklamayla cevap verdi, balıkta ağır metal iddialarına ise İstanbul Üniversitesi raporu ile gecikmeden cevap verildi. Ne yazık ki ülkemizde bu alanda ki hukuki boşluklar nedeni ile bu konular yargıya taşınıp cezalandırılmaları mümkün olmuyor. Bu tarz insanları ve kurumları ancak vicdanlarımızda yargılayıp mahkum edebiliyoruz.
Benim esas gelmek istediğim nokta ise bu gün Taraf gazetesinde çıkan haberin zamanlaması ile ilgili. Bu haber proje ve sponsor kuruluşun lansmanı amaçlı bir haber değil. Elbette bu konuyu araştırıp haberi yapan gazeteci arkadaştan haberin öncesi ve gelişimini öğreniriz.
Hatta bu konuda daha da iddialı bir söylemde bulunup bu konunun ısrarlı takipçisi olacağımı şimdiden söyleyebilirim. Muhtemelen gazeteci arkadaşın bu haberi yapması bir yönlendirme sonucu oldu. Bunu da öğreneceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.

Şimdi gelelim esas konuya.
Marmara tedricen de olsa bir temizlenme sürecine girmişken, her geçen yıl tür sayısı artarken kim hangi nedenlerden dikkatleri başka bir noktaya üstelikle ucuz yalanlarla savunulan bir noktaya çekmek ve dikkatleri dağıtmak ister. Uzun yıllardır Marmara’da görülmeyen Sinarit, Çipura, Ahtapot, Kalamar, Kılıç  Balığı ve hatta Orkinos içeriği girmeye başlamışken bir insan neden itibarını şaibeli bir ismin peşine takıp tehlikeye atar.

Ama Midye mi dedin, bana bu konuda malzememi lazım dedin ?

Neyse ;
Ben yazıma bir soruyla başladım ve bir başka soruyla bitirmek istiyorum.


Marmara giderek temizleniyor peki ya siz?

1 yorum:

  1. Yoklukla boşluk doldurulmaz, yine olmayan şeylerle boşluk sandıkları bir alanı doldurma ve buradan nemalanma kokuları geliyor.

    YanıtlaSil