20 Kasım 2013 Çarşamba

Kahrolsun bazıları, hani benim 50 gram prasam


Çatışmalı ve bu çatışmaların ardında kazanımları itibari ile kısmi ama geleceğe dair yarattığı umutlar açısından büyük sinerji yaratan bir sürecin sonunda 2013-2014 av sezonuna girdik. Bu yeni av sezonu aynı zamanda “sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi” açısından yeni duruşları bu mücadelenin tarafları açısından ise yeni pozisyonları işaret ediyor mücadelenin sürprizlere gebe  olduğunun ip uçları veriyordu. Nitekim dediğimiz gibi oldu, önce yeni “Su Ürünleri Kanun Taslağı” ardındanda Lüfer avlanma boyundaki yeni düzenleme ta sezon başında paylaştığımız kaygılarımızın ne kadar da doğru olduğunu gösterdi.
Birilerine yada camiamızın bir bölümüne sürpriz bir şok etkisi yapan bu iki gelişme gerçekten de sürpriz olarak mı algılanmalı.
Yeni sezona dair durum değerlendirmesi yapmaya çalıştığım 2 eylül tarihli (2013-2014 av sezonu ve sürdürülebilir balıkçılık mücadelesine dair) yazımda içinde bulunduğumuz ve tehlikeye gelmekte olan karşı saldırıya işaret etmeye çalışmıştım. Bu yazının “içinde bulunduğumuz sürecin kuvvetli ve zayıf yanları başlıklı bölümünde  “Uyarmak istediğim nokta ise elde edilen kısmı başarıların ve avcılık uygulamalarında yapılan memnuniyet verici değişikliklerin kimseyi rahatlatmaması ve rehavete kapılmamız konusudur.
Sürdürülebilir balıkçılık konusunda kesin kazanılmış mevzilere sahip değiliz. Yaklaşık 2.000.000.000 dolarlık bir Pazar ve bu Pazar üstüne hesabı olan tehlikeli ve güçlü gruplar var. Hem unutmayın; biz İstanbulu Bizans’tan aldık, Bizans’ta ise oyun bitmez.” Diye yazarak saflarımızdaki rehavet duygusuna ve mücadele ettiğimiz unsurların potansillerine işaret etmeye çalıştım.
Bu yazının son bölümü olan  Sürece direnen odaklar ve yeni girişimleri” başlığı altında
“Sürece en büyük direnci gösteren odaklar İstanbul boğazı ve etrafında konumlanmış olan avcı gurupları ile İstanbul  balık halinde konuşlanmış komisyoncular dır. Daha düne kadar balıkçılık gelirleri ve bu gelirler üzerindeki çıkarları nedeni ile bir birleri ile çatışan mücadele eden guruplar birleşerek “sürdürebilir balıkçılık uygulamalarına karşı direnmek ve yeni kurulacak olan balık halinin işletmesini ele geçirmek” amacı ile işbirliklerine gitmektedirler. Kendi aralarında çatışmasızlık ve her türden değişim talebine karşı direnç göstermeye başlayan bu iş birliği eski hatalarından  ders çıkarmaya başlamış bir görüntü içerisindedir.
Bundan sonraki süreçte sürdürülebilir balıkçılık için mücadele edenlerin karşısında daha örgütlü, daha profesyonel ve daha planlı bir güç olacağı kesin gibi gözükmektedir. Bu güç bundan böyle kamusal alanda kaybedeceği tartışmalar içerisine girmek yerine siyaset alanları ve bürokratik zeminler içinde sıkı ve merkezi bir faaliyete hazırlanmaktadır.
Bu yeni süreçte geçmiş dönemin komik sözcülerinin olmayacağını biliyoruz. Akademik camiadan ticari faaliyete geçmiş yeni yeni kadrolar ve bu süreçte kendilerine sahip çıkacak siyaset üzerinde başkı uygulamaya çalışacak “basın mensupları” ile karşılaşacağız.
Bu yeni koalisyonun ömrü muhtemelen mücadele ile geçecek olan iki yıl olacaktır. Bu iki yıl ise temel iki çatışma noktasına sahne olacak gibi gözüküyor. Bu çatışma noktalarından birincisi bu yıl içinde parlamento gündemine geleceğini düşündüğümüz yeni “Su Ürünleri Kanunu” diğeri ise Gürpınarda yapımı devam eden ve 2014 yılında bitmesi beklenen yeni balık hainin işletilmesi konusudur.
Her iki çatışman noktasında da hem ahlaken hem de bilimsel olarak haklı konumda olan bizleriz. Dolayısı ile bu mücadelenin sonucunda en büyük faktör de biz olacağız. Burada kullandığım biz lafı  bir dernek etrafında toplanmış olan gurubumuzu değil; "balıkçı kooperatiflerinden Sivil Toplum Örgütlerine, Merkezi Balıkçılık Otoritemiz den Akademisyenlere" kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu tarife bizlere sempati ile bakan halkımızı ve basını da eklediğimizde gerçek resim ortaya çıkacaktır.

2013-2014 sezonunun balıkçılık açısından verimli geçeceğine dair çok işaret var, ben  “sürdürülebilir balıkçılık ve sucul kaynakların hakça paylaşımı” mücadelesi açısından da verimli bir yıl geçireceğimize inanıyorum.” Diye bitirmiştim. (http://dokuluk.blogspot.com/2013/09/2013-2014-av-sezonu-ve-surdurulebilir.html )

Bu gün olanları görmek için ne kahin olmaya gerek vardı nede bizlere ve karşı mücadele edenlerden bilgi sızdırmaya. Halkımızın da dediği gibigörünen köy kılavuz istemiyordu yada perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.

Bir bölüm okuyucunun tamam da neden böyle oldu dediğini duyar gibiyim. Elbette verilecek bir cevabım yapacağım bir tarif var. Bu yaznın amacıda zaten bu, nerede hata yaptığımızı hatırlamak ve silkinerek kendimize gelmek.

Neden böyle olduğunu anlamak için son  yıllarda elde edilen kazanımların hangi dinamikler sayesinde olduğunu anlamak gerek. Bunu anlar ve ezberimize yazarsak aynı hatayı tekrarlamaz geleceğe doğru daha güvenli daha sağlam adımlarla yürüyebiliriz.

Balıkçılık mücadelesinde ki son yıllarda elde edilen kazanımlar yakalanan bir bir konjonktür sayesinde oldu. İstanbul merkezli  endstriyel avcı guruplarının balıkçılık yönetimine şımarıkça yaptığı müdehaleler ve denizlerin patronu benimanlayışına artık yeter noktasında başlayan öfke bu sürecin başladığı yerdi. İstediği zaman sezon kapattıran buguruba duyulan bu öfke küçük balıkçı ve örgütleri içinde kendiliğinden sayılabilecek bir hareketlenmeye ve ardından da ilk defa büyük boyutlu bir itiraza sebep oldu. Akabinde GreenPeace tarafından başlatılan küçk balık yoksa büyük balıkta yok” kampanyası ve hemen sonrasında FSD tarafından başlatılan “İstanbul Lüfere hasretkalmasın kampanyası” ile de balıkçılık ve sorunları bir anda popülerleşerek medya aracılığı ile kamu gündemine taşında. Esasen bir plan dahilinde olmayan bu gelişmeler mcadelenin yarattığı çekim gücü ile bir araya gelerek merkezileşemese de senkronize hareketlere dönüştü. İşte bu senkronize hareketin yarattığı çekim gücü balıkçılık reformu konusunda umutlarını yitirmiş bir çokçevreyi yeniden hareketlendirdi ve biz balıkçılık sorunları ve olası çözümleri konusunda tarih boyunca görülmedik ölçüde hareketli bir döneme girdik.
Kooperatifler, birlikler, akademisyenler, sivil toplum ve medya balıkçılık reformunun dinamosu haline gelmeye başladı. Bunun sonuçlarını ise  kısa zamanda almaya başladık. Önce 2 sayılı tebliğde ek maddelerle balık boylarında (yetersiz de olsa) düzenlemeye gidildi ve 3/1 sayılı tebliğile reform konusunda ilk sahici adımlar atıldı. Endüstriyel avcılığa kapalı alanlar ve derinlik yasakları yetersizde olsa bu sürecin ürünüydü.
Tamda kazandığımızı düşündüğümüz yer aslında kaybetmeye başladığımız yerdi. Balıkçılık sorunlarının popülerleşmesi ne kadar bu  ivmeye katkı sağlasa da bu popülerleşme bu mücadelenin yumuşak karnı haline gelmeye başladı. Uzun zamandır ısrarla bu tehlikenin altını çizmeye çalıştık.
Tabiri caizse gerilla savaşının mücadele araçları ile devam etmek mümkün değildi. Tüm dikkatimizi ve enerjimizi küçük balıkçı örgütleri ve sorunlarının çözümüne yöneltilmeli, bu örgütlenmeler hem fiziksel olarak hem de bilinç olarak sıçramalıydı. Bu yeni süreç aynı zaman bilim dünyası ve genel müdürlük düzeyinde ilişkilerin daha genişleyeceği ve bu ilişkilerde verimliliğin hedef alınacağı bir süreç olmalıydı.
Ben paydaşlık hukukuna saygı ve işbirliği çerçevesinde kalmak istediğim için buraya kadar yezdıklarımı yeterli görüyor ve bu bağlamdaki eleştirileri bireysel ve kurumsal düzeyde paydaşlarımıza bırakıyorum.

Bundan sonra ?
Bu mücadelede sahici bir duruşa sahip olanların bilmesi gereken iki temel gerçek vardır. Bunlardan birincisini bu mücadelenin motor gücünün kooperatifler olduğu ikincisi ise siyasal erki kullanarak pres yapan endüstriyel avcılarla, bilimsel gerçekler ışığında görev sorumluluğunu yerine getiren yada getirmeye çalışan genel müdürülüğün paydaşımız olduğudur.
Elbette ortaya konan kanun taslağı konusunda hayal kırıklığı yaşadık ve yine lüfer konusunda getirilen yeni düzenlemenin şaşkınlığı içerisindeyiz. Elbette bu kararı eleştirmek hakkımız ve eleştirmeliyiz. Bütün bunları yaparken sadece ve sadece paydaşlık hukukuna riayet etmeliyiz.
Biz bu mücadelede sadece bir cephe savaşı kazandık karşımızdakiler ise şimdilik küçük bir mevzii kazandılar.
Esas savaş “su ürünleri kanunu” cephesinde olacak ve biz bu savaşı kazana biliriz.

Her şey bize bağlı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder