4 Aralık 2013 Çarşamba

Tarihi fırsatlar ve kaos potansiyeli


Yeni kanun tasarısı paylaşıldı ve görüş almak için ön görülen kısa süre de doldu. Geçtiğimiz bir ay (26 gün ) tek gündem, tek çaba ve faaliyet kanun taslağı çevresinde oluşan tarışmalar ve fikir alış verişleri ile geçti. Gerek  bireysel düzeyde gerekse kurumsal düzeyde bu taslağın balıkçılığımızı, balıkçılık yönetimini ve sektçrü oluşturan sosyoekonomik gurupların bu kanundan nasıl  etkileneceğini tartıştık. Zamanın darlığı ve fikir üretme ürettiğimiz fikirleri tartışma konusunda verimli geçtiği söylenemez.  Umarım 2 Aralık tarihi kanun hakkındaki tartışmalar açısından bir son  değil tartışmaların yayılması açısından bir başlangıç olur.
Maddeler düzeyinde birçok dernek, fakülte ve koop/birlik görüşlerini hazırladı ve yolladı. Ben maddeler dışında, kanunun temel meselelere yaklaşımı konusunda bir iki laf edip çok tehlikeli gördüğüm bir gelişmeye  dikkat çekmek istiyorum.

Önce merkezi otoritenin bu kanunun hazırlanmasındaki temel  yaklaşımına değinmek ve sonrada bu kanunda gördüğüm en temel tehlikeler hakkındaki düşüncelerimi paylaşacağım.
Merkezi otorite balıkçılık yönetiminin temel  esaslarını belirlediği bir yasa hazırlamak ve bu temel çerçeve esas alınarak hazırlanacak yönetmelik ve tebliğlerle balıkçılığı yönetmeyi ön görmektedir. Balıkçılık yönetiminden sorumlu kurumun kendisine her türlü kararı alabileceği bir yasal zemin istemesinde bir terslik yok. Benim baktığım yerden ve mücadele ile geçen son 5 yıldan  sonra bu anlaşılabilir bir şey. Yalnız bu yaklaşımda çıkarılacak bir yasa ile balıkçılığın ve balıkçılık yönetiminin nasıl sürdürülebileceği ciddi bir tartışma konusudur.

Mücadele ile geçen son 5 yıl göstermiştir ki “sürdürülebilir balıkçılık ve canlı sucul kaynakların hakça paylaşımı” için çıktığımız bu yolda yolun henüz başındayız. Bu mücadele dönemimde Genel Müdürlük kaynaklarım korunması ve sürdürülebilir avcılık konusunda samimiyetini  ve kararlılığını ispat etti ama zaman zaman siyaset ilişkilerini kullanarak kendisine baskı yapan odaklara da direnme konusunda zorluklar yaşadı. Bu mücadelede henüz yolun başında olduğumuz konusunda anlaşıyorsak Genel Müdürlüğe müdahale girişimlerinin devam edeceği konusunda da anlaşmamız gerek. Genel Müdürlüğü sürdürülebilir balıkçılık konusunda ancak sağlam bir kanunla koruyabiliriz. Bu nedenle bu yasa sadece balıkçılığın sürdürülebilirliği açısından değil, balıkçılık yönetiminin sürdürülebilirliği açısından da temel bir öneme sahiptir.
Gelelim bu kanun taslağında yer alan ve gelecek açısından bizi büyük bir kaosa taşıma potansiyeli olan konulara.
 Genel Müdürlüğümüzü kırmak pahasına da olsa bazı konuları konuşmak bizim görevimiz. Üstelik bu konuları koşurken de açık açık konuşmak hem Merkezi Balıkçılık Bürokrasisine hem de Balıkçılara ve sivil topluma karşı sorumluluğumuz. Bu nedenle haklı da olsak hatalı da olsan eleştiri ve düşüncelerimizi aile hukuku içinde yaptığımızı bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Bu kanun tasarısındaki en tehlikeli (nasıl bu taslağa girdiği belli olmayan) maddelerden birisi Üretici Birliklerin kanun içerisinde Kooperatif ve birliklerin alternatifi, eşiti daha da vahimi “rakibi” bir konumda yer almasıdır. Daha açık bir söylemle Üretici Birliklere balıkçı kıyı yapılarının kiralanması ve işletilmesi hakkında öncelik tanınması anlaşılır bir durum değildir.Anlaşılır bir durum değildir derken dayandığımız iki temel  noktayı belirtmek ve bu maddenin yasalaşması durumunda doğacak kaostan bahsetmek istiyorum.
5200 sayılı üretici birlikler kanunu 1. Maddesinde üretici birliklerin amacını Bu Kanunun amacı; üretimi talebe göre plânlamak, ürün kalitesini iyileştirmek, kendi mülkiyetine almamak kaydıyla pazara geçerli norm ve standartlara uygun ürün sevk etmek ve ürünlerin ulusal ve uluslararası ölçekte pazarlama gücünü artırıcı tedbirler almak üzere tarım üreticilerinin, ürün veya ürün grubu bazında bir araya gelerek, tüzel kişiliği haiz tarımsal üretici birlikleri kurmalarını sağlamaktır.” diye tanımlar.
Kooperatiflerin amaçları ise1163 sayılı kanunda Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir.” Diyerek tanımlanmaktadır.
Yasalarda durumun bu kadar net bir şekilde tanımlanmasına rağmen üretici birliklerin barınak kiralamasına cevaz ven madde taslağa nasıl girebilmiştir.

Üretici Birlikleri balıkçılık yönetiminde elbette paydaştır. Üretici Birlikleri balık ticaretinde de paydaş olabilir ama toplam balıkçı filosunun küçük bir dilimini oluşturan üretici birliklerin kooperatifler ve birliklerin alanına girmesi bu alanda yasal meşruiyet elde etmesi mümkün değildir. 3-4 barınak dışında bu büyük avcıların yoğun olarak tekne bağladıkları bir barınak bulunmadığına göre Üretici Birlikler neden ve nasıl barınak kiralayacaklar ve bu barınaklarda ne gibi faaliyetler yapacakları açık değildir.

Mademki başta  aile içinde konuşuyoruz dedik bu konuyu daha açık seçik ve anlaşılır konuşmakta faydavar.
Üretici birlikleri AB mevzuatlarında bulunan, pazara arz dengesinde örgütsel alt yapı ihtiyacının giderilmesi için gündeme gelmiş ama büyük avcı gurupları tarafından  mali destekler (kredi ve hibe gibi) hedeflenerek gündeme alınmıştır. İlk dönem tartışmalarını bilenler SÜRKOOP’a örgütlenme, sürdürülebilir balıkçılık faaliyetleri ve uluslar arası ilişkilerin finansmanı için Orkinos kotasından pay bile istendiğini hatırlayacaktır. Büyük parası olanlar, büyük ölçekli balıkçılık yapanlar yeni büyük projelerin finsmanında bir araç olarak gördükleri Üretici birlikleri hızla kabullenip sahiplenmişlerdi.

Yine de Üretici Birliklerin kurulmasında ki büyük hamle son 3 yıla dayanır. Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin yükselmesi, Merkezi otoritenin balıkçılığımızın sürdürülebilirliği konusunda önemli adımlar atması karşısında SÜRKOOP’a bir alternatif arayışına  giren büyük avcı gurubu bu sefer başka bir amaçla yüzlerini tekrar üretici birliklere döndüler ve hızla birlik ve merkez birliklerini kurdular. Biz üretici birliklerinin de büyük avcıların  bağımsız örgütlenmelerinin de karşısında değiliz. Hatta kısa vadede bazı sıkıntılar olsa bile uzun vadede bu tarz girişimleri doğruda buluyoruz. Avcılığı büyük ölçekte yapanlar pazara balık arzını dengelemek ve fiyatlarda istikrar sağlamak zorundadır. Bu tüketicinin çıkarına olduğu kadar  büyük avcıların ve balıkçılığımızın ticari geleceğinin de çıkarına bir durumdur. Fakat, bu  üretici birlikleri kooperatiflerin ve birliklerin alternatifi olarak görmek hele hele yasal bir düzenlemeyle bu durumu kanunlaştırmak yapacağımız en büyük hata olacaktır.

Dedik ya açık konuşalım diye, büyük balıkçıların küçük balıkçılara ve onların örgütlerine karşı açtığı bu savaşta kooperatiflerin elinden barınakları almak mevcut koşullarda kooperatiflerin tasfiyesi anlamına gelecektir.
Bu duruma ne kooperatifler olarak nede sivil toplum olarak izin veremeyiz. Genel müdürlüğümüzün ve Bakanlığımızın da bu durumu taslak komisyona göndermeden düzelteceğini umuyoruz. Aksi durumda Türk balıkçılığı mahkeme kapılarına taşınır ve bu bizim hiç arzu etmediğimiz bir durum olacaktır.

Yeni kanun taslağı ile gündeme gelen bir başka husus ise cezaların caydırıcılığı konusunda bildik yanlışlarımızın  bu taslağa da yansımış olmasıdır.
Hepinizin bildiği gibi yürürlükte olan kanunda ruhsata geçici el koyma ve av araçlarının yeddi-emine alınması  pratikte uygulanmayan bir durumdu. Geçici el koyma cezaları yasak  dönemde uygulanıyor, av araçlarında ise yeddi-emin olarak tekne sahibi sorumlu tutulup av araçları motorda tutuluyordu.
Yeni taslakta sanki bu durumda bir iyileşme yapılmış gibi gözükse de durum gerçekte böyle değil. Yeni kanun taslağında ruhsata geçici el koyma cezaları “av sezonu içinde el konulur” diyerek gerçekte bir önceki gibi işlevsiz hale getirilmektedir. Bu yeni düzenleme suçu işleyenin cezayı ne zaman çekeceğini kendisinin belirlemesinden başka bir  anlam taşımamaktadır. Bu durumun çok tartışılacak  bir yanı olmadığı aşikar. Kontrol ve denetim alt yapımızın yeterli olmadığı konusunda anlaştığımıza göre anlaşmamız gereken yegane konu cezaların caydırıcı olması gerektiği konusudur. Eylül, Ekim ve  Kasım aylarında yoğun  göç varken yasakları ihlal eden bir avcı seve seve cezasını Mart ayında çekecektir. Bu durumun kanun taslağında kesinlikle düzeltilmesi ruhsata geçici el koyma cezalarının suç tarihinden itibaren geçerli olması gerekir.

Bu kanunda can  sıkan hatta şahsım adına beni üzen bir başka husus Genel Müdürlük, İl ve Taşra teşkilatları personelleri hakkındaki üzücü ifadedir. Bir kanun taslağında denetleme görevleri tarif edilirken “çıkar ilişkisine gönderme yapılarak” personel itham edilemez. Ben bu ifadenin sıradan bir hata olduğuna inanmak istiyor ve bu satırların taslaktan hemen çıkarılacağını umuyorum. Yeterince zor koşullar altında koruma ve kontrol yapan personeli bu söylem üzer ve motivasyonunu kaybetmesine sebep olur.
Tanımlardaki eksikler ve cezalarda adalet gibi bir çok konuda eksikler olduğunu biliyoruz. Bu  konularda çok sayıda önerinin genel müdürlüğe ulaştığını da biliyoruz. Ben sadece çok temel üç konuya dikkat çekmek istedim. Diğer konulardaki önerilerimiz ve eleştirilerimiz bakidir.
Bu süreç aceleye gelecek  bir süreç değildir. Çıkması beklediğimiz kanun balıkçılığımızın 40-50 yılını belirleyecek  bir kanundur. Genel Müdürlük kanunun tartışılmasında sadece yazılı görüşlerle yetinmemeli mümkün olan en kısa zamanda yasa taslağının tartışılacağı bir platform düzenlemeli ve bu platformun verimli olması içn gereken önlemleri de almalıdır.
Mesele Lüferin kuyruğundan boğazın suyundan daha önemlidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder