3 Ocak 2012 Salı

Sucul kaynakların hakça paylaşımı.

 
"Balıkçılık her ne kadar tarım sektörü içinde konumlanmış olursa olsun onu tarımdan ayıran en temel faktör kaynakların yenilenmesi ve gelişimi doğrultusunda insan emeğinin herhangi bir katkısı olmayışıdır. Değişik ülkelerde tohumlama ve yavru salma gibi çalışmalar olmasına rağmen bunlar henüz deneme aşamasında yapılan faaliyetlerdir. Bu nedenle de sürdürülebilir balıkçılığa dair tartıştığımız her şey, esas olarak “nerede, ne zaman, nasıl, neyle ve ne kadar avlarsak stoklar varlığını sürdürebilir” tartışmasıdır. Tüm dünyada stoklar tahrip olmuştur ve hala hızlı bir biçimde tahribat devam etmektedir. Önlem almaz isek en değerli ticari stoklar yok olacak ve ekolojik sistemin en önemli parçası olan denizlerin yapısı ve fonksiyonu da değişecektir."



Türk balıkçılığının bu gün içinde bulunduğu durum bu tartışmayı bir başka tartışma ile birlikte yapmayı zorunlu kılıyor. Bu tartışma sucul kaynakların paylaşımında adaletin nasıl sağlanabileceği tartışmasıdır. Bu adaletsiz sistem devam ettiği sürece stoklar bu günkü seviyesinin 10 ya da 100 katına ulaşsa bile balıkçımızın büyük çoğunluğu açısından değişen bir şey olmaz. Ne borç stoku azalır nede yaşam standardında bir değişiklik olur.
Sucul kaynakları hakça paylaşmak, en dar anlamıyla balıkçılık rejiminin eşitlik ilkesi yerine adalet ilkesi ile yönetilmesi demektir. Sadece balık stoklarını korumak yetmez o stoklardan kimin nasıl faydalanacağını adil bir şekilde düzenlemek gerekiyor. Bu ise en büyüğünden en küçüğüne kadar stoklar üzerinde tüm balıkçıların hak sahibi olduğunu kabul etmekten geçiyor. En büyük avcının en büyük hakka sahip olduğu mevcut düzen, sadece stokları değil, geri dönülemez bir şekilde tüm avcı filosunu tehdit etmektedir. Canlı doğal kaynakları kamu adına yöneten devlet ve balıkçılık sektörü bu tartışmayı yapmaktan kaçamaz. Önümüzdeki döneme bu tartışmanın daha sık gündeme geleceğini ve mücadelenin ana cephelerinden birisinin bu tartışma olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Hakça paylaşım tartışması dünyada esas olarak, geleneksel balıkçılığın büyük balıkçılık karşısında korunmasını ve sınırdaş/denizdaş ülkelerin göçer balık stokları üzerindeki hakları kapsamında yapılmaktadır. Bu kapsamda düzenlene çeşitli toplantılarda uyuşmazlıklar konusunda anlaşmalar yapılmış "ulusların geleneksel balıkçılık hakları" konusunda çeşitli anlaşmalar yapılarak sorunlar çözülmeye çalışılmıştır. FAO'nun 1995 yılında yaptığı bir çalışmada 46 ülkede birinci çatışma alanının kıyı kullanım hakları sorun olarak gözükmektedir. Yine bu 46 ülkeye baktığımızda küçük kıyı balıkçılığının toplam avcılık içindeki paylarının oranları % 16 ile % 22 arasında gözükmektedir. AB ekonomik bölgesinde küçük kıyı balıkçıları toplam av miktarındaki payları % 18olarak gerçekleşmektedir. Türkiye istatistiklerine  baktığımızda bu oranın % 10 seviyesini geçmediği ve giderek düştüğü gözükmektedir. İspanyanın La Coruna şehrinde 2006 da yayınlanan deklarasyon, 2010 yılımda Bangkok’ta toplana Dünya küçük balıkçılık kongresi hep bir gerçeğin altını çizmeye çalışmıştır. Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı yok olmaktadır ve korunması için acil önlemler gerekmektedir.



Son yıllarda küçük kıyı balıkçılarının seslerini yükselmeye ve balıkçılık yönetime daha fazla müdahale etme girişimim arkasında ki sebep budur. Mevcut balıkçı örgütlenmeleri içinde seslerini yeterince duyuramayan ve en önemlisi herhangi bir kooperatif ortağı olmayan bu balıkçılar balıkçılık yönetimine katılmak için örgütlenmeye başlamışlardır.

Çanakkale, Ege ve Marmara bölgesinden yükselen bu örgütlenme hareketi 2012 Danışma Kuruluna en geniş küçük kıyı balıkçı temsiliyeti ve talepleri ile katılmayı amaçlamaktadır.

Geleneksel kıyı ve Geleneksel Kıy Balıkçısının kurtuluşu birlikte mümkündür.

Kurtuluşa giden yol ise örgütlenmek ve birlikte mücadele etmekten geçmektedir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder