Gıda insan neslini devam ettirebilmek için en temel ihtiyaç maddesidir. Yaşamak için beslenmek zorundayız beslenmek içinse iki gıda türüne ihtiyacımız var. Hayvansal gıdalar ve bitkisel gıdalar. Bitkisel gıdalarda da benzer sorunlar olmasına rağmen bu yazı hayvansal gıda ve onun üzerine oynanan oyunlara günümüz dünyasının ticari parametreleri üzerinden bakmayı ve okuyucunun aklını kışkırtmayı amaçlıyor. Kışkırtma lafzını kullanmaktaki amacım, gözden kaçan, bilinmeyen yada unutulan gerçeklerin ışığında olan biteni anlama çabası yaratmaktır.

Hepimizin bildiği üzere bir TV kanalında 11 balıkta ağır metal bulunduğu ve insan sağlığı için ciddi tehditler içerdiğini iddia eden bir haber program yapıldı. Haberin etkisi çok hızlı bir biçimde balık ticaretine yansıdı ve balık satışlarında (henüz elimizde oransal rakamlar olmasa da) ciddi sayılabilecek bir düşüş yaşanmaya başladı. İnternet'te çıkan bir dedikodunun medyada yer alan bir haberin fırtınalar yaratığı günümüz dünyasında ne yazık ki insanları yönlendirmek mümkün. Bu karalama furyasından en çok etkilenen ise küçük ölçekli kıyı balıkçıları. Demersal stoklarda oluşmuş tahribat nedeni ile avcılıkta küçülme yaşamış kıyı balıkçıları yasa dışı avcılık aracılığı ile pazara gelen düşük fiyatlı balıklarla rekabet etmeye çalışırken şimdide zehirli balık kampanyasının olumsuz etkisi ile boğuşmaya başladı.

Hepimizin bildiği gibi hayvansal gıdalar beyaz ve kırmızı et olarak ikiye ayrılmakta. Beyaz etler ise kanatlı hayvanlar ve balıklar olmak üzere kendi aralarında bir kez daha ayrılmaktadır. Balıklar kültür ve avcılık yolu ile elde edilen deniz balıkları olarak ikiye bölünüyorlar. Kırmızı ete göre oldukça ucuz fiyatları ve insan sağlığı açısından var olan faydaları nedeni ile beyaz etli canlılar tıp ve beslenme uzmanları tarafından tüketici kitlelerine tavsiye edilmekte, hem fiyat hem de sağlık nedeni ile pazarda kırmızı ete göre bir üstünlük sağlamış durumdalar. Hal böyle olunca da kaçınılmaz olarak sektörler arasında bir rekabet ve bu rekabet dede aşırılıklar ve haksızlıklar had safhaya varıyor. Sözü fazla uzatmadan söylememiz gerek şeyi söyleyip bu bölümü bitirelim. Kırmızı etin rakibi tavuk, tavuğun rakibi ise balıktır.

Program hakkındaki görüşlerimizi yazının sonuna bırakmak ve kırmızı et ile tavuk eti arasındaki Pazar rekabetini atlayarak balık ve tavuk arasındaki rekabet ile devam etmek istiyorum.

Pazar Savaşları

Balıkçılığın istihsal açısından normal, hatta düşük gittiği yıllarda bile balık göçü zamanı geldiğinde tavuk eti üretimi ve satışları düşmeye başlar. Yıllardır devam eden bu istatistik eğilim pelajik balık avcılığının yüksek olduğu yıllarda tavuk eti satışları üzerindeki olumsuz baskısını daha da arttırır.


?sim:  tavuküretimi.JPG
Görüntüleme: 0
Büyüklük:  17,4 KB (Kilobyte)
Grafik 1

Eylül, Ekim ve Kasım ayları beyaz et piyasalarında balık satışının hakim olduğun aylardır. Bu yılkı hepimizin bildiği üzere yüksek Palamut verimliliği ile başladı (perakendede tanesi 2-3 TL’ye kadar düştü) ardından da Lüfer avcılığında geçmiş yıllara göre yüksek ölçülerde bir bolluk yaşandı. Hamsi avcılığındaki hatalı politikalar nedeni ile uzun dönemdir devam eden aşırı fiyat düşkünlüğü ile birleşen bu durum doğal olarak ağırlıkla tavuk eti ticaretini göreceli olarak ta kırmızı et ticaretini etkiledi. Bu durum esasen biz ve bir kısım arkadaş tarafından beklenen bir durumdu. Balık avcılığının yüksek olduğu yıllarda ve dönemlerde bu tarz haberlerin medyada yer alması bizler için aslında sıradanlaşmaya başlamış bir olaydı. Bu ülkede bu işler böyle yürüyordu ve olaylar bilindiği/beklendiği gibi gelişti.

Ayrıca balık avcılığı ürünlerinin pazardaki diğer rakibi ise İthalat yoluyla gelen ürünlerdir. Giderek düşmeye başlayan ithal ürün ticareti bu yılkı balık avcılığı patlamasından nasibini almıştır ve bu durumun grafik tablosunu önümüzdeki yıl daha da net bir şekilde göreceğimize inanıyorum

?sim:  ihracat_ithalat.jpg
Görüntüleme: 0
Büyüklük:  54,6 KB (Kilobyte)
Grafik 2

A TV Deşifre

Bu yazıyı yazmaya sebep olan ise, bu programın aslında buzdağının görünen kısmı olduğu ve arkasında gizli bir ajandanın olduğuna inanmamdır. Ağır metaller tüm doğada ve nereyse tüm gıdalarda var olan bulaşıklardır. Bunların bazılarına belli miktarlarda vücudumuzun ihtiyaç duyduğu da bir gerçektir, limitleri aştığında insan sağlığı için zararlı olduğu da. Yine yıllarca denizleri hor kullandığımız ilişkide olduğumuz her doğa parçasını kirlettiğimizde bir gerçektir.

Bu nedenle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de su, zemin ve çamur numuneleri alınıp periyodik analizler yapılmakta, yine Tarım Bakanlığı İl ve Taşra teşkilatlarında kurulu Gıda Güvenliği birimlerince su ürünlerin periyodik analizleri gerçekleştirilmektedir. Bu yapılan analizlere ve bunları yapan kurumlara ülkemizde bir güven problemi olduğu ve şüphe duyulduğunu biliyoruz. Bu durumda bakmamız gereken yer AB olmalıdır ve ihracat yaptığımız diğer ülkeler olmalıdır. Bu ülkelerin örgütlü sivil toplum yapısı, yasa ve kurallardan taviz vermez mevzuatı nedeni ile büyük bir çoğunluk tarafından bize göre daha fazla güven duyulduğu, bir referans noktası olduğu gerçektir.

İşte tamda bu noktada program hakkındaki şüphe ve güvensizlik artmakta ve ortaya bazı sorular çıkmaktadır.

Bu analizler neden doğal ortamından alınmış ve lokasyonları tespit edilmiş numuneler üzerinden yapılmamıştır?


Bu soruyu sormamızın iki sebebi vardır. 8.000 km kıyı şeridine sahip bir ülkede pazardan aldığınız balıktan analiz yapar ve analiz sonuçları gerçek bile olsa balığın nereye ait olduğunu ortaya koymazsanız tüketici nezdinde tüm balık türlerini ve sektörü güvenilmez hale getirirsiniz. İkinci husus ise kalaylı tenekeler su vurulan, çeşitli inorganik maddelere temas eden balıklarda analiz yapılamayacağı gerçeğidir. Unutmamak gerekir ki balık tezgahlarında kullanılacak Krom’un bile bir standartı vardır ve bu metallerden her türlü madde balığa kolayca bulaşabilir.

Bu programın atladığı ya da görmezden geldiği bir başka gerçek program hakkındaki kuşkuların artmasına sebep olmaktadır. Yurt dışına ihraç edilen su ürünleri ihracatının nasıl olupta gerçekleştiği konusuna neden değinilmemiştir?


Deniz salyangozu ( Rapana) Marmara ve Karadeniz’den istihsal edilmekte ve tamamı yurt dışına ihraç edilmektedir, Marmara’nın pembe karidesi büyük oranlarda nasıl yurt dışına ihraç edilebilmektedir, beyaz kum midyesi, deniz patlıcanı gibi deniz tabanı canlıları bu sorunun kapsamı içindedir. Bu saydığımız canlılar deniz tabanında yaşamalarından (hatta bazıları tabana kedilerini gömerler) dolayı ağır metal bulaşığı konusunda en riskli canlılardır. Söz konusu canlılara bulaşmayan ağır metallerin nasıl olupta balıklara bulaştığının cevabını vermesi gerekenler yine program yapımcılarıdır.

Programla ilgili bir başka soru ise yapıldığı iddia edilen analizler üzerinedir.

Söz konusu analizleri yapan firma hangi sertifikasyonlara sahiptir ve bunları hangi kurumlardan almıştır? Yine analizlere dair başka bir soru tek bir analiz sonuçları üzerinden açıklama yapılıp yapılmadığı sorusudur.


Hem numune alma hem de analiz tekrarı konusunda doyurucu bir açıklama yapılmamıştır. Gıda analizlerinde numune alma standartları bir yönetmelikle belirlenmiş ve sıkı kurallara bağlanmıştır. Bu sahada analiz yapacak laboratuvarların sertifikasyon zorunluluğu vardır ama biz bunlara şu ana kadar öğrenmeyi başaramadık.

Bu konuda benim en çok merak ettiğim son soru ise söz konusu analizlerin faturasının kime kesildiği ve bu analizler karşılığı ödenen bedelin miktarıdır.


Tek bir tür için (Midye) yaklaşık 20.000 TL gibi rakamların telaffuz edildiği bir ortamda 30 tür için yapılacak bir analizin epeyce yüksek bir rakam tutacağı ortadır ve söz konusu TV kanalının bu miktarda bir ödeme yapacağı bende şüphe yaratmaktadır. Bu analizler kim tarafından finanse edildi faturası kime kesildi sorusu hala cevapsızdır.
Bu noktada yazının başlığına döndüğümüz de tekrar aynı soru ile karşılaşmaktayız. Söz konusu program maniplemi edilmiştir yoksa konu bizzat program yapımcısı tarafından maniple edilerek mi kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu sorunun cevabını ilerleyen günlerde daha net göreceğiz. Şimdiden görünen henüz oynanan birinci perdedir. İlerleyen günlerde hem senaryo değişecek hem de bu oyuna yeni aktörler katılacaktır. Sektörler arası rekabet ve kar eğilimlerinin düşmesi üzerine oynan bu oyuna seyirci olmayacağız.

Oyunun aslı aktörleri arasında olmadıkları halde seyirci sıralarından sahneye fırlayarak rol kapmaya çalışanlar ise eğer gerçekten gizli bir ajandaları yoksa kendilerini aptal durumuna düşürmektedirler ve biz onların oynadıkları trajikomik oyunu üzülerek izleyeceğiz.